Evrim Bilimi ve Yaratılış Efsanesi — İnceleme ve Alıntılar

Ardea Skybreak — Evrim Bilimi ve Yaratılış Efsanesi — İnceleme ve Alıntılar 120

Samet Onur
14 min readJan 30, 2024

İnceleme

Evrimi Anlamada ve Evrim Karşıtı İddiaları Cevaplamada Bir Yol Gösterici

Ardea Skybreak’in “Evrim Bilimi ve Yaratılış Efsanesi” adlı muhteşem kitabı Betül Çelik’in anlaşılır çevirisi ve Yordam Kitap’ın her zamanki özenli baskısıyla 2010 yılında yayımlanmıştır. Kitabın alt başlığı: “Neyin Gerçek ve Neden Önemli Olduğunu Bilmek”.

Hem evrime dair temel bilgi edinme noktasında hem de yaratılışçı iddialarının cevaplandırılması noktasında oldukça kapsamlı ve bilgi yüklü bir kitap bu.

Kitabın dili oldukça anlaşılır. Sonunda sözlükçe de var. Metin içi notlar ve bölüm sonu notlarıyla kitap tam bir bilgi hazinesi. Yazarın keskin zekasıyla yaptığı açıklamalar da ele aldığı konularda kafanızdaki birçok soru işaretini eminim ortadan kaldıracaktır. Ayrıca kitabın orta kısmındaki açıklamalı görseller evrime dair anlatılanları oldukça pekiştirici nitelikte.

Kitap 8 bölümden oluşuyor. Bölüm başlıklarını paylaşarak kitabın ne kadar dolu olduğunu bir nebze gösterebilirim:

1. Bölüm — Genel Bir Bakış (s. 19–57)

2. Bölüm — Evrim Sürüyor, Kanıtları Her Yerde! (s. 58–78)

3. Bölüm — Uyumla İlgili Birkaç Önemli Noktayı Gözden Geçirme (s. 79–87)

4. Bölüm — Evrim Yepyeni Türleri Nasıl Meydana Getirir? (s. 88–108)

5. Bölüm — Üreme Yalıtımı, Türleşme ve Evrimsel Yeniliklerin Ortaya Çıkışı Üzerine Daha Fazla Bilgi (s. 109–126)

6. Bölüm — Evrim Kanıtlanmış Bir Gerçektir, Kanıtlar Somut ve Çok Yönlüdür (s. 127–146)

7. Bölüm — İnsanların Evrimi (s. 147–219)

8. Bölüm — Evrim Karşıtı Yaratılışçılık: Tanrı Adına Bilime Saldırı (s. 220–363)

Ek A: Sözlükçe

Ek B: Seçilmiş Kaynakça

Ek C: Jeolojik Zaman Çizelgesi

Ek D: Bilimi Savunma Bildirisi

Sonuç olarak evrime ve evrim karşıtı iddiaların değerlendirilmesi noktasında oldukça hacimli olan bu eseri, hakikati arayanlara tavsiye ederim.

Alıntılar

Dünyanın, Bitkilerin, Hayvanların ve İnsanların Yaşı

Bu noktada şu tür şeyler için genel bir bilimsel fikir birliği vardır:

Dünyanın kendisi yaklaşık 4,5 milyar (yani 4500 milyon) yaşındadır.

İlk bakteriler dâhil en basit yaşam formları bu gezegende yaklaşık 3,5 milyar yıl önce ortaya çıkmıştır.

Her türden deniz hayvanının olağanüstü çeşitliliği yaklaşık 540 milyon yıl önce, “Kambriyen patlaması” olarak adlandırılan bir dönemde meydana gelmiştir.

Eğreltiotu ve diğer kara bitkilerinin yanı sıra ilk çeneli balıklar, hem karada hem suda yaşayan amfibiler ve böceklerin tümü ilk olarak sonraki yaklaşık 100 milyon yıl içerisinde, yani 540 ila 440 milyon yıl öncesindeki dönemde ortaya çıkmıştır.

Kara bitkileri, böcekler ve amfibiler sonradan oldukça çeşitlenmiş ve ilk sürüngenler yaklaşık 350 milyon yıl önce ortaya çıkmıştır.

Sonra yaklaşık 250 milyon yıl önce sürüngenler de oldukça çeşitlenmiş (ilk dinozorların meydana gelişi dâhil) ve ilkel memeliler ortaya çıkmıştır.

Yaklaşık 200 milyon yıl önce küresel doğadaki bitki örtüsüne hâlâ palmiyegiller, eğreltiotları, çama benzer kozalaklı ağaçlar ve ginkgolar hâkimdi; fakat artık ilk çiçekli bitkiler de ortaya çıkmıştı. Bu aynı zamanda ilk kuşların da ortaya çıktığı zamandı.

Son dinozorların yaklaşık 65 milyon yıl önce soylarının tükendiğini, ancak her türlü memelinin, kuşun, çiçekli bitkilerin ve polen yayan (dölleyen) böceklerin çeşitlenmeyi ve dünyanın her yerine yayılmayı sürdürdüğünü biliyoruz.

Modern çağlardan önce en yakın büyük çaplı, dünyada yaşamın başlamasından itibaren beşinci soy tükeniş dalgası (yok oluş) yaklaşık 10–12.000 yıl önce buzul çağının sonunda pleistosen buz devri sonu, en büyük memelilerin ve kuşların pek çoğunun soyunun tükendiği zaman olmuştur. Bu dönem sıcaklığın yükselmesi ve buzulların geri çekilmesiyle belirgin bir iklim değişiklikleri dönemi ve ayrıca insan aktivitesinin çeşitli ortamlara etkisinin arttığı bir zamandı.

Ayrıca insan türünün (Hominitler çizgisi) yalnızca birkaç milyon yıl önce (çoğu tahmine göre 4 ila 10 milyon yıl ve muhtemelen 10 değil de 4'e daha yakın) kuyruksuz (büyük) Maymunlar -Ape’ler)- denen maymun atalarından farklılaştığını (ayrıldığını) ve insan benzeri, farklı, iki ayaklı (bipedal) dikey durumda yürüyen insansı türlerin üremesiyle sonuçlandığını biliyoruz. Bu Hominit (insan) türlerinden birisi hariç hepsinin soyu tükendi.

Bugün hâlâ hayatta olan tek insan türü, yani bütün insanların ait olduğu, kendi türümüz olan insan “homo sapiens” türü yalnızca yaklaşık 100.000 (yüz bin) yıl geriye gitmektedir.

Sayfa 30–32

Evrime Dair İlk İpuçları

Aslında, fosil bitki ve hayvanları toplayıp incelemek insanlara hem çevrenin hem de canlı varlıkların hep bugün oldukları gibi olmadığının, yaşamın aslında zaman süreçlerinde evrimleşmiş olması gerektiğinin ilk ipuçlarından bazılarını sağlamıştır.

Sayfa 34

Genetik Biliminin Gelişmesiyle Evrim Teorisinin İspatı

Bu kitapta daha sonra ayrıca ele alacağımız gibi, neredeyse 20. yüzyılın ortalarına gelinceye dek, yani kalıtım ilkelerinin kavranışındaki ilerlemeler, genler ve DNA’ların keşfiyle yepyeni bir bilim olan genetik biliminin gelişmesine yol açılması, bireylerin bazı değişken özelliklerinin yalnızca aktarılmakla kalmayıp aynı zamanda nesilden nesile yeni şekillerde nasıl “yeniden harmanlandığı” ile ilgili daha iyi bir kavrayışı mümkün kılana dek, Darwin’in doğal seçilim yoluyla evrim teorisinin doğruluğu kesin olarak ispatlanmamıştı.

Sayfa 39

Antibiyotik, Bakteri ve Evrim

Günümüzün büyük bir sorunu, bazı antibiyotiklerin aşırı ve dikkatsiz kullanımının şu ana kadar bilinen tüm antibiyotiklere dirençli birtakım bakteri çeşitlerinin (yeni tüberküloz tipleri dâhil) ortaya çıkmasına yol açmış olmasıdır. Bu, evrimin devam ettiğinin klasik bir örneğidir. Ve tıbba evrimsel prensiplerle ilgili anlayışımızı uygulamadığımız takdirde, bulaşıcı hastalıkların tedavisi biliminde bir ilerleme kaydetmenin yolu yoktur.

Sayfa 45

Kitlesel Tükenişin 5 Önemli Dalgası

Bu gezegende soyların kitlesel tükenişinin günümüze kadarki beş önemli dalgası

Ordovisiyen döneminin sonunda (kabaca 450 milyon yıl önce),

Devoniyen döneminin sonunda (yaklaşık 350 milyon yıl önce),

Permiyen döneminin sonunda (yaklaşık 250 milyon yıl önce),

Triyas döneminin sonunda (yaklaşık 200 milyon yıl önce) ve

Kretase döneminin sonunda (yaklaşık 65 milyon yıl önce) olmuştur.

Fosil kayıtları, dünya tarihindeki bu beş farklı dönemin her birinin, türlerin normal “geçmiş” yok oluş oranlarının çok ötesindeki yok oluş oranlarıyla dikkat çektiğini ortaya koymaktadır.

Örneğin, Ordovisyen ve Devoniyen dönemlerinde soyların kitlesel yok oluşları sırasında o zamanlar var olan türlerin tümünün %75'inden fazlasının yok olduğu, Permiyen dönemindeki soyların kitlesel tükenişi sırasında o zamanlar

yaşayan bütün türlerin belki de %95'i gibi yüksek bir miktarının soylarının yok olduğu tahmin edilmiştir.

Yaklaşık 65 milyon yıl önce geç Kretase dönemindeki iyi bilinen soyların kitlesel yok oluşu döneminin, gezegenimizdeki yaşama daha önceki Permiyen kitlesel yok oluşu gibi bütünüyle yıkıcı etkisi olmamıştır. Ancak yine de bu yok oluş dönemi bütün canlı bitkilerin ağırlıklı bir oranının ve çeşitli canlılardan özellikle büyük deniz ve kara omurgalılarının (dinozorların sonuncuları dâhil) nihai yok oluşuyla sonuçlanmıştır.

Sayfa 48–49

Şimdiye Kadar Yaşamış Türlerin Ne Kadarı Yaşamına Devam Ediyor?

Bu gezegendeki yaşam formlarının çeşitliliği hakikaten akıllara durgunluk vermektedir. Özellikle yağmur ormanlarındaki ağaçların örtüsü altında ve okyanusların en derin katmanlarında, bilimin daha önceden bilmediği bitki ve hayvan türleri hâlen keşfedilmekte ve dünya üzerindeki türlerin toplam sayısının kabaca 10 milyon dolaylarında olduğu tahmin edilmektedir. Ve bunlar yalnızca günümüzde hayatta olanlardır. Önceki jeolojik çağlarda yaşamış türlerin büyük çoğunluğunun soyları şu anda tükenmiş durumdadır.

Aslında, öyle görünüyor ki bu gezegende şimdiye kadar yaşamış bütün türlerin %90'ından fazlası artık bizimle değil.

Sayfa 88

Uzunca Bir Sürecin Ürünü

3,5 milyar yıllık ortak tarihimizde evrimin, farklı yol ayrımlarında yaşamın birçok farklı yönde ve birçok farklı hat boyunca çeşitlenmesine yol açtığı belli olsa da, hepimiz ortak bir atasal türden evrimsel değişimleri biriktirdiğimiz uzunca bir sürecin ürünüyüz!

Sayfa 89

Evrimin Doruk Noktası Var mı?

İnsan türünün bir çeşit nihai son nokta veya yaşamın 3,5 milyar yılık evriminin doruk noktası olmadığını akılda tutun.

Dış dünyamızı bilinçli olarak dönüştürme ve genetik olmayan kültürel evrim yoluyla biriken bilgiyi aktarma konusundaki benzersiz kapasitemiz dâhil, bizi bütün diğer türlerden farklı kılan çok özel birçok niteliğe sahibiz.

Fakat bakteriler gibi yüz milyonlarca yıldır varlıklarını sürdürmekte başarılı olmuş, nicelik açısından gezegenimizde en iyi temsil edilen organizmalar olan başka evrimsel soylar da vardır!

Bütünüyle farklı yönlere gitmiş birçok evrimsel soylar içinde, evrimsel açmazlarda son bulmuş birçok soy olduğu açıktır. Ancak defalarca bir dizi başarılı yaşam formunu dallanarak sürdürmüş olanlar da vardır. Bunların birçoğu bugün gezegenimizde varlığını sürdürmektedir.

Sayfa 90–91

Evrimi Nerede Aramalı?

Kuşkusuz İncil’de evrimle ilgili hiçbir bahis yoktur, çünkü İncil insanlar tarafından yazıldığı dönemde evrim insanların bildiği bir konu değildi.

Fakat olan şudur:

En azından İncil’in günümüzdeki bazı takipçileri, kendi dini inançlarıyla İncil’in yazıldığı zamandan bu yana olan bilimsel bilgilerdeki oldukça açık ve inkâr edilemez ilerlemeleri uzlaştırmanın bir yolunu biraz umutsuzca bulmaya çalışmaktadırlar.

Sayfa 98

Evrime Dair Kanıt Çokluğu

Evrimin bütün bilimsel teorilerin en sağlamlarından biri olarak görülmesinin nedenlerinden birisi, kanıtların çok farklı yönlerden ve bilimin birçok farklı alanından gelmesidir.

Moleküler biyologlar DNA kalıplarındaki evrimin kanıtlarına işaret etmektedir.

Paleontologlar fosil özellikleri ve dizilişinde evrimin kanıtlarına işaret etmektedir.

Embriyologlar embriyoların gelişim modellerinde evrimin kanıtlarına işaret etmektedir.

Toplum genetikçileri ve ekologlar ise bütün canlı organizma toplum ve topluluklarının (kommunite) karakteristiklerinde, etkileşim biçimlerinde ve dağılım modellerinde evrimin kanıtlarına işaret etmektedir.

Bugün evrimin öyle çok belgelenmiş kanıtı vardır ki bu konuda yüzlerce bilimsel kitap ve bilimsel dergide yayınlanmış binlerce makale okuyabilir ve yine de bütün kanıtları incelemeyi bitiremezsiniz.

Sayfa 127

Evrim ve Kalıntılar

Peki ya neden kör mağara balıklarının ve bütün yaşamlarını karanlık mağaralarda geçiren diğer organizmaların bu kadar çok türünün. bütünüyle işlevsiz olan gözleri vardır? Neden gözleri vardır? Bir tanrı böylesine anlamsız bir şeyi tasarlar mıydı? Gerçek şu ki bu mağara organizmaları bir zamanlar işlevsel gözleri olan ve daha ışıklı ortamlarda yaşamış bir türden köken almıştır.

Bazı böcekler, uçmamalarına rağmen, neden işlevini yitirmiş “kanatlara” sahiptir? Yalnızca kanatları olan ve uçabilen atasal bir türden geldikleri için.

Ve insanlara bir bakın: Neden hâlâ kuyruk kalıntılarımız var? Bizlerin dört ayaklı memeliler gibi bir omurgamız ve karın kaslarımız vardır. Fakat bunlar bizi sırt ağrılarına açık hale getirir ve dikey konumda taşınmak için tasarlanmadıkları için, hayati organlarımız; güçbela tutmaktadırlar. Ve önceki atasal türümüzün bağırsak torbasından küçük bir kalıntı olan bir apandisitimiz vardır. Bu apandisitin vücuda hiçbir faydası olmadığı gibi, bazen tıkanıp enfeksiyon kaptığında bizi öldürebilir bile! Nasıl bir tanrı veya “akıllı tasarımcı” böylesine faydasız, kusurlu, savurgan ve bazen de zararlı fiziksel özellikler tasarlardı?

Gerçek şu ki pek çoklarını saymadığımız, işlevini yitirmiş bu yapılardan hiçbirinin, önceden var olmuş farklı atalardan gelen evrimsel kalıntılar olmaktan başka hiçbir mantıklı açıklaması yoktur. Evrim sürecinin kendisinin bir tür “mükemmelleştirme” mekanizması olmadığını anlamak çok önemlidir. Evrim asla sıfırdan başlamaz ve mükemmel ya da ideal yapılar oluşturamaz. Her nesilde yalnızca eldekilerle çalışır. Evrim yalnızca bir önceki nesilde var olan genetik çeşitlilikten yeni yapılar kurabilir.

Sayfa 133–134

Bebeklerin Bakıma İhtiyacı İnsanın Hayatını Nasıl Etkiledi?

Bundan başka, sonraki insansıların (Hominitler) çocuklarının insan bebeklerinde olduğu gibi gelişmemiş, bağımlı ve tam oluşmamış halde doğdukları gerçeği, daha önceki insansılara göre, yetişkinlerin daha kapsamlı şekilde ve çok daha uzun zaman süreci boyunca onlarla ilgilenmeleri gerektiği anlamına gelmekteydi.

Örneğin, doğumdan sonra insan bebekleri, doğumlarıyla birlikte çok daha hareketli ve bağımsız olan şempanze yavrularına göre daha uzun süre ilgiye gereksinim duyar. Çocuk bakımı için çok daha uzun bir sürenin gerekmesi kuşkusuz insansı sosyal düzen, aileler ve daha büyük gruplar içerisinde pekişmiş sosyal koordinasyon ve iletişimin gelişimini teşvik etme ve öğretme ve öğrenmenin kolaylaştırılması açısından önemli anlamlar içermekteydi.

Sayfa 171

Alet Yapımı Ne Zaman Başladı?

Taş aletlerin en basitinin, örneğin, insansıların keskin taş tabakaları elde etmek için bazı tür taşları birbirine vurarak yapmayı öğrendikleri en basit taş kazıyıcılar ve kesme aletlerinin bile yaklaşık 2,4 milyon yıl öncesine, başka bir deyişle iki ayaklılığın ilk ortaya çıkışından birkaç milyon yıl sonrasına kadar fosil kayıtlarında görünmediğini biliyoruz!

Sayfa 172–173

Homo Sapiens Başka İnsan Türleriyle Eşleşti mi?

Homo sapiens ve Homo neanderthalensis birkaç bin yıl için Avrupa’nın bazı kesimlerinde kesiştikleri ve bazı Homo sapiens’lerin gelişmiş taş aletleri iki türün belirli bir düzeyde etkileşimde bulunduğunu akla getirecek şekilde bazı Neandertal bölgelerinde bulunduğu için, bir zamanlar da iki türün eşleştiği, melezlendiği ve günümüz insanının her ikisinin altsoyları olabileceği düşünülmüştü. Ancak bugün durumun böyle olmadığını biliyoruz.

Dünyanın her yanındaki günümüz insanlarının DNA ve diğer biyokimyasal moleküllerini analiz etmek için moleküler biyolojinin modern teknikleri kullanılmıştır. Alınan sonuçlara göre, yaşayan bütün insanların yaklaşık 150.000 yıl önce Afrika’da yaşamış tek bir toplumdan geldiği ve Neandertallerin türümüzün bütünsel gen havuzuna asla katkıda bulunmadığı belirlenmiştir.

Sayfa 180

Diğer İnsan Türleri Kusurlu Olduğu İçin mi Yok Oldu?

Hominit türlerinin temelde insan olan Homo cinsine ait diğer türleri dâhil, diğer dik yürüyen bütün insansı türler, biz hariç olmak üzere, bugün yok olmuştur.

Fakat bütün diğerlerinin sonuçta yok olduğu gerçeği, önceki insansıların bir şekilde “kusurlu” ya da “aşağı” türler olduğu anlamına gelmez.

Aslında, bu insansı türlerin bir kısmı uzun süre yaşamıştır ve Homo erectus gibileriyse bir milyon yıl veya daha, fazla sürmüştür. Yalnızca kendi insansı (Hominit) türümüzün hâlâ yaşadığı gerçeği şaşırtıcı değildir.

Bütün türler sonuçta tükenir ve ortalama olarak çoğu omurgalı türünün birkaç milyon yıldan daha fazla devam etmediği görülmektedir. Yine, bütün diğer insansı türlerin soylarının şu anda tükenmiş olması “bizim” bir şekilde düşünülebilecek en mükemmel tür olduğumuz ya da bütün diğerlerinin kusurlu ya da yetersiz olduğu anlamına gelmemektedir.

Kendimizde sürekli değişiklik yapabilme ve kültürel yollarla dünyamızı değiştirebilme gibi bazı çok eşsiz özelliklere sahibiz; bu da bizim bir tür olarak ortalamanın üstünde olmamıza olanak sağlamış olabilir. Ancak aynı özellik ve “yetenekler” aynı zamanda kitle imha silahlarının kullanımı ve/veya büyük çaplı çevresel bozulmaya neden olmak yoluyla bizi rekor sürede kendi sonumuzu yaratmaya götürebilir. Bunu zaman gösterecektir!

Sayfa 181

İnsansıların Evriminde İki Önemli Atılım

Modern insanı ilk maymun atalarımıza (Hominoitlere) bağlayan evrimsel sürece birtakım önemli yol ayrımları ya da önemli “kilometre taşları” damgasını vurmuştur.

Büyük olasılıkla en önemli biyolojik kilometre taşı her şeyden önce bir maymun soyunda iki ayaklılığın ilk ortaya çıkışıydı.

İkincisi ise, iki ayaklılığın ilk ortaya çıkışından birkaç milyon yıl sonra gerçekleşen ve insan bebeklerinin, örneğin, şempanze yavrularına göre çok daha gelişmemiş ya da bağımlı halde doğmaları, ancak beyin büyüklüğünde muazzam bir artış ve doğum sonrası beyin gelişiminin çok daha uzun bir döneme yayılmasıyla sonuçlanan, insansı gelişim oranlarında topyekûn bir yavaşlamayla bağlantılı önemli bir evrimsel modifikasyondur. Bu durum sonuçta insan türüne özgü benzeri görülmemiş öğrenme kapasitesini mümkün kılmıştır.

Sayfa 185

Bütün Bu Şeylerin Amacı Nedir?

İnsansı soyun evrimi bu şekilde gelişmek zorunda değildi. Bunun yerine bambaşka bir evrimsel modifikasyonlar dizisi de oluşabilirdi ve evrimsel yol birtakım farklı şekillerde dönüp kıvrılabilir ve insan hiç olmayabilirdi.

Bazı insanlar bunu çok rahatsız edici bulur. Geçenlerde bir gün gezegenimizin ve güneş sistemimizin kökenleri, yeryüzünde yaşamın ilk ortaya çıkışı, bütün yaşam formlarının bunu izleyen 3,5 milyon yıllık evrimi ve türümüzün önceki türlerden nasıl evrimleştiği konusunda bildiklerimizden bir kısmını ve bütün bunların doğaüstü tanrıların veya başka ruhların müdahalesi olmadan gerçekleştiğini, bütün bunlara o ana kadar aşina olmayan birisine anlatıyordum. Bir süre sonra, bu kişi bana endişeyle sordu: “Fakat o halde amaç nedir? Bütün bunların maksadı nedir?”

Fakat olay tam budur: Belirli bir amaç yoktur! Büyük planda varlığımızın belirli özel bir amacı yoktur. Tabii bizim verdiğimiz anlam hariç. Bizim bu gezegende olup olmamamız kendimiz hariç buradaki hiçbir şey için, en azından bilinçli olarak, önemli değildir. Ve en azından bu noktada varlığımız veya yokluğumuzun, içinde kumsaldaki bir kum tanesinden daha önemli olmadığımız evrendeki hiçbir Şeye en ufak bir etkisi olamaz.

Peki, o halde? Yani biz önemli değil miyiz? Yukarıda ne yapıp yapmadığımızı önemseyen bir tanrı yoksa birbirimizin kökünü kazımamız gerekiyor mu demektir? Yani yaşamlarımızın bir amacı yok mu?

Tabii ki değil! Yaşamlarımız kıymetlidir ve bizler çok önemliyiz… Birbirimiz için! “Doğru şeyi yapmaya” karar vermeli ve dürüstlükle, ahlaki yollarla birbirimizle dayanışmalıyız. Bunu yapmazsak gardiyana benzer bir tanrı tarafından eleştirileceğimizden korktuğumuz için değil, yaptıklarımız insan yaşamının kalitesini doğrudan etkilediği için. Ve farklı insanlar kendi dünya görüşlerine göre bunu farklı şekillerde tanımlasalar da tabii ki yaşamlarımızın amacı olabilir ve vardır. Çünkü biz insanlar yaşamlarımıza amaç kazandırmayı seçebiliriz!

Biz kimiz? İçinde yaşadığımız toplumu ve çevremizdeki doğal dünyayı bilinçli şekilde dönüştürme konusunda benzersiz bir kapasitesi olan, aynı zamanda hem son derece yıkıcı hem de son derece yaratıcı, mükemmel şekilde karmaşık bir grup canlı yaratığız. “Dışarıda bir yerlerde” başka bir şey yok… Fakat bu da yeterince çok değil mi?

Sayfa 193–194

Yaratılışçıların Yapmaya Çalıştıkları

Geleneksel yaratılışçıların kendilerini ortaya koymaya çalıştıkları esas yol kendilerine ait bilimsel kanıt sağlamak değildir. Bunu yapmaları olanaksızdır, çünkü tanım gereği doğal dünya gerçekliğinin bir parçası olmadığını kabul ettikleri varsayılan bir güç ya da olguyla, yani tanrıyla ilgili bilimsel kanıt sağlamaları mümkün değildir. Bu yüzden yapmaya çalıştıkları tek şey evrim teorisinde delikler açmaya; çalışmak ve sonra da yeterince insanı evrim hakkında şüphe duymaya ikna edebilsinler diye dua etmeyi sürdürmektir.

Sayfa 233

Hakikat Peşinde Olanlara Çağrı

Dindar olsun olmasın ileriye bakan herkese şöyle diyorum:

Bilimin ortaya çıkardığı sonuçlar bazı eski varsayımlarımıza ve bağrımıza bastığımız geleneklerimize ciddi ve tedirgin edici şekilde meydan okusalar bile, neden hakikati ortaya çıkaracak bilimsel yöntemlerin bizi götüreceği her yere gitmek için söz vermiyoruz?

Sayfa 237

Evrime Saldırmak Kime Zarar Verir?

Kendi içinde iyi planlanmış ve iyi desteklenmiş bir propaganda saldırısı evrim gerçeğini tersine çevirebilir mi? Tabii ki hayır. Fakat genç ve deneyimsiz olanlar dâhil yığınlarla insanın bütünüyle yanlış fikirlere gözü kapalı şekilde inanması ve her şeyi öğrenme ve dünyayı dönüştürme yöntemi olarak yalnızca evrimi değil, daha genel anlam; da bilimi bile reddedecek şekilde eğitilmesi topluma çok fazla zarar verebilir.

Sayfa 270

Yaratılışçıların Düşünme Hatası

Behe ve bütün diğer akıllı tasarım yaratılışçıları, aynı zamanda bilimsel inceleme ve yaklaşımın realitenin bazı kısımlarına nüfuz edemeyeceğini ilan ederek, bilimin en temel ilkelerinden birini ihlal etmektedir. “Henüz tam olarak anlamadığımız bir şeyin” aslında “asla anlayamayacağımız bir şey” olduğunu düşünme hatasına düşmektedirler. Bir kez daha, yaratılışçılar insan kavrayışındaki boşluklarda tanrıyı bulmaktadır.

Sayfa 341

Karmaşıklık ve Yaratılışçılık

Bir şey oldukça karmaşık olduğu ve henüz onu var eden bütün aşamaları çözememiş olduğumuz takdirde, geriye kalan tek ihtimal “onu Tanrının yapmış olmasıdır”. Bu gülünç bir varsayımdır.

Eski insanlar için doğaüstü ruhların müdahalesi olmaksızın var olması bütünüyle tasavvur edilemez ve çok karışık olarak düşünülecek şeylerden birçoğunun (örneğin sara nöbeti) pek de gizemli olmayan doğal süreçler olduğu sonuçta keşfedilmiştir. Michael Behe gibi akıllı tasarım yaratılışçılarının doğal evrimle meydana gelemeyecek kadar karmaşık olarak düşündüğü doğal özellikler, pek çok evrimsel biyoloğa böyle görünmemektedir.

Sayfa 342–342

İndirgenemez Karmaşıklığa Dair

Önceden var olan şeylerden, atasal soylarda mevcut olan doğal çeşitlilikten ayrılmış, biyokimyasal veya herhangi bir düzeyde kesin bir “indirgenemez karmaşıklıktan” bahsetmenin kesinlikle hiçbir anlamı yoktur. Akıllı tasarım yaratılışçılarının bunu kavrayamamasının nedeni, kısmen doğal dünyada şekil ve işlevin her bir yönünün belirli ve mükemmel bir maksadı olmak zorunda olduğu temel varsayımıyla çalışmakta olmalarıdır.

Fakat evrimsel modifikasyon belirli hiçbir “maksada” veya belirli hiçbir “yöne” bağlı olmayan genetik materyalin pek çok tesadüfi harmanlanması yoluyla gerçekleşmektedir. Ve doğal seçilimin kendisi bile “mükemmelleştiren” bir mekanizma değildir. Ne kadar karmaşık ve olağanüstü olursa olsun, memelilerin gözleri veya kuşların kanatları kendilerine has işlevlerine kesinlikle mükemmel şekilde uygun değildir. Ne de kendilerine has işlevleri “için” evrimleşmiş ya da tasarlanmışlardır.

Sayfa 346

Hıristiyan Köktendinciler ve Amerika’nın Felaketinin Nedenleri

Yaratılışçılar, büyük ölçüde Hıristiyan Tanrının emirlerinden en hafif bir sapmanın ülkeye felaket ve cehennem azabı getireceğini düşünen Hıristiyan köktendincilerin bağnazlığına dayalı sosyal ve siyasal bir hareketle bağlantılıdır ve bu hareketin temel bir gücüdür. Yaratılışçılara göre ülke halihazırda bu tür bir felaket yaşamaktadır. Onlar Amerikan toplumunu ahlaki bir yozlaşma içinde görürler.

Fakat onlara göre bunun nedeni, başkalarının ortaya attığı gibi, Amerikan imparatorluğunun zincirlerinden kopmuş şekilde dünyayı istila etmesi, yağmalaması, uzak ülkeleri işgal etmesi, her yerde güç kullanarak isteklerini zorla benimsetmesi ve azami kâr ve dünya hâkimiyeti adına bütün halkları ezmesindeki küstahlık ve gözü doymaz barbarlık değildir. Hayır, yaratılışçıların kaygı duydukları bu tür bir “ahlaki yozlaşma” değildir!

Onları esas kaygılandıran sıradan insanların “ahlakıdır”. Etraflarına bakar ve her yerde problem görürler. Çocuk sahibi olma konusunda karar verme hakkının kendilerinde olduğunu söyleyen kadınlar; iş bulmak için sınırları hiçe sayan göçmenler; her tür baskıya pasif şekilde teslim olmaya ve kendi aleyhlerine olan “kurallara bağlı kalmaya” isteksiz siyahlar ve diğer uluslar; giderek yabancılaşan ve tüm dünyada toplumsal ve çevresel değişim konusunda huzursuzlanan gençler; adaletsiz savaşlara ve Amerikalıların diğer ülkeleri işgal etmesine karşı çıkan ve “oradaki” insanların yaşamlarının Amerikalıların yaşamlarından daha değersiz olmadığında ısrar eden insanlar… Bütün bunlar köktendinci gericileri derinden rahatsız etmektedir.

Ayrıca, hükümet, polis ve diğer resmi otoritelere (kiliseler dâhil) geleneksel saygıdaki azalma konusunda da endişe ederler.

Ve kendilerini rahatsız eden ve dehşete düşüren herkesi aynı kefeye koyarlar: kürtaj, fahişelik, AIDS, evin erkeğine karşı çıkan kadın ve çocuklar, uyuşturucu kullananlar, homoseksüeller, çevreciler, dinsiz imansız komünistler, laik hümanistler, beyaz olmayan baş belaları… Onlara göre, toplumun bütünü cehennemin dibine doğru yuvarlanmaktadır! Ve bütün düşünebildikleri “Tanrıyı ve İncil’i tekrar okullara” (ve politikaların oluşturulduğu hükümet salonlarına ve bilimsel kuruluşlara) sokabilirlerse her şeyin yine iyi olacağıdır.

Bu yüzden evrimcilere karşı olan bu insanlar, duaları ve Bağlılık Yemini’ni devlet-okullarına dayatanlarla, “Tanrı bizimle” dinsel düsturu ile başlatılan imparatorluk savaşlarını destekleyenlere, dini fanatiklerin teokrasi dayatmasına engel teşkil eden “kilise-devlet ayrılığını” yok etmeye çalışanlarla aynı kişilerdir!

Sayfa 350–351

--

--