Eskimez Yeni — İnceleme ve Alıntılar

M. Hayri Kırbaşoğlu - Eskimez Yeni — İnceleme ve Alıntılar 53

Samet Onur
12 min readDec 1, 2021

İnceleme

Modern Bir Seçki Hadis Şerhi Örneği

M. Hayri Kırbaşoğlu’nun günümüzün ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak oluşturduğu, içindeki yazıların sıralamasını önemine göre yaptığını belirttiği “Eskimez Yeni” adlı eseri, aslında bazı hadis ve konular üzerinde yapılan ve sayısı 52'yi bulan yorumları içermektedir. Ayrıca yazar bu kitabın önceki baskılarında adının “Sünnet’te Çağa Elli İki Mesaj” olduğunu da söylemektedir.

Hayri Hoca, ön sözde böyle bir kitaba ihtiyaç bulunduğunu düşünerek kendi hadis projesinde sıralama değişikliğini yaptığını belirtmektedir. Bu kitabı daha çok İslami ilim tedrisinde bulunan insanlar için değil de, halk için yazdığını da yine aynı yerde söylemektedir. Zaten söz konusu edilen kitaptaki yazılar okunduğunda bunların kısa ve sohbet havasında yazıldığı da anlaşılıyor.

M. Hayri Kırbaşoğlu, halk için yazdığını belirttiği bu eserinde konuların sırasını da özenle seçmiş ve belli bir sisteme göre düzenlemiştir. İslam’ı anlamak adına bazı yorumlarda bulunduktan sonra cahiliye ve tevhid hakkında yorumlarda bulunmuş, daha sonra Allah anlayışı, Hz. Peygamber’i anlamak, Kur’an’ı anlamak, ihsan, takva, cihad, emri bil maruf, sosyal dayanışma, işçi hakları, adil gelir dağılımı, tevekkül, besmele, İslâm’ın ilme bakışı, kadın meselesi ve ibadetleri anlamak başlıkları ile kitabı noktalamıştır. Mezkur dizilime dikkat edilirse burada aslında bir mesaj olduğu ve bir bilinç verilmeye çalışıldığı ortadadır. Hayri Hoca, önceliklerimizi yeniden düzenlenmemizi istemekte, bozulan anlayışımızın ıslahı için çabalamaktadır.

Kitaptaki yazılara gelecek olursam birçoğunu başarılı bulduğumu belirtmem gerek. Bu yazıların birçoğunda kelime tahlili yapılmakta, konuya dair günümüzden örnekler verilmekte ve şimdi bu konu için neler yapabileceğimiz araştırılmaktadır. Özelikle az sonra isimlerini vereceğim yazıları yeniden okunmaya değer görüyorum: “Cahiliye ve İslam”, “Tevhid’i Anlamak”, “İbadet Kavramını Anlamak”, “Hz. Peygamber’in Doğum Gününü Anlamlandırmak”, “İslâm’ın Orijinalitesini Muhafaza Etmek”, “Takvayı Anlamak; Takva, Ahiret Merkezli Bir Kavramdır” ve “Sosyal Dayanışma: Dertler Paylaşıldıkça Azalır”.

Sonuç olarak modern bir hadis şerhi okumak isterseniz bu eseri okumanızı tavsiye ederim.

Alıntılar

Sünnet Hayatın İçinden Gelmiştir

İtina gösterdiğimiz diğer bir husus ise, seçilen hadis rivayetlerinin, İslam dünyasının günümüz gerçekleriyle, özellikle de üzerinde durulması gereken acı gerçekleriyle ilgili olmasına dikkat edilmesidir.

Çünkü bu eserin amacı, şerh literatürü alanında geçmişte ve günümüzde yazılmış olan ve çoğu birbirinin tekrarı olan yüzlerce esere bir yenisini eklemek değildir.

Hele hayattan kopuk, klişeleşmiş beylik ifadelerin tekrarlandığı, sahaya inmek yerine fildişi kulelerinde profesyonel (!) işi metinler yazmayı tercih edenlerin ürettiği tarzda bir eser yazmak hiç değildir.

Tam aksine yazarın amacı, son derece genel ve her zaman ve mekânda geçerli olabilecek klişeler yerine, İslam dünyasının ve onun bir parçası olan toplumumuzun can yakan acı gerçekleri karşısında, Hz. Peygamber’in Sünneti’nin (model) bizlere nasıl yol gösterebileceği sorusundan yola çıkmaktır.

Amaç bu olunca, seçilen hadis rivayetlerinin, ağırlıklı olarak, önceliklere göre belirleneceği ve önem sırasına göre ele alınacağı da tabiidir. Elinizdeki bu eserde yer alan hadis rivayetlerinin, konuları itibarıyla en önemli olandan başlanarak bir sıralamaya tâbi tutulduğu dikkatinizden kaçmayacaktır. Binaenaleyh İslami eserlerde genellikle ilk sıralarda ele alınmasına alıştığımız, namaz, oruç, hac ve kurban gibi konuların, bu eserde son sıralarda zikredilmiş olması sizleri şaşırtmamalıdır. Bilakis bu sıralama, İslam dünyasının öncelikli konularının namaz, abdest, oruç gibi meselelerin dışında aranması gerektiği mesajını vermeyi amaçlayan bir sıralamadır.

Sayfa 11–12

Sünnet Yeniden Yorumlanmak Zorundadır

Sizlerin fark edebileceği gibi, aslında bu eserde yorumlanmaya çalışılan rivayetlerin dış anlamı, çoğunlukla günümüz gerçekliğiyle doğrudan ve bire bir örtüşmemektedir. Bu da son derece tabiidir, zira Hz. Peygamber’in yaşadığı dönemle bizim içinde bulunduğumuz dönem tamamen farklıdır. Gerçi bütün zaman ve mekânlarda geçerliliğini muhafaza eden ve insanın insan olmasından kaynaklanan temel insani durumlara dair Hz. Peygamber’in söyledikleri bugün de aynen geçerlidir.

Ne var ki, özellikle bizim bu eserde ele aldığımız konulara ilişkin olarak Hz. Peygamber’in doğrudan değil, ancak dolaylı olarak bizlere bir şeyler söylemesi mümkündür.

Bu sebepledir ki Hz. Peygamber ile aramızdaki on beş asırlık zaman farkını kapatmak ve bu farkın getirdiği köklü değişiklikler alanında ve yeni durumlar karşısında Hz. Peygamber’in bize hitap etmesini sağlamak ise, ancak yorum yoluyla mümkün olabilir. Böyle olunca da, Hz. Peygamber’den rivayet edilen bu sözler ve uygulamalar, ancak bizim için bir hareket ve çıkış noktası olabilir, yola devam etmek ve karşı karşıya bulunduğumuz meselelere anlam vermek, yorum ve çözüm getirmek ise tamamen bize düşmektedir.

Bir anlamda burada yapmaya çalıştığımız şey, Hz. Peygamber’in Sünneti’ni 21. yüzyıl şartlarında yeniden üretmekten başka bir şey değildir. Kuşkusuz bu tür çabalar her zaman müzakereye açıktır. Ancak bizce yapılması gereken de bundan başka bir şey değildir. Bir diğer ifadeyle geçmiş ulemanın kendi dönemlerinde yaptıkları gibi, bizim de kendi dönemimizin şartlarını göz önüne alarak Sünnet’i sürekli yeniden yorumlamamız gerekmektedir.

Sayfa 13

Doğuştan Müslümanların Handikapı ve Cahiliye

Kur’an’ın insanlığa sunduğu İslam, asla taklit psikolojisine dayalı bir din anlayışı değildir . Kur’an’a göre ideal olan, İslam’ın şuursuzca ve bilinçsizce değil, araştırılıp öğrenildikten sonra şuurla kabul edilmesidir.

Bu yüzden diyebiliriz ki, bugün Müslümanların en büyük eksiklikleri, İslam’ı bir kültür olarak ve taklit ruhuyla taniyıp kabul etmeleridir. Bu geleneksel İslam anlayışını Kur’ani manada İslam’a çevirmek, bugün bir Müslümanın yapması gereken en hayati görevdir. Bunun için yapılacak ilk iş, İslam’ın Kur’an’a göre ne anlama geldiğini ortaya koymaktır.

Ancak, İslam’a zıt her türlü inanç ve düşünce sistemlerini ifade eden bir kavram olan ‘cahiliye’nin ne olduğu anlaşılmadan, İslam’ın manasını da tam olarak anlamak mümkün değildir.

Bu yüzden Hz. Peygamber’in misyonu da, Müslümanların kafalarında sadece İslam düşüncesini yerleştirmeye çalışmaktan ibaret kalmamıştır. O, bir yandan Müslüman kafayı yetiştirmeye çalışırken, bu kafanın oluşmasını engelleyecek her türlü gayri İslami fikir ve düşüncelere karşı da onları sık sık uyarmıştır. Gerek Kur’an’ın, gerek Hz. Peygamber’in Müslümanları daima uyardığı İslam dışı kavramların başında işte bu ‘cahiliye’ kavramı gelmektedir . Nitekim onun (sas.) ümmetini, cahiliye inanç, düşünce ve davranışlarını süratle ve kesin olarak terk etmeleri yönünde sık sık uyardığına dair birçok rivayet elimizde mevcut ise de, bunların içinde belki de en önemlisi, Veda Haccı esnasında söylemiş olduğu rivayet edilen şu sözlerdir:

“Cahiliye dönemine ait ne varsa, hepsi de ayaklarımın altındadır.”

Sayfa 33

Çağdaş Hadis Şerhi Nasıl Olmalıdır?

Bu noktada yorumdan ne kastettiğimize de açıklık getirmek yerinde olur. Kısaca yorumdan kastımız, bir metnin dil, bağlam, tarih vb. açılardan incelenerek, gerekli açıklamaların yapılmasından ziyade, günümüz İslam dünyasının çözüm bekleyen acil ve öncelikli meseleleri (olgu) ile, bu meselelerle ilgili olabilecek hadis rivayetleri (nass) arasında bağlantı kurmaktan ibarettir. Burada önceliğin ‘olgu’da olduğunu ve rivayetlerin seçilmesinde olgunun belirleyici olduğunu özellikle vurgulamak gerekir.

Dolayısıyla, sırf şerh etmiş olmak için, günümüzün gerçeklikleriyle hiç ilgisi bulunmayan birtakım rivayetleri açıklamak şeklindeki hadis yorumculuğuna taraftar olmadığımız da bu suretle anlaşılmış olmaktadır. Zaten bu tür bir yorumculuğa gerek de yoktur; zira asırlar boyunca ulemamızın yaptıkları çalışmalar bugün için de tatminkâr sayılır. Kaldı ki bugün çağdaş hadis şerhleri olma iddiasındaki pek çok esere yakından bakıldığında, bunların 21. yüzyılda yazılmış olmak dışında çağdaş olmakla herhangi bir ilgisinin bulunmadığı kolaylıkla görülecektir.

Dahası çağdaş hadis şerhleri olma iddiasındaki çalışmaların büyük çoğunluğunun içerik olarak, klasik eserlerin tekrarından öteye gitmediğini de söylemek mümkündür.

Biraz daha açık bir şekilde söyleyecek olursak, elinizdeki bu eserde sergilenen yorum anlayışı, İslam Düşüncesinde Sünnet adlı çalışmamızda da savunduğumuz gibi, rivayetlerin altında yatan mana, ruh, ilke, değer, amaç veya hikmeti esas alarak, bu ruh veya ilkeler doğrultusunda çağdaş durumumuzu anlamlandırmaktan ibarettir.

Sayfa 13–14

Cahiliye nedir?

Cahiliye kavramının diğer yüzü ise, onun insan ve entelektüel kapasitesi üzerindeki olumsuz, hatta yıkıcı etkisidir. Kur’an’ın anladığı manada cahil, zihnen kör olandır. Böyle biri olayların içine giremez, eşyanın derinliklerine nüfuz edemez, daima yüzeyde kalır. Onun anlayışı sathidir ve o her zaman sathi görüşüne göre hareket etmek ister. Bundan dolayı Kur’an, genellikle bu kelimeyi, dinî bakımdan sathi görüşlülük anlamında kullanır.

Kur’an’daki cehl, insanın görünen eşya ve olayların arkasındaki ilahi iradeyi anlayamaması, Allah’ın ayetleri olan kâinattaki bütün varlıkları, Allah’ın ayetleri olarak görememesidir, bu konudaki yetersizliğidir. Böyle bir kimse için varlıklar sadece tabiat varlıklarıdır, herhangi bir şeyin sembolü değildir.

Kur’an’a göre ise Allah, ayetlerini beyyinât yani açık işaretler şeklinde gösterdiği için cehl, çok açık olan dinî gerçeği bile, hatta ilahi vahyin en kolay tarafını bile anlayamamak demektir. Cehl, sadece insanın, etrafındaki varlıkların derinliklerine nüfuz edememesi değildir.

Cehl aynı zamanda, insanın kendi kendini görememesi, kendi değerini idrak edememesi manasına da gelir. Kendini bilemeyen, kendi kapasitesinin sınırını da göremeyen ve bu yüzden kendi insanlık sınırları dışına çıkan kimse de Kur’an nazarında cahildir. Bu görüş açısından, kâfirlerin Allah’a karşı davranışlarını anlatmak için, sınırı aşmak manasında tuğyan ve bağy kelimeleri, cehlin müşahhas ifadeleri olarak kullanılır. Kısacası zihnî bir körlük durumunu ifade eden cehl, Kur’an’da “Gözler kör olmaz, fakat göğüslerdeki kalpler kör olur,” (22/Hac, 46) ayetiyle de ifade edilmiştir.

Görülmektedir ki cehl veya cahiliye kavramının manası, sanıldığı gibi bilgisizlik değildir. Kur’an’ın anladığı manada cahiliye İslam öncesinde olup biten bir olay da değildir. İslam’dan sonra da, bu dinin esaslarına aykırı düşen her düşünce ve davranış cahiliye olarak nitelenebilir. İsterse bu gibi düşünce ve davranışlar, kendisinin Müslüman olduğunu iddia eden birinden sadır olsun, yine de cahiliye olarak nitelenmeyi hak eder. Bu sebeple, İslam’a boyun eğmeyen herkes ve her toplum, medeniyet, ilim ve teknikte ne kadar ilerlerse ilerlesin, Kur’an nazarında cahiliye içerisindedir.

Bu açıdan, içinde yaşadığımız 21. asırda da cahiliyeden söz edilebileceği açıktır. Çünkü İslam’a aykırı her inanç, fikir, nazariye veya davranış şekli, isterse İslam sonrası asırlara ait olsun, aynen İslam öncesi Arapların düşünce ve inançları gibi, cahiliye olarak nitelendirilmek durumundadır. Bu kritere göre bir Müslüman, cahiliye anlayış, düşünce ve inançlarından sıyrılmadıkça kendisini İslam’a boyun eğmiş ve Allah’ın iradesine teslim olmuş kabul etmemelidir.

Meseleye bu açıdan bakıldığında görülecektir ki, bugün ferdiyle toplumuyla Müslümanların, İslam’ı yeniden ve Kur’an’ın anlattığı şekilde anlamalarına, Müslümanlık anlayışlarını yeniden gözden geçirmelerine şiddetle ihtiyaç vardır.

Sayfa 36–37

Tevhid İnancının Özü

Tevhid inancını daha iyi kavrayabilmek için, Kur’an’ın on üç yıl boyunca Mekke’de bu inancı yerleştirmek için sarf ettiği gayret karşısında iyice düşünmek gerekir. Hz. Peygamber, davete başladığında attığı ilk adım, insanları tevhid inancına davet etmek olmuştu.

Halbuki bu inanç, Arapların kalbine girebilmek için gerekli olan yolların en kolayı değildi. Zira Araplar kendi dillerinde “Lâ ilâhe illâ’lah” sözündeki “ilah” kelimesinin ne demek olduğunu, bu sözün ne manaya geldiğini biliyorlardı; ilahlık sıfatının sadece Allah’a ait olmasının esas manasının, kâhinlerin, kabile şeyhlerinin, emîrlerin ve idarecilerinin elinde bulunan otoriteyi çekip alarak, hepsini Allah’a vermek olduğunu çok iyi biliyorlardı. Onlar tevhid inancının sadece kalplere değil, duygu ve düşünceye, pratik hayata, mala ve idareye, ruhlara ve bedenlere de hâkim olacağının farkındaydılar, Araplar İslam davasının kendi durumlarına, başkanlık ve saltanatlarına karşı ne gayeler güttüğünü de biliyorlardı. Zira onlar kendi dillerini, dolayısıyla Lâ ilâhe illâ’lah davasının hakiki manasını çok iyi kavrayabiliyorlardı. İşte bunun için İslam davasına yahut da bu inkılap hareketine son derece şiddetle karşı koydular. Hz. Peygamber’e ve Müslümanlara karşı o korkunç harplere giriştiler.

Binaenaleyh Müslüman iyi bilmelidir ki, gerçek tevhid, her konuda Allah’ın iradesine tam bir samimiyetle teslim olmak, boyun eğmek suretiyle gerçekleşebilir. Bu teslimiyet her şeyden önce imanın bir gereğidir. İşte böyle bir teslimiyetle ilk Müslümanlar İslam nizamına sarılmışlar, İslam’ın koyduğu hükümleri gönül hoşluğu ile kabul etmişlerdir. Bu emirlere tek bir kelimeyle dahi itiraz etmemişlerdir. Kendilerine bu emirlerin yerine getirilmesi gerektiği söylendiğinde buna itiraz etmemiş, zorluk çıkarmamışlardır. Böylece İslam köle ile efendiyi aynı seviyede tutmuş, içkiyi yasaklamış, faizi kaldırmış, kumarı iptal etmiş, bütün cahiliye âdetlerini kökten yok etmiştir. Bütün bunlar, ya Kur’an’ın ayetleriyle veya Rasulullah’ın dilinden dökülen birkaç kelimeyle ortadan kalkmıştır.

Hâlbuki İslam dışındaki sistemler ve idareler, bütün bunlardan yalnız birkaç tanesini başarabilmek için, kanunları, sistem ve prensipleri, güvenlik kuvvetlerini, propaganda ve reklam araçlarını harekete geçirmeleri rağmen, sadece yasaklanmış olan şeylerin görünüşte ortaya çıkmasını engellemekten başka bir şey yapamamışlardır.

İşte İslam’ın insanları davet ettiği ve bizim de böyle bilmemiz ve öğrenmemiz gereken tevhid inancı, böylesine etkili ve yapıcı bir inanç sistemidir. Bu yönden, İslam’ın tevhid inancına denk başka bir inanç ve düşünce sistemine rastlamak mümkün değildir.

Tevhid inancı, bugün için de, fertler ve toplumlarda, tarihtekine benzer bir inkılap meydana getirme gücüne sahiptir Ancak bu inkılabı yapacak olan tevhid, sadece dille söylenen “Allah’tan başka ilah yoktur” sözü değil , dilden kalbe inen, akla ve düşünceye hükmeden, neticede fertlerin ve toplumların benliğini sımsıkı saran şuurlu bir inanç sistemi ve hayat tarzıdır. İşte insanı cennete götürecek olan tevhid inancı da budur.

Sayfa 41–42

Müslümanlık Bitmeyen Bir Durumdur

Müslüman, manası Allah’a teslim olup, boyun eğmek demek olan Müslümanlığını sadece camide veya Ramazan ayında değil, her an, her yerde her hareketinde ispat etmek durumundadır.

Sayfa 51

İbadet nedir?

Cemiyetimizde yaygın olan kanaate göre ibadet, namaz, oruç, Kur’an okumak gibi hususlardan ibarettir. Aslında bu kanaat tamamen yanlış olmamakla birlikte, son derece dar ve eksik olduğu içindir ki, bu açıdan yanlış olduğunu söylemek de mümkündür. Bu eksik anlayışın sebepleri arasında, gerek Kur’an ve Sünnet’teki, gerek fıkıh kitaplarındaki hükümlerin ulemamız tarafından ibadet ve muamelat diye ikiye ayrılması da bulunmaktadır. Sadece anlamayı kolaylaştırmak için pratik bir gayeyle yapılmış olan bu ayırım, zamanla yanlış anlaşılmış ve muamelatla ilgili konuların ibadet kavramıyla alâkası olmadığı zannedilmiştir.

Ancak ibadet kavramı Kur’an ışığında incelenecek olursa apaçık görülecektir ki, bu kavram, İslam hukukçularının ve diğer ulemanın muamelat diye mütalaa ettikleri hususlardan ayrı olmadığı gibi, bilakis onları içermektedir; zira Kur’an’a göre ibadet, bir Müslümanın her şeyini Allah’ın iradesi istikametinde düzenlemesi, bir kul olarak her şeyde Allah’ın emirlerine boyun eğmesidir.

Nitekim ibadet kelimesiyle aynı kökten gelen ‘abd’, yani kul, köle kelimesi de bu manaya işaret etmektedir. Zira kul, efendisinin her dediğini yapmak durumundadır. Tam manası kulluk olan ibadet, Kur’an ve Sünnet’e göre, her hususta Allah’a kul olmak, O’nun dediklerini tutmak demektir. Böyle olunca, sadece namaz, oruç, hac değil, Müslümanın İslam’a uygun her türlü davranışı da ibadet kavramının içerisine girer. Zira gerçek Müslüman, bütün davranışlarına dikkat etmek ve davranışlarının Allah’ın emirlerine uyup uymadığını kontrol etmek zorundadır.

Bir Müslüman, düşünce ve davranışlarının Allah’ın iradesine uygun olmasına itina gösterdiği ve bu şuuru muhafaza ettiği sürece, yaptığı en basit ve tabii şeyler bile ibadet kavramının içerisine girer.

Öyle ki, Allah yolunda cihad etmekten, yeryüzünde zulüm ve zalimlere karşı mücadele vermekten tutun da, bir Müslümanın güler yüzlü davranması, yoldaki bir taşı kaldırması, yiyip içmesi hatta hanımının ağzına bir lokmayı koyması bile ibadet olur. Bu sözlerimiz belki bazılarınca tuhaf karşılanabilir. Ancak belirtelim ki bu anlayış, insanlığın peygamberi Hz. Muhammed’den (sas.) nakledilen bazı rivayetlerde açıkça ifade edilmiş olan bir anlayıştır. Nitekim Sahîh-i Buhârî’deki şu rivayet bunu gözler önüne sermektedir: Hz. Peygamber Sa’d b. Ebî Vakkas’a şöyle demiştir: “Allah rızası için yaptığın her harcamada mutlaka sevap kazanırsın, hatta hanımının ağzına koyduğun lokmadan bile”.

Sayfa 48–49

Din Adamı Yok, Dininin Adamı Var

İyice bilinmelidir ki İslam’da, din ile dünya, dünya ile ahiret arasında bir ayırım olmadığı gibi, kendisini sadece ahiretle ilgili işlere veren bir ruhban, yani din adamı sınıfı da yoktur.

İslam’da herkes din adamıdır, daha doğrusu herkes dininin adamıdır ve her Müslüman dininin adamı olmak zorundadır. İşte İslam’ın ibadet (kulluk) anlayışının bir özelliği de budur.

Sayfa 55

Mevlid Nasıl Kutlanmalı?

Onun doğum günü gerektiği gibi kutlanmak isteniyorsa, bunun yolu, İslam dinini tebliğ etmekle beşeriyete en büyük hizmeti yapmış olan Hz. Peygamber’i ve onun insanlığa sunduğu mesajı iyice anlamak ve anlatmaktan geçer. İşte kandiller, böyle bir anlayışla, hayatımıza yeni bir yön vermek için bulunmaz birer fırsat hâline getirilmelidir.

Sayfa 61

Mevlid Kandili Sünneti İhyanın Çabası Olmalıdır

Geçmişi ve geleceği tefekkür etmek müminin en önemli özelliklerindendir. Bugün İslam dünyası bir ateş çemberi ile kuşatılmış durumdadır. Filistin, Irak, Afganistan ve Çeçenistan başta olmak üzere İslam dünyası doğrudan veya dolaylı bir işgal altındadır.

İslam dünyasının çeşitli bölgelerini savaş ateşine verenler (ABD-Batı) ve onların bizdeki uzantılarının, ülkemizin ABD-İngiltere yanında fiilen yer almasını başaramayınca, bu defa İslam’ı ve Müslümanları hedef alan faaliyetlerine hız verdikleri dikkatlerden kaçmamaktadır. Nitekim son zamanlarda basında neredeyse her gün İslam’a ve Müslümanlara birtakım -zaman zaman saldırı denebilecek kadar ileri giden- sataşmalarda bulunduğunu üzülerek hep birlikte izlemekteyiz. Bizi biz yapan unsurların başında gelen yüce İslam dinine yöneltilen bu tarizlerin sadece yeryüzünde bozgunculuk yapmak isteyenlerin işine yarayacağı kesinlikle bilinmelidir.

Bu gibi tehlikelere maruz kalmamak, İslami değerlerimize sahip çıkmamıza bağlıdır. Bu değerlerin başında ise kuşkusuz İslam’ı bize getiren ve bütün Müslümanları tek bir ümmet yapan Hz. Peygamber ve mirası gelmektedir. İslam ümmetinin çok büyük bir tehditle karşı karşıya bulunduğu günümüzde, Müslümanların birliğinin çimentosu olan Hz. Peygamber’in Sünneti’ne her zamankinden daha fazla muhtacız. Ancak şu anda bu modelden hayli uzak olduğumuz, İslam dünyasında yaşananlardan açıkça görülmektedir. Dolayısıyla bugün yeni bir başlangıç yapmaktan başka bir yol görünmemektedir.

İşte hayatımızı ve geleceğimizi yeniden değerlendirip, ona yön vermemiz için iyi bir vesile teşkil edebilecek olan mevlid kandilleri daima bu duygular içerisinde kutlanmalı, bütün İslam âlemi Hz. Peygamber’in Sünneti’ni çağın şartları içerisinde tekrar hayata nasıl geçirileceği üzerinde ciddiyetle düşünüp, süratle eyleme yönelmelidir. Mevlid kandiline bu açıdan bakılmadığı takdirde, yapılacak olan duaların, kılınacak namazların ve diğer amellerin çok fazla bir anlam ifade etmeyeceğini — en azından içinde yaşadığımız kriz döneminde- bilmek gerekir.

Sayfa 62

Takva nedir?

“Takva kelimesinin kökü, aslında bir şeye karşı korunma, kendini muhafaza etme manalarına gelir. O hâlde ‘takva’ bir kimsenin kendisini davranışlarının zararlı veya kötü neticelerinden koruması demektir. Öyle ise, eğer birisi ‘Allah korkusu’ derken, gerek bu dünyada, gerekse ahirette hareketlerinin doğuracağı kötü sonuçlardan korkmayı kastederse çok doğru düşünmüş olur. Diğer bir deyişle bu, hem bu dünya hem öbür dünya için hassas bir sorumluluk hissinden gelen bir korkudur. Yoksa bir yırtıcı hayvanı görünce hissettiğimiz korku veya ne yapacağı hiç belli olmayan gaddar bir idareciden duyulan korku değildir. Çünkü Kur’an’ın tanıttığı Allah, hem bu dünyada, hem öbür dünyada dehşetli azabı olsa da sınırsız şefkat sahibidir.”

Görülmektedir ki ‘takva’ kelimesi sanıldığından daha geniş ve derin manalara sahip bir kavramdır. Takvayı doğru bir şekilde tarif etmek gerekirse şöyle söylemek mümkündür:

Allah’ın bizler için çizdiği sınırlara titiz bir şekilde riayet etmek, yaptığımız ve işlediğimiz her şeyin Allah tarafından her yerde ve her zaman görüldüğü ve bilindiği şuuruna ermek ve davranışlarımızın doğuracağı uhrevi ve dünyevi neticeleri hesap ederek, doğabilecek zararlardan sakınmaktır.

Daha umumi bir ifadeyle takva; Kur’an’ın istediği Müslümanlıktır, diyebiliriz.

Böyle olunca da, Hz. Peygamber’in bu duasında Allah’tan istediği ‘takva’nın sadece Allah’tan korkmak manasına gelmediği bu suretle anlaşılmış olmaktadır. Aksine onun Allah’tan istediği takvanın, insanın, davranışlarını kontrol etmesi, davranışlarının doğuracağı neticeleri daima göz önünde bulundurması manasına geldiğini söylemek daha doğru olur. O hâlde, Müslüman Allah’ın kendisini her yerde ve her zaman gördüğünü, bütün yaptıklarından kendisini hesaba çekeceğini, neticede mükâfat veya ceza vereceğini hatırından çıkarmadığı sürece takva sahibi demektir. Hz. Peygamber’in yolundan giden biz Müslümanların, ona uyarak Allah’tan istememiz gereken takvanın manası da işte budur.

Sayfa 96

Doğulular Söylenir, Söylemez

O hâlde iyiliği emretmenin ve kötülüğe mani olmanın, gücü ve bilgisi nispetinde tek tek her ferdin görevi olduğu anlaşılmış olmaktadır.

“Doğulular söylenir, söylemez; Batılılar ise söylenmez söyler” sözünü doğrularcasına, bizler şimdiye kadar toplumdaki bozukluk ve kötülükler karşısında sadece söylenmekle yetindik, hâla da öyleyiz.

Temenni edelim ki, söylenmeyi bırakıp söylemek, yani iyiliği emredip kötülüğe engel olmak yolunda ilk adımı atmak için zaman geçmiş olmasın.

Sayfa 100

--

--