İnsan ve Kültür — İnceleme ve Alıntılar

Bozkurt Güvenç — İnsan ve Kültür — İnceleme ve Alıntılar 100

Samet Onur
9 min readJan 20, 2024

İnceleme

Antropolojiye Dalış Yapmak İçin

Bozkurt Güvenç’in “İnsan ve Kültür” kitabının 13. baskısı Boyut Yayıncılık tarafından 2013'te basılmış.

“İnsan ve Kültür”ün kitaplaşma serüveni Hacettepe Üniversitesi’nde “Sosyal Antropolojiye Giriş” ders notlarının yeniden derlenip düzenlenmesiyle başlıyor. Daha sonra birçok baskıda ilavelerle kitap zenginleşiyor. İkinci baskısı 1973, beşinci baskısı 1991, onuncu baskısı 2003, on ikinci baskısı 2010 ve nihayet on üçüncü baskısı 2013'te yapılıyor.

On ikinci baskıda yazar kitabı baştan sona güncellemek yerine “Güncelleme 2010” bölümünü ilave etmiş. 2013 baskısına ise bu güncelleme bölümüne kadın yayınları sayfasını eklemiş.

Antropolojiyi tanıma ve temel bilgi alma anlamında oldukça iyi bir giriş kitabı olan “İnsan ve Kültür”ün tek özelliği bu değil elbette. Buna ilaveten her bölümün sonunda verilen okuma listesi ile antropolojiye dair nereden ve nasıl başlamalı konusunda oldukça yardımcı bir liste ortaya çıkmakta.

Kitap 4 bölüm ve 16 alt bölümden oluşmakta. Bölümler ve alt bölümler şöyle:

1. Bölüm — Tarihçe (s. 23–117)

1. Antropolojinin Doğuşu
2. Irkla Açıklamanın Sınırları
3. Sosyal Bilimler ve Antropoloji
4. Antropolojinin Gelişmesi

2. Bölüm — Sosyal/Kültürel Antropoloji (s. 119–188)

5. Kültür Kavramı ve Kuramı
6. Kültürel Muhteva, İlişkiler ve Süreçler
7. Alan Çalışması: Yöntem ve Teknikler

3. Bölüm — Tarihi ve Biyo-Kültürel (Canlı Üstü) Varlık Alanı Olarak İnsan (s. 190–458)

8. Kültürel Evrim ve Devrimler
9. Enerji, Doğal Çevre ve Nüfus
10. Üretim-Tüketim İlişkileri ve Alışveriş Biçimleri
11. Farklılaşma, Sınıflaşma ve Gruplaşmalar
12. Akrabalık, Soy ve Evlilik
13. Eğitim Süreci: İnsan-Toplum-Kültür Boyutları
14. Uygulamalı Antropoloji Üzerine
15. İnsan Nedir, Kimdir O İnsan?
16. Güncelleme / 2010

4. Bölüm — Ekler (s. 461–504)

Ek A: Kültür Sınıflaması Denemeleri
Ek B: Kültürel Muhteva ve Öğeler Rehberi
Ek C: Metot
Ek D: Türkiye’de Etnolojik ve Sosyal/Kültürel Antropolojik Araştırmalar

Kitapta beş bölümü aşırı beğendiğimi söylemeliyim:

8. Kültürel Evrim ve Devrimler
9. Enerji, Doğal Çevre ve Nüfus
13. Eğitim Süreci: İnsan-Toplum-Kültür Boyutları
15. İnsan Nedir, Kimdir O İnsan?
16. Güncelleme / 2010

Antropolojiye dair nereden başlamalıyım sorusuna dair internette araştırma yaptığımda karşıma Tayfun Atay’ın paylaştığı bir okuma listesi çıkmıştı.

Burada Bozkurt Güvenç’in kendisi ve kitaplarından bahsedilince İnsan ve Kültür’den başlayayım dedim. İyi de ettim.

İnsan ve Kültür, bende ciddi şekilde antropoloji merakı uyandırdı. Bu alanın ne kadar eşsiz olduğunu gösterdi. Hem bu kitapta yer alan tavsiye kitapların hem de yukarıda verilen listedeki kitapları okumaya karar verdim.

İnsanı anlamak, insan ve toplumların birbirine neden benzediği ve farklı olduğuna cevaplar aramak, kültür oluşumuna dair bilgiler edinmek isteyenlerin durak noktası: İnsan ve Kültür. Ayrıca bu kitapla beraber verilen okuma listeleri yolunuzu bulmanıza ve nereden devam etmeniz gerektiğine dair önemli bir rehberlik görevi de üstleniyor.

Alıntılar

Kendini Merkeze Koymak ya da Etnosantrizm

Bütün toplumlarda «etnosantrizm» adı verilen kendini yüceltme, kendini önemseme veya kendini merkeze koyma anlamına gelen bir eğilime rastlanır. Her toplum, ırkların en safına, töre veya kültürün en yükseğine, tarihlerin en şereflisine, dinlerin en iyisine ve tanrıların en güçlüsüne sahip olduğuna inanır. Bu değer yargılarıyla çelişen, çatışan her bulgu bilimsel olsun olmasın — yandaş bulmaz, kuşkuyla karşılanır. Üzerinde yaşanılan toprakların üçüncü jeolojik dönemde oluşması; toprak örtüsünün ormandan, toprakaltının petrol yataklarından yoksun oluşu olağan karşılanır da; «ikinci sınıf» bir tarih mirası asla benimsenmez.

Örnek olarak biz Türkler, savaşta ve konukseverlikte hiçbir toplumun bize ulaşamayacağına inanırız. «Bir Türk, dünyaya bedeldir!», «Ne mutlu Türk’üm diyene!» deriz. Eskimo’nun veya Habeş’in konukseverlikte «biz»den üstün olabileceğini duymaktan bile rahatsız olur; güreşte, binicilikte, futbolda Batılıyı yenmekten gurur duyarız.

Sayfa 27

Kendi Kültürümüzü Biliyoruz, Peki Anlıyor muyuz?

Çoğunlukla, aynı dili konuşan kişi ve gruplar birbirlerinin törelerini (kültürünü) bildiklerine ve anladıklarına inanırlar. Bu inanç yanlıştır. Kendi kültürümüzü çoğu zaman olduğu gibi kabul ederiz ama onu gerçekten bildiğimizi ve anladığımızı söyleyemeyiz.

Sayfa 180

Bolluk ve Kıtlık ile Doğal Çevre İlişkisi

Bolluk veya kıtlık, teknolojik gelişme düzeyinden çok, doğal çevre ve iklim koşullarına bağlı kalmıştır.

Ancak paleolitik dönemde yaşayan atalarımız, bolluk ve kıtlığın yavaş değişen ekolojik nedenlerini kavrayamadıkları için, besin sorununu dinsel ve büyüsel işlemlerle kontrol etmeye çalışmışlardır, tıpkı “ilkel çağdaşlarımız” gibi.

Sayfa 208

Yerleşik Hayat mı Tarım Devrimi mi Daha Önce?

1960'lara kadar, köy tipi yerleşik kültürlerin «Tarım Devrimi»nden sonra oluştuğu sanılıyordu. Son 10 yıldaki bulgular ve kazılar aksi tezi destekler gibidir. Önce yerleşmeler başlamış, tarım devrimi onu izlemiştir. Bir bakıma, bitki ve hayvanları evcilleştirenler, yerleşik hayat süreci içinde kendileri de evcilleşmişlerdi.

Gerçekten de, yoğun toplayıcılığın ileri döneminde, toplayıcılar yılık besinlerini yanlarında taşıyamayacaklarına göre, mezolitik toplulukların yerleşik düzene geçmiş olmaları gerekiyordu (Flannery, 1969 -80). Tarım öncesi yerleşmelerde, toplanan tahıl depolanmakta, öğütülmekte ve ondan yassı bir yufka ekmeği (gözleme) yapılmakta idi. Tarım Devrimi’nin, böyle bir yerleşmede, yavaş yavaş gerçekleşmesi olasılığı yüksektir.

Toplayıcılığa dayanan bir teknolojide, ertesi yıla ait tohumluğun kesilmemesi ve sap üzerinde bırakılması gerekir. Bu amaçla, toplayıcılar, belki de yabanıl tahıl tarlalarının bir kısmını tohumluk olarak kesmiyor ve sonraki yıla bırakıyorlardı. Çağdaş toplayıcı kültürlerin (Sözgelişi Buşman’ların ve Pigme’lerin) bu kurala uygun davrandıkları bilinmektedir. Gerçekten bu iki kültür, gelecek yıl toplayacakları bitkinin tohumlarını kök üstünde bırakırlar.

Sayfa 218–219

Tarım Devriminin Eserleri

Bugün de yaşayan semavi dinler, krallıklar, sultanlıklar, feodalite ve imparatorluklar, Tarım Devrimi’ne dayanan, onun eseri olan ve onu yöneten toplum biçimleridir.

Sayfa 228

Avcılık Zamanlarında Kültürel Evrimin Hızı

Avcılık ve toplayıcılık çağları boyunca, insanoğlunun doğal enerji kaynaklarından yararlanma oranı (randımanı) pek yüksek olmamıştır.

Paleolitik insan, hayvan ve bitkilerden elde ettiği enerjinin önemli bir kısmını avını bulmak, kovalamak ve yakalamak için tüketmiştir. Başka işler için, geriye fazla bir enerji kalmamıştır. Birçok durumda, avlanan besinin sağladığı enerji, onu yakalamak için tüketilen enerjiden pek fazla olmamıştır. Artı ürünün çok sınırlı oluşu nedeniyle, bu dönemlerdeki kültürel evrim yavaş bir tempoda kalmıştır.

Sayfa 234–235

Endüstri Devrimi Öncesi Enerji

Su, yel ve yelkenin birer enerji kaynağı olarak «evcilleştirilmesi» zamana, kültüre, doğal çevre özelliklerine ve teknolojik gelişme düzeyine bağlı kalmıştır. Büyük uygarlıkların ve imparatorlukların (Pers, Mısır, Yunan, Roma, İslam ve Osmanlı gibi) Akdeniz çevresinde kurulmuş olmasının bir anlamı budur. Öyleyse denebilir ki, Endüstri Devrimi’nden önceki dönemlerde ve kültürlerde, kullanılan toplam enerjinin yüzde 80–85'i bitki, hayvan ve insanlardan (insanların el emeğinden ve kas gücünden) sağlanmıştı (Cippola, 1965).

Endüstri Devrimi, kültürel sistemlerin geleneksel enerji dengesini ve denklemini altüst etmiş; canlı ya da fizyolojik transformatörler yerine makine ve motorları koymuş, doğa ananın milyonlarca yıldır depo ettiği organik enerji kaynaklarını -yani bitkisel kömür ve hayvansal petrol kaynaklarını- kullanmaya başlamış; İnsanoğlunun ürettiği ve tükettiği enerji düzeyini yüzlerce kat artırmıştır.

Sayfa 237

Hint Mitolojisinde Kadın ve Erkeğin Yaratılışı

TABLO 11–2.

HİNT MİTOLOJİSİNE GÖRE KADIN VE ERKEĞİN YARADILIŞI

KADIN

Tanrı, yaprağın hafifliğini, ceylanın bakışını, güneş ışığının kıvancını, sisin gözyaşını aldı, rüzgârın kararsızlığını, tavşanın ürkekliğini buna ekledi. Onların üzerine, kıymetli taşların sertliğini, balın tadını, kaplanın yırtıcılığını, ateşin yakıcılığını, kışın soğuğunu, saksağanın gevezeliğini, kumrunun sevgisini kattı. Bütün bunları karıştırdı, eritti ve kadın yaptı. Yarattığı kadını sevsin diye erkeğe armağan etti.

ERKEK

Tanrı, kaplumbağanın yavaşlığını, boğanın bakışını, fırtına bulutlarının kasvetini, tilkinin kurnazlığını, boranın dehşetini aldı; sülüğün yapışkanlığını, kedinin nankörlüğünü, hindinin kabarışını, gergedan derisinin sertliğini onlara ekledi. Bunların üzerine ayının kabalığını, bukalemunun şıpsevdiliğini, sivrisineğin vızıltısını kattı ve erkeği yarattı. Yarattığı erkeği, adam etsin diye, kadına verdi.

Sayfa 287

Çağdaş ve Geleneksel Toplumlarda Kadın ve Erkeklerin Yaşam Süreleri

İlkel ve geleneksel toplumlardaki erkekler, çoğunlukla, kadınlardan daha uzun yaşarken; çağdaş kentsel ve endüstriyel toplumlarda, kadınların daha erken yaşlandığı fakat daha uzun yaşadığı görülmektedir.

Ortalama ömür gibi biyolojik gözüken bir değişken bile kültürel sisteme bağlıdır.

Demografların hesaplarına göre, ortalama ömrün 50 yılın altında bulunduğu toplumlarda, erkek daha uzun yaşar. Ortalama hayat 55 yaş dolayında ise, kadın ve erkek ömrü birbirine eşit olur. 60'ın üstünde ise, kadın erkekten daha uzun yaşar. Ortalama 60 yıllık bir hayat beklentisiyle, bugünkü Türk kadınları erkeklerinden 45 yıl daha fazla yaşayacaktır.

Ancak bu tür ortalamalar, kır kent farklarını yeterince yansıtmaz. Kentlerde ortalama hayat daha uzun olduğu için dul kadın sayısı da artar.

Sayfa 290

Kadın ve Erkek Kişiliği ve Farklarının Kaynakları

Fakat asıl sorun, kadın ve erkek kişiliği arasındaki farkların kaynağının ne olduğudur.

1930'lara kadar biyolojik gerekircilik (determinizm) ağırlık taşıyor ve farkların genetik-cinsel veya biyolojik-fizyolojik kökenli olduğu tezi savunuluyordu. Antropolog Margaret Mead (1935) yaptığı bir saha araştırmasıyla biyolojik gerekirciliğin yanlışlığını kesin olarak göstermiştir.

Kadın erkek farklarının büyük bir kısmı, cinsiyete değil, kültürel şartlanmaya (enkültürasyona) bağlıdır. Mead’in incelediği Arapeş kültüründe kadınlar ve erkekler, Batı toplumlarındaki kadınlar gibi; Mundugumor kültüründeki kadınlar ve erkekler ise, “Batı”daki erkekler gibi davranıyorlardı.

Çambuli kültürü daha da ilginç idi; çünkü orada, kültürel roller ve ilişkiler, “Batı geleneklerine göre” cinsel yönden “ters” kişilere verilmişti: Kadınlar, “Batı”daki erkekler; erkekler ise, “Batı”daki kadınlar gibi hareket ediyorlardı.

Mead’in bulguları, cinsel işbölümünü doğrulayan, kendine özgü örnek olaylar değil, kadın erkek ayrımının çoğunlukla öğrenilmiş olduğunu gösterir. Kadının “korkaklığı” ve erkeğin “cesareti”, kültürel öğretilerdir. Kültür-kişilik incelemelerinde bu konuda kanıtlar bulunmaktadır (Güvenç, 1970 a: 5491).

Batı’daki kadın özgürlüğü hareketi, giderek erkeğe benzemeye başlayan kadını ayrı tutma çabasıdır.

Sayfa 290

Evliliğin Amacına Dair

Evrensel olmamakla birlikte, toplumlar dişi ve erkek üyeleri arasında doğumla sonuçlanacak cinsel bir ilişkiye izin vermeden önce bir evlenme ya da nikâh töreni yaparlar.

Nikâh töreninde, simgesel olarak gelin ve güveye birbirleriyle evlenmek isteyip istemedikleri sorulur. Soru’nun yanıtı aslında bellidir. Fakat izin, evlenenlerden değil toplumdan, kadın ve erkeğin aile gruplarından alınmakta ve tanıklara imza ettirilmektedir. Törene gelin ve güvey olarak gelen adaylar, törenden “karı-koca” olarak çıkarlar.

Törenin asıl amacı, evlenmiş kadının doğuracağı çocukların babasını önceden bilmek, çocuğun bakımını tüzel bir güvenceye bağlamaktır. Öyleyse evlilik, doğuma izin veren bir geçiştir. O kadar ki, evli kadının doğurmaması, belki de, evlenmemiş kadının doğurması kadar ilgi ve heyecanla karşılanır. Evli kadının çocuğu meşrudur. Çünkü kadının kocası, doğacak çocuğun “babası” olmayı önceden kabul etmiştir. Doğacak yavru ortada (sahipsiz) kalmayacaktır.

İşte bu nedenle, evlenmemiş (nikâhsız) kadının çocuğuna “gayri meşru” damgası vurulur. Bu damga, kadın, kadının soyu ve doğacak yavru için ömür boyu devam eder bir “yüz karası” olur. Kızlık ya da bekâret, evlilik öncesinde cinsel ilişki kurulmadığının kanıtı olarak birçok toplumlarda değer taşır; bazı tarım toplumlarında bakire çıkmayan gelinler, ailelerine geri gönderilebilirler.

Sayfa 312–314

Okulun Gücü Nedir?

Okul sıraları ile evreleri çocuğa kuşkusuz yeni bilgiler, beceriler kazandırır ama okul, çocuğun temel kişiliğini, dünyasının nasıl, ne tür bir yer olduğu görüşünü pek değiştirmez. Çok çok, zaten var olanı pekiştirebilir.

Sayfa 364

Üniversite Sınavındaki Başarı ile Aile ve Lise İlişkisi

Söz konusu ÜSYM (1977) araştırması, öğrencinin üniversite giriş sınavında aldığı puanların, babanın ve annenin öğrenim düzeyleri, ailenin gerçek aylık geliri ve sahip olduğu kolaylıklarla doğrudan (+) ilişkili; lise kalitesiyle ise olumsuz (-) ilişkili olduğunu ortaya koymuştur.

Sayfa 398

Doğumdan Ölüme Törenler

Kanun, ferman dinlemeyen sevgisi dışında her davranışı, doğması, yiyip-içmesi, çalışıp-dinlenmesi, hastalanıp iyileşmesi, eş seçip ayrılması, sayısız kurallara bağlı kalır.

Her aşama bir törenle başlar, törenle sürer, törenle biter. Bir durumdan ötekine geçiş daima uygun bir törenle gerçekleşir. Bu anlam ve bağlamda insan bir homo ritüalis, törencidir.

Doğmasına törenle izin verilir, okula törenle başlar, törenle mezun olur. Sünneti, buluğa ermesi, nişanı, askere gitmesi, tezkere alması, evlenip boşanması, bayramlaşması, işe alınması, kovulması, tayini-terfii, emekli edilmesi, öldüğünde gömülmesi hep törenle olur. Bu törenler onu bir homo protokolis ya da hiyerarkus yapar.

Her insan, değişen toplumdaki yerini sırasını bu törenlerle öğrenir.

Devlet, bu anlamda bir törenler töresidir. Resmi ya da özel törenlerin nasıl yapılacağını, herkesin yerini sırasını belirler. Devrimler, önce törenleri, sonra geçerli protokolü değiştirir. Törenleri değiştiremeyen devrim, devrimden sayılmaz.

Sayfa 418–419

Toplumların Bilime Direnci

Katolik Kilisesi dünya ve canlılar konusundaki tarihi yanılgısını resmen kabul etse de, toplumların bilimsel bulgulara karşı yaygın direnci 21.yy’da da sürüyor. İleride görüleceği gibi bilim ve teknolojide en gelişmiş ülke olduğu kabul edilen ABD’de, evrime (yani bilime) inananlarla inanmayanların oranı birbirine yakındır (%35 — %45).

Sayfa 427

Bilimde Geri Kalmak

Evet, bilimsel görüşler zorlanamaz ama bilimde geri kalmanın ağır bedeli, kültür emperyalizminin sömürgesi olarak ödeniyor.

Uzakdoğulu “sarılar” kendi çabalarıyla endüstrileşerek tarihi sömürüden kurtulmanın yolunu buldular. Afrikalı “karalar” ın geleceği ise bugün kaygıyla izleniyor.

Bizim sorunumuz da burada: Hangi yolda ve yöndeyiz? Ulusal bağımsızlığımızı koruyacak mıyız yoksa Dünya’ya açılalım derken yeniden “yarı sömürge” mi olacağız? (Çavdar 1970).

Sorunun yanıtı, seçmene duyarlı siyasilerde değil, seçmenlerin varlık ve tarih bilincinde aranabilir.

Sayfa 430–431

Teknoloji Üretim İçin mi Tüketim İçin mi?

Ancak, 1950lerden sonra ve 2000'li yıllarda teknoloji, üretimden çok tüketim amaçlı kullanılıyor. Üretimi arttırmak amacıyla kullandığımız enerjiyle kirlettiğimiz doğal çevreyi (Havayı-suyu) gene enerjiyle temizlemeye, temiz tutmaya çalışıyoruz. Enerji bağımlısı teknolojiyi yavaşlatmak gerçekçi görünmeyebilir. Oysa, enerji kaynaklarına bağlanmadan hava ve suyu bile kullanamaz olduk.

Sayfa 444

--

--