Bid’at İslam’a Yabancılaşma — İnceleme ve Alıntılar

Muhammed Gazali - Bid’at İslam’a Yabancılaşma — İnceleme ve Alıntılar 80

Samet Onur
14 min readJul 1, 2022

İnceleme

Bid’at Konusunu Anlamada Faydalı Bir Kitap

Muhammed Gazali’nin “Leyse mine’l-İslam” kitabı Hamza Tekin tarafından Türkçe’ye “Bid’at: İslâm’a Yabancılaşma” adıyla 2005 yılında çevrilmiştir.

Gazali’nin bu kitabı ne zaman yazdığına dair bir bilgiye rastlamadım. İnternette araştırma neticesinde iki farklı yayınevinin bu kitabı bastığını öğrendim. İlki Darü’l-Kalem tarafından 270 sayfa hâlinde 1997'de, diğeri ise Darü’ş-Şuruk tarafından 221 sayfa hâlinde 1997 yılında. Darü’ş-Şuruk baskısında Gazali 7. baskı için ön söz yazmış. Gazali 1996 yılında öldüğüne göre bu kitap çok daha önce yazılmış olmalı; fakat tam tarihi maalesef tespit edemedim.

İlk önce “Bid’at: İslâm’a Yabancılaşma” kitabının çevirisinden bahsetmek istiyorum. Hamza Tekin tarafından yapılan çevirinin oldukça özensiz, kalitesiz, üstünkörü olduğunu söylemeliyim. 277 sayfa boyunca neredeyse her sayfada anlatım bozukluğu, yazım hatası, noktalama işaretleri eksikliği gibi birçok durumla karşılaştım. Böyle değerli bir kitabın böyle bir çeviriyle yayımlanması çok üzücü. Bu kitabın Darü’ş-Şuruk tarafından basılan hâline baktım. Muhammed Gazali içindekileri dahi bir düzen ile vermiş; ancak çevirmen bunu bile almaktan uzak durmuş.

Çevirmen çevirdiği kitabın yayınevi, basım yılı, kaçıncı baskı olduğunu belirtmediği gibi, kitabın orijinal adını bile yazmamış. Ben Arapça ve çeviriyi karşılaştırarak söz konusu kitabın “Leyse mine’l-İslam” olduğunu tespit ettim. Bu çeviriyi okuduktan sonra çevirmenin metni tek seferde çevirdiğini, bir daha da dönüp düzeltme, kontrol etme gibi bir şey yapmadığına kanaat getirdim.

Kitabın içeriğine gelecek olursam Muhammed Gazali, 6 bölüm hâlinde kitabını düzenlemiş. Elbette böyle bir düzen çeviride yok. Çevirinin içindekiler kısmı hiçbir bölüm olmadan bütün konu başlıklarını içeren alt alta yazılar hâlinde.

Birinci Bölüm: İslam Şeriatı, Hedefler ve Yöntemler

Birinci bölüm “İslam Şeriatı, Hedefler ve Yöntemler” (s. 10–82) başlığını taşıyor. Gazali, İslâm’ın hedefleri anlamında uzun açıklamalarla şunları sıralıyor:

1) Hoşgörü ve Sevgi
2) Taklit Yok
3) Yücelme ve Yükselmede Yarış
4) Ceza Haktır
5) Eşitlik ve Kardeşlik
6) Cezalar
7) Refahın Yayılması
8) Cihad

Metotlar olarak ise açıklamalarla birlikte şunlar veriliyor:

1) Kur’an Sonra Sünnet
2) Sünnetin Görevi
3) Sünnet Haktır
4) Hadisi Anlamada Kabul Edilebilir Görüş Ayrılıkları
5) Kıyas
6) Kıyasın Alanı
7) Muamelat ve İbadetler
8) İcma
9) Ehli Sünnet Mezhebi ve Dördüncü Delil

Bu bölümde bid’at konusuna hazırlık mahiyetinde dinin amaçları ve dinin kaynakları üzerinde durulmaktadır. Daha sonra asıl konu olan bid’ate ikinci bölümde yer verilmektedir.

İkinci Bölüm: Dinde Yenilik

İkinci bölüm “Dinde Yenilik” (s. 82–146) başlığını taşımaktadır. Bu bölümde ilk olarak dinde yenilik yapmanın, dine ilaveler yapmanın yanlış olduğuna, sünnetin üstüne ilave yapılmaması gerektiğine dair bazı rivayetler aktarılıyor.

Daha sonra bid’atın tanımına geçiliyor (s. 97):

“Bid’at şeriata benzeyen dinde yeni icat edilen bir yoldur ki şeri yollarla yaşanmak istenen onunla da yaşansın istenir ya da onu yaşayarak Allah’a kullukta daha fazlalık kast edilir.”

Muhammed Gazali, bid’atın kelime anlamının yenilik olduğunu ifade etmekte; ancak bir şeyler icat etmenin dini anlamdaki bid’at ile bir alakasının olmadığını söylemektedir. Bir şeye bid’at denilebilmesi için din adına olması ve dindenmiş izleniminin verilmesi gerekmektedir.

Gazali’ye göre bid’atlerin en fazla görüldüğü alan ibadetlerle ilgilidir. (s. 100)

Bid’atle maslahatı mürseleyi karşılaştıran yazara göre ibadetlerin niceliği, şekli, zamanı, mekanı şeriat koyucu tarafından belirlendiği için bu alanda ictihada yer yoktur ve bu alanda yapılan bir değiştirme teşebbüsü bid’at olarak adlandırılır. Ancak ibadetler dışında muamelat konusuna gelindiğinde şeriatın bilerek sustuğu yerde içtihada yer vardır ve bu alanda yeni icraatlar yapıldığında bunlar bid’at diye adlandırılamaz.

Yazarın bu konudaki açık beyanı şu şekildedir (s. 106):

“Bid’at, görüş bildirmeye ve içtihat yaparak hüküm geliştirmeye mahal ve yer olmayan ibadetler ve kullukla ilgili alanlarda meydana gelir ve o alanlardaki uydurma ve yeniliklere bid’at denir.

“‘Mesalihi mürsele’ye gelince onun alanı ve sahası düşünce ve görüş geliştirmeye ve genelin faydasını gözetmeye müsait olan muamelat ve günlük yaşamla ilgili alandır. İkisinin arasında çok fark vardır. Ayrıca bid’at, cahil ve bağnaz abitlerin kendi zan ve inançlarına göre Allah’a yaklaşmak kastıyla icat edip uydurdukları, şeriatın ve şariin o hususta asla bir yükümlülük ve sorumluluk koymadığı yenilik ve bid’atlar de.”

Şeriat korucusu yani Hz. Muhammed’in yaptığı şeyleri yapmak ve yapmadıklarını yapmamak gerekmektedir. Çirkin bir iş olan bid’at dinin sabitlerine ilaveler yapmak yahut hakkında bir şey denilmemiş sahalarda kendi hevasınca doldurmaktan kaynaklanır. Mesela burada Gazali, taziye yemeğini (s. 110, ayrıca bakınız: s. 249) selefin yapmadığı çirkin bir fiil olarak nitelemektedir. Dini raks ve semanın da bid’at olduğunu (s. 112), bunun yerine insanların bir futbol maçına götürülmelerinin dinleri ve dünyaları adına daha hayırlı olacağını söylemektedir.

Gazali, bid’atların hakiki ve izafi olarak ikiye ayrıldığını (s. 115), hakiki bid’atın kitap, sünnet gibi hiçbir delile dayanmayan şeyler olduğu, izafi bid’atınsa görüş ve yoruma göre sünnet veya bid’at denilebilen şeyler olduğunu söylemektedir. Meselâ ölülerin mezarlarını tavaf etmek, mezarları süslemek hakiki bid’at örnekleridir.

İzafi bid’atlara dair örnekler ise şunlardır: Namaz sonrası tesbihi toplu yapmak, Cuma namazından önce Kehf Sûresi’ni okumak, ezanın peşinden salavat okumak, cenazeyi teşyi ederken önünde yüksek sesle zikir çekmek ve Kur’an okumak, Receb’in 27'si, Şaban’ın 15'inde oruç tutmak.

Daha sonra yazar, ibadet ve adetlerde yapılan ilavelerin neden bid’at olduğuna dair geniş beyanatlarda bulunuyor. (s. 121–129)

Bunların devamında yazar “İbadet Dışı İşlerde Sünnetler Var mıdır?” (s. 129) diye soruyor.

Gazali, bu konuyu şöyle açıklıyor (s. 133):

“Bazıları onu yapmanın mendup olduğunu söylemiştir.

“Başka bir gurup ise yapılması da, terkide mubahtır der. Yapılmasının vacip olduğunu söyleyenler iyice aşırı gitmişler bir kısım alimler ise bu hususta bir şey söylemeyerek susmuşlardır.

“Bana göre doğru ve hak olan Amidinin ‘el-ihkam’ isimli kitabında serdettiği görüş ve beyandır. Ayrıca bu görüşü Adevi sünnet ve bid’atleri anlattığı titiz risalesinde destekleyerek şöyle demiştir: ‘Sırf bir şeyi yapmak onun ibadet ve kurbet olduğuna delalet etmez, sadece onun haram ve yasak olmadığına delalet eder.’

“Bir fiilin özellikle ibadet ve kurbet olması başka bir şeydir.”

Konunun devamında Gazali, Mahmut Şeltut’un dine bid’atın hangi yönlerden girdiğini gösteren bir alıntısını eklemiştir (s. 136):

A — İnanç yönünden; bu yönden dine şirk, Allah’tan başkasına kulluk, ve o başkalarına dua ve ondan yardım isteyerek ona sığınma bid’ati ve tahrifatı girmiş ve yerleşmiştir.

B — İbadet yönünden; dinin bu yönünden ibadetleri eda ve ifa biçiminde değişiklikler sokulmuş Ya da ibadetlerin üzerine ekler yapılmış ya da emredilen ibadette noksanlığa gidilmiştir..

C — Helal ve haram yönünden; bu yönden de bid’atler ve dinde tahrifat haramı helal kılarak Ya da helalı haram göstererek girmiş ve sokulmuştur.”

Yazara göre dine yeni şeyler sokuşturmanın 3 sebebi vardır (s. 137):

“1 — Hüküm kaynaklarını, Ya da o hükmü kaynaklarından anlayacak yol, yöntem ve vesileleri bilmemektir.

2 — Hüküm çıkarma ve içtihat etmede heva ve nefsani arzulara uymak.

3 — Şer’i meselelerde aklı ön plana çıkarıp ona dayanmak ve ona güvenmek.”

Bu üç maddeyi detaylıca açıkladıktan sonra Gazali, İslâm düşüncesinin zaman içindeki seyrini aktarmaya geçiyor.

Ara bir açıklama olarak Gazali, ıskatı salata “bid’atı mürekkebe” (s. 141) diyerek bunun bir hile olduğunu ifade etmektedir.

Üçüncü Bölüm: İslam Düşüncesi Hakkında

Üçüncü bölüm “İslam Düşüncesi Hakkında” (s. 147–178) başlığını taşımaktadır. Bu bölümde yazar ilk olarak İslâm ve İslâm düşüncesi arasında fark olduğunu, İslâm düşüncesinin İslâm olmadığını ve içtihada dayalı olduğunu, zaman içinde değişiminin mümkün olduğunu belirtiyor. Yazara göre İslâm düşüncesi ilk dönemlerdeki seyrini Felsefe ile meşgul olunması sonucu (s. 159) devam ettirememiştir. Ayrıca Kelâm ilminin İslâm düşüncesi alanında tercümelerden en çok etkilenen ilim (s. 164) olduğu belirtiliyor.

Tercüme eserlerin dini düşünceye verdiği zararı yazar şöyle açıklıyor (s. 165):

“Arap diline tercüme edilerek nakledilen yabancı düşüncenin olumsuz yöntemiyle, tasavvuf ilminin fikih ilmiyle rekabet ve husumete girmesiyle, felsefecilerin yönteminin kelamcılar tarafından yöntem olarak kabul edilmesiyle kalmamış bundan da öteye geçerek İslam’a zıt ve İslam’dan uzak fıkhi yönelişler yaratmış ve oluşturmuş tasavvufta da bunun benzerini yapmıştır. Çünkü bu eğreti düşünce İslam’a girip sokulduğunda içinde putçu felsefenin esaslarını Hint Brahmanizm’inden unsurları içeriyordu. Bu yabancı düşünce varlık gerçeğini açıklarken beraberinde Eflatunun üçleme kuralını da beraberinde getiriyordu. Bu kurala göre İlleti ‘ula’ bütün varlığın aslı ve temelidir. Bundan sonra akıl ve nefsi külliye gelir bunlar var olan gibidir. Asıllar ve yüce özler diğer bütün varlığın temel ve aslı sayılır. Bu üçlü inanç İslam’a girmeden ve ona karışmadan önce Hıristiyan kutsalına da girmiş ve orada bilenen Allah, Allah’ın oğlu ve etkisi sadece kuranı aslı yöntemine zıt şekilde tefsir etme ruhulkudüs üçlemesini intaç ve icat etmişti.”

Bu gibi etkilerden dolayı sufilerin vahdeti vücûd (s. 165) gibi bir inanca, sihir, tılsım gibi (s. 172) yanlış fiillere yöneldiği de belirtiliyor.

Yazara göre İslâm düşüncesinin duraklaması mezhep taassubu neticesi (s. 174) olmuştur.

Gazali, mezhep taassubu noktasında şunları söylüyor (s. 178):

“Düşüncenin hareket ilkesi olan içtihat ilga edilerek onun yerine taklit hakim ve kaim kılınmıştır. Durum böyle olunca İslam düşüncesi geçersiz kalıp donmuş Kuran ve sünnet unutulmuştur. Allah’ın kitabından sonra insanların sözleri ve kitapları ve mezhepler daha değerli duruma gelmiştir. Söz kesinliğinde ve masumluğunda insan Allah’la ortak hale getirilmiştir.”

İslâm düşüncesinin tarihi serüveni, değişimi ve duraklaması noktasında açıklamalar yapıldıktan sonra inançla ilgili dine sokuşturulmuş bid’atların açıklamasına geçilmiştir.

Dördüncü Bölüm: İnançla İlgili Bid’atler

Dördüncü bölüm “İnançla İlgili Bid’atler” (s. 179–205) başlığını taşımaktadır. Bu alandaki bid’atlarla ilgili Gazali şunları örnek vermekte ve açıklamaktadır:

1. Vahdeti Vücûd (s. 181)
2. Şefaat (s. 183)
3. Muska ve Nazar Boncuğu (s. 190)
4. Irkçılık (s. 201)

Gazali, üstte başlık hâlinde verilen konularda sadece “Bu bid’attır.” şeklinde bir beyan vermiyor, bunun neden kaynaklandığını, doğrusunun ne olduğunu da ortaya koymaya çalışıyor. Ayrıca dikkat edilirse kapsamı oldukça geniş tutarak günümüz ve geçmiş İslâm düşüncesinin sorunlarına da değiniyor.

Beşinci Bölüm: İbadetlerdeki Bid’atler

Beşinci bölüm “İbadetlerdeki Bid’atler” (s. 206–240) başlığını taşıyor. Bu alandaki bid’atlarla ilgili Gazali şunları örnek vermekte ve açıklamaktadır:

1. Sema, Raks (s. 206)
2. Zikir (s. 207)
3. Mescitlerin Süslenmesi (s. 229)
4. Mezarların Üzerine Mescit Yapmak (s. 231)

Altıncı Bölüm: Adetlerdeki Bid’atler

Altıncı bölüm “Adetlerdeki Bid’atler” (s. 241–270) başlığını taşımaktadır. Gazali, bu bölümün başında ilk olarak Arap giysisinin İslâm ile bir alakasının olmadığını (s. 242) söylüyor.

Daha sonra cenazelerdeki bid’atlara geçiyor ve şunların bid’at olduğunu açıklıyor:

1. Ölünün Ardından 40 ve Senei Devriye Anması (s. 246)
2. Cenazenin Ardından Ağıt Yakmak (s. 248)
3. Taziye Yemeği Vermek (s. 249)
4. Mezar Yanında Sadaka Vermek ve Kurban Kesmek (s. 250)

Son olarak “Kutlama ve Festivallerdeki Bid’atlar”a değiniliyor. Gazali burada ilk olarak düğün yemeğinin israfa kaçtığını (s. 253) belirtmekle başlıyor. Daha sonra evliliğin zorlaştırılmasının ve mehirin çok olmasının yanlış (s. 257) olduğunu beyan ediyor.

Son Söz

Son söz kısmında ise toplumu yaptıkları bazı bid’atlara karşı uyarmanın kişinin sanki din düşmanı gibi algılanmasına sebep olduğu, daha sonra “garib” olmanın insanların yanlışlar içinde olduğu hâlde kişinin doğru olarak kalmasının olduğu belirtilerek kitap noktalanıyor.

Sonuç olarak “Bid’at: İslâm’a Yabancılaşma” kitabı bid’atın ne olduğunu, hangi konularda ne gibi bid’atlar olduğunu gösteren ve bunlardan nasıl uzak durulması gerektiği konusunda içerik olarak gayet faydalı olsa da, maalesef çevirisi nedeniyle okunması zor bir kitap olarak duruyor. Temennim bu kitabın daha ciddi ve kaliteli bir şekilde Türkçe’ye kazandırılmasıdır. Kitapla kalın.

Alıntılar

Sünneti Anlama Konusunda Güzel Bir Açıklama

Sünnet Muhatabın durumunu göz önünde bulundurduğu gibi bazen de toplum için genel durumu göz önünde bulundurur.

Kafirler yurdumuza kuduzca saldırıp işgale yeltendiklerinde cihat hacdan daha efdal ve daha öndedir. Sıkıntılar çoğalıp fakirlik arttığında sadaka namazdan daha efdal ve önceliklidir.

Sanayi ve sanatta toplumumuz kusurlu ve noksan duruma geldiğinde kimya ve madencilikle meşgul olmak çiftçilik ve çobanlık yapmaktan Allah yanında daha sevimlidir.

Kuranın anlaşılması ancak sünnetin tanınmasıyla tamamlanır, sünneti anlamakta ancak Allah resulünün hangi sebep ve hikmetle o hadisi söylediğini anlamakla meydana gelir.

Eğer biz hadisin söylenmesine sebep olan olayın zaman, mekân ve hikmetini tam kavrayamazsak hadislerin bütünlüğü içinde bu kusurumuzu gideren yönler bulmamız mümkündür.

Birçok manaya delalet eden birçok hadis görürsün onu hangi manada kullanacağını kestiremezsin hangi hadisin hangi olayın izahı olduğu anlaşılmaz.

Sayfa 37

Bid’atlara Karşı Gevşeklik

Eğer dinde icat edilen yeni ve uydurma şeyler, kalp paraya karşı yapılan mücadele ve mukavemetin onda biri ile karşılaşsaydı İslam’ın özü bugün daha temiz ve berrak kalır, ona yönelişler daha çok olur ve insanlar ona daha çok sarılırdı.

Ama ne yazık ki insanların yaşamları onlar için daha değerli olduğu için onu zora sokacak şeylerde onun için daha gayretli oluyorlar. Din meselesine gelince ona gerekli değeri vermediklerinden, değerini daha düşük gördüklerinden, bid’atler yayılıp yol buluyor gerçek ve hak o bid’atler arasında eriyip yok olup gidiyor.

Sayfa 98

Zikir Aynı Kelimeleri Tekrarlamak mıdır?

Evet Müslüman için yapacağı işi ve içinde bulunduğu şart ve durumu unutmamak üzere Allah’ı dili ile zikredip söylemesi caizdir.

Ama kendine temel farz olan zikir, çalışma ve kazanma anında Allah’ı hatırlayıp ikram emesi, sıkıntı anında onu hatırlayıp pörsümemesi ve gevşememesidir. Bu durumlarda Allah’ı unutan kişi Rab hazretlerinin buyurduğu gibi zarardadır, ziyandadır, hüsrandadır.

İlahi kitapta buyurulur. “Ey imana ermiş olanlar! Malınızın mülkünüzün veya çocuklarınızın sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasına izin vermeyin: çünkü böyle davranan herkes ziyana uğrayanlardan olur.”

Evet böyle olanlar uzay boşluğunu sesleriyle yaracak kadar bağırıp çağırarak Allah’ı zikretseler de zarardadır, ziyandadır ve hüsrandadırlar.

Ayrıca bir zikrin düşünme ve bilgiyi içermesi için insanın yüz binlerce kere tekrar ettiği tek ve müfret kelimelerle olmaması gerekir. Zikir bir söz ve kelamdır böyle söz ve kelamdan faydalanılması için makul bir mana içermesi söylenen şeyin bir mana taşıması gerekir. Bu ise ancak tam bir cümle ile ancak sağlanır.

Farz etki İsmi Ömer olan birini zikretmek, hatırlamak istedin Bu adamın ismini tekrar ederek, Ömer, Ömer diyerek mi bunu yaparsın?”

Cenabı hak diyor ki; “ey insanlar Allah’ın size olan nimetini hatırlayın!… “ Bu emri yerine getirmek için bildiğimiz bazı nimetleri tekrar ederek mesela Ekmek ekmek, Ya da et, et, et diye bu isimleri söylememi mi gerekir.

İnsanların sözlerini böyle çirkin bir şekilde anlamak düşünce arızası ve düşüklüğüdür. Durum bu olduğuna göre böyle bir anlayışı Yüce Rabbin sözüne hakim kılıp onu yüceltecekken düşürüp değersizleştirmek olur mu?

Avamdan büyük bir gurup, başı sonu olmayan, birbiri ile ilintisi ve ilişkisi bulunmayan bazı kelimeleri tekrar ederek raks edip hopluyor, böyle bir hayal ve fanteziyi Allah’ı zikir sanıyor. Durumu, derecesi ve makamı ne kadar yüksek olursa olsun hiçbir insana zikir cümleleri uydurmak çok veya az topluluklara bu kelimeleri dayatıp zikir kelimeleri olarak sunma hakkı verilmemiş ve Müslüman olarak biz bu hakkı kimseye veremeyiz.

Hatta hadisler gelip sabit olan siyga ve cümleler için bile özel vakitler tayin ederek belirli sayılarda söylenmesini istemek bile caiz değildir. Şeriat bunlar için böyle kayıtlar koymadığı müddetçe buna kimsenin hakkı yoktur. Herhangi bir kişi için okumada, dua ve zikirde kesine özel bir yöntem koymasına cevaz verilse bile bu kişinin kendi için belirlediği bu yöntemi genel bir kural ve şeriat gibi kabul ederek insanların ona uymasını mecbur kılmayız.

Sayfa 211–212

Din Sadece İbadet midir?

Dinin başına gelen en büyük bela, dini belirli işlere hasretmek ve cahillerin onu yaptığında vazifelerini yaptıklarını sanmaları ve bunlardan başka dini bir sorumluluklarının olmadığın sanmalarıdır.

Bu yanlış anlayış, namaz kılan ve oruç tutan birçok abitlere yaşamı mutsuz kılıp yük haline getirmiştir.

Dinle ilgili bir takım amelleri icra eden bu kişilerin elinde yaşamla, hayatla ilgili ameller başarısız kalmış bundan dolayı da onlar yaşama asla güvenememişlerdir.

Yaşamla ilgili işleri faraza iyi yaptıklarını kabul etsek bile, bunlar daha iyiye ulaşmakta, onu güzelleştirmekte başkalarıyla yarış etmek için çok az gayret göstermişlerdir.

Biz bunların namazlarına oruçlarına bir şey demiyoruz. Yaptıkları bu ibadetler görüntü ve şekil olarak doğru ve sahihtir. Ancak şüphesiz olan bir şey var ki oda bunların yaptıkları ibadetler kusurlu, karışık ve özürlü, akıl ve gönülleri hastalıklıdır.

İmanla beraber birlikte olması gereken ıslah ve itkan melekesi ve doğası bunlarda muattal ve işlemez durumdadır. Hatta Allah’ı tanımaları dahi kapalı, belirsizdir ve net değildir, dengesizdir.

Sayfa 219–220

Değerli Olan Sadece Dini İlimler midir?

Yanlış ve batıl alışkanlığımızdan birisi şeriat ilim ve bilgilerini şerefli ve değerli bilgi olarak vasıflandırıp överken, yaşamı ilgilendiren diğer ilimleri nerdeyse aşağılayıp lekelemeye çalışıyoruz. Halbuki bu bilgilerin hepsi rabbin varlığına delalet ve onun dinine hizmette aynı ve birbirine denktir.

Süregelen yanlış alışkanlık ve miraslarımızdan biride verim elde eden ilmi araştırmalardan uzak olup yüz çevirmemizdir. Yakın zamanlara kadar büyük teknoloji ve fenlerin okutulduğu üniversitelerdeki Müslümanların nispet ve sayısı bizim ayıplanacak gerileğimize ve başkalarının bizden bu hususta ne kadar ileride olduğuna işaret etmektedir.

Sayfa 222–223

Takva Dünyadan El Etek Çekmek midir?

Takva dünyayı terk etmek değildir. Takva, dünyaya sahip olmaktır. Dünyaya sahip olduğunda işte o zaman sen Allah’ın kulu olursun. Sen ve bütün sahip oldukların onun olur.

Yaşamdan ve hayattan kaçanlar ne mümin ve nede adamdırlar. Bir takım insanların Allah’la olmak için bazı ibadetlere yönelmek ve bazılarından uzak durmakla olacağını sanmaları tam bir aptallık ve saçmalıktır.

Allah’a kulluk mihrap ve mescitlerin dışında sokaklarda ve meydanlarda da yapılır.

Evet! Bazen dünya aldanmış ve yetersiz insanların imanı için tehlike olabilir. Nitekim yemek yemek bazı hastalara zarar verdiği gibi. Şimdi bazı hastalara yemekler zararlı diye bütün insanlara yemekleri yasak ve haram mı kılacağız? Onu kötülemek için şiir ve kasideler mi düzeceğiz? İkbal ne güzel söyler;

Kafir dünya da yok olur,

Dünya ise Müminde.

Sonra dünya küçük kalp ve dar düşünceli insanlar için tehlikelidir ama bu tehlike nefiste böbürlenmeyi ve kibirlenmeyi, kendini beğenip ucbe düşmeyi geliştirip besleyen, onu kirlerinden arındırmak ve nefsi gemlemekten aciz ve yetersiz olan namaz ve orucun tehlikesinden daha fazla değildir.

Bu durumda biz böyle bir ibadetle savaşmaz ondan faydalanmamakla savaşırız.

Yaşam ve hayat şehvetinin saptırıp rahmana ibadet için dünyayı değerlendirmeyerek kendilerini şeytana satan insanlara karşı mücadele davranışımızda bu şekilde olması gerekir. Dokunduğun şeylerdeki mutlak güzellik yaşamı ıslah edip onu yüce rable irtibatlandırarak sağlanır. İman edip Salih amel” beyanında bulunan ve kuranda yetmişten daha fazla tekrar edilen ayetlerin içerdiği ve o emirlere uyan ibadet işte budur.

Sayfa 224–225

İslam Müntesiplerini Geri Bırakıyor mu?

Bilgi ve amel, gerçeğin ve hakkın yardımcısı olduğu müddetçe namaz ve kuran okumaktan sevabı daha az olmayan bir ibadet ve kulluktur.

Ben anlayamıyorum bir mesaj ve davet yaşam ve hayatla ilgili işlerde taşıyıcılarını geri bırakıyorsa nasıl başarılı olabilir. Tespih taşıma ve çekmenin Allah’a ibadet, çekiç ve balta taşımanınsa sadece şahsi bir amel ve iş olduğu yaygın hale gelirse nasıl başarılı olunabilir.

Efendimizin arkadaşları ne Mekke’de ve nede Medine’de yaşamın ve dünya işlerini hak ve kurallarını bilme bakımından ne Mekke müşriklerinden ve ne de Medine gavurlarından aşağı ve az bilgili değillerdi. Hatta onların hendek kazarak savunma tekniği geliştirmeleri kafirlerden değişiklik ve yenilikte ne kadar ileri olduklarına delalet eder. Araplar Müslüman olduklarında düşmanlarından erkeklik ve cesaret yönünden başarma ve üstün gelme vesile ve vasıtalarından asla geride değillerdi.

Birçok işte onlarla at başı denk idiler sonra Araplar yeni dine intisap ederek atılgan ruh ve değerli ve kıymetli sıçrama ve atılganlıklarıyla seçkin hale geldiler. Ancak bugünün Müslümanlarının, medeniyet ve ilim ufuklarında diğer arz ehli ile kıyas edildiğinde hatta ziraat ve koyun ve sığır çobanlığında onlarla karşılaştırıldığında çok çirkin bir gerilik içinde oldukları görülecektir.. Bunun sebep ve illeti Müslümanların dinlerini bilmemeleri ve çirkin ve iğrenç bid’atlere sarılmaları, sıratı müstakimden sapmış sapıtıcı tarikatlara ve yollara girerek şaşkınlaşmalarıdır.

Sayfa 228–229

Çirkin mi Çirkin Bir Bid’at: Ölü Evinde Yemek Vermek

İslam’ın meşru ve mesnun kıldığı taziye ve başsağlığı sadece bir arz ve beyandır. Ölü sahiplerinden hiç kimse bunun için özel bir hazırlık yapmaz, taziyeleri kabul için özel bir mekan hazırlayıp oluşturmaz. Geçmişin iyi insanları böyle yapıyorlardı Taziyeler bittikten sonra da işlerine dönüyor onlara rastlayanlar da oralarda taziye ve baş sağlığını onlara bildiriyorlardı.

Bu iki ahlak ve anlayış arasında büyük farklar oluştu, ölüm acısını tadanlara yükler ve sorumluluklar yüklendi, taziyeler için özel bir yer, taziyeye gelenlere yiyecek ve içecek vermek gibi külfetler ve zorunluluklar altına sokuldu.

Halbuki sünnetin emri ölüm olayı ile karşılaşanlara yardım etmeyi, yemek hazırlayıp onlara götürmeyi emretmekte. Ölü çıkan evin yiyecek ve içecek hazırlayarak uğradıkları üzüntünün yanına bir yük daha yüklemeyi emretmemektedir.

Cafer b. Ebi talip vefat ettiğinde Allah resulü; “Cafer’in ailesi için yiyecek hazırlayın, başlarına gelen bu durumdan dolayı yiyecek hazırlamaya vakit bulamamışlardır. “buyurmuştur.

Fıkıh alimleri beyan edip açıklamışlardır ki? Taziye için gelenlere ölünün ailesinin yemek hazırlaması mekruhtur. Çünkü böyle bir şey bid’ate yardımcı olmaktır.

İmamı Ahmet diyor ki; “Ölünün ailesinin yemek yaparak gelenleri ağırlaması cahiliye adet ve örflerindendir.” Bundan şiddetle sakındırmıştır İmamı Ahmet.

Cerir b. Abdullah naklediyor; dedi ki; “ölü evinde toplanıp ölünün ailesine ölü gömüldükten sonra yemek hazırlatmayı şeran yasak olan “niyaha” dan sayardık. Yani cahiliye adetlerinden kabul ederdik.

Ne yazık ve garip ki bu gün bu cahiliye örf ve adetleri yaşadığımız bölgenin yaygın örfünün ruhunu ve özünü oluşturmaktadır.

Sayfa 249–250

--

--