Fıkhu’s-Sire — İnceleme ve Alıntılar

Muhammed Gazali - Fıkhu’s-Sire — İnceleme ve Alıntılar 50

Samet Onur
10 min readNov 16, 2021

İnceleme

Daha İyi Olabilirdi

Muhammed Gazali Üstad’ın değerli eseri olan “Fıkhu’s-Sire”yi bitirmiş bulunmaktayım. En sonda söyleyeceğimi en başta söyleyeyim: Aradığımı bulamadım. Gazali, daha ciddi bir eser, yorum ve kaynaklarla bu kitabı yazabilirdi. Elbette bu söylediklerim söz konusu kitabın değersiz olduğunu anlamına gelmemeli. Fakat ondan daha dolu dolu bir kitap beklediğimi ifade etmek istedim.

Evet, “Fıkhu’s-Sire” siyer alanında yazıldığı zamana göre farklı yorum ve çıkışları ile dikkatleri kendisine çekmiş bir kitap. Bunlar arasında Hz. Peygamber’in doğumunda gerçekleşen olayların asılsızlığı, Hz. Peygamber’in göğsünün yarılmasının mecazi olduğu söylemi, Rahip Bahira olayının gerçek dışı olduğu, Hz. Peygamber’in hayatında mucizelerin neredeyse hiç olmadığı, İsra ve miraç olayının mahiyeti gibi yorumları kendisine haklı bir şöhret kazandırmış. Gazali’nin üstte bahsettiğim konularda yaptığı birçok makul yorum kitabını değerli kılmış; ancak ciddi hatalar da yok değil.

Kitabın yayıncısı olan Risale Yayınevi ısrarla “Fıkhu’s-Sire”nin yazarın en önemli eseri olduğunu vurguluyor; ancak bir şahesere verilmesi gereken önem ve ciddiyet bu yayında mevcut değil. Çünkü bahis konusu edilen kitapta yazım yanlışları, noktalama işareti eksikleri ve yanlışlarına ilaveten anlaşılmayan cümleler de mevcut. Bunun üstüne çevirmen veya yayınevi bu kadar önem verdikleri kitabın içeriğine dair ciddi bir giriş yapmadıkları gibi, bariz hataları düzeltme veya uyarma yoluna dahi gitmemişler. Kitap, ciddi bir kontrol süzgecinden geçirilmeden büyük ihtimalle çevirmenin gönderdiği şekliyle baskıya verilmiş. İşin garip tarafı elimdeki baskı numarası 9. Yani 9 defa baskısı yapılan kitaptaki hiçbir hatanın düzeltilmemiş olması cidden çok üzücü. Dileğim şudur ki inşallah kitabın yeni ve kendisine yakışan bir çevirisi alanında uzman bir İslâm tarihçisine yaptırılır.

Şimdi de bahsettiğim kitapta yer alan bazı hata ve eksikliklere işaret etmek istiyorum:

1) Kapakta Muhammed Gazali, önsözde Muhammed Gazzali ifadesi geçiyor. Hangisi doğru?
2) Kitabın içeriğinin ciddi bir incelemesi yapılmamış. Ayrıca “Fıkhu’s-Sire”nin yazıldığı günden sonra siyer alanında çığır açtığından söz edilmekte; fakat bunun nasıl bir çığır olduğu hakkında hiçbir bilgi verilmemektedir.
3) Kitapta tarihlerden çok nadir bahsediliyor. Bu ciddi bir eksiklik. Çevirmen bu konuda tarihleri belirtebilirdi.
4) Dipnot/kaynak eksikliği. Muhammed Gazali, bir rivayetin naklinde sadece kaynağa işaret etmekle yetiniyor; ancak çevirmen bunun kaynağını tam olarak bulup, belirtmesi gerekirdi.
5) Ciddi bilgi hataları var. Bunların alanında uzman bir İslâm tarihçisi tarafından tashih edilmesi gerekirdi. En azından söz konusu kitapta bulunan hataların doğru şekli dipnot şeklinde gösterilip kitap daha değerli hale getirilebilirdi. Bu hatalara örnekler:
a) Çocuklarının isimleri sayılırken Rukiyye’nin adı geçmiyor. (s. 83)
b) Uydurma Varaka olayı mevcut. (s. 95)
c) Gizli davetin üç yıl sürdüğü safsatası. (s. 103) Aslında ne başlangıçtaki davet gizliydi ne de böyle bir durum üç yıl sürdü.
d) Habeşistan’a yapılan göçün sadece 2 defa olduğu iddiası tarihi gerçekliklere aykırı; lakin yazar bunun sadece 2 defa olduğunu belirtmiş. (s. 116)
e) Gazali, Garanik olayının asılsız olduğunu sert bir şekilde açıklamaktadır. (s. 118) Fakat bazı müslümanların Habeşistan’dan dönmesinin sebebini müşriklerin bu olay sonucunda yaptıkları secde ile ilgili olduğunu belirtmektedir. Güya müşrikler Hz. Peygamber tarafından okunan Necm suresi üzerine secde etmişler; fakat bu secdelerini tevil etmişler ve Peygambere iftira atmışlar. Ortamın düzeldiğini sanan bazıları ise geri dönmüşler. Bunun gerçeklerle bir alakası yok. Mekke döneminde birçok kez Habeşistan’a gidip gelmeler yaşanmıştır. Garanik olayı reddediliyor; ancak etkileri üzerinden yorum yapılıyor.
f) Hicret esnasında Hz. Peygamber’in sığındığı mağaranın kapısının örümcek ağlarıyla sarılması gerçeklere aykırı bir durum.
g) Sayfa 177'de “On küsür sene Mekke’de ikamet etti.” ifadesi geçmekte; fakat buradaki bahsedilen şehir Medine’dir.
h) Hz. Peygamber’in Yahudi’ye zırhını rehin olarak vermesi. (s. 431) Bu olayın gerçeklerle alakası yoktur.

Bunlara ilaveten Gazali, Hz. Peygamber’in hayatını bütüncüllükten uzak bir şekilde veriyor. Farklı rivayet ve yorumlara değinmiyor. Güzel diyeceğim tek tarafı bazı konularda farklı çıkışı ve bazı olaylar hakkında konuyu anlaşılır kılan yorumları.

Çok uzun süre okumakta zorlandığım, çevirisi ve bariz yazım ve noktalama hataları yüzünden sinir olduğum bu kitabın güzel yanları olmakla birlikte ben çok beğendiğimi söyleyemeyeceğim.

Son söz olarak Değerli Üstad’ın kitaptaki son sözünü buraya bırakıyorum:

“Muhammed (s.a.)’in hayatını doğumundan vefatına kadar okumakla onu anladığını zannedebilirsin. Bu çok büyük bir hatadır. Çünkü Peygamberin hayatını Kur’an ve Sünnet’i incelemeden hakkıyla asla anlayamazsın.

Kur’an ve Sünnetten aldığın malumat nispetinde İslâm Peygamberiyle bağ kurmuş olursun.” (s. 480)

Alıntılar

Halkın Siyer Bilgisi ve Siyerin Amacı

Bu kitap İslam Peygamberiyle sonradan oluşmuş bir bağ ve rabıtanın eseri değildir. Ayrıca bu kitap onun peygamberliğinin doğruluğunu ispat eden deliller topluluğu olmadığı gibi, o yüce peygamberin deha ve davasının yüceliğinin müellife görünen veya müellifin keşfettiği yönleri de değildir.

Zira bu konular başka yerlerde yeterince işlenmiştir. Halbuki ben bu kitapta, ulaştığıma inandığım bir hedef tayin ederek işe koyuldum.

Günümüzde müslümanlar, siret hakkında basit ve sathi bir malumata sahipler. Bu inkârı mümkün olmayan bir gerçek. Sözkonusu sathi malumat, gönülleri coşturamayacak ve müslümanı bu konuda yeterli bir düzeye getiremeyecek niteliktedir. Peygamber ve ashabına gösterilemeyecek niteliktedir. Peygamber ve ashabına gösterdikleri saygı ise, ecdattan kalma bir gelenek ve kısır bilgilerinden kaynaklanmaktadır. Bu saygı ise edebiyat yapmak ve bazı basit şeyleri icra etmekten ibarettir.

Bu şekilde basit bir siyret bilgisine sahip olmak onun cahili olmak demektir. Ve bunun geniş bir kesim arasında yaygınlık kazanarak bir efsaneye dönüşmesi ona zulümdür. Hayat veren ve bir kuvvet kaynağı olan bu gerçeğin ölü kefenlerine sarılmaya maruz kalması zulmün ayrı bir çeşididir. Muhammed (s.a.) ‘in hayatı yeri geldikçe başvurulan boş insanların teselli kaynağı değildir. Veya tarafsız bir kimlikle ortaya çıkan araştırmacıların inceleme konusu da değildir. Siyret hiç kuşkusuz dinden kaynaklanan Peygamberimizin yaşadığı örnek bir hayat tarzıdır müslümanlar için.

Sayfa 10

Peygambere Komşuluk Nasıl Olur?

Medine’de Mescid-i Nebevi’de birtakım insanların gördüm. Ravzay-ı Mutahhare civarında yaşayıp ömürlerini orada geçirmenin yollarını arıyor ve Peygambere komşu olmak istiyorlardı. Peygamber kalkıp da dünya gözüyle onları görseydi, onların bu isteklerini kabul etmez ve arzuladıkları böyle bir komşuluğa razı olmazdı.

Bu insanların görünüşlerindeki gayri İslâmi perişanlık, anlayışlarındaki kıtlık, aylaklıkları, vakitlerini ziyan etmeleri ve gafletlerinin uzun sürmesi İslam Peygamberiyle olan ilişkilerini daha da zayıflatmaktadır.

Onlara dedim ki: Peygambere komşu olmakla ne elde edeceksiniz? Ve Peygamber (s.a.)’in sizden yararlanacağı, Onun size ihtiyaç duyduğu birşey mi var? onun risaletini şiar edinip, bu beldelerden çok uzak ülkelerde onu yaşatanlar, Muhammed (s.a.)’in yüce davasını, hakikatini sizden daha iyi biliyorlar. Çünkü Muhammed (s.a.) ile ona bağlananlar arasındaki en önemli bağ ruhi ve akli yakınlıktır.

Hasta ruhlara ve körelmiş akıllara dalalet içinde yok olanlara din ve dünya mutluluğunu vermek için gönderilen o yüce şahısla nasıl birleşecekler? Bu biçare komşuluk mu sevgilerinin alameti ve bağışlanmaya vesile olacak?

Sen kendisi için muhabbet beslediğini sandığın Allah’ı (c.c.) tanımadan asla Allah için sevemezsin! Önemli olan herşeyden önce Rabbinin kim olduğunu, dininin neleri emredip neleri nehyettiğini bilmendir. Bunları sağlam bir akılla ve sağlıklı bir düşünme yoluyla öğrenirsen işte o zaman Allah’tan sana tebliğ getiren ve senin için dünyanın bin bir meşakketine katlanan o yüce zatın kıymetini kavrayabilme gücüne erişebilirsin. İşte “Allah’ı, size verdiği nimetler için seviniz. Beni de Allah’a olan sevginizle seviniz…” hadisinin ifade etmek istediği anlam budur. Ve:

“De ki: Eğer Allah’ı gerçekten seviyorsanız bana tabi olun ki o da sizi sevsin ve sizin günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı ve çok rahmet edicidir.” (Al-i İmran, 32) ayetinin manası da budur.

Sayfa 20

Tekniğin İlerlemesi Hayata Aldanma Araçlarını da Artırdı

Paris ve Holywood’da olduğunu duyduğumuz rezillik ve bayağılıklarla yeryüzünde geçmiş çağlarda insanların yaptıkları rezillikler arasında, pek büyük bir fark yoktur.

Medeniyet ilerlemiştir. Fakat, bu ilerleyiş dünya hayatına aldatma araçlarının artmasından başka bir şey katmamıştır.

Ama ihtiraslar tufandan önce de, sonra da aynıdır. Kendini beğenme, hırs, riya, fesat, kin ve benzeri kötü hasletler dünyayı ve insanları eskiden beri zaptetmiştir. Zamanla bu kötü hasletler değişik görünümler altında ortaya çıkmış olsalar da temelde eskiden beri aynıdırlar.

İnsan küçük bir köyde basit bir kabilede gördüğü zorlu rekabetin aynısını en medeni bir toplumda dahi görebilir. Birçok insan ilim ve fazilet konusunda çok şeyi ellerinden kaçırıyorlar ama hile, kin ve fesat konusunda hiçbir şeyi bırakmıyorlar. Burnunun dibindeki meseleyi anlamaktan aciz birisi filan kimsenin kendinden üstün olmaması gerektiğini çok iyi anlar.

Nuh aleyhisselam zamanından beri dünya bu nevi aptallık ve inatçılıkların türlü misallerine sahne olmuştur. Nuh kavmi yalnız Allah’a imana davet edildiklerinde, Nuh’a verdikleri cevap davetçi bir şahsa verilen önem kadar dahi değildi: “Bunun üzerine kavminin ileri gelen kafirleri şöyle dediler: Bu sizin gibi beşerden başka birşey değildir. Üzerinize üstünlük sağlamak istiyor. Eğer Allah, peygamber göndermek isteseydi mutlaka melekleri gönderirdi…” (Müminün, 24)

İhtiraslarına yenik düşmüş insanın amellerden ve ahkamdan kaçmak için ne de çok yolları var! Arzuların ise ahlak, fikir ve siyaset konusunda ne aşılmaz gedikleri var!

Mekke, peygamberlik geldiği zaman, şehvet ve günah fırtınalarının estiği bir yerdi. Orada yaşayan insanlar heva ve heveslerine uymuş, uyuşuk fikirlerin mümessilleri idiler. Veya ihtiraslar gölgesinde gelişen ve sadece kendilerine hizmet edilmesini isteyen egoist tiplerin misalleriydiler.

Sayfa 23

Kur’an Neden Özellikle Arap Toplumuna İndi?

Kur’an Allah nezdindeki dinin gerçeğini açıklar. Bu gerçeğin tarihi maruz kaldığı bütün şüpheleri serdedip çürütür. Hasımlarının delillerini bilerek, onlara karşı delil getirir. En ince noktaları dahi dile getirdikten sonra, hasmının üzerine hücum eder ve onu tümüyle çürütür.

Kur’an, inkârın her türlüsünün yaşadığı, dilleri karşılıklı sözlü mücadeleye alışkın bir kavme indi. Sanki kader kalblere ekilen şüphenin ve şerrin zirvesinde bulunan ve batılın son meydan okuması olsun diye bu toplumu seçmişti. Eğer İslam bu şüpheleri dağıtır, o engelleri aşarsa, daha küçük olanları haydi haydi aşacaktır.

Nebi (s.a.)’e muhtelif inanç ve ahkam hususunda yöneltilen veya yöneltilmesi beklenen sorular, Kur’an’da yeterli cevabını bulmaktadır. Çünkü soruların cevabı, sadece soran şahsın ihtiyacını değil, gelecek çağlardaki bütün insanların ihtiyacını da karşılamaktadır.

Sayfa 28

Sorun: Anlayış Sorunu

Müslümanlar hadislerin yanlış anlaşılıp yerinde kullanılmayışından çektikleri kadar, uydurma hadislerden çekmemişlerdir.

Sayfa 38

Kapsamlı Bir Anlayış Temel İlke Olmalı

Müslim Sahih’inde, Ömer (r.a.)’in Ebu Hüreyre’yi “Kim lailaheillallah (Allahtan başka ilah yoktur) derse cennete girer” hadisini rivayet ettiğini duyunca hiddetlenmiştir, diye bildirir.

Hz. Ömer’in böyle davranması Ebu Hüreyre’yi hadisi anlamayacak birine rivayet ettiği içindir.

İslam’ın sadece dil ile söylenen bir kelime olduğunu ve başka bir şey gerekmediğini sanan birine söylediği için böyle davranmıştır. Böyle yanlış anlaşılacağını sezdiğinden dolayı hadis sahih de olsa rivayet etmekten men etmiştir. Çünkü cahilin İslamı tek bir kelimeye hasredip İslam’ın ruhundan uzak olmasından o hadisin o cahile rivayet edilmemesi daha evladır.

Sayfa 42

Rahip Bahira Olayı Gerçek mi?

Bu kıssa doğru olabilir. Çünkü Hristiyanların mukaddes kitabında İsa’dan sonra bir peygamberin geleceği müjdesi vardı. Onla; Muhammed (s.a.)’in peygamberliğini inkar ettikleri günden beri bir peygamber beklemektedirler.

Bu kıssa ister doğru olsun, isterse olmasın, şurası kesin bir gerçektir ki hadise hiçbir kimse üzerinde herhangi bir etki bırakmamıştır. Ne Muhammed (s.a.) üzerinde bir etki bırakmış, ne de kafiledekiler üzerinde. Çünkü eğer onlar üzerinde bir etki bıraksaydı Muhammed (s.a.) peygamberlik bekler ve ona hazırlanırdı. Böylece kafiledekiler de aralarında bunu konuşurlar ve etrafa yayarlardı. Bu hadise sanki hiç olmamış gibi kaybolmuş gitmiştir. Bu durum da, olayın uzak bir ihtimal olduğu tarafını ağır bastırmaktadır.

Ayrıca başka bir rivayette Romalılardan bir bölük süvarinin bir şey arıyormuşçasına Bahira’ya geldikleri zikredilmektedir. Bahira onlara:

Sizi buraya kadar getiren şey nedir? diye sorduğunda:

Geldik çünkü bu ay içinde bir peygamber çıkacak. Her tarafa onu bulmak için adamlar gönderildi, demişler. Bunun üzerine Bahira onlarla tartışmış ve bu isteklerinin boşa çıkacağını onları ikna etmiştir.

Kimi araştırmacı, bu rivayetlerin uydurma olduğu görüşündedirler. Bunlardan bir kısmı bunu, Hristiyanlar İsa doğduğu zaman onu öldürmek için aradıkları hikayesine ve yine putperestlerin Buda’yı bekâr olan annesi doğurduğunda düşmanları öldürmek için aradıkları hikayesine benzetirler.

Sayfa 72

Taif’deki Muhteşem Dua

“Ey Allah’ım! Kuvvetimin zayıflığını sana şikayet ediyorum.

Çaresizliğimi ve halk arasındaki küçük düşürülmemi sana şikayet ediyorum.

Sen acıyanların en merhametlisisin. Sen zayıfların ezilmişlerin rabbisin. Sen benim rabbimsin.

Beni kime terkediyorsun? Bana suratını asan uzak kimselere mi yoksa işimi eline verdiğin düşmana mı? Eğer bana bir gazabın yoksa verdiğin afiyet bana yeter, başkasına aldırmam. Senin verdiğin sağlık ve afiyet benim için rahatlatıcı bir sebebdir.

Bana, senden bir gazap gelmesinden veya bana hoşnutsuzluğunun inmesinden karanlıkları aydınlatıp, dünya ve ahiretin nizamını sağlayan nuruna sığınırım. Senden başka güç ve kuvvet yoktur…”

Sayfa 133

Hayattaki Zıtlıklar ve Hicret

Buhari’nin naklettiği bir hadiste, Bera şöyle anlatıyor: Resülullah (sa) in ashabından bize ilk gelen Mus’ab b. Umeyr ve İbni Ummü Mektum’dur. Bu ikisi Kur’an okumaya başlamışlardı. Sonra Ammar, Bilal ve Sa’d geldi. Daha sonra da yirmi süvariyle Ömer b. Hattab geldi. Peşinden de Resülullah (s.a.) geldi.

Halkın gelişine sevindikleri gibi hiçbir şeye sevindiklerini görmedim… Hatta kadınlar, çocuk ve cariyeler neşe içinde: İşte Resülullah (s.a.) geldi, diyorlardı.

Hayatın tenakuz dolu hadiseleri ve insanların değişik halleri doğrusu şaşılacak şeydir: Öldürmek için Mekke’nin silah çektiği ve zorla ellerinden kurtulduğu bir şahıs başka bir şehir Medine’de hasretle bekleniyor ve Medine’liler onu korumak, destek olma ve yardım etmek için birbiriyle adeta yarışıyorlardı.

Garip olan bir diğer hadise de Medine’lilerin büyük çoğunluğunun daha önce Resulullah (s.a.) ‘i hiç görmemiş olmalarıdır. Hatta yaklaştıklarında onu Ebubekir’den ayırd edemiyorlardı. Soruyorlardı; hangisi O? diye.

Sayfa 175

Peygamberin Yanındakilerin Hepsi İyi Değildi

Bir de kaçmak için mazeret arayan kimseler var ki bunlar henüz kalplerindeki şüpheleri atmış değiller ve İslâm’a herhangi bir yardımda bulunmaya içlerindeki nefret duygusu engel olmaktadır. Savaşa çıkmak için hazırlık yapmayacak ve çıkanların dönmelerini temenni etmeyecek kadar imandan uzak kimselerdi bunlar.

Bu geri kalanların çirkin mazeretlerinden birisi de el-Ced b. Kays’ın Hz. Peygambere söylediği şu sözlerdir. Kendisine cihada çıkması için teklif edilince şöyle dedi:

Ya Rasûlallah! Kavmim benim kadınlara olan düşkünlüğümü bilir. Ben Rum kadınlarını görünce sabredemeyeceğimden korkuyorum. Onun için bana izin ver, beni fitneye düşürme.

Resûlullah (s.a.) bu adamdan yüzünü çevirmiştir. Ve bu adam hakkında şu âyet nazil olmuştur:

“Onlardan bazısı Peygambere: Bana izin ver, beni fitneye düşürme diyordu. Bilin ki onlar zaten fitne içine düşmüşlerdi. Şüphesiz cehennem kâfirleri çepeçevre kuşatıcıdır.” (Tevbe: 49)

Sayfa 411–412

Hz. Muhammed’in Hayatını Anlamak Kur’an ve Sünnetle Bağ Kurmakla Mümkündür

Muhammed (s.a.)’in hayatını doğumundan vefatına kadar okumakla onu anladığını zannedebilirsin. Bu çok büyük bir hatadır. Çünkü Peygamberin hayatını Kur’an ve Sünnet’i incelemeden hakkıyla asla anlayamazsın.

Kur’an ve Sünnetten aldığın malumat nispetinde İslâm Peygamberiyle bağ kurmuş olursun.

Sayfa 480

--

--