Outliers — Çizginin Dışındakiler — İnceleme ve Alıntılar

Malcolm Gladwell — Outliers — İnceleme ve Alıntılar 118

Samet Onur
9 min readJan 30, 2024

İnceleme

Başarı Sadece Çalışmakla mı Elde Edilir?

Başarılı olmak için çok çalışmanın gerekli olduğunu düşünenlerden misiniz? Böyle saçma bir soru olmaz. Çalışmak başarmanın ön koşulu. Peki, başarmak için sadece çok çalışmak yeterli midir? Başka sebepler zincirine gerek yok mudur?

Başarı hakkında genel kabulümüz o kadar sıradan ki, “Başarılı mı olmak istiyorsun ne duruyorsun?” diyoruz sadece. Peki ya aile? Ya çevre? Ya koşullar? Ya imkanlar? Ya… Başarıya giden yolda o kadar çok sebep var ki, bir tanesine odaklanıp sonra pişmanlık evresine geçiyoruz.

“Outliers” (Çizginin Dışındakiler), başarının gösterilmeyen sebeplerine odaklanan bolca hayat hikayesi ve istatistik içeren ve bunlardan şaşırtıcı çıkarımlar yapan harika bir kitap. Okuması oldukça zevkli. Kazandırdıkları ise bambaşka. Başarıya bakışınızı bu kitap öncesi ve sonrası diye ayırmanız gerekecek.

Malcolm Gladwell, kitabını 2 kısma ayırmış. İlk kısım “Fırsat”, ikinci kısım “Miras” başlığına sahip. Fırsat kısmında başarının önümüze çıkan birçok farklı etkenle beraber biraz da fırsat yönüne odaklanıyor. İkinci kısım ise adından da anlaşılacağı üzere miras yani doğuştan sahip olduğumuz fırsatların başarıya etkisine.

Başarıya dair düşünce ve algınızı değiştirmek için bu kitabı kesinlikle okuyunuz.

Tüm kitabı özetlemek istesem şu alıntıyı aktarırdım (s. 217–218):

Outliers’ta öğrendiğimiz her şey başarının öngörülebilir bir rota izlediğini söylüyor. Başarılı olanlar en parlak zekâya sahip olanlar değil. Eğer öyle olsaydı Chris Langan da Einstein’la aynı yerde olurdu. Başarı sadece kendi adımıza aldığımız kararların ve gösterdiğimiz çabaların toplamı da değil. Daha çok, bir armağan. Çizginin dışındakiler kendilerine fırsat verilenler ve bu fırsatları değerlendirecek güç ve soğukkanlılığa sahip olanlar. Ocak ayında doğan hokey ve futbol oyuncuları için bu yıldızlar karmasına girebilmekti. Beatles için, Hamburg’du. Bill Gates için, şans doğru zamanda doğmuş olmak ve ortaokulda kendisine bir bilgisayar terminalinin sunulmuş. olmasıydı. Joe Flom ve Watchtell, Lipton, Rosen ve Katz kurucuları birden fazla şansa sahipti. Doğru zamanda, doğru anne babadan, doğru etnik altyapıyla doğmuşlardı ki bütün bunlar onlara şirketlerin el değiştirmesiyle ilgili yasalarda, bu konu hukuk dünyasında çok gözde bir çalışma alanı olana kadar, 20 yıl boyunca bol bol pratik yapma olanağı sağlamıştı. Ve Kore Havayolları’nın en sonunda her şeyi düzeltmek için yaptığı şey, pilotlarına kültürel miraslarının getirdiği sınırlamalardan kurtulma fırsatı sunmaktı.

Burada alınacak ders çok basit. Ancak bu dersin ne kadar sıklıkla küçümseniyor olduğunu görmek çarpıcı. En iyi, en parlak, en kendi kendini yetiştirmiş mitlerine o kadar kapılıyoruz ki çizginin dışındakilerin topraktan doğal olarak fışkırdığını düşünüyoruz. Genç Bill Gates’e bakıyoruz ve dünyamızın bu 13 yaşındaki gence çok başarılı bir girişimci olma olanağını sunmuş olması bizi hayrete düşürüyor. Ancak alınacak ders bu değil. Dünyamızın tek yaptığı 1968'de 13 yaşındaki tek bir gence zaman paylaşımlı bir terminale sınırsız erişim olanağı sunmasıydı. Eğer bu olanak bir milyon gence sunulmuş olsaydı, bugün kaç Microsoft’umuz daha olurdu? Daha güzel bir dünya yaratmak için, bugün başarıyı belirleyen şanslı farklılık ve keyfi avantajların yerini, fırsat eşitliğinin egemen olduğu bir toplum almalı. Eğer Kanada yılın ikinci yarısında doğmuş olan çocuklar için ikinci bir hokey ligi kurmuş olsaydı, yetişkin hokey yıldızlarının sayısı da günümüzdekinin iki katı olurdu. Şimdi yeteneklerin her alanda ve her meslekte bu yolla filizlenebildiğini düşünün. Dünya yetindiğimizden çok daha zengin bir dünya olabilirdi.

Alıntılar

Çevremiz Kim Olduğumuz Konusunda Büyük Etkiye Sahiptir

Wolf ve Bruhn tıp camiasını sağlığa ve kalp krizine yepyeni bir gözle bakmaya ikna etmek için mücadele etmek zorunda kaldılar: Bütün düşündükleri, bireyin kişisel tercihleri ve davranışları olursa, bir kişinin neden sağlıklı olduğunu anlayamayabileceklerini onlara kabul ettirmeleri gerektiğiydi.

Bireyin ötesine bakmak zorundaydılar. Bireyin parçası olduğu kültürü, arkadaşlarının ve ailesinin kimler olduğunu ve ailesinin nereden geldiğini bilmek zorundaydılar. İçinde yaşadığımız dünyanın değerlerinin ve çevremizdeki insanların, kim olduğumuz üzerinde derin bir etkiye sahip olduğu fikrini takdir etmek zorundaydılar.

Stewart Wolf sağlığı anlamamız için ne yaptıysa, ben de başarıyı anlamamız için Outliers’ta aynı şeyi yapmak istiyorum.

Sayfa 15

Başarı Sadece Kişiye Ait Değildir

Outliers’ta sizi başarıya ilişkin bu tür kişisel açıklamaların işe yaramadığına ikna etmek istiyorum.

İnsanlar yoktan var olmaz. Soy sopa ve himayeye bir şeyler borçluyuzdur. Kralların karşısına dikilen insanlar bunu tek başlarına yapmış gibi görünebilir. Ancak gerçekte her zaman gizli avantajlardan, olağanüstü fırsatlardan ve öğrenmelerine, çok çalışmalarına ve dünyaya diğerlerinin veremediği biçimlerde anlam vermelerine olanak tanıyan kültürel miraslardan yararlanırlar. Nerede ve ne zaman büyüdüğümüz fark yaratır. Ait olduğumuz kültür ve atalarımızdan kalan miras başarı modellerimizi hayal bile edemeyeceğimiz yollarla biçimlendirir.

Bir başka deyişle, başarılı insanların neye benzediğini sormak yeterli değildir. Sadece onların nereden geldiklerini sorarak, kimin başarılı olup kimin olmadığına ilişkin mantığı ortaya çıkarabiliriz.

Sayfa 22

Matta Etkisi ya da Çizgiye Daha İyi Bir Noktadan Çıkmak

Sosyolog Robert Merton bu fenomeni Matta İncili’ndeki bir Yeni Ahit ayetinden esinlenerek, “Matta Etkisi” olarak çok doğru adlandırmıştır: “Çünkü kimde varsa ona daha çok verilecek ve o bolluk içinde olacak. Ancak kimde yoksa kendisinde olan da elinden alınacak.”

Daha da büyük başarılara ulaşacak olanlar, mevcut durumda başarılı olanlardır; bir diğer deyişle, kendilerine özel fırsatlar verilenlerdir.

En büyük vergi indirimlerinden yararlananlar zenginlerdir. En iyi eğitimi alanlar ve en çok özen gösterilenler, en iyi öğrencilerdir. 9, 10 yaşındaki çocuklar arasında en çok antrenörlük desteğine ve pratik yapma olanağına sahip olanlar, yaşça en büyük olanlardır. Başarı, sosyologların, “kümülatif avantaj” olarak adlandırmaktan hoşlandığı şeydir.

Profesyonel hokey oyuncusu akranlarından bir parça daha iyi bir başlangıç yapar. Bu küçük fark bu farkı daha da büyüten bir fırsata zemin hazırlar ve sonra bu üstünlük de bir diğer fırsata zemin hazırlar; böylelikle başlangıçtaki küçük fark giderek daha fazla büyür; ta ki hokey oyuncusu gerçek bir “çizginin dışındaki” olana kadar. Oysa yola çizginin dışındaki olarak çıkmamıştır, sadece diğerlerinden biraz daha iyi bir noktadan çıkmıştır.

Sayfa 31

Başarı Bireysel Üstünlüğün Basit Bir İşlevi Değildir

İstersek, seçilebilirlik sınırına ilişkin tarihlerin önemli olduğunu kabul edebiliriz. Aynı yaş grubunda doğum tarihlerindeki aylara göre sınıflandırılmış iki, hatta üç ayrı hokey ligi kurabiliriz. Oyuncuların ayrı ayrı rotalarda ilerlemesine izin verip, all-star takımlarını da buna göre seçebiliriz. Yılın sonunda doğmuş olan bütün Çek ve Kanadalı sporculara adilce şans tanınsaydı, Çek ve Kanada ulusal takımları, şu anki sayının iki katından fazla sporcu arasından seçim yapabilirdi. okullar Ocak’tan

Okullar da aynı şeyi yapabilirdi: İlk ve orta dereceli Nisan’a kadar doğmuş olanları bir sınıfa, Mayıs’tan Eylül’e kadar doğmuş olanları bir diğer sınıfa ve Eylül’den Aralık’a kadar doğmuş olanları da üçüncü bir sınıfa yerleştirebilirlerdi. Öğrencilerin kendileriyle aynı düzeydeki öğrencilerle birlikte eğitim almalarına ve kendileriyle aynı düzeydeki öğrencilerle rekabet etmelerine izin verebilirlerdi. Bu yönetim açısından bir parça daha karmaşık olabilirdi. Ancak maliyeti bu kadar fazla olmazdı ve hiçbir suçları olmaksızın eğitim sistemi tarafından büyük bir dezavantajla karşı karşıya bırakılanlar için koşullar eşitlenebilirdi.

Bir diğer deyişle, sadece sporda değil, daha ciddi sonuçların yaşandığı diğer alanlarda da başarı mekanizmasını kolayca kontrol edebilirdik. Oysa edemiyoruz. Neden?

Çünkü başarının bireysel üstünlüğün basit bir işlevi olduğuna ve hepimizin yetiştiği dünyanın ve toplum olarak yazdığımız kuralların hiçbir öneminin olmadığına ilişkin fikre yapışıp kalıyoruz.

Sayfa 33

Belli Bir Seviyeden Sonra Gerekli Olan Çok Çalışmaktır

Ericsson’ın çalışmasının çarpıcı yanı, “doğal” öğrencilerle -pratiğe akranlarının harcadığı zamanın belli bir parçasını harcayıp da tepeye fazla çabalamadan çıkan örneklerle- hiç karşılaşmamalarıydı. “İnek” öğrencilerle, herkesten daha fazla çalışan, ancak ön safları yarmak için gerekli şeye sahip olmayan örneklerle de karşılaşmadılar.

Araştırmaları şunu gösteriyor ki bir öğrenci en iyi müzik okullarından birine girebilecek kadar yetenekliyse onun performansını bir diğerininkinden ayıran ne kadar çok çalıştığı oluyor. O kadar. Dahası, zirvedeki insanlar sadece daha fazla çalışmakla, hatta herkesten çok daha fazla çalışmakla kalmıyor. Çok çok daha fazla çalışıyor.

Sayfa 38

Başarı Sadece Kişinin Kendi Eseri Değildir

Silikon Vadisi’nin bütün yazılım kodamanları 1955 doğumlu demek istemiyorum. Bazıları değil. Nasıl ki ABD’nin bütün iş dünyası devleri 1830'ların ortalarında doğmadıysa.

Ancak burada çok belirgin modeller söz konusu ve çarpıcı olan bunları kabul etmeye ne kadar az istekli göründüğümüz.

Başarı özellikle bir bireysel üstünlük meselesiymiş gibi davranıyoruz.

Ancak şu ana dek göz attığımız hikâyelerde, işlerin bu kadar kolay olduğunu ileri sürecek hiçbir şey yok.

Tam tersi, bu hikâyeler kendilerine gerçekten çok çalışmaları için özel bir fırsat verilmiş, bu fırsatı değerlendirmiş ve olağanüstü çabaların toplum tarafından ödüllendirildiği bir dönemde rüştünü ispat etmiş insanlar hakkında. Başarıları sadece kendi eserleri değil. İçinde büyüdükleri dünyanın bir ürünü.

Sayfa 57–58

IQ’da Dört Önemli Eşik

* Y.N. “IQ fundamentalisti” Arthur Jensen 1980'de yayımlanan kitabı Bias in Mental Testing’de (syf. 113) bunu şöyle ortaya koyuyor:

“IQ skalasında sosyal ve kişisel anlamda en önemli dört eşik bölgesi,

genel zihinsel yetenek düzeyleri nedeniyle normal bir okula gidebilen ya da gidemeyen (aşağı yukarı 50 IQ),

geleneksel ilkokul konularına hakim olabilen ya da olamayan (aşağı yukarı 75 IQ),

lise eğitimi sırasında akademik eğitim ya da üniversiteye hazırlık programında başarılı olabilen ya da olamayan (aşağı yukarı 105 IQ),

dört yıllık bir üniversiteden lisansüstü programa kaydolabilecek bir dereceyle mezun olabilen ya da olamayan (aşağı yukarı 115 IQ) kişiler arasında yüksek olasılıkla farklılık gösteren eşik bölgeleri.

Bunun ötesinde IQ düzeyi sıradan mesleki beklentiler ve başarı ölçütleri açısından oldukça önemsiz hale geliyor.

Bu durum 115 IQ’nun temsil ettiği entelektüel becerilerle 150 IQ’nun temsil ettiği entelektüel beceriler, hatta 150 IQ’nun temsil ettiği entelektüel becerilerle 180 IQ’nun temsil ettiği entelektüel beceriler arasında hiçbir reel fark olmadığı anlamına gelmiyor.

Ancak skalanın bu üst bölümündeki farklılıkların kişisel etkileri, yukarıda tanımlanan eşiklerde görülen etkilerden çok daha düşük ve genellikle, popüler anlamda başarılı olmak için, belli kişilik ve karakter özellikleri kadar önem taşımıyor.”

Sayfa 67, dipnot.

Pratik Zeka Üzerine

Konuşarak cinayetten beraat etmenize ya da profesörünüzü sizi sabah sınıfından öğleden sonra sınıfına alması için ikna etmenize olanak tanıyan özel beceri, psikolog Robert Sternberg tarafından “pratik zekâ” olarak adlandırılıyor.

Sternberg’e göre pratik zekâ, “kime ne söyleyeceğini bilmek, bunu ne zaman söyleyeceğini bilmek ve maksimum etki için bunu nasıl söyleyeceğini bilmek” gibi şeyler içeriyor.

Bu yöntemseldir: Bir şeyi, neden bildiğinizi bilmeden de, onu açıklayamadan da nasıl yapacağınızı bilmekle ilgilidir. Doğası gereği pratiktir: Bir başka ifadeyle, sadece bilgi olsun diye bilgi değildir. Durumları doğru okumanıza ve istediğinizi almanıza yardımcı olan bilgidir.

Ve işin kritik yanı, IQ ile ölçülen analitik yetenek türünden ayrılan türde bir zekâ olmasıdır.

Teknik terimleri kullanırsak, genel zekâ ve pratik zekâ “ortogonal”dır: Birinin varlığı diğerinin varlığını gerekli kılmaz. Analitik zekânız çok yüksek, pratik zekânız ise çok düşük ya da pratik zekânız çok yüksek, analitik zekânız ise biraz düşük olabilir ya da -Robert Oppenheimer gibi şanslı bir vakada olduğu gibi- her ikisi de yüksek olabilir.

Sayfa 85

Bir İşin Tatmin Edici Olmasının Şartları

Borgenicht gece eve, çocuklarına döndüğünde yorgun, yoksul ve baskı altında olabilirdi, ancak capcanlıydı. Kendi kendinin patronuydu. Kendi kararlarından, kendi yönetiminden kendisi sorumluydu. İşi karmaşıktı: Zihnini ve hayal gücünü meşgul ediyordu. İşinde çaba ile ödül arasında bir ilişki vardı: O ve Regina önlük dikmek için geceleri ne kadar uzun süre uyanık kalırlarsa ertesi gün sokaklarda o kadar çok para kazanıyorlardı.

Bu üç şey -otonomi, karmaşıklık ve çaba ile ödül arasındaki ilişki- işin tatmin edici olması için taşıması gereken üç özelliktir ki çoğu kişi bunda hemfikir.

Sonuçta bizi saat 9 ile 5 arasında mutlu eden şey ne kadar para kazandığımız değil. İşimizin bizi tatmin edip etmediği. Yaşamınızın geri kalanında yılda 75.000 dolara mimarlık yapmakla yılda 100.000 dolara her gün bir gişede çalışmak arasında bir seçim yapmanızı önerseydim, hangisini tercih ederdiniz? Sanırım ilkini, çünkü yaratıcı bir iş yapmak karmaşıklık, otonomi ve çaba ile ödül arasında bir ilişki içeriyor ve bu çoğumuz için paradan daha önemli.

Sayfa 123

Kişiliğimiz ve Büyüdüğümüz Toplumun Buna Büyük Etkisi

Hepimiz kendimize özgü bir kişiliğe sahibiz. Ancak içinde büyüdüğümüz toplumun geçmişinden gelen eğilim, varsayım ve refleksler bu kişiliğin üzerinde yer almaktadır ve bu farklılıklar olağanüstü spesifiktir.

Sayfa 166

Başarı Sadece Gösterdiğimiz Çabaların Toplamı Değil

Bu nasıl kötü bir pazarlık olabilir ki? Outliers’ta öğrendiğimiz her şey başarının öngörülebilir bir rota izlediğini söylüyor. Başarılı olanlar en parlak zekâya sahip olanlar değil. Eğer öyle olsaydı Chris Langan da Einstein’la aynı yerde olurdu.

Başarı sadece kendi adımıza aldığımız kararların ve gösterdiğimiz çabaların toplamı da değil. Daha çok, bir armağan. Çizginin dışındakiler kendilerine fırsat verilenler ve bu fırsatları değerlendirecek güç ve soğukkanlılığa sahip olanlar.

Ocak ayında doğan hokey ve futbol oyuncuları için bu yıldızlar karmasına girebilmekti. Beatles için, Hamburg’du. Bill Gates için, şans doğru zamanda doğmuş olmak ve ortaokulda kendisine bir bilgisayar terminalinin sunulmuş. olmasıydı. Joe Flom ve Watchtell, Lipton, Rosen ve Katz kurucuları birden fazla şansa sahipti. Doğru zamanda, doğru anne babadan, doğru etnik altyapıyla doğmuşlardı ki bütün bunlar onlara şirketlerin el değiştirmesiyle ilgili yasalarda, bu konu hukuk dünyasında çok gözde bir çalışma alanı olana kadar, 20 yıl boyunca bol bol pratik yapma olanağı sağlamıştı. Ve Kore Havayolları’nın en sonunda her şeyi düzeltmek için yaptığı şey, pilotlarına kültürel miraslarının getirdiği sınırlamalardan kurtulma fırsatı sunmaktı.

Burada alınacak ders çok basit. Ancak bu dersin ne kadar sıklıkla küçümseniyor olduğunu görmek çarpıcı. En iyi, en parlak, en kendi kendini yetiştirmiş mitlerine o kadar kapılıyoruz ki çizginin dışındakilerin topraktan doğal olarak fışkırdığını düşünüyoruz.

Genç Bill Gates’e bakıyoruz ve dünyamızın bu 13 yaşındaki gence çok başarılı bir girişimci olma olanağını sunmuş olması bizi hayrete düşürüyor. Ancak alınacak ders bu değil. Dünyamızın tek yaptığı 1968'de 13 yaşındaki tek bir gence zaman paylaşımlı bir terminale sınırsız erişim olanağı sunmasıydı. Eğer bu olanak bir milyon gence sunulmuş olsaydı, bugün kaç Microsoft’umuz daha olurdu?

Daha güzel bir dünya yaratmak için, bugün başarıyı belirleyen şanslı farklılık ve keyfi avantajların yerini, fırsat eşitliğinin egemen olduğu bir toplum almalı.

Eğer Kanada yılın ikinci yarısında doğmuş olan çocuklar için ikinci bir hokey ligi kurmuş olsaydı, yetişkin hokey yıldızlarının sayısı da günümüzdekinin iki katı olurdu. Şimdi yeteneklerin her alanda ve her meslekte bu yolla filizlenebildiğini düşünün. Dünya yetindiğimizden çok daha zengin bir dünya olabilirdi.

Sayfa 217–218

--

--