Aptalı Tanımak — İnceleme ve Alıntılar

Celal Şengör — Aptalı Tanımak — İnceleme ve Alıntılar 113

Samet Onur
7 min readJan 26, 2024

İnceleme

Bir Bilim Adamının Düşünce Dünyasından Bir Parça Görüntü

Celal Şengör’ün “Aptalı Tanımak” kitabı, 2003–2014 yılları arasında Cumhuriyet Bilim Teknik Dergisi’nde çıkan makalelerinden yapılan seçki sonucu ortaya çıkmış.

Makalelerin yazıldıkları dönem itibariyle Türkiye gündeminde olan birçok konuya yer veriyor olması ayrıca kitabı daha kıymetli hale getiriyor. Değerli bir bilim adamının gündeme dair yorumlarını görmek açısından yazılar önemli bir kaynak olarak gözüküyor.

Kitapta toplam 63 makale yer alıyor. Bu makalelerin içerdiği konular oldukça çeşitli. Şöyle örnek vereyim: bilim, düşünmek, ırkçılık, İslam ve bilim, Türk toplumunun analizi, Türk toplumunun ahlakı üzerine, Türkiye’de insan ilişkileri, üniversitelerin durumu, yabancı dil öğrenimi, din temelli eğitim, evrim ve akıllı tasarım iddiası, Darwin ve Türkler, Türkiye’de evrime dair alınan kararlara yabancı bilim insanlarının tepkileri, Marx üzerine, Fuad Köprülü üzerine gibi daha nice konular.

Okurken bolca not alacak, birçok yeni bilgi öğrenecek, ufkunuz açılacak ve okuma listenize birçok kitap ekleyeceksiniz.

Son olarak kitapta Celal Bey’in yer yer farklı çıkışları var. Ancak bu kesinlikle okunmasına engel bir durum olmamalı. Böyle bir değeri, size oldukça farklı gelen birkaç görüşü yüzünden bırakmak kanımca oldukça yanlış bir tutum olacaktır.

Zihin konforunuzu bozan kitaplar okumuyorsanız eğer, yaptığınız okuma eyleminin sizi ileriye taşıyacağını sanmayın sakın.

Alıntılar

Akıllı ve Aptalın Problem Çözüm Yöntemi

Akıllı insan problemin çözümüyle ilgilidir, aptal ise kendi kafasındaki herhangi bir fikri çözüm diye dayatmak ister.

Sayfa 15

Türkiye İnsanı ve Tartışma

Her şeyden evvel Türkiye insanı tartışmayı bilmez. Fikir ayrılığına düştüğü bir başka kimseyle ortak bir doğru aramak için değil, kendi bildiğinin doğru olduğunu empoze etmek için tartışır. Bilgisi az olduğundan, kendi bildiklerinin kesin doğru olduğunu sanır. Bilginin nasıl üretildiğini bilmediğinden, gözlem ile uyumluluk, bir ifadenin doğru olabilmesi için kendi içinde çelişki içermemesi gerektiği kuralı, bilgi üretiminde varsayımın yeri ve varsayımın mahiyeti, varsayım kontrolünde gözlemin yeri ve gözlemlerdeki hata kaynakları ve payları, onun anlayabileceği şeyler değildir.

1000 yıldır birileri ona “doğruyu” söylemiş, o da bunu ya baba dayağı korkusu ya cehennem ateşi korkusu ya sultan hiddeti korkusu ya paşa cezası korkusu kabullenmiştir. Sormaya sormaya, bırakın soru üretmeyi, soru sormayı unutmuştur. Sık sık dile getirildiği gibi “icat çıkarma” gibi bir deyimi üretecek kadar salaklaşmış bir toplumun üyesidir.

Sayfa 19–20

İnanmak yahut Kuşkulanmak

Her şeyden önce “inanmaya” programlı bir toplumuz. Annemize babamıza inanırız, öğretmenimize inanırız, devlet büyüklerimize inanırız, din kitaplarına inanırız… inanırız da inanırız. Bu inançlarımızın bazıları çok derin ve köklüdür.

Mesela anneye inanmak, doğal seçmenin ortaya çıkardığı kalıtımsal bir özelliktir: Yavrunun hayatta kalmasını sağlar. Babaya inanç, ta avcı olduğumuz kaba taş devrinden bize miras kalan bir özelliğimizdir. Onun da hayatta kalmamıza katkısı vardır. Dine inanç, ilkel toplumların sosyal çimentolarından biridir. Çevresinde toplanılan bir düzen yaratır. İnanmak rahatlık verir.

Ama aynı zamanda da rehavet verir. Problemi olmadığına veya problemlerini kendi çözemeyeceğine inanan bir adamın rahatlığını bir düşününüz. Halbuki her şeyin kuşkulu olduğunu düşünen bir insan rahat yüzü görmez. Gelgelelim araştırıcılar da işte bu “rahatsız” insanlar arasından çıkar.

Fazla rahata eren kişi, bilgiye de ihtiyaç duymadığı hasebine kapılır. Halbuki kuşkulu kişi, her fırsatta bilgisini kontrol etmek ister. Onun için her şey bir sorundur. Kimseye inanmaz, söylenilenleri problem addedip doğruluklarını kontrol etmeye gayret eder. Tabiata bile kuşkuyla bakar:

Acaba şu sudan içersem ne olurum? Bana bir zararı olur mu? Veya faydası olur mu? Bunu nasıl öğrenebilirim? Öğrendiğimden nasıl emin olabilirim? Yürümeye mecbur muyum? Şu at benden hızlı gidiyor, acaba ona binmeyi mi denesem? Sırtı ayaklarımı ve kuyruk sokumumu acıtabilir. Orada nasıl rahat oturabilirim?

Tüm bu ve benzeri sorular şimdiki durumundan memnun olmayan, onu iyileştirmeyi amaçlayan insanların sorulandır.

Bir lokma ekmek ve bir hırka ile kanaat eden insan yaratıcı olamaz. Bu felsefeyi öven hiçbir düşünce yaratıcı bir toplum ortaya çıkaramaz.

Okullarında itaat ve kanaat öğreten toplumlar başkalarına itaate ve kendilerine verilenle kanaate mecbur olurlar. Önce bu bakış açımızı değiştirmeyi, problemi görmeyi ve rahatsız yaşamayı öğrenmeliyiz. O zaman yaratıcı olmadığımızı sandığımız yerlerde de ne kadar yaratıcı olduğumuzu göreceğiz.

Sayfa 32–33

Otorite ve İtaat Arasında Toplum

Bilgi akışı tek bir otoriteden geldiği sürece bu toplum için bir sorun olmaz: Evde babanın, okulda öğretmenin, askerde komutanın, siyasette liderin, cemiyet hayatında hükümet ve temsilcilerinin ve onun çevresinde şekillenmiş basının sözlü ve görüntülü medya vb. kurumların ifadeleri doğru olarak algılanır.

Sorun, bu kaynaklardan gelen bilgiler çeşitlendiği zaman ortaya çıkar:

Toplum hangi bilgiye inanacaktır? İşte bu durumda topluma verilen eğitimin doğası belirleyici bir rol oynar. Çocuk otoriter bir babanın egemen olduğu bir evde yetişmişse, yaklaşık 6–7 yaşına kadar verilen bilgiyi veya alınan kararları sorgulamanın pahalıya patlayacağını öğrenir ve öğrenilen bu kalıp onu ömür boyu pençelerine alır. Böyle bir ortamda yetişen çocuk kendi aklını ve gözlemlerini kullanmayı öğrenemez veya öğrense bile bunu açıkça değil, dolambaçlı ve gizli yollardan yapmayı tercih eder (yani namussuzluğu öğrenir).

Yakın zamanda İngiltere’de yapılan “Zamanımızın Çocuğu” (Child of Our Time) adlı bir proje, otoriter evlerde yetişen, kendisine küçük yaşta bir birey olması nedeniyle değerli olduğu hissi verilmeyen çocukların aynı zamanda ömürleri boyu karamsar bireyler olarak yaşadıklarını göstermiştir.

Türkiye’deki ailelerin ezici çoğunluğu hâlâ otoriter pederşahi aileler olup böyle ailelerde çocuğa birey olarak değer verilmez. Çocuk yavru olarak sevilir ve kollanır, ama kendisine bir birey olarak saygı duyulmaz. Bu kendi aklını ve gözlemlerini kullanamayan (yani aptal) bireyler oluşturduğu gibi, bu bireyleri aynı zamanda karamsar da yapar.

Böyle bir ortamda okula gönderilen çocuk orada da genellikle otoriter öğretmenlerle karşılaşır, zira öğretmen de aynı toplumun çocuğudur. Üstelik hele ellili yıllardan sonra öğretmen yetiştirmede yapılan fahiş hatalar nedeniyle öğretmenlerin bilgi düzeyi de günden güne düşmüştür.

Cahil öğretmen cehaletini genellikle şiddete başvurarak kapatma yolunu seçerek çocuğun evden zaten tanıdığı baskı rejimini sürdürür.

Okulu bitiren erkek askere gider ve orada karşısına çıkan disiplin kavramını o zamana kadar gördüğü otoriter ortamın havasıyla karıştırdığı için, askeri disiplinin gerçek doğasını anlayamadan ve ne yazık ki hayatının kendisine askere gidene kadar vermiş olduğu intibalarını güçlendirerek terhis olur. Kız çocuğu ise tahsilini bitirince evlenir ve genellikle baba otoritesinden koca otoritesinin altına teslim edilir.

Böyle bir toplumsal ortamın sağlıklı ve bağımsız düşünebilen bireyler üretmesinin imkânsız olduğu muhakkaktır. Bu ortamlarda en başarılı egemenlik araçları sorgusuz inanç demek olan “iman” (İng. faith, Alm. Glaube, Fr. foi) kavramını temel alan dinlerdir ve bilhassa baba imajına sahip tek ve her şeye kadir Tanrı’ya inanan üç büyük Sami dinidir. Bu nedenle bağımsız bir eleştirel düşünce, yani yargı yeteneği gelişmeden önce çocuklara verilecek her türlü dinsel eğitim, türü ne olursa olsun, toplumun zararınadır, çünkü çocuğun bireysel muhakeme ve değerlendirme yeteneğinin gelişmesine zarar verir. Böyle bir eğitim bireyler değil, robotlar (kullar) toplumu üretir.

Sayfa 46–47

Kesin Bilgi Kaynağı Var mıdır?

Bunlara dikkat edenler şunu da kesinlikle bilmelidirler ki, kesin bilgi kaynağı hemen hiçbir konuda yoktur. Doğru bilgiyi üretmek bireye ait bir sorumluluktur. Bu sorumluluğu büyüğüne, yöneticisine, dinine vs. yıkmaya kalkan insanlığından feragatle koyunluğa razı olmuş demektir.

Sayfa 48

Üniversite ve Eğitim Kalitesi

Daha çok üniversite diploması, daha yüksek düzeyli eğitim ve öğrenim demek değildir. Bunu iddia eden yalancıdır, ahlaksızdır. Çünkü bunun tersinin varit olduğu tecrübeyle sabittir. Yüksekeğitim düzeyi çok sıkı bir eleme sistemi ve bu eleğin üzerinde kalmak isteyenler arasında kıran kırana bir rekabet gerektirir. Ancak böyle bir sistem sapı samandan ayırabilir ve ülkeyi gerçek kaliteli eğitimlilerin eline bırakır.

Sayfa 81

Nasıl Bir Öğrenci Profili Olmalı?

Kul, iyi bir öğrenci olamaz. Türkiye’de eğitimin temel sorunu, öğrenciye önce kulluktan kurtulmasını, öğrendiğini her şeyden önce kendi keyfi ve zevki, kendi tutkusu için öğrenmesini öğretmektir.

Eskiden padişahın kulu olan şimdi de patronunun veya amirinin kulu olmuştur. Amacı, daracık hayalindeki “iyi yaşamı” yakalamaktır (ki Türkiye’de o da yalnızca bol paralı yaşam demektir), yoksa bir işi adam gibi yapmak, hatta daha önce hiç yapılmamışı başarmak, yaratıcı olmak falan değil.

İnsanı yücelten, kanımca insanı aslında insan yapan yüksek idealizm Atatürk’ün vatandaşlarına öğretmek istediği bir şeydi. Ondan sonra Hasan Âli Yücel bu uğurda ömrünü tüketti.

Sayfa 89

Elit Kimdir?

Türkçeye elit kelimesini “seçkinler” olarak çeviriyoruz. Bu tercüme elitin Latince “eligere”den gelen kökü göze alındığında doğrudur, zira eligere aslında ex-legere, yani elle toplamak, devşirmek anlamında olduğundan seçmek olarak anlaşılmış ve Fransızcadaki élire’i (seçmek) oluşturmuştur. Elire’den de élite kelimesi oluşturulmuştur ki, biz de Fransızcadan önce bu kelimeyi devşirmiş, sonra da onu seçkin olarak Türkçeleştirmişizdir.

Seçkin veya elit, temsil ettikleri kavramın gerçek anlamını hiçbir dilde karşılamaz. Yani hem Fransızca aslının hem bunun diğer dillere geçmiş şeklinin hem de Türkçe tercümesinin “elit” kavramının ruhunu yansıtmadığı kesindir.

Elit, birilerinin birilerini seçmesini ima eder etimolojik olarak. Halbuki kavram olarak elit tamamen anti-demokratik bir kavramdır.

Birilerinin kendiliğinden başkalarından daha iyi bir hale geldiğini ima eder. Yani elit seçilmez, oluşur.

Bu nedenle elitlere karşı her zaman ve her yerde bir reaksiyon meydana gelir. Elitleri, geri kalan toplum üyeleri genellikle sevmez.

Halbuki, toplumları ileri götüren, insanlığı yücelten, yenilikler yaratarak yaşam kalitemizi artıran hep o sevilmeyen bir avuç elit olmuştur. Tarihteki ihtilallerin, devrimlerin hemen hepsi elitleri de yok etmeye yönelmiştir.

Sayfa 114

Marx Üzerine

Marx’ın günümüze yansıyan zararı, benim eski Sovyetler Birliği, Çin Halk Cumhuriyeti ve diğer sosyalist ülkelerde gördüğüm teknoperestliğe fikir babalığı yapmış olmasıdır.

Nasıl ki, dine inananlar ile Marx’a inananlar arasında fark görmüyorsam, Marx’a tapanlarla, paraya tapan vahşi kapitalistler arasında da fark yoktur. Her iki grup da fayda kavramını insan yaşamının temeli yapmıştır.

Halbuki bilim faydadan önce bilgiyi vurgular, zira bilgisiz insanlar fayda temin edeyim derken zarar verebilirler.

Hem Marksizmin yarattığı felaketler hem de vahşi kapitalizm bu bilim dışı davranışların ürünüdür. Dolayısıyla teknolojinin bugün verdiği zarardan Marx tamamen sorumlu değildir, ama günah payı çok büyüktür.

Sayfa 152

--

--