İslam Tarihini Anlama Kılavuzu — İnceleme ve Alıntılar

Seyfettin Erşahin - İslam Tarihini Anlama Kılavuzu — İnceleme ve Alıntılar 83

Samet Onur
11 min readJan 24, 2023

İnceleme

Özet Bir İslam Tarihi

Seyfettin Erşahin’in 2017 yılında yayımlanan “İslam Tarihini Anlama Kılavuzu”, genel okuyucu kitlesine İslam’ın doğuşundan günümüze kadar İslam’la irtibatlı iltisaklı olarak kurulan devletlerin tarihini özetleme hedefinde.

İsminden dolayı kendisinden çok daha fazlasını beklediğim bu kitap, maalesef bir özet niteliği taşıyor. Ön sözde yazar bu kitaba “İslam Tarihine Giriş” veya “İslam Tarihi İlmihali” denilebileceğini iddia etse de, ortada siyasi tarihin özetinden başka bir şey yok. O zaman kitabın adının “Kısa İslam Tarihi” yahut “İslam Tarihi Özeti” olmasının daha doğru olduğunu düşünüyorum.

Şahsen bu kitaptan başlığına uygun bir şekilde geçmiş ve güncel İslam tarihi sorunlarını ele alması, belli soruları cevaplamasını beklemiştim; lâkin böyle bir şeye rastlamadım. Bunun tek istisnası “Hz. Muhammed’in Evlilikleri” oldu.

Öncelikle kitabın içindekiler kısmını paylaşayım:

1. Bölüm: İslam Tarihçiliği (s. 17–58)

2. Bölüm: İslâmiyet’in Doğuşu: Hz. Muhammed Dönemi (s. 59–120)

3. Bölüm: Dört Halife Dönemi (s. 121–138)

4. Bölüm: Emeviler (s. 139–160)

5. Bölüm: Abbasiler (s. 161–176)

6. Bölüm: Afrika’da Kurulan İslam Devletleri (s. 177–184)

7. Bölüm: Şii İslam Tarihi (s. 185–196)

8. Bölüm: Harici İslam Tarihi (s. 197–200)

9. Bölüm: İslamiyet’in Yayılışı: Türkler Örneği (s. 201–270)

10. Bölüm: Millî Devletler Dönemi: Günümüz İslam Dünyası (s. 271–322)

11. Bölüm: Müslümanların Başarısı: İslam Medeniyeti (s. 323–406)

Görüldüğü üzere kapsamı oldukça geniş tutulan bu kitapta konuların genişçe işlenmediği/işlenemeyeceği ortadadır. Ancak bu kadar özet ve ansiklopedik bilgi vermek yerine yazar, ele aldığı tarihi dönemlerin sorunlarını, nasıl anlaşılması gerektiğini vermeye çalışsa ismine yaraşır bir şekilde daha yararlı bir kitap ortaya çıkardı.

Kitap boyunca birçok bölümün başında önemli birçok soru soruluyor. Bu soruların oldukça etkili, çarpıcı ve derinlikli olduğunu düşünüyorum. Bu soruların üstüne kitabın ilgili bölümlerinin söz konusu sorulara göre şekillendiğini düşünsem de, maalesef bunlar sadece soru olarak kalıyor. Sorulardan sonraki konu anlatımlarının başta sorulan birçok soruyu hiç gündeme bile almadığı görülüyor. Bunlara örnek olması açısından ikinci bölümden birkaç misal vereyim (s. 59–61):

“1. Siyer çalışmaları, Hz. Muhammed’i ve onun davetini doğru anlamaya ve anlatmaya mı çalışmalı, yoksa onu tarihî bir şahsiyet olarak mı konu edinmeli?

2. Bugün biz Hz. Muhammed’i Arap kabilecilik, mezhepçilik, meşrepçilik, milliyetçilik, modernite, Avrupailiğin kıskacından kurtularak anlayıp anlatabilir miyiz?

7. Kâbe’nin tarih boyunca taşıdığı misyon, cahiliye Araplarının Kâbe hakkındaki bilgi ve uygulamaları ve Hz. Muhammed’in ona yüklediği anlam ne olmuştur?

11. Hz. Muhammed’in Medine döneminde İslam ve Müslümanlar adına gerektiğinde kuvvet kullanması savaş mıdır, yoksa cihad-gaza mıdır? Bu ikisi arasındaki fark nedir? Diğer bir yönden baktığımızda Hz. Muhammed’in eline kılıcı alması günlük hayatımızda ve kültürümüzde kullandığımız anlamda bir savaş mıdır, yoksa Allah’ın adını yüceltmek için belli bir hukuk çerçevesinde gerçekleştirilen bir görev ve faaliyet midir? Daha açık bir ifade ile Hz. Muhammed kılıcı dünyevi çıkarlar için mi, yoksa İslam’ı ve Müslümanları korumak ve İslam’ı yeryüzüne tebliğ etmek için mi kullanmak durumunda kalmıştır? Bu soruya vereceğimiz cevap bugün sıklıkla ifade edilen Hz. Muhammed ve İslam ile şiddeti özdeşleştirme iddialarına da cevap olacaktır. Kısacası Hz. Muhammed şiddet peygamberi midir, rahmet ve şefkat peygamberi mi? Onun kılıcı savunma amaçlı mı, yoksa saldırı amaçlı mı idi?

12. Hz. Muhammed Medine’de oturan Yahudi kabileleri ile nasıl bir ilişki kurmuştur? Müslümanların tarih içinde Yahudilerle ilişkileri nasıl gelişmiştir. Müslümanların dünya hâkimiyeti Yahudilere ne kazandırmıştır? Örneğin Endülüs ve Osmanlı, Yahudilere hangi imkânları sağlamıştır?

13. Hz. Muhammed’in Hristiyanlarla ilişkileri nasıl olmuştur? Tarih boyunca Müslüman-Hristiyan ilişkileri hep gerilim ve düşmanlık üzerine mi kurulmuştur? Hristiyanların İslam hâkimiyetindeki konumları ne olmuştur?

14. Hz. Muhammed’in davet ettiği İslamiyet neyi içeriyor; insanlığa bıraktığı miras nedir? İnsanlığın geneli ve özelde Müslümanlar onun mesajını farklı zaman ve zeminlerde nasıl anlayıp hayata geçirmişlerdir? Başka bir ifade ile İslamiyet dünyanın farklı coğrafyalarında, farklı çağlarda farklı insanlar ve toplumlar tarafından nasıl yaşanmış, onun değerleri nasıl ete-kemiğe bürünerek hayat tarzı ve kültür hâline gelmiştir? Bu süreçlerde İslamiyet’in temel değerleri ve ilkeleri farklı dil, renk ve ırktan insanları bir yandan milli kimliklerini korurken bir yandan da ümmet potasında nasıl kaynaştırmıştır? Hz. Muhammed’in daveti olan İslamiyet insanlığın tamamı için mi yoksa sadece Araplar için mi idi? Hz. Muhammed komşu ülkelerin hükümdarlarına gönderdiği mektuplarda esas olarak neye davet etmiştir?

15. Siyer yazımında çağlar boyu izlenen yaklaşım veya metot ne olmuştur? Acaba hep aynı mı kalmış, zamana ve zemine göre değişiklikler arz etmiş midir? Özellikle modernleşme/yenileşme döneminde Müslümanlar veya gayr-ı müslimler Hz. Muhammed’i ele alırken onu çağın insanına hitap ettirme adına gelenekten farklı bir sunuma yönelmişler midir? Hz. Muhammed’in hayatı eldeki en az on asırlık siyer kaynaklarına dayanarak yazıldığında onu asırlar öncesinin anlayışına mahkûm etmiş olur muyuz? Onun evrensel ve çağları aşan davetini ve sünnetini günümüze taşımakta yanlışlara düşer miyiz? Bunun yanında on asır önceki siyer kaynaklarına ne kadar güveneceğiz? O kaynaklar da iki ayrı kabile olan Emeviler ve Abbasilerin sansüründen geçmiş kaynaklar değil midir? Her iki dönem de birbirini suçladığına göre Hz. Muhammed’in siyerini de bu kavgalarına malzeme etmiş olamazlar mı? Emevilerin maddi-manevi baskılar ve vasıtalarla tarihî malzemeyi dönüştürmeye çalıştıkları, Abbasilerin din adına benzeri bir siyaseti izlediği bilinmektedir. Bu durumda biz bugün birbirinin hasmı iki Arap kabilesinin mücadelelerine kurban olmuş durumda mıyız?

16. Sömürgecilik çağında hâkim güçler, sömürgelerini kalıcı kılmak için Hz. Muhammed ile ilgili bazı iddialar ileri sürüp Müslümanları konuya yeniden eğilmeye zorlamışlar mıdır?”

Kitabın tek beğendiğim kısmı 10. bölüm olan “Millî Devletler Dönemi: Günümüz İslam Dünyası” oldu. Bu bölümde yazar İslam dünyasının bugünkü durumu hakkında ufak bir açıklama yapmakta, Suudi Arabistan, İran gibi İslami ülkelere değinmekte, daha sonra Hindistan, Uzak Doğu, Rusya Federasyonu, Afrika ve Balkanlarda yaşayan müslümanlar hakkında bilgiler verilmektedir.

Sonuç olarak “İslam Tarihini Anlama Kılavuzu” kitabı, geniş bir konuyu daraltmaya çalışarak özetlemek hedefinde olmuş; ancak bunu yapayım derken ortaya bir kılavuz değil, özetin özeti çıkmıştır. Söz konusu kitap, ismiyle müsemma olmamıştır. Yine de hakkını vermek gerekirse en azından İslam Tarihinin kapsamını Abbasilerden günümüze kadar getirmiş olması, kendisinin övgüyü hak ettiği anlamına gelebilir.

Alıntılar

Askeri Faaliyetlerin Niceliği Üzerinde Duruluyor

-Siyer kaynakları da dâhil olmak üzere- tarihî nakiller ve bunlara dayanan tarih kitapları; askerî faaliyetlerin, gaza ve cihadın, fetihlerin nitelikten çok niceliklerinin anlatılarıyla doludur. Barış, barış dönemleri, birey, toplum, kültür ve sanat unsurlarına pek yer verilmemiştir. Sanki siyer askerî faaliyetlerin ve savaşların tarihidir. Bu tutumun tarih anlatısına egemen olması askerî tarihi öne çıkarmakla kalmıyor, askerî şahsiyetleri de önemli kılıyor.

Öyle ki Hz. Muhammed ve sahabenin veya İslam ülkesinin tarihi sırf askerlerin karar ve eylemleri çerçevesinde resmedilmiş oluyor. Bunun anlaşılır bir nedeni şu ki askerî faaliyetler ve sonuçları çok kısa bir zaman zarfında toplumların hayat standartlarını, biçimlerini ve siyasi yapılarını değiştirebiliyor. Bazen bu değişim çok radikal bir biçimde yaşanıyor.

Diğer taraftan geniş bir bakış açısıyla bakıldığında tarih veya siyer o faaliyetleri aşan büyük zihniyet ve kültür dalgaları üzerinden yaşanmıştır. Askerî faaliyetler fiziki şartlar ve ilişkileri yeniden belirlese de toplumsal inşa ve uyum faaliyeti ve süreci yerleşik zihnî kabullerden besleniyor. Bu anlamda aslında insanlığın tarihi muhakkak ki barış zamanlarında ne yaptığımız ve ne yapamadığımızla doğrudan bağlantılıdır. Şurası açık ki savaşarak, toprak alıp vererek, etrafı haraca bağlayarak medeniyet kurmak mümkün değildir.

Tarihçiler Müslümanları erhamu’l-fâtihîn (fatihlerin en merhametlisi) olarak değerlendirirler.

Sayfa 98–99

Hz. Peygamber’in Evliliklerindeki Ölçüler

6.5.1. Hz. Peygamber’in Evliliklerinde Kıstaslar

Hz. Muhammed, evliliklerini yaparken bize göre, yerel uygulamaları göz önünde bulundurarak kimi yönleriyle evrensel ilkeler getirmiştir.

1. Yerel Yön: Hz. Muhammed’in evlenirken uyduğu; çokeşlilik (poligami) ve küçük yaştaki kızlarla evlilik bir Arap-Sami geleneğidir ve yereldir. Bu unsurlar geçmiş ümmetlerin peygamberlerinde de görülmüştür. Nitekim Kur’an, yerel bir uygulamaya örnek olan genç Âişe ile evlilik konusuna değinmez; telmih, itiraz, tercih veya teşvikte de bulunmaz.

2. Evrensel Yön: Hz. Muhammed evlilikleri ile insanlığa örnek olmuş, evrensel ilkeler getirmiştir.

• İlki, kendisinin ancak özel şartlar altında gerçekleştirdiği çokeşliliği, Kur’an’ın dört ile sınırlandırmasıdır. Bu da aile saadeti için hanımlar arasında adalete uygunluk şartına bağlanmış ve tekeşlilik teşvik edilmiştir.

• İkincisi, gayr-i ahlaki ve gayr-ı insani cahiliye âdetlerinden olan, evlilikte sınıf farkı ve tebenni (evlat edinme) kaldırılmış, böylece insanların eşit oldukları gösterilerek evrensel bir insan hakkı olan soy hakkının ihlali önlenmiştir.

• Üçüncüsü, evliliklerde ahlakilik ve dindarlık ilkeleri öncelenmiştir. Tahyîr olayında da olduğu gibi, aile içi küçük huzursuzlukların yaşanabileceği ilkesi benimsenmiş, aile hayatında asıl olanın anlaşmak ve ahireti/dindarlığı tercih etmek olduğu vurgulanmıştır.

• Son olarak ise aile; aile hayatı ve diğer konularla ilgili dinî hükümlerin tebliğ, tebyîn ve taliminin yapıldığı bir eğitim-öğretim kurumu hâline getirilmiştir.

Sayfa 115–116

Hz. Peygamber’in Evlilik Gerekçeleri

Hz. Muhammed’in evlilik gerekçelerini şöyle özetleyebiliriz:

1. İnsani Bir Varlık Olarak Evlenme İhtiyacı ve İsteği:

Hz. Muhammed de her insan gibi, maddi ve manevi şartları taşıdığını hissedince evlenme ihtiyacı ve isteğini, Hatice ile hayatını birleştirerek yerine getirmiştir. Burada onun, her evlilikte olduğu gibi bedensel, psikolojik ve sosyal ihtiyaçlarını karşılamayı amaçladığı söylenebilir.

2. Toplumsal İstikrarı ve Huzuru Koruma Gerekçesi:

İslam’ın tebliği sırasındaki mücadelelerde ortaya çıkan dullara ve öksüzlere koruma temini; insani bir vecibeyi teşkil etmesi yanında, Hz. Muhammed’in daveti ve Medine yönetiminin başarısı bakımından da önemli bir gösterge idi. Aksi takdirde toplum çökebilir, toplumsal ve ekonomik buhranlara, hatta ahlaki tefessuhe yol açabilirdi.

Bu gerekçe ile Hz. Peygamber, Sevde (50 yaş) Hafsa (21 yaş), Zeyneb bint Huzeyme (30 yaş), Ummu Seleme (29 yaş, 4 çocuklu), Zeyneb bint Cahş (38 yaş), Ummu Habibe (36 yaş), Meymûne (26 yaş) gibi dul hanımlarla evlenerek topluma örnek olmuş ve bu tür evlilikleri teşvik etmiştir.

3. Siyaseten Güçlenme Gerekçesi:

Hz. Muhammed eski Arap geleneğinin devamı olarak bir yandan yakın dava arkadaşları ile bağlarını güçlendirmek, bir yandan da muhaliflerinin düşmanlıklarını azaltmak için evliliklerinin bazılarını siyaseten gerçekleştirmiştir.

Watt, bu hususu şöyle temellendirmektedir:

“Hatice’nin ona getirdiği zenginlik Mekke siyasetindeki etkisini artırdı. Samimi Müslümanların dulları olan Sevde ve Zeyneb bint Huzeyme ile evliliklerindeki baş amaç bunların ihtiyaçlarını karşılamaktı. Sevde’nin kocası, Hz. Muhammed’e aşırı muhalif birisinin (Suheyl b. Amr) kardeşi idi ve bu evlilik yoluyla Hz. Muhammed onu muhalif olmaktan uzak tutmak istiyordu. Hz. Muhammed, Zeynep ile evliliği vasıtasıyla iki kabileyle de ilişkilerini düzeltmeyi hedefliyordu. Onun, Zeynep’in kocasının mensup olduğu Muttaliboğullarına karşı özel bir mesuliyeti vardı; aynı zamanda, Zeynep’in kabilesi Âmir b. Sa’sa’a ile de iyi ilişkiler geliştirmek istiyordu. Hz. Muhammed’in Medine’deki ilk hanımları Âişe ve Hafsa’ya gelince onlar çok sevdiği iki arkadaşı Ebu Bekir ve Ömer’in kızlarıydı. Ömer de daha sonra Hz. Muhammed’in torunu Ummu Kulsum bint Alî ile evlendi. Ummu Seleme, çok istenen bir dul olmasa da Mekke’nin önde gelen kabilelerinden Mahzumilerin reislerinden birinin yakını idi. Cuveyriye, Hz. Muhammed’in bazı problemler yaşadığı Mustalikoğulları reisinin kızı idi. Zeyneb bint Cahş, Hz. Muhammed’in yeğeni olduğu gibi, Mekke kabileler konfederasyonunun Abduşşemsoğulları koluna mensuptu. Fakat bu evliliği siyasi yönünden ayıran önemli bir husus da eski tabuyu yıkmaktı. Ubeydullah b. Cahş (Zeyneb bint Cahş’ın kardeşi) ile evli olan Ummu Habîbe, kocası ile Habeşistan’a hicret etmiş fakat kocası orada ölmüştü. Abduşşemsoğullarıyla ve özellikle de Ebu Sufyan b. Harb ile ilişkilerini iyileştirmek isteyen Hz. Muhammed, bir elçi göndererek bu evliliği gerçekleştirdi. Meymûne ile evliliği, onun eniştesi ve aynı zamanda Hz. Muhammed’in amcası olan Abbas ile ilişkilerini güçlendirmek içindi. Muhtemelen Yahudi kızları Safiye ve Reyhâne ile evliliklerinde de siyasi saiklar vardı. Evliliklerdeki hâkim saik siyasi idi.”

4. Dini Hükümlerin İcrası ve Eğitim-Öğretim Gerekçesi:

Hz. Peygamber, özellikle bazı evlilikleri ile cahiliye âdetlerini kaldırmış, yeni dini hükümleri uygulamaya koymuştur. Bunun en açık örneği Zeynep ile evliliğidir.

Yanı sıra, İslam’ın kadınlara yönelik açık veya mahrem hükümlerinin tatbiki ve topluma aktarılmasında, kadınların eğitim-öğretiminde bu evlilikleri önemli bir araç olmuştur. O, hür erkeklerin cariyelerle evlenmeleri yaygın bir adet değilken Cuveyriye, Safiye ve Mâriye ile evlenerek onların da aile kurma haklarının olduğunu göstermiştir. İlaveten, onun çeşitli kabilelere mensup hanımları, dinî hizmete vesile olmuş, bu kabileler dini bilgilerin bir kısmını onlardan öğrenmişlerdir. Dahası, Aişe başta olmak üzere Hz. Muhammed’in hanımları hadis, tefsir gibi ilim dallarında da Müslümanlara öğretmenlik yapmışlardır.

Sonuç:

Hz. Muhammed’in evliliklerine, esas olarak iki temel yaklaşım bulunmaktadır. Modernist Müslümanların da aralarında bulunduğu bir grup, onun; bu evlilikleri şahsi arzuları değil sosyal, siyasal ve ekonomik durumun ve şefkatinin gereği olarak yaptığını söylerler. Daha çok Batılı Hristiyan yazarlardan oluşan ikinci grup ise Hz. Muhammed’in Hatice’nin ölümünün etkisi üzerinden kalkınca cinsel arzularını önde tutuğunu iddia ederler.

Hz. Muhammed, evliliklerinin çoğunu sosyal durum veya ittifaklarını pekiştirmek için yapmışsa da onun da herkes gibi bir beşer olarak cinsel ihtiyacı vardı. Geleneksel yaklaşım sahiplerinden bir kısmı bu yorumdan uzak dursa da diyebiliriz ki o da her insan gibi sevilmiş ve sevmişti. Zira Mâriye ve diğer cariyesi dışında o, öyle görünüyor ki sevdiği kadınlarla evlenmiştir. Elbette evliliklerde sevgiden daha tabi ve gerekli ne olabilir ki!?

O, asla bir rahiplik hayatı yaşamamış, evlenmeyi sünneti ilan ederek bunu da yasaklamıştır. Onun örnekliğinde İslam’ın ortaya koyduğu evlilik kurumu, Batı’nın son yüzyıllarda idealize ettiği çekirdek aileden (Ki o Batı’da kendi içinde sorgulanmaktadır.) uzaktı. Arabistan’da poligami uygulanırdı ve insanlar geniş ailelerde yaşarlardı. Hz. Peygamber bu muhitte acısıyla tatlısıyla 35 yıla yakın aile hayatı yaşamış, zaman zaman hanımları ile küçük kırgınlıkları olmuş, çocuklarını sevmiş, onların biri dışında diğerlerinin ölümünü görmüş, onları evlendirmiş, torunlarını sevmiş bir beşerdi.

Sayfa 116–119

Şiilerin Hilafet Teorisi Saltanata Dayanır

Şiilerin en çok karşı çıktıkları hususlardan biri Mu’âviye’nin oğlu Yezit’i veliaht ilan ederek hilafeti hanedan saltanatına dönüştürdüğüdür Ancak Şiilerin imamet/hilafet teorisi de hanedan ve veliahtlığa dayanır. Hem de Allah tarafından tayin edilmiş bir hanedan: Ehl-i Beyt.

Sayfa 186

İslam Ülkelerindeki Ekonomik, Eğitim ve Güvenlikle İlgili Sorunlar

1.1. Ekonomik Sorunlar

Bugün İslam İşbirliği Teşkilatı’na üye 57 ülkede toplam 1.7 milyar Müslüman yaşıyor. Müslümanlar dünya nüfusunun %28'ini oluşturuyor.

Bütün İslam ülkelerinin toplam gayrisafi hasılası, toplam millî gelirleri yaklaşık 6 trilyon dolar. Oysa sadece Çin’in gayrisafi hasılası 12 trilyon dolar.

İslam İşbirliği Örgütü’nün verilerine göre; üye ülkeler dünya enerji kaynaklarının %70'ine ve doğal kaynakların %40'ına sahip; ancak nüfusun %40'ı yoksulluk içinde. Her 5 Arap’tan biri günde 2 dolardan az bir gelire sahip.

Dünyada işgücüne katılım oranı %63; İslam ülkelerinde %59. Dünya her yıl ortalama %4.7 oranında büyüyor. İslam ülkelerindeki büyüme ise %3.6. Dünyada işsizlik oranı ortalama %6, İslam ülkelerinde ise %8. Gelişmekte olan ülkelerde genç işsizlik oranı %11, İslam ülkelerinde %17. Yani her 5 gençten birisi işsiz.

1.2. Eğitim Sorunları

İslam ülkelerinde halkın %37'si okuma yazma bilmiyor; bir başka deyişle 630 milyon Müslüman kendi dilinde okuyup yazamıyor.

Birleşmiş Milletler Arap Kalkınma Teşkilatı raporuna göre Arap kadınların %50'si okuma yazma bilmiyor. Bütün Arap dünyasının sadece %1'inin bilgisayarı ve internet erişimi var. İslam ülkelerinin her birinde ortalama 10 üniversite var. Yani 1.7 milyar insana toplam 600 üniversite hizmet veriyor. Amerika’da 5700, Hindistan’da 8500 üniversite var.

1.3. Güvenlik Sorunları

Dünyada terör saldırılarında ölenlerin %90'ı Müslüman. Terör saldırılarıyla Müslümanları öldürenlerinde %100'ü Müslüman.

Bugün iç çatışmaların yoğun olarak yaşandığı Müslüman dünyadan göçler var. 3 milyona yakın Suriyeli Türkiye’de. Avrupa’nın her tarafına gidiyorlar.

Neden, örneğin Suudi Arabistan’a, Katar’a, Mısır’a değil de gelişmiş ülkelere gitmeyi düşünüyorlar?

(Günümüz İslam Dünyasında Meseleler ve Çözüm Yolları Sempozyumu, 10–12 Ekim 2016 İstanbul, ed. Cezmi Bayram vd., ss. 22–30)

Sayfa 274–275

Pakistan İsmi Nasıl Bulundu?

Hindistan halkı, Müslümanlardan Muhammed Ali Cinnah, Hindulardan Mahatma Gandi önderliğinde İngilizlere karşı bağımsızlık mücadelesi başlattı. Müslümanlar 1930'ların başından beri kendileri için ayrı bir ülke istiyorlardı.

İngiltere’de okuyan Müslüman öğrenciler 1933'te istedikleri ülke için Pencap, Afganistan ve Keşmir sözcüklerinin ilk harfleri “Pak”a, ülke anlamındaki “istan”ı da ekleyerek Pakistan adını buldular.

Sayfa 286

Fıkıhta Duraklama Süreci

5.3. Duraklama ve Yeni Arayışlar Aşaması

Bu aşama, esasen Müslümanların siyasi hâkimiyetlerini de büyük ölçüde kaybettikleri 18–20. yüzyıllardır.

Ancak 9. yüzyıldan itibaren anılan âlimlerin fikirleri etrafında gruplaşmalar meydana gelmeye başladı. Hanefilik, Hanbelilik, Malikilik ve Şafiilik gibi büyük fıkıh mezhepleri ortaya çıktı.

10. yüzyıldan itibaren başlangıçtaki durumun tersine her mezhebin mensupları yalnızca kendi mezheplerine değer verir oldular. Bundan daha önemlisi, mezheplerde, yeni sorunlar karşısında çözüm üretme çabası durdu.

Özellikle 13. yüzyıldan itibaren mezhep âlimlerinin çoğu mezhep önderlerinin ictihadlarını, değişmez görüşler olarak kabullenmeye başladılar. Bu nedenle de ictihad yapmak yerine, hocalarının görüşlerini ezberlemek ve şerh etmekle meşgul oldular. Böylece fıkıh alanında ictihad dönemi büyük ölçüde son bularak, yerini yeni bir şey üretmeyen ve üretmeye de hoş bakmayan taklitçi bir anlayış aldı. Bu durum da fıkhın gelişimini olumsuz etkiledi.

Sayfa 335–336

Müslüman Dünyasının Duraklamasının Bazı Sebepleri

Bütün bunlarla beraber İslam dünyasında Osmanlı, Babürlü, Sefevi gibi büyük imparatorluklar canlılıklarını ve iddialarını 19. Yüzyıl sonlarına kadar sürdürmüşlerdir.

Ancak İslam medeniyetinde genel durgunluk 1700'lerden sonra belirginleşmiştir. Bu durgunluğu izah için ileri sürülen, “İslam’ın gelişmeye engel olduğu” iddiası gerçeği yansıtmamaktadır. Zira o takdirde İslam medeniyetini izahta güçlük çekilecektir. Duraklama aşamasında görülen başlıca zaaflar, iç ve dış etkenler şunlardır:

1. Değerler sisteminin canlı/dinamik tutulamaması ve gelişen şartlara göre yorumlanamaması

2. Bilimsel faaliyetlerin toplumun müşterek uğraşı gösterdiği alan hâline getirilememesi, bir başka deyişle bilim havuzu oluşturulamayışı

3. Müslümanlar arasındaki yoğun iç çekişmeler

4. Keşifler sonucu ticaret yollarının güney denizlerine kayması ve bunun sonucunda İslam dünyasının doğu-batı arasındaki ticaret güzergâhı dışında kalması

5. Batı’nın, geliştirdiği teknoloji ile İslam dünyasının üzerine gelişi

6. İslam dünyasının teknolojinin farkına geç varışı, bir başka deyişle teknolojinin geç gelişi

7. Hızlı bir değişim ve dönüşüm geçiren Batı ile rekabet edememesi

8. İslam dünyasının önemli bir bölümünün sömürge hâline gelişi

Bütün bunlar İslam medeniyetini duraklatmış ve hatta varoluş mücadelesiyle karşı karşıya bırakmıştır.

Sayfa 337–338

--

--