Bana Göre Hayatın Anlamı — İnceleme ve Alıntılar

Jack London — Bana Göre Hayatın Anlamı — İnceleme ve Alıntılar 104

Samet Onur
11 min readJan 22, 2024

İnceleme

Jack London’ın Dünyasına Mükemmel Bir Giriş Kitabı

Jack London’ın birçok konuyla ilgili yazılarının derlemesinden oluşan “Bana Göre Hayatın Anlamı”, Yiğit Yavuz tarafından derlenmiş ve çevrilmiş.

London’a dair birçok biyografik detayı da barındıran bu harikulade derleme başta Jack London hayranları olmak üzere edebiyat severler tarafından da sevilecektir.

Toplamda 21 yazıdan oluşan bu kitabın içindekiler kısmı şöyle:

Houghton, Mifflin ve Ortaklarına Mektup

Bana Göre Hayatın Anlamı

Edebi Başarının Sekiz Etkeni

Nasıl Sosyalist Oldum?

“Sınıf Savaşı”na Önsöz

Devrim

Mabel Applegarth’a Mektup

Paranın Saygınlığı

Yazarın Yaşam Felsefesi

Baskıya Girmek

Yeni Yazarlara İlk Yardım

İsim Sorunu

Editörlerin Suçları — Bir Protesto

Edebiyatta Dehşet Verici ve Trajik Olana Dair

Japonya Açıklarında Tayfun

Bir Deniz Klasiği — Denizde İki Yıl’a Giriş

Bir Görgü Tanığının Hikâyesi

James J. Jeffries — Jack Johnson Şampiyonluk Dövüşü

Amaca Yönelik Eylem ve Toplu Aptallık

Canlı Şeyler

İnsan Akışı

Yazıların başlığından da anlaşılacağı üzere London’ın hayatına, düşünce dünyasına ve tespitlerine dair oldukça kapsamlı bir yazı dizisi bulunuyor.

Editörlerle yaşadığı sorunlardan, hayata bakışına, ideolojik görüşünün evrimine, kendi yaşadığı bazı olayların aktarımına, sevgilisine mektubuna, 1906 yılında 8.3 büyüklüğündeki San Francisco depreminin izlenimlerine, bir boks maçının anlatımına, kendi tespitlerine dair farklı konularda önemli bir yazar ve düşünce adamının dünyasına girme imkanını elde ediyoruz.

Son olarak bu kitaptaki birçok biyografik bilginin “Martin Eden” kitabını anlamada fayda sağlayacağını düşünüyorum.

Alıntılar

İyi Bir Yoldaş

Hep bir kitabım vardı ve diğerleri uyurken ben hep okurdum; uyandıkları zaman yine onlardan biri olurdum, çünkü her zaman iyi bir yoldaştım.

Sayfa 14

Ekmek Davasında Kaybettiğimiz Bedenimizdir

İşçi sınıfının içinde doğmuştum ve şimdi on sekiz yaşımda, başladığım noktanın da altındaydım. Toplumun mahzenindeydim; öyle sefil bir düşkünlük içindeydim ki, bahsetmek hoş olmaz ve uygun düşmez. Uygarlığımızın çukurunda, uçurumundaydım; insan atıklarının, pislik ve kemiklerinin toplandığı yerdeydim. Toplumun bu kesimi, toplumca yok sayılagelmiştir. Yer yokluğu sebebiyle, ben de onu yok sayacağım; yalnız, orada gördüğüm şeylerin beni dehşete düşürdüğünü belirteceğim.

Bu dehşetle düşünmeye yöneldim. İçinde yaşadığın karmaşık uygarlığın çıplak basitliklerini gördüm. Hayat, besin ve sığınacak yer bulma meselesiydi. İnsan, besin ve sığınacak yer için bir şeyler satıyordu. Tacir ayakkabılarını, politikacı insanlığını, birkaç istisna dışındı halkın bütün temsilcileri de insanların güvenini salyordu, Hemen hepsi şereflerini satmaktaydı. Kadınlar da ister sokakta, ister kutsal evlilik bağıyla bağlanmış olsunlar, etlerini satmaya meyilliydiler.

Her şeyin fiyatı vardı; tüm erkek ve kadınlar satılıktı. İşçinin kaslarından başka bir şeyi yoktu. Pazar yerinde işçinin şerefi beş para etmezdi. Onun kasları vardı ve kaslarını satabilirdi ancak.

Ama bir fark vardı arada, hayati bir fark. Ayakkabılar, güven ve şeref bir şekilde yenilenebilirdi. Bunlar için bitmeyen bir stok vardı. Oysa kaslar yenilenmezdi. Ayakkabı taciri satış yaptıkça, yeniden ayakkabı stoklardı. Ama işçinin kas stokunu yenileme imkânı yoktu. Kaslarını ne kadar çok satarsa, kendisinden o kadarı gidiyordu. Satacak başka şeyi yoktu ve her geçen gün stoku azalıyordu.

Sonunda, eğer daha önce ölmezse, varını yoğunu bitirip kepenk kapatıyordu. Kasları iflas ettiğinde, toplumun mahzenine inip sefalet içinde çürüyecekti.

Sayfa 24–25

Söylemler ve Eylemlerin Çelişkisi

Ama bu beni onların maddeciliği kadar şaşırtmamıştı. O güzel giyimli, hoş kadınlar küçük idealler ve ahlaki konular üzerine konuşup duruyorlardı; oysa yaşadıkları hayat temelde maddeciydi. Ve duygusal bakımdan bencillerdi hepsi.

Bütün tatlı yardım faaliyetlerine katılır, birbirlerini de bundan haberdar ederlerdi; bununla birlikte yedikleri yemek ve giydikleri güzel elbiseler, çocuk emeğinden, ağır iş ve hatta fahişelikten gelen parayla edinilmişti.

Bu gerçeklerden masumane bir tavırla bahsettiğimde, Judy O’Grady’nin kız kardeşleri kan bulaşmış ipeklerini ve mücevherlerini çıkarıp atacak sanmıştım; oysa onlar heyecan ve öfke içinde, toplumun mahzenindeki sefalete yol açan savurganlık, içki ve doğuştan gelme ahlaksızlık hakkında vaaz verdiler.

Altı yaşında yarı aç bir çocuğun güneydeki bir pamuk değirmeninde her gece on iki saat çalışmasının, onun savurgan, ayyaş ya da ahlaksız olmasından kaynaklanamayacağını belirttiğimde, Judy O’Grady’nin kız kardeşleri özel hayatıma saldırdı ve benim bir “tahrikçi” olduğumu söylediler -sanki bu, tartışmayı sonuçlandırırmış gibi.

Sayfa 27

Temiz Ama Umutsuz Kitle

Her yerde durum aynıydı; suç ve ihanet, ihanet ve suç -canlı ama temiz ya da asil olmayan; temiz ve asil ama canlı olmayan adamlar.

Öte yandan ne asil ne de canlı, sadece temiz olan umutsuz bir kitle vardı. Bu kitlenin belirli ya da kasıtlı günahları yoktu, lakin mevcut ahlaksızlığa rıza göstererek ve ondan nasiplenerek edilgin şekilde günah işlemişlerdi.

Asil ve canlı olsalar, cahil kalmayacak, ihanet ve suçla gelen kazançlardan nasiplenmeyeceklerdi.

Sayfa 29

Yukarı Çıkan Tahta Ayakkabılar ve Aşağı İnen Cilalı Çizmeler Umudu

Öngörüm böyle. İnsanların, midelerinden daha değerli ve yüce bir şeye ulaşacakları; onları eyleme geçirmek için midelerinden daha iyi bir güdüleyicinin bulunacağı zamanı iple çekiyorum. İnsanın asillik ve üstünlüğüne olan inancımı koruyorum. Ruhsal güzellik ve özverinin, günümüzdeki berbat oburluğu yeneceğine inanıyorum.

Ve son olarak, işçi sınıfına güveniyorum. Bir Fransızın söylediği gibi: “Zamanın merdiveninde her zaman, yukarı çıkan tahta ayakkabıların ve aşağı inen cilalı çizmelerin sesi yankılanır.”

Sayfa 30

Sosyalizm Üzerine

Kapitalistlerin, tehdidini hissettikleri sosyalizm hakkında bir şeyler öğrenmesinin zamanı geldi. Yazarın umudu, bu ciltteki sosyalist çalışmaların bazı kapitalist zihinleri azıcık aydınlatacağıdır.

Kapitalistlerin önce ve her daim bilmesi gereken, sosyalizmin insanların eşitliği üzerine değil, eşitsizliği üzerine kurulu olduğudur.

Sonra bilinmelidir ki, sosyalizm mümkün hale gelmeden hiçbir ruh temiz doğmayacaktır.

Sosyalizmin olması gerekeni değil, var olanı sorun edindiği de bilinmelidir. Uğraştığı malzeme bildiğimiz insan çamurudur; o ki hatalı ve zayıf, aşağılık ve küçük, gülünç ve çelişkili, hatta acayiptir; bununla beraber daha değerli ve tanrısal bir şeylerin panıltı ve ışıltısını taşır, kimi zaman faydalı ve cömert olmayı da bilir ve iyilik yapmak, özveride bulunmak ister. Vicdanı amansız bir kararlılıkla adil olanı talep eder -ne fazla ne eksik, sadece adil olanı.

Sayfa 50–51

Modern İnsan ve Mağara Adamının Yaşamı

Modern insanın mağara adamından daha perişan yaşadığı ve modern insanın besin ve barınak edinme yeterliliğinin mağara adamından bin kat fazla olduğu gerçeği ortadayken, tek açıklama olağanüstü derecede kötü bir yönetimin varlığıdır.

Dünyanın doğal kaynaklarıyla, makineler de icat edilmişken, akılcı bir üretim ve dağıtım organizasyonu ve israfın benzer bir akılcılıkla önlenmesiyle, becerikli işçiler herkesi doyurmak, giydirmek, barındırmak, eğitmek ve herkese makul ölçüde yaşam lüksü sağlamak için, günde iki ya da üç saatten fazla çalışmak zorunda kalmayacaktır.

Maddi yokluklar ve perişanlık, ölesiye çalışan çocuklar, hayvan gibi yaşayıp ölen erkekler, kadınlar ve bebekler kalmayacaktır. Sadece maddeye değil, makinelere de hâkim olunacaktır. Öyle bir günde, bugünün açlık güdüsünden daha iyi ve soylu bir güdü ortaya çıkacaktır.

Hiçbir erkek, kadın ya da çocuk boş midesinin etkisiyle hareket etmeyecektir. Tersine, heceleme yarışmasındaki bir çocuk, oyun oynayan oğlan ve kızlar, yasalar bulan bilimciler, o yasaları uygulayan buluşçular, kanvas boyayıp kile şekil veren sanatçılar ve heykeltıraşlar, insanlığa şarkılar ve devlet yönetimiyle hizmet veren şair ve devlet adamları gibi hareket edeceklerdir. Bu durumdaki bir toplumun ruhsal, entelektüel ve sanatsal yükselişi muazzam olacaktır. İnsan dünyası dev bir dalgayla ilerilere atılacaktır.

Sermaye sınıfına tanınan fırsat buydu işte. Sadece, bu kadar kör ve açgözlü olmamak, daha akılcı bir yönetim sergilemek gerekliydi. İnsan ırkı için harika bir dönem mümkün olmuştu. Ama sermaye sınıfı başaramadı.

Uygarlığımızı mezbahaya çevirdi. Sermaye sınıfı suçunu inkâr edemez. Fırsatın farkındaydı. Akıllı adamlar, araştırmacılar ve bilimciler bu fırsatı haber vermişlerdi. Söyledikleri her şey kitaplardadır bugün; kanıtların hepsi fırsatın varlığını doğruluyor. Ama sermaye sınıfı dinlemedi. Fazlasıyla açgözlüydü. Meclislerimizde, bugün yaptığı gibi utanmazca diklenip, çocukları ve bebekleri ölesiye çalıştırmadan kâr elde edilemeyeceğini bildirdi. Vicdanını tatlı idealler ve güzel ahlaki değerlerle avutarak insanlığın çilesinin, sefaletinin artarak sürmesine izin verdi. Kısacası, sermaye sınıfı elindeki fırsattan yararlanamadı.

Ama fırsat kaçmış değildir. Sermaye sınıfı denenmiş ve yetersiz bulunmuştur. Şimdi işçi sınıfının ne yapabileceğini görme zamanıdır. Sermaye sınıfı, “Ama işçi sınıfı yeteneksiz” diyecektir. “Ne biliyorsunuz?” diye karşılık verir işçi sınıfı. “Siz başaramadınızsa, biz de başaramayacak değiliz. Hem, bir denemekten ne çıkar? Yedi milyon kişi aynı fikirde. Buna karşı ne diyebilirsiniz ki?”

Sermaye sınıfı ne diyebilir? Tut ki, işçi sınıfı yeteneksizdir. Tut ki, devrimcilerin suçlamaları ve savunuları hep yanlıştır. Yine de 7 milyon devrimci kalıyor. Onların varlığı yadsınamaz. Kendi yeteneklerine, suçlama ve savunularına olan inançları yadsınamaz. Sürekli çoğaldıkları yadsınamaz. Günümüz toplumunu yok etme ve dünyayı bütün serveti, makineleri ve hükümetleriyle ele geçirme niyetleri de yadsınamaz. Yadsınamayacak bir diğer şey, işçi sınıfının sermaye sınıfından çok daha kalabalık olduğudur.

Sayfa 70–71

Kilden Yapılma İnsan

İnsan gafil, aciz bir yaratıktır. Çağlardan taşıdığı mirasına gururla bakıp, o mirasın her emrine bilinçsizce uyar; çünkü bu miras onda vücut bulmuş, ruhunun en derinlerine yerleşmiştir. Ne kadar uğraşsa da kaçamaz ondan -bir dâhi değilse eğer; yani Tanrı’nın tamamen yeni ve özgün şeyler yapabilme ayrıcalığını tanıdığı o nadir varlıklardan biri değilse.

Ama sıradan, kilden yapılma insan, sahip olduğu yeteneklerle sadece kendinden önce yapılanları tekrar eder. Çok çaba gösterir ve kendini çok iyi geliştirirse türünün önceki eylemlerini çoğaltabilir, hatta bazılarını daha iyiye götürebilir ama oraya kadar, atalarının ağır eli eziverecektir onu.

İlk kez gözlerini bir yere odaklayıp, annesinin göğsüne doğru şaşkınca yönlendiği günden beri ona dayatılan ve büyük dünya hasadından devşirdiği fikirlerin baskısından kurtulamaz. Ona hizmet eden bu fikirler kaderini de yönlendirir.

Bir dâhiyi zorlayamazlar belki ama kilden yapılma olanın her eylemini belirleyip yönetirler.

Yeni bir hareketin eşiğindeyken duraksarsa, onu çıktığı yağlanmış yive tekrar sokuverirler; keşfedilmemiş bir bölge görüp de duraklayınca, her yerden işaret levhaları gibi çıkıp, onu köy yolları üzerinden ortak çayırlara yönlendirirler. Buna razı olur ve razı olmayı sürdürür, elinden başka bir şey gelmez; çünkü bir köledir.

Fikirleriyle zekice kuramlar, güzel idealler dokuyabilir ama hep kumdan iplerle. En ufak gerilimde, birbirine yapışmış taneler ayrılır ve her bir fikir diğerlerinden kopuverir; herkes eski, onaylanmış biçime uygun davranıp düşünmesini haykırır ona. Kilden yapılma olduğundan boynunu büker. Kilden yapılma olanların nasıl acınası, merhametsiz bir çoğunluk oluşturduğunu, onların yapmadığı hiçbir şeyi yapamayacağını bilmektedir.

Sayfa 88–89

Genç Yazarlara

Sizin, genç yazar, söyleyecek bir şeyiniz var mı yoksa sadece söyleyecek bir şeyiniz olduğunu mu düşünüyorsunuz? Eğer varsa, hiçbir şey bunu söylemenizi engelleyemez.

Eğer dünyanın duymak isteyeceği şeyler düşünme yetiniz varsa, düşünmenin en iyi biçimi ifade etmektir.

Sarih düşünüyorsanız, sarih yazarsınız; düşünceleriniz kıymetliyse, yazımınız da kıymetli olacakur. Ama ifadeleriniz fakirse, düşünceleriniz fakir olduğu içindir; sığ ise, siz sığ olduğunuz içindir.

Eğer fikirleriniz karmakarışıksa, berrak bir ifadeyi nasıl umarsınız? Bilginiz bölük pörçük ve sistemsiz ise sözleriniz nasıl kapsamlı ve mantıklı olabilir?

Ve bir çalışma felsefesinin merkezi fikir akışı olmadan, kaostan düzene nasıl ulaşırsınız? Önsezi ve kavrayışınız nasıl sarih olabilir? Sahip olduğunuz her bilgi kırıntısının izafi önemini nicel ve nitel olarak nasıl algılayabilirsiniz?

Ve bütün bunlar olmadan kendiniz olmanız mümkün müdür? Dünyanın doygun kulağına nasıl taze bir şey söyleyebilirsiniz?

Sayfa 101

Yaşam Felsefesi için Beslenmek

Bu felsefeyi elde etmenin tek yolu onu aramak, dünyanın bilgi ve kültüründen onu oluşturan malzemeyi devşirmektir.

Köpüklü sathın altındaki dünya hakkında ne biliyorsunuz? Kaynayan kazanın derinliklerinde işleyen kuvvetleri kavramadan, köpükler hakkında ne bilebilirsiniz?

Bir sanatçı İbrani efsaneleri ve tarihini, Yahudilerin karakter, inanç ve ideallerini, tutku ve zevklerini, umut ve korkularını kolektif olarak biçimlendiren ayırt edici nitelikleri bilmeden bir “Ecce Homo” resmi yapabilir mi?

Bir müzisyen Germen destanları hakkında hiçbir şey bilmeden bir “Ride of the Valkyries” besteleyebilir mi?

Sizin için de durum böyle -çalışmalısınız.

Hayatın çehresini kavrayışla okumayı öğrenmelisiniz.

Herhangi bir hareketin karakter ve aşamalarını kavramak için, bireyleri ve halkları harekete geçiren, büyük fikirleri doğuran ve yayan, bir John Brown’ı astıran ya da bir Kurtarıcı’yı çarmıha gerdiren ruhu bilmek zorundasınız.

Eliniz dünyada olup bitenlerin nabzını tutmalı. Bütün bunların toplamı sizin çalışma felsefeniz olacak, o da sizin dünyayı ölçmenizi, tartmanızı, dengelemenizi ve yorumlamanızı sağlayacaktır. Bireysellik, kişiliğin bakış açısı üzerindeki bu damgasıdır.

Sayfa 102

Jack London’dan Yazarlığa Dair Önemli Tavsiyeler

Altı bin kelimelik bir öyküyü kahvaltıdan önce çiziktirmeyin. Çok fazla yazmayın. Terinizi bir düzine öyküye dağıtmak yerine, bir tek öykü üzerinde yoğunlaşın. Aylaklık edip ilham beklemeyin, ilhamın ardından sopayla koşun; yakalayamasanız bile, mutlaka ona son derece benzeyen bir şey yakalarsınız. Kendinize bir “çalışma süresi” belirleyin ve her gün o “çalışma süresi”ne uyun; yıl sonunda kazancınız artmış olacaktır.

Tecrübeli yazarların inceliklerini tetkik edin. Sizin parmaklarınızı doğradığınız aletlerde onlar mahâret kazanmıştır. Yaptıkları işler, bu işlerin nasıl yapıldığını ortaya koyar. Bir hayır sahibinin size yardım etmesini beklemeyin; yolunuzu kendiniz bulun.

Gözenekleriniz açık ve hazmınız iyi olsun. İnanıyorum ki en önemli kural budur. Ve lütfen Carlyle’ı başıma kakmayın.

Bir not defteriniz olsun. Onunla gezin, onunla yemek yiyin, onunla uyuyun. Beyninizde uçuşan her düşünceyi ona yazın. Ucuz kâğıt, gri hücrelerden daha zor bozulur ve kurşunkalem izleri, hafızadan daha kalıcıdır.

Ve çalışın. Büyük harflerle yazalım, ÇALIŞIN. Sürekli çalışın. Bu dünyayı, evreni, güç ve maddeyi, kurtçuklardan ilahi varlıklara kadar tüm güç ve maddenin içinde ışıldayan ruhu keşfedin. Bütün bunlarla demek istiyorum ki, bir yaşam felsefesi için ÇALIŞIN. Bir yaşam felsefeniz bulunduğu ve ona sahip çıktığınız sürece, bu felsefe yanlış da olsa zararı yoktur.

Üç önemli şey şunlardır: SAĞLIK, ÇALIŞMA ve bir YAŞAM FELSEFESİ. Buna bir şey daha ekleyebilirim -hayır, eklemek zorundayım: SAMİMİYET. Bu olmadan, diğer üçü faydasızdır; bu olursa, büyüklüğe ulaşıp devler arasında yerinizi alabilirsiniz.

Sayfa 110–111

Şöhret İstemekle Gelmez

Evet, yazar denemeli, denemeli, hep denemelidir. Şöhret, istemekle gelmez; dünya mirası ancak çaba gösterenlere kalır.

Sayfa 133

Hikâyelerin Temaları Neye Dayanır?

Dehşet hikâyelerini bir tarafa koysak bile, herhangi bir hikâye, teması trajik ya da dehşetli değilse muhteşem olabilir mi? Yaşamın alelade tatlı yönleri, alelade tatlı hikâyelerden ötesine malzeme teşkil edebilir mi?

Bu mümkün görünmüyor. Dünyanın edebi hazinesi içindeki muhteşem hikâyelerin hepsinin kudret ve muhteşemliği, trajik ve dehşetli unsurlara dayanır. Yarısı bile aşkla ilgili değildir. öyle olsalar bile muhteşemliklerini aşkın kendisinden değil, bu aşkın ilişki içinde olduğu trajik ve dehşetli unsurlardan alırlar.

Sayfa 150

Yazarlık ve Geçim

Ne yazık ki yazarlar şan için değil, ekmek parası için yazmaktadır; para kazanma kapasiteleri arttıkça yaşam standartları yükselmekte, şan kazandırmaktan uzak sabun köpüğü ürünler çoğalmakta ve muhteşem hikâyeler yazılmadan kalmaktadır.

Sayfa 152

İnsan ve Ölüm

İnsan ölümü erkenden keşfetti. Evrimi elverince, doğal diş ve pençelerinden daha iyi öldürme gereçleri yaptı.

Ateşin bulunması ya da dinin üretilmesinden önce, öldürme gereçlerinin keşfine adadı kendini. Ve bugüne kadar, yaratıcı enerjisi ve teknik yetenekleri, aynı şekilde, daha iyi öldürücü silahlar yapmaya adanmıştır hep.

Geçmişteki her günü, öldürmekle geçti. O korkak, ormanlarda gizlenen, mağaralarda yatan eski zaman yaratığı, bütün hayvanlar içinde en dehşetli ve korkunç katil haline geldiği için, hayvan dünyasına hükmetmeye başladı. Giderek çoğaldı. Kendine yer açmak için öldürdü, yer açtıkça yine çoğaldı ve daha fazla yer açmak için öldürmeye devam etti.

Bir göçmenin tohum ekmek amacıyla topraktaki yabani ot ve çalıları temizlemesi gibi, insan da kendi yerleşimi için yaşama dair ne varsa temizledi.

Ve kılıç elinde, arzuladığı toprağın üzerindeki geniş yaşam kütlelerini parçalayıp geçti. Savaş alanını sürekli genişletti; öyle ki bugün sadece insanların ve hayvanların daha yetkin bir katili olmakla kalmayıp, evindeki savaşı, sonsuz sayıdaki görünmez mikroorganizmanın tehditkâr dünyasına kadar taşıdı.

Sayfa 209

Var Olmanın Tadımlığı

Biz yaşayanlar için, eski insan akışlarına olandan kötüsü beklenemez; onları unutulmuş uygarlıkların yıkık şehirleri belli ediyor artık -kazılarda bulunan bu yıkık şehirler de başkalarının üstüne kurulmuş, şehir üstüne şehir ve on dört şehirden sonra ulaştığımız katmanın altında çobanlar sürülerini gütmüş, onlardan da önce vahşi avcılar av peşinde koşmuş; çok daha önceleri mağara adamları yaban hayvanlarının kemiklerini kırmış ve dünyadan silinip gitmişler. Bunda dehşetli bir taraf yok.

Richard Hovey ölümle yüzleşirken biz, “Bak işte! Ben hayatta kaldım!” diyebiliriz. Daha büyük bir insanın karşısında, yere yıkılmaya rıza gösterebiliriz. Yaşamanın bir damlası, var olmanın bir tadımlığı güzeldi; belki en büyük başarımız ölümsüzlüğü hayal etmiş olmaktı, bunu gerçekleştirememiş olsak bile.

Sayfa 222–223

--

--