Bir Türkiye Hayali — İnceleme ve Alıntılar

Selçuk R. Şirin - Bir Türkiye Hayali — İnceleme ve Alıntılar 44

Samet Onur
8 min readSep 24, 2021

İnceleme

Veriler Veriler

Selçuk Şirin’in okuduğum ikinci kitabı olan “Bir Türkiye Hayali” beni ilki kadar etkilemese de okunmayı hak ettiğini söyleyebilirim.

Yazarın okuduğum ilk kitabı olan “Yol Ayrımındaki Türkiye”de bize dair çok daha fazla yazının ve tespitin olduğunu belirtmem gerek. Bu kitapta da bize dair öneriler, tespitler var; lakin daha yüzeysel bir şekilde. İlk kitaptaki gibi yapılan tespitler veriler, araştırmalar, istatistikler gibi birçok veri eşliğinde ortaya konulmuş.

Amerika’da yaşayıp Türkiye üzerine bu kadar dertlenen, çözüm öneren bir kişinin olması ise beni çok etkiledi açıkçası.

Toplamda 5 bölüm üzerine inşa edilmiş bu eserin bölüm başlıkları şöyle: Toplum Üzerine Sayısal Denemeler, Eğitim Üzerine Sayısal Denemeler, Politika Üzerine Sayısal Denemeler, Kalkınma Üzerine Sayısal Denemeler ve Çare Biziz.

Bunlar arasında en dikkatimi çeken yazıların toplandığı bölüm “Toplum Üzerine Sayısal Denemeler” başlığını taşıyan bölüm oldu. Bu bölümde özellikle Suriyeli çocuklara dair değerlendirmeler, Türkiye’de sosyal medya kullanımının yüksek oluşunun nedenleri, ahlaksızlığın doğasına dair verilerle çarpıcı tespitler var.

Ayrıca kitabın birçok yerinde işlenen konunun daha ayrıntılı şekilde anlatıldığı “Yol Ayrımındaki Türkiye” kitabına atıf da, aslında incelediğim kitabın onun üzerine inşa edilmiş bir kitap olduğunu gösteriyor. Bunlara rağmen, faydalı ve bilgi dolu yazılar da yok değil.

Alıntılar

Türkiye’de İyi İş Sahibi Olmak için Becerikli Olmaya Gerek Yok

Üstün beceri karın doyurmuyor

OECD ülkelerinde beceri seviyesi arttıkça istihdama katılım da artıyor. Bu durumun istisnası Türkiye!

Bizde beceri seviyesi artınca istihdama katılım artmıyor!

Yani işsizlerimizin beceri seviyesiyle iş sahibi olanların beceri seviyesi neredeyse aynı!

Ancak işin daha vahim bir boyutu var: OECD ülkelerinin aksine Türkiye’de aynı beceriye sahip insanlar birbirinden çok farklı gelire sahip olabiliyor. Bir başka ifadeyle, öteki ülkelerin aksine bizde düşük beceri seviyesindeki bir kişi, üstün beceri seviyesindeki bir kişi ile neredeyse aynı gelir seviyesine rahatlıkla sahip olabiliyor. Durum böyle olunca da beceri hayatta başarılı olmak için elzem bir unsur olmaktan çıkıyor.

İnsanlar da becerilerini geliştirmek yerine, kendilerine hayatta başarı getirecek “başka” becerilere yöneliyor. O başka becerilerin dünyada bir karşılığı yok, ama belli ki bizde bir karşılığı var. Hal böyle olunca da ortaya nüfusunun yalnızca yüzde 1'inin dünya ekonomisinde rekabet edebilecek beceriye sahip olduğu bir ülke çıkıyor.

Sayfa 173–174

Ahlaksızlığın Sebebi Birey Değil Sistemdir

Birey değil, sistem

Ahlakı yalnızca bireysel kavramlarla, bireylerin zaaf ya da erdemleriyle açıklamak meselenin bu sistemsel boyutunu kaçırmak demektir. O boyutu kaçırdığımız zaman, yani ahlakı bireysel bir kavrama hapsettiğimiz zaman ahlaklı insanları kahramanlaştırmaktan, ahlaksız insanları da şeytanlaştırmaktan kendimizi alıkoyamayız. Yine bu dar bireysel yaklaşımla ahlaksızlığın neden belli toplumsal sistemlerde daha yaygın olduğunu anlamak da mümkün olmaz, bu da ahlakın bireysel olduğu kadar toplumsal bir kavram olduğunu gösterir.

İnsanın özünde var olan bireysel çıkar eğilimini toplumsal çıkar lehine dönüştürmek, medeni bir hayat kurmanın özü.

Ahlak üzerine yapılan karşılaştırmalı araştırmalarda ortaya çıkan veriler de bunu doğruluyor: Demokratik bir hukuk düzeni kuran toplumlarda ahlaksızlık azalıyor. Totaliter sistemlerde ahlaksızlığın her türlüsü artıyor.

O nedenle artık beşeri gelişmişlik çalışmalarının odağında bir refah göstergesi olarak “toplumsal güven endeksi” yer alıyor. Çünkü bir toplumda başkalarına güven arttıkça o toplumda ahlaksızlık azalıyor, üretkenlik ise artıyor.

Türkiye toplumuna bu açıdan baktığımızda karşımıza son derece karamsar bir tablo çıkıyor. Dünya Değerler Araştırması’na göre bizde “İnsanlara güvenirim” diyenlerin oranı yüz kişide sadece 12, bu oranla 58 ülke içerisinde sonlardayız (44. sıradayız).

Daha açık toplumlarda, örneğin Hollanda’da bu oran yüzde 66, İsveç’te yüzde 60 ve Almanya’da yüzde 44.

Bu verileri detaylıca inceleyince sorunun kaynağında hukuk sistemi ve gelir dağılımındaki arızalar olduğu ortaya çıkıyor. Bu iki alanda sorunu olan ülkelerde, yani hukukun üstünlüğünü inşa edememiş, bireyler arasında uçurumlar yaratmış ülkelerde toplumsal güvensizlik en üst noktaya çıkıyor.

Özetle, ahlaksızlığın genelleşmesini ben insani değil toplumsal bir zaaf olarak açıklıyorum. Gündelik hayatı ve politikayı saran bu durum, insanın özündeki “kötülük”ten kaynaklanmıyor. Düşünememekten, cahillikten hiç kaynaklanmıyor.

Ahlaksızlık dediğimiz bu durumun kaynağı bir arada yaşamak için kurduğumuz eğitim ve hukuk sisteminde.

Eğer Türkiye toplumu eğitimden hukuk sistemine bir dizi reformla bir arada yaşama etiğini yeniden inşa ederse, bugün adına ahlaksızlık dediğimiz girdaptan çıkıp refah toplumu olma yönünde önemli bir adım atmış oluruz. Her şey bir tercih meselesi.

Sayfa 62–63

Dört Aşamalı Ahlaki Davranış Modeli

James Rest’in dört aşamalı ahlaki davranış modeli

James Rest’in, akademik çalışmalarımda sıkça başvurduğum modeline göre ahlaklı bir davranış dört aşamada ortaya çıkıyor. Bu aşamalardan herhangi birinin eksik olması ahlaksızlığa yol açıyor.

Ahlaklı bir davranış için ilk aşama ahlaksızlığa karşı duyarlı olmaktır.

Ahlaksızlığa şahit olunca durup o olaya odaklanır mısınız, yoksa görmezden mi gelirsiniz?

Diyelim ki gözünüzün önünde bir görevli rüşvet aldı. Ne yaparsınız? Hiçbir şey yokmuş gibi işinize devam mı edersiniz, yoksa durup “Ne oluyor?” mu dersiniz? İkincisini yaptığınız vakit ahlaki bir davranış için ilk adımı atmış olursunuz.

Ahlaki bir davranış sergilemenin ikinci aşaması ahlaki bir muhakemeye sahip olmayı gerektirir.

Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu gösteren bir cetveliniz olmadan ahlaki davranış ortaya çıkmaz.

Yine yukarıdaki örnekten yola çıkarsak: Rüşveti fark ettiniz. Ortada bir ahlaksızlık olduğunu seziyorsunuz ama emin değilsiniz. Ahlak prensipleriniz nelerdir? “Medeni bir toplumda hiç kimse haksız kazanç elde edemez” prensibine sahip iseniz rüşveti şikâyet etmeniz en doğru yol. “Bal tutan parmağını yalar” derseniz olayı unutmanız mümkün. “Şikâyet edersem başıma iş gelir” kaygısıyla “önce kendimi düşünmeliyim” derseniz rüşveti görmezden gelmek makul bir seçenek. Bu aşamada amaç kişisel ahlaki prensipleriniz çerçevesinde seçenekleri sıralamak.

Ahlaki bir davranışın üçüncü aşaması ahlaki motivasyon.

Bazen ahlaksızlığı gördüğünüzde ne yapmanız gerektiğini bilebilirsiniz ama doğru olanı yapmak için yeterince motivasyonunuz olmayabilir.

Yukarıdaki örnekten yola çıkarsak eğer, rüşveti ahlaksızlık olarak görüyorsanız, belli bir risk de alarak durumu şikâyet eder misiniz? Yoksa başka motivasyonlar, mesela güvenlik kaygısı, sizi diğer seçeneklere, yani durumu görmezden gelmeye mi iter? İşte bu aşamada niyet ve davranış birbirinden ayrılıyor. İyi niyet sahibi olmanız ve neyin ahlaki olduğunu bilmeniz tek başına sizi ahlaki bir davranışa itmiyor. Doğru olanı yapmak için niyet ve bilgi kadar motivasyon da şart.

Ahlaki bir davranışın ortaya çıkması için gerekli son aşama ahlaki eylem.

Bu aşama cesaret, kararlılık ve niyetinizi eyleme geçirecek bir beceriye sahip olmayı gerektirir.

Rüşveti ahlaksızlık olarak görüp bunu şikâyet etmek için gerekli motivasyonunuz olabilir ama bu motivasyonu eyleme geçirme noktasında yeterli bilgi ve beceri birikiminiz olmayabilir. Kime, nasıl şikâyet edilecek? Polise mi gidilmeli, basına mı gidilmeli? Bu sorulara verilecek yanıtlar ahlaki davranışın şeklini belirler.

Bu ahlaki davranış modelinin işlevsel yanı, ahlak kavramını soyut, uhrevi ya da tamamen bireysel olmaktan çıkartıp onu somut, gözlemlenebilir ve toplumsal bir vaka olarak ortaya koymasıdır. Bu anlamda daha ahlaklı bir toplum için bireysel tercihler kadar toplumsal sistemin niteliği de önemli. Ahlaksızlık tek başına bireysel tercihlerle açıklanamayacak bir kavram.

Sayfa 60–61

Türkiye’de Ahlakın Kaynağı: Kutsallık

Yukarıdaki tabu-tiksinti senaryosu üzerinden örneklersek, katılımcılar herhangi bir tiksinti duygusunu meşrulaştırmaya çalıştıklarında, bir başka ifadeyle herhangi bir olayı ahlaksız olarak damgaladıklarında, en sık olarak günah kavramını öne çıkartıyorlar. Kutsallıktan sonra sırasıyla “toplumsal düzeni tehdit” ve “bireysel haklara tecavüz” en sık başvurulan ahlaki meşrulaştırma araçları.

Bu bulgularla Türkiye örneklemi ABD, Brezilya, Filipinler ve Japonya’dan epey farklı. Bu ülkelerin hiçbirinde kutsal değerler bizdeki kadar ahlaki yargıları belirleyici bir rol oynamıyor. Bu kültürlerde bireysel etik değerler ahlaki yargıları belirliyor.

Bir başka ifadeyle ahlaki olarak herhangi bir şeye iyi ya da kötü demek için biz kutsal değerler üzerinden bir gerekçe ileri sürerken onlar bireysel etik üzerinden bir meşrulaştırma kullanıyor.

Sayfa 53

En büyük 5 pişmanlık

Şu 5 Pişmanlığı Yaşamayın!

Ölüm döşeğinde olsanız en çok neden pişmanlık duyardınız? Yok, korkmayın ölüm üzerine bir yazı değil bu. Tersine hayatın gerçek manası üzerine bir deneme. Devam edin okumaya, pişman olmayacaksınız.

Ölüm döşeğindekilere kulak veren hemşire

Bronnie Ware ölüm döşeğindeki hastaların son 12 haftasını geçirdiği geçici ünitede 8 yıl hastalarla tek tek sohbet etmiş bir hemşire. Onların ölmeden önce en çok neden pişman olduklarını anlamaya çalışmış. Bulduklarını büyük bir titizlikle tasnif edip kişisel blogunda paylaşmış. İlk sene 3 milyondan fazla kişinin okuduğu bu listeyi sonradan Ölmeden Önce En Çok Pişman Olduğumuz 5 Şey adlı kitaba aktarmış. Bu konunun yoğun ilgi görmesinin anlaşılır bir nedeni listedeki her pişmanlığın hayata dair sarsıcı bir ders olması.

En büyük 5 pişmanlık

Peki, neydi ölmeden önce itiraf edilen en büyük pişmanlıklar? Özetle geçeyim: Keşke hayallerimden vazgeçmeseydim, aşırı yoğun çalışmasaydım, duygularımı daha çok paylaşsaydım, dostlarımla bağımı korusaydım ve mutlu olmayı seçseydim. İsterseniz tek tek açalım bu hayat bilgisi dersini.

1. Keşke hayallerimden vazgeçmeseydim!

En yaygın pişmanlık ne biliyor musunuz? Neredeyse ölüm döşeğindeki her hasta şunu söylüyor: “Şimdiki aklım olsaydı kendi hayallerimin peşine daha ısrarla düşerdim!” Hepimizin yaşayacak bir hayatı var. Kimimiz bu hayatı başkalarının bize biçtiği hedefler için yaşıyoruz. Kimimiz de kendi yolunu bulmak için sürüden ayrılıyor. Anlaşılan o ki başkalarının hikâyesinde figüran olmak en büyük pişmanlık. Saadet kişinin kendi hikâyesinin kahramanı olmasında…

2. Keşke aşırı yoğun çalışmasaydım!

Ölüm döşeğindeki herkesin ama özellikle de erkeklerin neredeyse tamamının altını çizdiği bir nokta var: Çok çalışmak! İş için aile ve dostları ihmal eden insanların pişmanlığı bu. Çocuklarının nasıl yetiştiğine şahit olmayan, aileyle geçirilen tatilleri parmaklarıyla sayan insanlar. Anlaşılan o ki hayatın sonuna gelindiğinde iş dünyasında elde edilen başarılar, para, prestij pek de bir anlam ifade etmiyor. Bütün bunlardan geriye iş için vazgeçilenlerin pişmanlığı kalıyor.

3. Keşke duygularımı ifade etme cesaretini gösterseydim!

Gündelik hayatın dayattığı gelenekler ve kurallar içinde çoğu zaman gerçek duygularımızı saklıyoruz. Sonra da pişman oluyoruz, gerçek duygularımızı ifade etmediğimiz için. Bu pişmanlığın bizde daha yoğun olduğunu tahmin ediyorum. Çünkü çok duygusal bir toplumuz -erkeği en çok ağlayan ülkelerden biriyiz- ama aynı zamanda duygularımızı ifade etme konusunda son derece tutuk bir halimiz var. Mesela çok ağlıyoruz ama hâlâ içten bir “Seni seviyorum” demekte zorlanıyoruz. Siz siz olun, sevdiklerinize duygularınızı söylemeyi ertelemeyin.

4. Keşke dostlarımla bağımı korusaydım!

Çocukluk arkadaşları, ilk gençlik arkadaşları, okul, askerlik, iş arkadaşları… Mahalleden, apartmandan arkadaşlar… Hikâyemizin kahramanları. Onlar olmadan bizim de hikâyemiz yok. Hayat telaşına kapılıp dostlarını ihmal etmenin pişmanlığı ölüm döşeğindeki en büyük keder. Pişman olmak istemiyorsanız arayın eski arkadaşlarınızı…

5. Keşke mutlu olmayı seçseydim!

İncir çekirdeğini doldurmayacak şeylere takarak hayatı kendine zehir edenlerin pişmanlığı. Hep başkalarını mutlu etmek için kendi mutluluğundan feragat etmek. Değişimden korkarak alışkanlıkların sıkıcı dünyasına kendini hapsetmek. Ölüm döşeğinde hepsi pişmanlık nedeni. “Keşke biraz daha çok gülseydim, keşke biraz daha çok komiklik yapsaydım” diyen o kadar çok ki. Mutlu olmak bazen bir tercih meselesi. Özellikle de küçük şeylerle mutlu olmak.

Başkalarına ipotekli bir hayat sizin değildir. Kendi hayatınızı seçin!

Şimdi diyeceksiniz ki hocam bize son pişmanlığı anlatmak için ta Avustralya’daki hemşireye gitmeye ne gerek vardı. Haklısınız zira bütün bu hayat dersini muhteşem dizeleriyle Necatigil anlatır:

SEVGİLERDE*

Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.

Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.

Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek. Yılların telâşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.

Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit olmadı.

Behçet Necatigil

Sayfa 213–215

--

--