Elçi — İnceleme ve Alıntılar

Şaban Öz - Elçi — İnceleme ve Alıntılar

Samet Onur
Türkçe Yayın

--

İnceleme

Roman Tadında Bir Siyer

Şaban Öz’ün Hz. Muhammed’in hayatını roman tekniği kullanarak kaleme aldığı “Elçi” isimli kitabı birçok siyer kitabına göre daha farklı bir yerde duruyor. Çünkü “Elçi”de ince eleyip sık dokuyan bir akademisyenin Hz. Muhammed’in hayatını anlatma noktasında kendi sahasının dışına çıkarak farklı bir tarzla, ama edebiyat uğruna doğru bilgiden ödün vermeden bir anlatı yaptığına tanık oluyoruz.

Bu değerli kitap, Hz. Peygamber’in hayatına dair okuduğum romanlar arasında yaşanan olayları daha iyi anlama, bunların sebeplerini kavrama ve bağlantı kurma noktasında ciddi bilgiler vermektedir. Zeynelabidin Rahnüma’nın “Hz. Peygamber”i ve İskender Pala’nın “Bülbülün Kırk Şarkısı” kitapları siyerin roman tarzında sunulduğu ve okuduğum diğer “roman tadında siyer”ler. Şaban Öz’ün “Elçi”sini de bu listeye dâhil edersek, üç kitap arasında diyalogların başarısı ve verilen bilgilerin sahihliği konusunda en sonuncunun daha başarılı olduğunu söyleyebilirim.

“Elçi”, diyalogların ön planda olduğu bir kitap. Bundan dolayı tasvir, üslup gibi edebi konularda biraz cılız kaldığını söyleyebilirim. Ancak siyerin derinliklerine gitmek, bu derinlikte kaybolmadan doğru bilgiyi de elde etme imkânını vermesi, “Elçi”nin rakipleri arasında ayırıcı vasfı olarak karşımıza çıkıyor. Ne edebiyat uğruna hurafe ne de doğru bilgi uğruna kuru bir üslup tercih edilmemeye özellikle dikkat edildiği kitabın tamamında kendini hissettiriyor. Bahsettiğim şeyleri bir araya getirerek Hz. Peygamber’in hayatını öğrenmek isteyen ve akademik kitapları sıkıcı bulanlara siyeri hem en çok okunan tarz olan roman şeklinde vererek hem de bunu yaparken olağanüstü, hurafe, aslı olmayan şeyleri vermeden sağlıklı ve doğru bir bilgi vermeyi amaçlayan Sayın Şaban Öz’e teşekkür etmek istiyorum.

Öz, romanında tarih belirtme konusunda biraz gevşek davranıyor. Olayların olduğu zamanı belirtmekten ziyade şahısların ruh hali, olayın perde arkası gibi konular kitabın genelinde daha önem verilen konular arasında yer alıyor.

Okuduğumu söylediğim üç romanlaştırılmış siyerin “Elçi” hariç diğerlerinde, Hz. Peygamber’in doğumu kitabın başlangıcı olurken, bu kitapta başlangıç Ebû Zer’in Mekke’den bir peygamber çıktığı haberini alması üzerine yaptığı şeyleri anlatmakla başlıyor. Kendinizi bir anda çölün ortasında Gıfar kabilesi içinde bir bedevi yanında buluyorsunuz ve onunla beraber “Elçi” hakkında bilgi almaya çalışıyorsunuz.

“Elçi”nin bahsettiğim diğer kitaplardan ayrılan başka bir özelliği ise doğrudan Hz. Peygamber’den bahsetmek, onu merkeze almak yerine etrafındaki kişilerin onun hakkında konuşmaları ve yaşantılarını merkeze almasıdır. Bu da Hz. Peygamber’in nübüvvetinin ilk yıllarından son yıllarına kadar etrafındaki kişilerin onun hakkında ne düşündüğü, ona nasıl davrandığı gibi konuları öğrenmemize yardım ediyor. Bu anlatım tarzı siyere farklı bir açıdan bakmamızı da sağlıyor.

Hz. Peygamber konusunda doğru bilgiyi amaçladığını söylediğim kitabında Şaban Öz, bunu bazen kişileri konuşturarak yapıyor. Mesela mucize üzerine şöyle bir diyalog veriyor (s. 112–113):

“Daha uzun uzun konuştular. Bir sonraki yıl buluşmak ve bu süre zarfında devamlı mektuplaşmak üzere sözleştiler. Elçi, çadırdan ayrılırken Mekke’de pırıl pırıl bir yaz gecesi başlamıştı. Bu gece dolunay sanki daha bir yakındı. Elçi uzansa, belki yakalayabilirdi. Çadırdakiler de çıkmışlar, onları yolcu etmişlerdi. Giden bu üç kişilik kafile tarihi değiştiriyorlardı.

Tarihi değiştirip değiştiremeyeceklerini kendileri bilmiyorlardı ama o çadırdaki altı kişinin hayatı da şimdiden değişmeye başlamıştı. Bunlardan Amir oğlu Ukbe dolunayı işaret ederek,

- Ne kadar büyük değil mi? dedi.

Grup içerisinde sadece Haris oğlu Avf cevap verdi,

– Evet, ben de onu düşünüyordum.

– Hani Kureyş bu adama bu kadar eziyet etmiş, yapmadığı rezillik kalmamış ya?

Diğerleri ilgiyle,

- Eee? dediler. Ukbe gözünü dolunaydan ayırmaksızın,

– Diyorum ki keşke Elçi’nin de diğer peygamberler gibi bir mucizesi olsaydı da herkes ona iman etseydi!

Abdullah oğlu Haris,

- Gerçekten harika bir şey olurdu, diye destek verdi arkadaşına. İçlerinde her zaman en az konuşanı Utbe,

Mesela nasıl bir mucize? Ukbe hiç duraksamaksızın,

– Hani Yahudiler hep anlatıp duruyor ya Musa, Kızıldeniz’i yarmış. Muhammed de ayı yarmış olsaydı…

Esad,

- Böylece iman etselerdi! Mucizelerin ürettiği inançlar işe yarasaydı Allah Muhammed’i göndermezdi!”

Yanlış ve ilave bilgiden arıtılmış şekilde bilgi vermesi açısından Hz. Ömer’in müslüman oluş serüveni gayet iyi bir örnek olarak duruyor (s. 51 vd.). Şaban Öz’ün siyer üzerindeki yanlış bilgileri ayıkladığı başka bazı noktalar şunlar:

- Hz. Ömer’in kırkıncı müslüman değil, o anda Hz. Peygamber’in yanındaki kırkıncı kişi olduğu (s. 59–60)
- Boykot uygulamasında sadece Haşimiler ve müttefiklerinin boykota maruz kaldığı, bunun müslümanlara değil, Hz. Muhammed’i teslim etmeyen kabilesine yapıldığının belirtilmesi (s. 82)
- Boykot metninin böcekler tarafından yendiği için değil, Mekkeli ve insaflı birkaç kişinin girişimi sonucu bitirildiğinin belirtilmesi (s. 90)
- Hatice’nin evlendiğinde 28 yaşında olduğu (s. 91)
- Hicret esnasında mağaradaki güvercin ve örümcek olayından bahsedilmiyor (s. 134)
- Hz. Peygamber’i Yesrib’de karşılama esnasında “taleal bedru aleyna” ilâhisi ile karşılandığı geçmiyor (s. 135)
- Bedir, Uhud ve Hendek gibi büyük savaşlarda herhangi bir mucize olayından bahsedilmiyor.

Sonuç olarak “Elçi”, hem Cahiliye Araplarının kültürünü, yaşayışını anlama noktasında, hem Hz. Peygamber’in nübüvvet sonrası başından geçen olayların diğer kişilerin gözüyle nasıl olduğunu görme noktasında hem de roman olsun ama siyer de olsun diyenlerin okuması ve başkalarına da tavsiye etmesi gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum.

Alıntılar

Ömer’in Elçiyle İlk Karşılaşması

- Ağır ol Ömer!

Ömer birden irkildi. Aklındaki sorular yüzünden takibini unutmuştu. Şimdi Elçi tam karşısında duruyordu. Birden aklına kılıcını getirdi. Keşke yanımda olsaydı, hemen burada işini bitirirdim dedi. Elçi ise üzerine doğru geliyordu. Bir adım geri çekildi, dönüp gitsem diye düşündü. Ama yine kımıldayamıyordu işte. Ne konuşuyor ne de geri çekiliyordu. Elçi, Ömer’in yakasını iki eliyle kavrayıp sarstı,

- Allah’ın birliğini benim elçiliğimi daha ne kadar inkâr edeceksin?

Elçi bu soruyu peş peşe soruyor, her seferinde de sarsıyordu. Ömer’in içi artık buz gibi olmuştu. Ömer üşüyordu. Normalde Ömer’e biri bunları yapacaktı ve Ömer böyle hareketsiz duracaktı!

Ama Ömer artık bir hurma ağacından farksızdı. Yarım saat önce öldüreceğini söylediği adam yakasını tutmuş onu tartaklıyor o ise sesini çıkaramıyordu. Elçi bırakıp yoluna devam ederken kendine gelir gibi oldu. “Anan ağlasın Ömer” diye mırıldandı. Şükürler olsun ki kimse görmedi. Yoksa Kureyş gençlerinin eğlencesi olurdu. “Kendini beğenmiş piçler” dedi.

Ya Muhammed anlatırsa? Bu düşüncesine kendisi de güldü. Onu iyi tanıyordu düşmanı dahi olsa asla kimseyi rencide edemezdi. Bu kadar iyi bir insan!

Kureyşe göre cinlenmiş bir sihirbaz! Bu şehirde o deliyse akıllı kim o zaman?

Etrafına bakındı hâlâ yerinde duruyordu. Hızlıca evine doğru yürüdü.

Sayfa 53

Elçi’nin Ardından

- Ya Allah artık bizimle konuşmazsa?

Herkes yalanladı bunu! Daha yaşamalıydı. Yine de akıllarına geldi, neden yaşamı tercih etsin sorusu.

Hiç kimse onun kadar ölüm acısı yaşamamıştı. Anne, dede, oğul, kız, amca, eş, arkadaş… Yeryüzünde bir benzeri daha yoktu bu kadar acıyı bir ömre sığdıran. Yine de kendilerini tercih etmeliydi. Ümmetine düşkündü o!

Sonra yine akıllarına geldi, hayatın ona hiçbir zaman gülmediği. Yalanlanmış, hakaret edilmiş, dövülmüş, sürgün edilmiş, aç kalmış, taşlanmış, yaralanmıştı! Ama yine de kendilerini tercih etmeliydi.

Niyesini sebebini bilmiyorlardı ama evet, o daha çok yaşamalı, Kisra ve Kayser’in hazinelerinin geldiğini, yetiştirdiklerinin fetihlerini, çağrısının dünyaya yayıldığını görmeliydi.

Kimsenin aklına bunlar gelmemişti şüphesiz. Medine’sinde arkadaşlarının öldürüleceği, arkadaşlarının birbirinin boğazına sarılacağı, ümmetinin çocuklarının vahşice katledileceği, Kabe’nin taşlanacağı, sünnetinin tahrif edileceği, tebliğ ettiği Kur’an’ın çaputlara sarılıp duvarlara, kendisinin hurafelere sarılıp tarihe çivileneceği zamanları görmek istemeyeceği de kimsenin aklına gelmemişti.

Kur’an, “Sen öleceksin” demişti. Evet, ölecek ama şimdi olmaz! Olmamalıydı! Daha vardı. Sonunda hepsi ikna oldu. Belki de ikna oldukları için Pazartesi sabah namazı daha önceki namazlardan çok farklı olmuş, Mescitte yer kalmamıştı. İnsanlar namaz kılıyorlar, dönüp dönüp Aişe’nin kapısına bakıyorlardı. Bugün iyileşecekti, hepsi buna o kadar inanmıştı ki, iyileşip çıktığında orada olmak için mescide koşmuşlardı.

Bir anda saflar karıştı. Elçi kapıdan ümmetine bakıyor, gülümsüyordu. Kaybettikleri ışığa yeniden kavuşmuşlardı işte. Birbirlerine sarılıyorlar, dönüp dönüp Elçi’ye, arkadaşlarına, öğretmenlerine, rehberlerine, komutanlarına, liderlerine bakıyorlardı.

Elçi gülümsüyordu. Öyle bir gülümsüyordu ki! Sanki onlara değil de, “kardeşlerim” dediği asırlar boyunca görmeden kendisine inanacaklara, peşinden gideceklere, tıpkı onların yaptığı gibi hayatları pahasına onu seveceklere gülümsüyordu.

Sayfa 308–309

--

--