Psişik İşler — Batıl İnançlar Kurumlarımızın Gelişimini Nasıl Etkiledi? — İnceleme ve Alıntılar

James G. Frazer — Psişik İşler — İnceleme ve Alıntılar 116

Samet Onur
11 min readJan 28, 2024

İnceleme

Batıl İnançlar Neyimiz Olur?

James George Frazer’ın “Psişik İşler” kitabı 1909 yılında yayımlanmıştır. Kitabın alt başlığı: “Batıl İnançlar Kurumlarımızın Gelişimini Nasıl Etkiledi?”.

Batıl inanç deyince akla daha çok toplumun bazı bireyleri tarafından yapılagelen içi boş, mantıksız eylemler ve düşünceler dizisi gelir. Mesela kara kedi görmenin uğursuzluk getireceği, ıslık çalmayla şeytanın geleceği, dört yapraklı yoncanın şans getireceği, iki bayram arası düğün yapmanın uğursuzluk getireceği inancı gibi.

Ali Köse bir makalesinde batıl inançları içerik açısından dört gruba ayırıyor:

1. Bireyin hayatındaki önemli olaylarla (doğum, evlilik vb.) ilgili inançlar

2. Günlük işlerle ilgili batıl inançlar

3. Hayvanlarla ilgili batıl inançlar

4. Din alanındaki batıl inançlar

Ancak bunlar insan hayatını etkilemeyen, inanılsa da hayatta pek de önemli bir şey değiştirmeyecek şeyler. Frazer’ın kitabında bahsettiği batıl inançların ise toplumların en önemli kurumlarının temelini oluşturduğu iddia ediliyor:

- Yönetim
- Özel Mülkiyet
- Evlilik
- İnsan Yaşamına Saygı

Bu kurumların temelinin batıl inançların oluşturduğunu göstermek adına birçok tarihsel örnek aktarılıyor. Bu örneklerin oldukça ilginç olduğunu söylemeliyim. Yazar, örnekleri aktardıktan sonra çıkarımlarda bulunuyor ve her bölümün sonunda kısaca değerlendirme yapıyor.

“Psişik İşler” kitabının en başta oldukça eğlenceli olduğunu söylemem gerek. Daha sonra ise şunu demem lazım: Şüphesiz bu kitap, örnekleri ve iddialarıyla okuyucuya oldukça farklı bir perspektif sunacaktır.

Alıntılar

Zor Zamanlarda Yücelerden Talep

“Halk bir sıkıntı veya kıtlık durumunda, her türlü istek veya ihtiyaçlarını karşılayabileceğine, iletişim halinde olduğunu düşündükleri ölü atalarından istediğini alabileceğine inandığı krala gider. Bu nedenle, gerektiğinde kraldan yağmur yağdırmasını, ekinleri için uygun hava koşulları vermesini isterler.

Kraldan bir şey istemeye gelirken yanlarında değerli armağanlar getirirler, kral da bunları kabul eder ve dileklerini yerine getireceğini söyleyip evlerine dönmelerini ister.

Bunlar öyle barbardır ki, çoğu kez kralın istediklerini vermediğini görmelerine rağmen gene de uyanmazlar, aksine, ona daha çok armağanlar getirirler; kralın armağanlardan memnun olmadığına ve kendisine yeterince ısrar etmediklerine inandıkları ve kendisi de onlara yaptıkları bu hatalarını sık sık hatırlattığı için, ta ki sonunda yağmur yağana ve Kaffirler tatmin olana dek defalarca gidip gelirler.”

Sayfa 22–23

Batıl İnançların Yöneticilere Katkısı

Yukarıda özet olarak verilen kanıtlar, birçok halkın batıl bir korkuyla, ister şef olsun ister kral, hükümdarlarını sıradan halktan daha büyük güçlerle donatılmış, daha üstün bir düzene ait varlıklar olarak gördüğünü kanıtlamaya yeterlidir.

Yöneticilerine karşı derin bir saygı duygusuyla ve abartılı bir güç anlayışıyla şartlanan halk, onların da kendisi gibi olduğunu bilseydi böylesine kayıtsız şartsız bir itaat göstermezdi.

Bu durumda, belli ırklarda ve belli dönemlerde batıl inancın yönetime, özellikle de monarşik yönetime olan saygıyı güçlendirdiği ve dolayısıyla kamu düzeninin oluşmasına ve korunmasına katkıda bulunduğu şeklindeki ilk önermemi kanıtlamış olduğumu iddia edebilirim.

Sayfa 27–28

Kaba Kuvvetle Yönetilmek mi Yoksa Batıl İnançla mı?

“Yeni Zelandalılar,” der bir yazar, “tapu’ya benzer birtakım yasalar olmasaydı yönetilemezdi. Savaşçılar insanların buyruklarını hor görerek reddeden tanrıların sözde buyruklarına boyun eğiyorlardı, insanların kaba kuvvetle yönetilmesindense batıl inançlarla yönetilmesi daha iyidir.”

Yine, Maorileri iyi tanıyan deneyimli bir misyoner, “çoğu durumda tapu’nun yararlı bir şey olduğunu; toplumun durumu, yasaların bulunmaması ve halkın sert karakteri göz önüne alındığında, zorbalık yönetiminin yerine batıl inançların hakim olmasının hiç de fena bir alternatif olmadığını; ve örgütlü bir topluma en yakın yönetim biçiminin batıl inançlar olduğunu” söylemektedir?

Sayfa 32

Batıl İnançların Özel Mülkiyeti Korumaya Katkısı

Kümes hayvanı veya domuzu çalınan bir siyah doğrudan Obeah büyücüsü olan adama veya kadına gider; çevreye obi’nin hırsızın peşine düştüğü haberi yayılır, korkunç haberi duyan hırsızın dehşete düşmüş olan hayal gücü çalışmaya başlar; artık geriye başka ve daha üstün bir Obeah büyücüsünün karşı büyülerinden başka bir çare kalmamıştır; ama daha üstün biri bulunamazsa ya da bulunduğu halde hırsız etkilendiğini düşünürse, yaklaşan felaketin dehşetiyle çökmeye başlar.

En küçük bir baş veya karın, vb. ağrısı hissi, tesadüfi bir kayıp yahut yara kuşkularını doğrulamaya yeter ve görünmez ve karşı konmaz bir varlığın kurbanı olduğuna inanmaya başlar. Uyku, iştah ve neşe kalmaz; gücü günden güne erir, huzursuz hayal gücü tekin olmayan güçlerin uğrak yeri haline gelir, her yanını umutsuzluk sarar; tek gıdası toprak ya da benzeri bir zararlı madde olur; bedeni ölümcül bir düşkünlük sürecine girer ve giderek mezara yaklaşır.” Onu öldüren şey batıl inançtır.

Benzer örnekler çoğaltılabilir, ancak yukarıda anlatılan vakalar batıl inancın birçok halk arasında ve dünyanın birçok yerinde insanları hırsızlığa karşı caydırmada önemli bir araç olduğunu göstermeye yeter. Bu durumda ikinci önermem, yani batıl inancın belli ırklarda ve belli dönemlerde özel mülkiyete duyulan saygıyı güçlendirdiği ve dolayısıyla özel mülkiyetin korunmasına katkıda bulunduğu önermesi kanıtlanmış olmaktadır.

Sayfa 42–43

Gayrimeşru İlişkilere Verilen Cezalar Neden Çok Sert?

Sonuç olarak, ister evlilik içi ister evlilik dışı olsun cinsel aykırılıkların birçok halkın gözünde yalnızca olayın içindeki birkaç kişiyi ilgilendiren ahlaki bir suç olarak görülmeyip; gerek bir tür büyü etkisiyle doğrudan, gerek tanrıların öfkesini bu davranışlar suç olarak görenlerin üzerine çekmek suretiyle dolaylı olarak, tehdidi altındaki bütün halkı ilgilendirdiğine inanılmaktadır.

Ayrıca bu aykırılıkların, ürünleri yok etmek ve dolayısıyla gıda sıkıntısı yaratmak suretiyle toplumun varlığını doğrudan tehdit ettiği düşünülmektedir. Bu tür batıl inançların hakim olduğu yerlerde kamuoyunun ve kamu adaletinin cinsel suçları çoğu uygar ülkede olduğu gibi suç olmaktan çok bireysel günahkârın belki öteki hayatta ebedi refahını etkileyebilecek ama bir bütün olarak masum topluluğun dünyevi refahına hiçbir zarar vermeyecek bir kabahat olarak gören halklardan çok daha şiddetli cezalandıracağı açıktır.

Diğer taraftan, ensestin, zinanın ve gayrimeşru cinsel ilişkinin toplum tarafından sert bir şekilde cezalandırıldığı yerde, doğal olarak böyle bir cezalandırmanın altında batıl inançların yattığı sonucuna varabiliriz; başka bir deyişle, bir kabile veya ulusun bu tür ihlalleri zarar gören taraflara bırakmayıp bizzat ve olağanüstü sertlikle cezalandırdığı yerlerde bu tutumun temelinde, bu tür suçların doğanın dengesini bozarak bütün halkı tehlikeye atacağı, dolayısıyla halkın suçluları etkin bir şekilde zararsız hale getirmek ve gerekirse yok etmek suretiyle kendilerini koruyabileceği inancı yatmaktadır.

Bu, örneğin Hint Manu Yasalarının zina yapan kadını niçin herkesin gözleri önünde köpeklere yedirmeyi ve erkeği de kor halindeki bir demir yatakta kızartarak öldürmeyi öngördüğünü; niçin Babil’deki Hammurabi Yasalarının zina yapan bir çifti boğarak öldürüp nehre atma cezasına çarptırdığını; niçin aynı yasanın anneyle ensest ilişkiyi her iki suçluyu da yakmak suretiyle cezalandırdığını; niçin Musa Yasasının zina yapan kadınla aşığını ölüme mahkum ettiğini; ve niçin Saksonlarda kocasının onuruna leke süren ya da zina yapan kadının Aziz Boniface gününe kadar kendisini asmaya zorlandığını, yakıldığını ve aşığının da alevlerin üstünde asıldığını, yahut kırbaçlandığını veya köyün bütün kadınları tarafından ölene kadar bıçakla doğrandığını açıklayabilir.

Britanya Doğu Afrikasının Nandilerinde “ensest, üvey anneyle, üvey kızla, kuzenle ya da başka bir yakın akrabayla cinsel ilişkiye girme injoket denen bir yöntemle cezalandırılır. Kalabalık suçlunun evinin önünde toplanır, suçlu sürüklenerek dışarı çıkartılır ve ceza, genç, yaşlı, hepsi soyunan kadınlar tarafından infaz edilir. Erkek kırbaçlanır, evi ve ekinleri yok edilir ve hasadının bir kısmına el konur.”

Bagandalarda zinanın cezası kesinlikle ölümdür: Suçlular önce korkunç işkencelerden geçirilerek suçlarını itiraf etmeleri sağlanır ve ardından öldürülürler.

Eski bir yazar, “Hotantolar,” der, “birinci ve ikinci derece kuzenler arasında evliliğe izin vermez. Hotantoların geleneksel yasaları, kan olarak bu kadar birbirine yakın olan kadın ve erkeğin evlenmeleri veya gayrimeşru ilişkiye girmeleri halinde sopalarla dövülerek öldürülmelerini emreder. Bu yasanın ezelden beri var olduğunu söylerler; kişi suçlu bulunduğu takdirde, zengin veya yoksul ya da birinin akrabası olup olmamasına bakılmaksızın cezası derhal infaz edilir.”

Şayet topluluk sert cezanın sadece birkaç bireyin çıkarını değil de kendi güvenliğini ilgilendirdiğine inanmamış olsaydı, bu ve benzeri durumlarda topluluğun cinsel suçlara bu kadar sert cezalar uygulayacağını düşünmek güçtür.

Sayfa 57–59

Gayrimeşru İlişkinin Doğanın Dengesini Bozduğu İnancı Nereden Geliyor?

Erkek ve kadın arasındaki gayrimeşru ilişkilerin neden doğanın dengesini bozduğu ve özellikle de topraktan çıkan ürünlere zarar verdiği düşünülüyor, diye sorduğumuzda ancak tahmini bir kısmi cevap vermek mümkündür. Bu tür ilişkilerin, birkaç kişinin günahı için ayrımsız bütün topluluğu cezalandıran tanrıları kızdırdığını söylemek yeterli değildir.

Çünkü tanrıların insanın hayal gücünün ürünleri olduğunu akıldan çıkarmamamız gerekir; tanrıların insan gibi davrandığı düşünülmekte ve onlara sadece kendisinin yansıması olan beğeni ve fikirler yakıştırılmaktadır.

Dolayısıyla bir şeyin Tanrı öyle istediği için günah olduğunu söylemek, sadece araştırmayı bir adım geri itip başka bir soruyu sormak demektir:

Tanrı’nın niçin bu tür eylemleri sevmediği ve cezalandırdığı düşünülmektedir? Niçin yabanlara özgü bu kadar çok tanrının zinayı, gayrimeşru ilişkiyi ve ensesti yasaklayarak şiddetle tepki verdiğinin cevabını belki, yabanların insan türüyle hayvan ve bitkilerin üremesi arasında paralellik kurmasında bulmak mümkündür.

Bu tümüyle fantastik bir paralellik değildir, aksine gerçek ve hayati bir paralellik söz konusudur; ancak ilkel halklar bunu gıda üretimini artırmaya uygulayarak yanlış bir şekilde genişletmişlerdir. Aslında belli cinsel davranışlar sergileyerek ya da belli davranışlardan kaçınarak, hayvan ve bitkilerin çoğalmasını artıracaklarını hayal etmişlerdir.

Sayfa 59

Ruhun Ölümsüzlüğü İnancının Olumsuz Etkisi

Aslında birazcık akıl yürütmeyle hiçbir inancın, insanın ekonomik ve dolayısıyla toplumsal gelişimini ruhun ölümsüzlüğüne olan inanç kadar geciktirmediği söylenebilir; çünkü bu inanç, kuşaklar ve çağlar boyunca yaşayanların gerçek arzularının ölülerin hayali arzularına feda edilmesine neden olmuştur. Bu inanç yüzünden boşa giden ya da yok olan yaşam ve mal mülk miktarı korkunç ve hesapsızdır.

Sayfa 67

Ruhun Uyku Sırasında Bedenden Ayrılması İnancı

Güney Amerika’nın Gran Chaco bölgesindeki Lengua Yerlileri ölülerinin ruhlarından çok korkarlar. Bu bedenden ayrılmış ruhların yeniden canlanıp ruhunun geçici olarak uzaklaştığı bir sırada bir insanın bedenini ele geçirerek dünyada yeni bir yaşam kurabileceğine inanırlar.

Diğer birçok yaban gibi onlar da ruhun uyku sırasında bedenden uzaklaşarak rüyalar aleminde dolaştığına inanmaktadırlar. Dolayısıyla, gece olunca ölülerin ruhları köylerin çevresinde toplanıp, içine girebilecekleri boş bir beden bulabilme umuduyla dolanmaya başlarlar. Lengua Yerlisine göre gecenin kötülük ve tehlikeleri işte bunlardır.

Sayfa 84

Çinlilerin Ölülerin Gücüne Olan İnançları ve Bunun Katkıları

Edindiğimiz bilgilere göre Çinlilerin ölülerin varlığına ve gücüne olan bu inancı “kaçınılmaz olarak ahlak değerlerini de güçlü bir biçimde, olumlu yönde etkilemektedir. İnsan yaşamına duyulan saygıyı artırmakta, sakatlara, yaşlılara, hastalara ve özellikle de ölümün eşiğindekilere karşı merhamet duygusunu güçlendirmektedir.

Bu şekilde korkulara ve bencillik duygusuna dayanan iyiliğin ve insanlığın belki bizlerin gözünde pek bir etik değeri olmayabilir; ancak kültürün insanlara henüz salt iyilik adına iyilik yapmayı öğretmediği bir ülkede bu değerleri bir nimet olarak görmek gerekir. Bu değerler hayvanlara karşı davranışları da kapsamaktadır, hatta hayvanların da ruhları vardır ve öç alabildikleri gibi ödüllendirme de yapabilirler.

Ancak hayaletlere ve onların cezalandırıcı adaletine olan bu inancın başka etkileri de vardır, Üzücü ve can sıkıcı adaletsiz likten cayma etkisi gösterir, çünkü kendi ruhunun bedenden ayrıldıktan sonra sahip olacağı intikam gücünü çok iyi bilen haksızlığa uğrayan taraf, yaşarken ödeşemediği tarafla öldükten sonra hesaplaşmak için intihar ederek kendisini pekâlâ öfkeli bir hayalete dönüştürebilir.” Çin’de bu amaçla gerçekleştirilen intihar vakalarının hiç de az olmadığı belirtilmektedir.

Profesör de Groot şöyle der: “Bu basit inançlar sistemi, insan yaşamına saygısızlık yapılmasını büyük ölçüde engellemektedir. Ayrıca kız çocuk öldürmek gibi, Amoy ve çevresindeki tarım alanlarıyla İmparatorluğun diğer birçok yerinde aşırı derecede yaygın bir canavarca geleneğe karşı da etkilidir.

Öldürülen küçük canların ruhlarının şanssızlık getireceği korkusu birçok anne babayı, yetiştirmek istemedikleri kız çocuğunu başka bir aile tarafından evlatlık edinilmek ya da yetimhaneye verilmek üzere sokağa bırakmaya teşvik etmektedir.”

İyiliksever veya varlıklı aileler kız çocuklarına daha insaflı davranılmasını cesaretlendirmek için bu batıl inançlardan yararlanmakta; ve bu amaçla gönüllü olarak, öldürülen kızlarının hayaletlerinin anormal anne babaları nasıl cezalandırdığını anlatan broşürler basıp dağıtmaktadırlar.

Süslü hayal gücünün bütün işaretlerini taşıyan bu renkli broşürlerin hayırlı amaçlarına mükemmel bir şekilde cevap verdikleri söylenmektedir; çünkü seslendikleri saf zihinlerin derinliklerine işlemektedirler: Hiçbir yakarışın insafa getiremeyeceği kadar körleşmiş bilince ve nasırlaşmış kalbe dokunmaktadırlar.

Sayfa 94–95

Katilin Ruhsal Arınma İşlemi Nasıl Cezalandırmaya Dönüştü?

Kabile veya yönetimin cinayete karşılık vermesi ilk başlarda cezalandırma olmaktan çok bir savunma önlemi, bir ahlaki karantina, bir ruhsal arınma, temizleme ve şeytan çıkarma süreci olarak görülmekteydi. Bir anlamda bu genel olarak halkı ve bazen de katilin kendisini hayaletin etkisinden temizleme yöntemiydi; ilkel akla göre bu somut ve elle tutulur, sözcüğün tam anlamıyla suyla, domuz kanıyla, koyun kanıyla ya da diğer temizleyicilerle yıkanabilen ya da ovulabilen bir şeydi.

Ancak saflaşma süreci, kurbanın ruhunu yatıştırmak üzere katili alıkoyma, ülkeden sürme ya da öldürme şeklini alınca, cezadan ayırt edilemez hale geldi ve bu kez ceza korkusunun kendisi caydırıcı bir rol oynamaya başladı.

Asılmak üzere olan bir adama bunun bir ceza değil arındırma olduğunu söylemenin onun için bir anlamı yoktur. Ancak bir kavram kolayca ve neredeyse belli belirsiz bir şekilde başka bir kavrama kaymaktadır; öyle ki, başlangıçta dini bir ayin, önemli bir kutsama ya da kurban töreni olan şey zaman içinde tamamıyla kamusal bir işleve, toplumun kendisine zarar verenlere uyguladığı bir cezaya dönüşmüştür:

Kurban töreni infaza dönüşmüş, geri çekilen rahibin yerini cellat almıştır. Dolayısıyla, ince zekâlı yargıçlarla jüri üyelerinin kendi mantıksal tercihlerine göre katı bir haklı karşılık, yasayı kötülük yapanlara karşı uzak görüşlü bir korku politikası haline getirme ya da suçlunun karakterini değiştirme ve bu dünyada bedenini asmak ya da yakmak suretiyle öbür dünyada ruhunu kurtarma kuramından çok önce, ceza yargılaması büyük ölçüde kaba bir tür batıl inanca dayanmaktaydı.

Bu çıkarımlar ceza uygulamasını sadece kuramsal olarak meşrulaştırıyorsa, doğru da yanlış da olabilirler; yok eğer bu uygulamayı tarihsel olarak açıklıyorlarsa kesinlikle yanlıştırlar. Bir çağın fikirlerini başka bir çağa uygulayarak, en eskiyi zihinsel evrimin en son ürünleriyle yorumlayarak geçmişi yeniden kurmak mümkün değildir Bu şekilde devrim yapılabilir ama tarih yazılamaz.

Sayfa 96–97

Hayalet Korkusunun İki Önemli Etkisi

Bu görüşler doğruysa eğer, hayalet korkusu insan yaşamının korunmasında iki yönlü bir etki yapmış demektir.

Bir yanda bireyin başkasını kendi iyiliği için öldürme arzusunu kırarken, diğer yanda topluluğu katili cezalandırmaya teşvik etmiştir.

İnsanların yaşamını ikili bir ahlak ve yasa çemberinin içine almıştır. Hem öfkelinin hem de soğukkanlının son ölümcül adımı atmasını önleyecek ikili bir motif getirilmiştir:

Bunlar bir yandan kurbanın ruhundan, diğer yandan da yasanın kamçısından korkmak zorundadırlar:

Şeytanla derin deniz arasında, hayaletle darağacı arasında kalmışlardır.

Düşüncenin gelişmesiyle birlikte hayaletin gölgesi kaybolurken, toplumu batıl inanç korkusunun yardımı olmadan korumak için onun yerini darağacının gölgesi almıştır.

Dolayısıyla gelenek çoğunlukla kendisini ortaya çıkaran nedenden daha uzun ömürlü olur. Bir kurum uygulamada işe yaradığı takdirde, eski kuramsal temeli çökse bile ayakta kalır:

Sonra yeni ve daha doğru olduğu için daha sağlam bir temel oluşturulur. Ahlakın temeli zaman içinde batıl inancın kumlarından aklın kayalığına, hayaliden gerçeğe, doğaüstünden doğala doğru kayar. Bugün devlet hayaletlere olan inanç sarsıldı diye barışçı yurttaşlarının hayatlarını korumaktan vazgeçmiş değildir.

Hayat Ağacına giden yolu Adaletin öfkeli kılıcıyla korumak için eski kocakarı masallarından daha iyi bir neden bulmuştur.

Sayfa 97

Batıl İnançların Yararları Üzerine

Yönetim, özel mülkiyet, evlilik ve insan yaşamına saygı bütün kamu düzeninin yapısının üstüne inşa edildiği temellerdir. Bu yüzden, yönetim, özel mülkiyet, evlilik ve insan yaşamına saygı kamu düzeninin varlığı için iyi ve gerekliyse, o zaman batıl inanç bunları güçlendirerek insanlığa büyük bir hizmet yapmıştır.

Halk yığınlarını doğru davranışa -yanlış bir şekilde de olsa- motive etmiştir; ve insanların yanlış güdülerle doğru şeyler yapması, iyi niyetle yanlış şeyler yapmasından iyidir, hatta çok daha iyidir.

Toplumu ilgilendiren şey fikir değil davranıştır: Davranışlar doğru ve iyi ise düşüncelerimizin iyi veya kötü olması önemli değildir. Yanlış düşüncenin tehlikesi, ki bu ciddi bir tehlikedir, genellikle yanlış eyleme yol açmasıdır; dolayısıyla bu tartışmasız olarak büyük bir kötülük olup her halükârda düzeltilmesi gerekir.

Ama iki kötülük arasında yanlış eylem, yanlış düşünceden bin kat daha kötüdür; doğru düşünceye doğru eylemden daha fazla önem veren, ortodoksluğu erdemin üstünde tutan bütün dini ve felsefi sistemler bir yere kadar insanlığın çıkarları açısından ahlakdışı ve önyargılıdırlar:

Düşünce ve eylemin gerçek göreli önemini, gerçek etik değerini tersine çevirirler, çünkü başkalarına karşı ne düşündüğümüzle değil, ne yaptığımızla yararlı veya yararsız ya da iyi veya kötüyüzdür.

Dolayısıyla batıl inanç yanlış düşüncelerden oluşan bir olgu olarak uygulamada son derece tehlikeli bir rehber olup, yol açtığı kötülüklerin sayısı belli değildir. Fakat bu kötülüklerin çok olması, batıl inancın cahilleri, zayıfları ve aptalları, ne kadar kötü bir şekilde olursa olsun, iyi bir davranışa yönlendirerek topluma yararlı olduğunu görmemizi engellememelidir.

Batıl inanç yanılan birçok zavallı insanın adımlarını destekleyen, yokluğunda insanın tökezleyip düştüğü bir bastondur, kırık bir bastondur. Birçok denizciyi kayalıklara sürüklerken, birçoğunu da yaşamın belalı sularından huzur ve barış cennetine götüren bir ışıktır, soluk ve titrek bir ışıktır. Liman ışıkları geçilip iskeleye ulaştıktan sonra kaptanın rehberinin yıldızlar mı yoksa kabak feneri mi olduğunun bir önemi yoktur.

Hanımlar beyler, benim Batıl İnanç konusundaki düşüncem budur, Belki adalet terazisine çıkan ak saçlı suçlunun cezasının hafifletilmesi gerektiği söylenebilir. Ne var ki bu ceza ölümdür, Ancak günümüzde uygulanmamaktadır. Uzun bir süre için ertelenecektir. Ben bu akşam sizin önünüze suçlunun celladı değil avukatı olarak çıktım.

Atina’da cinayet davaları geceleyin görülürdü, ben de bu karanlığın gücünü geceleyin savunmuş oldum. Ama artık geç oldu ve benim, horozlar ötüp doğuda şafak sökmeden önce uğursuz müvekkilimle birlikte ortadan kaybolmam gerek.

Sayfa 99–101

--

--