İnsan, Tanrı ve Ölümsüzlük — İnceleme ve Alıntılar

James G. Frazer — İnsan, Tanrı ve Ölümsüzlük — İnceleme ve Alıntılar 114

Samet Onur
9 min readJan 26, 2024

İnceleme

İnsanın Düşünce Serüvenine Antropolojik Bir Bakış

Antropolojinin kurucularından sayılan James George Frazer’ın “İnsan, Tanrı ve Ölümsüzlük” kitabı 1927'de yayımlanmıştır. Kitabın alt başlığı: “İnsan Gelişimi Üzerine Düşünceler”.

Bu değerli kitapta yazarın farklı zamanlarda yazdığı farklı boyutlardaki birçok makalesi konulara ayrılarak sistemli bir şekilde bir araya getirilmiş. Frazer, antropoloji alanında oldukça ünlü eserleri olan kıymetli bir isim. “Altın Dal”, kendisinin en meşhur eserlerinden birisi.

Frazer’ın kariyeri boyunca yaptığı çalışmaların öz halini sunan bu kitap, yazar tarafından “bütün çalışmalarımın İncil’i” olarak niteleniyor.

Kitap, isminin de hakkını vererek oldukça kapsamlı bir şekilde birbirinden değerli makalelerle okuyucuya doyurucu bilgiler veriyor. Antropolojinin kuruluşu, ilkel insanın toplumsal yaşam sonucunda ortaya çıkardığı totem, evlilik kuralları gibi birçok konu, büyüden dine geçişin serüveni, insanlardaki tanrı kavramının kökeni, dinin doğası, Batı özelinde cadılık, oryantal dinlerin etkileri ve ölümsüzlük inancının farklı açılardan incelenmesi gibi birçok farklı konularda yazılar yer alıyor.

Kitap 4 bölümden oluşuyor.

1. Bölüm: İnsan Bilimi (s. 25–106)

2. Bölüm: Toplumda İnsan (s. 107–268)

3. Bölüm: İnsan ve Doğaüstü (s. 269–450)

4. Bölüm: İnsan ve Ölümsüzlük (s. 451–546)

Totem, tabu, ilkel dinler, büyü, dinin ortaya çıkışı, evlilik yasağının sebepleri, ölümsüzlük inancının kökeni gibi birçok konuda eşsiz bilgiler öğrenmek isteyenlerin yolu Frazer’ın bu kıymetli eserinden geçmeli.

Alıntılar

Evrimin Yinelenmesi

Esasında embriyoloji gösteriyor ki ırkımızın geçmişini açıklamak için kabul ettiğimiz evrim süreci dünyaya gelen her erkek ve kadının yaşam tarihinde özetle yinelemektedir.

Sayfa 29

İnsanoğlunun Başlangıcına Dair

İnsanoğlunun genel bağlamda ilkel bir erdem ve mükemmeliyet durumundan ilerleyerek yozlaştığını ileri süren eski teori, en ufak bir kanıttan bile yoksundur.

Sayfa 30

Vahşiler Medenilerden Tür Olarak Değil, Derece Olarak Farklıdır

İnsanoğlunun ister vahşi ister medeni olsun, kurumları şekillendirirken bilinçli şekilde yaptığı seçime göz yummakta ısrar etmeyi sürdürürsek, hem vahşi hem medeni kurumların gelişimini anlayamayacağız. Her zaman hatırlanmalıdır ki vahşiler medeni kardeşlerinden tür olarak değil derece olarak farklıdırlar; gelişim sürecinde izledikleri yön bakımından değil gelişimin durduğu veya geri kaldığı nokta hususunda farklılık gösterirler.

Eğer, bildiğimiz gibi, ikisinden biri kanunlarını belirlerken akıl ve sağduyusunu kullanmış ise diğerinin de bu yolu izlediğinden emin olabiliriz. Medeniyetin kralları ve cumhurbaşkanlarının, senatoları ve parlamentolarının karşılıkları vahşilerin şef ve reislerinde, ihtiyar konseylerinde ve kabile meclislerindedir. Medenilerin ürettiği kanunların karşılıkları vahşilerin başlatıp sürdürdüğü geleneklerdedir.

Vahşi gelenekleri arasında, düşünce ve amacın izini Avustralya yerlilerinin karmaşık fakat düzenli olan evlilik sistemi kadar belirgin biçimde taşıyan ya çok az sayıda gelenek vardır ya da hiç yoktur. O hâlde, bu sistemin kökenini bizzat yerlilerin uzun düşünce ve bilinçli niyetlerine atfeden en iyi gözlemcilerin görüşüne katılmakla iyi ederiz.

Sayfa 248

İnsan Toplumunu Temelinden Yeniden İnşa Etmek

İnsan toplumunu temelinden yeniden inşa etmek, hayali bir teşebbüstür; felsefi hayalperestlerin ütopyalarında kaldığı sürece zararsızdır fakat demagog ya da despotlar uygulamaya kalkışırsa tehlikeli ve muhtemelen yıkıcıdır.
Sayfa 249–250

Vahşi En Özgür İnsan mıdır?

Vahşinin en özgür insan olduğunu söyleyen eski görüş, gerçeğin tam aksidir. Vahşi, bir köledir; gözle görülür bir efendinin değil, geçmişin, doğumundan ölümüne kadar her adımına musallat olan ve onu demir bir asayla yöneten ölmüş atalarının kölesidir.

Atalarının yaptıkları, doğruya uzanan yol ve vahşinin sorgulamadan kör bir itaatle boyun eğdiği sözlü yasadır. Böylece eski âdetleri daha iyileriyle değiştirecek üstün yeteneğe mümkün olduğunca az alan bırakılmıştır.

Sayfa 305

Tarihin Başlangıcındaki Yönetim ve Özgürlük Paradoksu

Tarihin başlangıcına doğru dönersek, medeniyete doğru ilk büyük adımların tamamının, yüce hükümdarın hem kral hem de tanrı olarak halkının kulluğunu talep ettiği ve aldığı Mısır, Babil ve Peru’daki gibi zorba ve teokratik yönetimler döneminde atılması da bir tesadüf değildir.

Bu erken dönemde zorba yönetimin insanlığın ve her ne kadar paradoksal görünse de özgürlüğün en iyi dostu olduğunu söylemek hiç de yersiz olmaz. Çünkü her şeye rağmen en katı ve en ezici zorba yönetiminde, bireyin konumunun beşikten mezara dek atalarından kalan geleneklerin demirden kalıbında belirlendiği vahşi yaşantısının görünürdeki özgürlüğüne göre daha fazla özgürlük vardır -kendi fikirlerimizi üretme ve kendi kaderimizi tayin etme özgürlüğümüz vardır.

Sayfa 307

İnsanlığın Gerçek Liderleri

En çok iyiliği dokunanları önce taşa tutmak sonra ise uğrunda işe yaramaz anıtlar dikmek kalabalığın âdetidir. Eskiden kalma yanlışları ve bâtıl inançları doğruluk ve akılla değiştirmeye kalkışan herkes yaşamı boyunca ağır eleştirilere ve ölümünden sonra mermer bir anıta hazır olmalıdır.

Sayfa 311

İnsanoğlunun Doğayı Düzenleme Çabasında Ulaştıkları

En eski zamanlardan bu yana insanoğlu doğa olaylarının düzenini kendi avantajına dönüştürecek genel kuralları aramıştır ve bu uzun arayışta kimi altın kadar kıymetli kimiyse beş para etmez bir sürü kural toplamıştır. Bu doğru ya da altın kurallar uygulamalı bilimi meydana getirmiştir; yanlış olanlarsa büyüdür.

Sayfa 321

Doğa Olaylarının İnançlara Etkisi

Öte yandan, doğanın bereketli olduğu, mevsimlerin sene içerisinde aynı kaldığı ya da çok az farklılık gösterdiği yerlerde insanoğlu doğanın akışını büyüyle değiştirmeye ya da kendi isteklerine uydurmaya ne ihtiyaç duyacak ne de bunu arzulayacaktır.

Çünkü insan büyüyü, tıpkı dua etmek ve adak adamak gibi, yalnızca sahip olmadıklarını elde etmek için yapar; eğer hâlihazırda her istediğine sahipse neden kendini zahmete soksun ki? İnsanoğlu bolluk ve zenginlik içindeyken değil, ihtiyaç ve darlığa düştüğün zaman yüzünü büyü ve dine çevirir.

Bu yüzden, ebedi bir yazın yaşandığı, suyun, sıcağın ve güneşin hiç eksik olmadığı, ağaçların her zaman yeşil olduğu, meyvelerin her zaman dalları süslediği, suların balıklarla ve ormanların hayvanlarla dolup taştığı tropik bölgelerde yağmurun yağması, güneşin açması, yenilebilir hayvan ve bitkilerin çoğalması için yapılan törenlere çoğu zaman gerek yoktur ya da bu törenler önemsizdir.

Örneğin, hatırladığım kadarıyla, Brezilya’nın zengin ormanlarında yaşayan yerliler arasında bu törenlere dair ya çok az şey duyarız ya da hiçbir şey duymayız.

Kısacık yaz mevsiminin yerini değişken bir sonbahara, serin bir ilkbahara ve sert bir kışa bıraktığı ülkelerde durum bunun tam aksidir. Bu ülkelerde insanoğlu cimri bir doğadan gelip geçen ve istikrarsız nimetleri kapmak için elinden geleni yapmaya mecbur kalır. Bu nedenle buralarda büyünün yaşamsal ihtiyaçları tedarik etmeyi hedefleyen dalının büyük ölçüde gelişmesi beklenebilir.

Sayfa 331–332

Doğanın Din Üzerindeki Etkisi

Dinin, bütün diğer kurumlar gibi, fiziksel çevreden derin bir şekilde etkilendiğine ve doğanın bir halkın düşünce, alışkanlık ve tüm yaşamı üzerinde silinemeyen bir iz bırakan yönlerini değerlendirmeden anlaşılamayacağına her zamankinden daha fazla ikna olmuş durumdayım.

Sayfa 341

Büyüsel Törenler ve Başarısızlık

Ne de olsa büyüsel törenler başarısız olan fakat uygulayan kişinin başarısızlığından habersiz olması nedeniyle tekrarlanmaya devam eden deneylerden başka bir şey değildir.

Sayfa 347

Mitler ve Büyüler

Günümüzde yalnızca mit olarak bildiğimiz birçok efsanenin daha önceleri büyüde bir karşılığı olduğunu, diğer bir ifadeyle, mecazi bir dilde tasvir ettikleri olayları gerçekten meydana getirmenin bir yolu olarak oynandığını varsayarsak muhtemelen hata etmiş olmayız.

Mitler hayatta kalırken törenler genellikle yok olur; bu yüzden, yaşayan mitten yola çıkarak yok olan törene ulaşmamız gerekir. Eğer mitler bir anlamda insanların bulutlar üzerine düşen yansımalarıysa, bu insanlar görüş açımızdan çıkıp ufkun ardına battıktan çok sonra bile yansımalarının gökyüzünde hâlen görülmeye ve bizleri sahiplerinin icraatları hakkında bilgilendirmeye devam ettiğini söyleyebiliriz.

Sayfa 362

Bilgi Yolunda Mücadele

Sadece şunu diyebiliriz: Ne olduğunu bilmediğimiz bir şey bizi her gördüğümüz yerde büyük düşman Cehalet’e saldırmaya itiyor, siperlerine yaptığımız saldırılarda muvaffak olamazsak, ki muhtemelen olamayacağız, çabalarımız nafile olabilir fakat terk edilmiş bir umuda öncülük ederken yenik düşmek soylu bir şeydir.

Sayfa 367

Din ve Doğa İlişkisi

Fakat din evvela yeryüzünü yöneten insanüstü varlıklara inanmayı, ikinci olarak da onların takdirini kazanmayı içeriyorsa, doğanın akışının bir ölçüde elastik ya da değişken olduğunu ve onu kontrol eden yüce varlıkları kendi çıkarlarımız doğrultusunda olayların akışını değiştirmeye ikna edebileceğimizi açıkça varsaymaktadır.

Sayfa 392

İnsanlık Tarihinde Günah Çıkarma

Örneğin, bir Kikuyu ensest ilişki yaşamışsa -ki bu doğal olarak onun öldürülmesi anlamına gelir- kendi yerine hoş olmayan bir törenle suçunu aktardığı bir teke sunar. Ardından hayvanın boğazı kesilir; böylece keçinin gözler önünde acı çekişi ve ölümü vasıtasıyla suçlu insan günahından arınır.

Böylece kültür gelişiminin erken bir evresinde günah çıkarmak, ahlaki ve ruhani bir arınmadan ziyade bedensel bir yapıya sahiptir; dini bir gelenekten çok büyüsel bir gelenektir ve bu hâliyle birçok ilkel topluluğun bizlerin ahlaki suç olarak gördüğümüz, onlarınsa ateş, su, aç kalma, müshil ilaçları, cildi aşındırma, yaralama ve benzeri fiziksel yöntemlerle yok edilebilecek bedensel bir kirlilik ya da enfeksiyon olarak gördüğü şeylerden arınmak için benzer şekilde uyguladıkları yıkanma, ovalama, tütsüleme gibi törenlere benzer.

Fakat günah maddesel bir şey ve ölümün havaya sinmiş kokusu olarak görülmek yerine bilge ve iyicil bir Tanrı’nın iradesinin çiğnenmesi olarak görülmeye başlayınca, bu görsel arınma ayinlerinin fuzuli ve saçma bir hâl alarak gücenmiş ilahın öfkesini yatıştırmaya yetmeyecek nafile bir gösteriye dönüştüğü açıktır.

Artık onun öfkesinden sakınmanın ve günahın ölümcül neticelerinden kaçınmanın tek yolunun, günahkârın tevazu ile günah çıkarması ve samimiyetle tövbe etmesi olduğuna inanılır.

Ahlaki evrimin bu evresinde günah çıkarma bedensel arınma olarak taşıdığı o büyüsel yapısını yitirir ve tek bir emriyle günahı silerek günahkârı masumiyete döndürebilecek yüce, ahlaklı bir doğaüstü varlıkla uzlaşmayı içeren tümüyle dini bir ayin özelliği kazanır.

Bu iç rahatlatıcı doktrin bizlere hatalarımızın sonuçlarını ortadan kaldırmak için mütevazı ve tövbekâr bir kalple onları kabul ve itiraf etmemiz gerektiğini, sonrasında merhametli bir Tanrı’nın günahımızı bağışlayarak bizleri sonuçlarından arındıracağını öğretir.

Geçmişi böyle kolayca silebilmek, hadsizce edilen sözleri geri alabilmek ve her kötü eylemi intikam peşinde koşan Erinyeler gibi peşi sıra izleyen treni durdurabilmek hakikaten dünya için çok iyi olurdu. Ancak bunu yapamayız.

Sözlerimizin ve eylemlerimizin -iyi ya da kötü fark etmez- doğal ve kaçınılmaz sonuçları vardır. Günahı Tanrı bağışlayabilir ancak Doğa bağışlayamaz.

Sayfa 413–414

Hayalet, Cadı, Peri İnançlarının Devamlılığı

Fakat İsis ve Osiris, Apollon ve Artemis ya da Zeus ve Hera’nın ismini hiç duymamış köylüler, cadı ve perilere, hayalet ve cinlere, antik dünyanın büyük tanrıları hayal edilmeden uzun zaman önce atalarının inandığı ve büyük bir ihtimalle torunlarının günümüzdeki büyük tanrıların öncülerinin izini takip etmelerinden uzun süre sonra bile inanmaya devam edeceği mitolojik hayal gücünün önemsiz mahlûklarına günümüzde hâlen inanmaktadırlar.

Sayfa 415

Masallar ve Zihniyet

Çünkü masallar, dünyanın ilkel zihinlerdeki görüntüsünün sadık bir yansımasıdır; emin olabiliriz ki masallarda yaygın şekilde ortaya çıkan bir düşüncenin, bizlere ne kadar absürt gelse de, bir zamanlar sıradan bir inanış olması gerekir. Ruhu bedenden kısa veya uzun bir süreliğine ayırabilme (varsayımsal) gücü söz konusu olduğu kadarıyla, bu öyküler ile vahşilerin gerçek inanç ve uygulamalarının mukayese edilmesi bu inanışa bol miktarda kanıt sunmaktadır.

Sayfa 474

Ruhu Bedenin Dışına Aktarma Arzusuna Dair

İnsanların niçin ruhlarını bedenlerinin dışına aktarmayı arzuladıklarını sorarsak eğer, yanıtı yalnızca şu olabilir: Peri masalındaki dev gibi onlar da ruhlarını yanlarında taşımaktansa başka bir yerde muhafaza etmenin daha güvenli olduğunu düşünürler — tıpkı paralarını üzerlerinde taşımaktansa bankaya yatıran insanlar gibi.

Sayfa 477

Tüm Canlıları İnsanla Eşit Tutan Vahşi ve Hayvan Öldürmek

Öyleyse tüm canlıları insanla eşit tutan vahşi için, bir hayvanın öldürülmesi ve yenmesi eylemi, hayvanların zihinsel kapasitesini insanınkinden çok aşağı gören ve onların ölümsüz ruhlara sahip olduğunu reddeden bizlere sunduğu görünümden farklı bir görünüme sahip olmalıdır.

Bir hayvanı öldüren ilkel avcı, ilkel felsefesinin ilkelerinden hareketle, hayvanın bedensiz ruhunun ya da akrabalık ve kan davasının dayatmaları neticesinde birbirine bağlı olan insanlar gibi birbirine bağlı olduğunu düşündüğü aynı türden tüm hayvanların öfkesine maruz kaldığına ve içlerinden birine verilen zarar yüzünden kin duyacağına inanır.

Bundan dolayı vahşi, mecbur kalmadıkça hayvanları -en azından içlerinden birinin katledilmesinin öcünü kanlı bir şekilde alması muhtemel olan hiddetli ve tehlikeli hayvanları- öldürmemeyi kendine kural edinmiştir.

Sayfa 480

Ölümsüzlük İnancı ve Etkileri

İnsanlığın vahşi ırkları arasındaki tabii ölümsüzlük inancının gücü -veya buna evrenselliği de diyebiliriz- karşısında şaşkına dönmemek imkânsızdır. Onlar için ölümden sonraki yaşam düşünsel ve varsayımsal bir konu ya da umut ve korku nedeni değildir; bireyin kendi bilinçli varlığının gerçekliği kadar emin olduğu ve kuşku duymayı aklından geçirmediği pratik bir kesinliktir. Bunu sorgulamadan kabul eder ve sanki insan deneyiminin sınırları içindeki en kesin gerçeklikmiş gibi tereddüt etmeden uyarınca hareket eder.

Bu inanç, yüce güçlere karşı tutumunu, gündelik hayatındaki davranışlarını ve akranlarına karşı muamelesini etkiler; dahası, bağımsız toplulukların birbiriyle olan ilişkilerinde büyük bir ölçüde belirleyicidir. Çünkü normalde, birbirine komşu olan, çoğu değilse de, birçok vahşi kabile arasında var olan savaş durumu, büyük oranda doğrudan doğruya ölümsüzlük inançlarından doğar.

Çünkü husumetin en yaygın sebeplerinden biri, başka bir kabiledeki büyücülerin kötücül sanatı yüzünden öldüğüne ve gerçek veya hayali katillerinden intikam alınmadığı takdirde gazaplarını üzerine düşen vazifeyi yerine getirmeyen kabile mensuplarına çevireceklerine inandıkları dostlarının öfkeli ruhlarını teskin etmektir.

Yani ölümsüzlük inancı bireyin dünya görüşünü etkilemekle kalmamış, her devirde insanlığın sosyal ve politik ilişkilerini kökten değiştirmiştir; çağlar boyu Avrupa’yı oyalayan ve harap eden dini savaşlar ve zulümler, hakkında bilgi sahibi olduğumuz hemen hemen bütün vahşi ırklar arasında hayalet korkusunun tetiklediği savaş ve cinayetlerin medeni dünyadaki eşdeğeridir yalnızca.

Bu perspektiften bakıldığında, ölümden sonraki yaşam inancı ejderha dişleri gibi toprağa ekilmiş ve mahsul olarak ardı ardına kılıçlarını birbirine doğrultan zırhlı adamlar vermiştir. Ölülere sunulan kurbanların bir parçası olarak gelişigüzel, müsrifçe ziyan edilen can ve mülkleri düşündüğümüzde, itiraf etmeliyiz ki tüm avantajlarıyla beraber bu inanç, pahalıya mal olan bu lükse düşkünlük gösteren ırkları -ki bu hemen hemen dünyadaki tüm ırklar demek oluyor- ağır ekonomik kayıplara uğratmıştır.

Doğrudan doğruya ölümsüzlük inancından doğan ahlaki, sosyal, politik ve ekonomik neticelerin boyutunu ve vahametini tahmin etmek bana düşmez, Yalnızca bazılarını işaret edebilir ve tarihçi, ekonomist, ahlakçı ve teologların dikkatine sunabilirim.

Sayfa 533–534

--

--