İslami Hayat ve Sorunları — İnceleme ve Alıntılar

Muhammed Gazali - İslami Hayat ve Sorunları — İnceleme ve Alıntılar 52

Samet Onur
11 min readDec 1, 2021

İnceleme

İslami Hayata Dair Kısa Yazılar

Muhammed Gazali, “İslâmî Hayat ve Sorunları” başlığını taşıyan bu kitapta kısa yazılar halinde bir müslümanın günlük hayatında yaşadığı karşılaştığı zorluklara işaret etmekte ve bazı örneklerle tavsiyeler vermektedir.

Söz konusu kitap 5 bölümden oluşmaktadır. Her bölümün içinde uzunlu kısalı birçok yazı yer almaktadır. Bunlar arasında beğendiğim yazıların başlıkları şöyle: “Gerçek İbadet”, “İtham Parmakları”, “İslâm’ın Anlaşılması Üzerine”, “İfrat ve Tefrit” ve “Fakihlerin İhtilafı”.

128 sayfadan oluşan bu kitabın bana ciddi bir katkısı olduğunu düşünmüyorum. Muhammed Gazali, “Düşünce Mirasımız” ve “İslâm’ı Nasıl Anlamalıyız” kitaplarında burada özetle ve yetersiz bir şekilde bahsettiği konuları çok daha detaylı ve faydalı bir şekilde incelemişti. Bundan dolayı “İslâmî Hayat ve Sorunları” kitabını beğenmediğimi ve tavsiye etmediğimi bildirmek isterim.

Alıntılar

Cihad Çok Geniştir

Dinlerine hizmeti arzulayan birçok gence rastladım. Ancak bir miras gibi aktarılan bozuk bir mantık içerisinde bulunmaları beni derinden derine korkutuyor. Bu gençler, petrol araştırırken alınlarında biriken teri veya teknik aletlerle yapılan bir incelemede çekilen zahmetleri, cihadın bir parçası saymıyorlar. Onlara göre cihad, sadece tilâvet, zikir ve geniş bir zaman olursa bunları tekrara devam etmektir.

Cuma hutbesinde, mezhepler arasında mukayese yaparak “Tahiyyet’ül mescid” namazını anlatan bir eczacı gördüm. Ona, “Bu konuyu ehline havale ederek, kendi sahanda niçin İslâm’a yardım etmiyorsun? Gerçekten bugün Müslümanlar, tıp alanında hezimete uğramışlardır. Eğer İslâm düşmanları ümmeti bu sahada zehirlemek isteseler, Müslümanların mukavemetsizliklerinden dolayı bunu başarabilirler. “Tahiyyet’ül mescid” namazında Şafiî’nin mi Maliki’nin mi görüşünü alalımdan ziyade sen ve kardeşlerin, dininize ve Müslümanların faydalarına yönelik olarak kendi sahanızda bir şeyler yapamaz mısınız?” dedim.

Kimya bölümünde okuyan bir öğrenci bana, “Kelâm ilminden şüphe eden bir insanın durumu nedir?” diye sormuştu. Kendi kendime düşündüm: “Bu yıl ki Nobel ödülü kimya bilginleri arasında paylaşıldı. Ne var ki bunların arasında tek bir Arap bilgini yoktu. Kimya ilimlerine Müslümanların çok büyük ihtiyaçları vardı. Bazı kitaplarımda da belirttiğim gibi Ruslar Afganistan’a saldırıyor ve kimyasal silahlar kullanıyorlardı. Kurbanlar sessiz bir şekilde yok oluyorlardı. Müslümanların geneli bu durumun neden kaynaklandığını, ne olduğunu ve ne olacağını bilmiyorlardı. Rusların kimyasal silah kullandıklarının farkında bile değillerdi.

Soruyu soran talebeye dedim ki: “Kendisinden soru sorduğun şeyi biz eskiden tedris ettik. Şimdi yapman gereken şey, üzerinde ihtisas yaptığın kimya sahasına var gücünle yönelmen ve o hususta Müslümanlara faydalı olmandır. Biz, bu sahanın fakiri, kelamî felsefelerin zenginiyiz. Milletlerin yükselmesi ve gerilemesi kesin kanunlara bağlıdır. Müslümanlar hayat sahasında hezimete uğradıkları zaman değil, dini yanlış anlayıp yorumladıkları zaman hezimete uğradılar.”

Sonra talebeye dönerek dedim ki: “Senden istenmeyen meselelerle ilgili olarak kitaplara kapanacağına, İslâm’a faydalı olmak amacı ile kimya ilimleri üzerinde derinlemesine araştırma yap. Bu arada Kur’an-ı Kerim’i mutlaka oku ve sana gerekli olan fıkhî bilgileri talim et. Peygamberin Hz. Muhammed’in (s.a.) izinde yürü ve O’nun, Allah Teâlâ’nın ismi ile dünyayı nasıl değiştirdiğini öğren.” Sonra hayretler içinde kalan talebeden ayrıldım. İkna olup olmadığını bilmiyorum.

Gençlerin çoğu takvayı, sadece vaktin büyük bir kısmını bazı dini metinleri okumaktan ibaret zannediyorlar, İslâm böyle bir anlayışı tasvip etmez. İslâm düşmanlarının uzayda mekik yarışı yaptığı, buna mukabil Müslümanların sırt üstü yattığı bir atmosferde İslâmî akide tek başına o Müslümanlara bir şey kazandırmaz.

Sayfa 20–22

Müslümanların Eksiği

İslâm’ı müdafaa edenlerin eksikliği; cesaretsizlik ve ihlassızlıklarından değil, derin tecrübe ve güzel bir şekilde fıkhı bilmeyişlerindendir.

Sayfa 9

Din Toplumun Üstün Seviyeye Gelmesini İster

Toplumun üstün bir seviyeye ulaşması için gerekli olan her türlü meşru şeyi yapmak dindendir. Nitekim usulü fıkıh âlimleri şöyle demişlerdir: “Bir vacibi ifa etmek için gerekli şeyler de vaciptir.”

Sayfa 17

İbadet Sadece Namaz Değildir, Görevini Hakkıyla Yapmak da İbadettir

Bütün makam ve mevkiler sorumluluk getirmektedirler. Her biri birer emanettir ve bu emanetlere riayet etmek mecburiyeti vardır.

Fakat maalesef Müslümanlar, bu emanetleri kaybettiler, verdikleri sözü de unuttular. Böylece kendi ülkelerinde tehdit altında kaldılar. Esas meseleleri unutan Müslümanlar, gerçek görevlerini de ihmal ettiler. Öyle ki Müslümanların farz-ı kifaye anlayışlarında bile cehalet söz konusu oldu. Bu öyle bir hal aldı ki bir kısım Müslümanlar ortaya çıktılar ve bunlar ibadetler ile dünyaya müteallik işleri ayırdılar. Böylece birincisi ile meşgul olmayı dinden, ikincisi ile meşgul olmayı ibadetlerden saymayan bir anlayış içerisine girdiler.

Kimi kişiler gördüm ki bunlar masalarına kuruluyorlar, insanlar ihtiyaçları için bunlara geliyorlar. Bu kişilerde dilediklerinin işlerini yapıyor, dilediklerininkini ihmal ediyorlar. Ama öğle namazı vakti gelir gelmez hemen apar topar hazırlanıyorlar. Bir defasında birine şöyle dedim:

“Bu ihmal ettiğin şeylerde önemlidir. İnsanların maslahatlarına yönelik işler de dindendir. Bunlar da namaz ve oruç gibi gereklidirler.” Bunun üzerine bana dedi ki:

“Biz farz olan namaza hazırlanıyoruz. Diğer işlerimizi de Allah Teâlâ’ya olan borcumuzu ödedikten sonra yaparız.” Ona şöyle dedim:

“Namazı vaktinde kılma hususunda azim göstermen çok güzel. Fakat uzak bir beldeden gelen dertli bir insanın derdine çare bulursan, bir-iki dakika namazın ilk vaktini birazcık tehir ettiğinde büyük bir günaha duvar kalmazsın. Kaldı ki zaten namaz, insana görevlerini yapma bilincini verir.”

Biz asla namazı vaktinden sonra veya geciktirerek kılalım demiyoruz. Genel işleri basite indirgemek veya onlarla uğraşmayı boş telakki etmek veya terk edip hep yarına bırakmak, ihmâl edilmesi haram olan bir farzı ihmal etmektir, diyoruz.

Sayfa 25–26

Öncelikleri Karıştırmak

Farz-ı kifayeleri ihmâl eden adamlardan biri nafile hacca niyetleniyordu. Öyle zannediyorum ki bu onun üçüncü haccı olacaktı. Kendisine dedim ki:

- Bu hac sana kaça mal olur? Bin cüneyh tutar mı?

- Evet, belki de daha fazla, dedi.

- Peki, dedim. Falan kişi eczacılık fakültesini bitirdi. Fakirdir, hem üstelik Müslümanlar da İslâm’a gönül vermiş, Müslüman doktor ve eczacılara muhtaçtır. Elindeki bu meblağı o Müslümana ver, hem kendisi istifade etsin hem de ümmete faydalı olsun. Senin bu amelin inşallah Cenab-ı Allah katında daha fazla sevaba nail olur.

Adam dehşetle bana baktı ve dedi ki:

- Böyle bir söz söylenir mi hiç? Ona:

- Neden olmasın. Beni dinlersen bir farzı yerine getirir ve inşallah dosdoğru bir yolda yürümüş olursun. Böylece güzel meyveler veren bir cihada sen de iştirak etmiş olursun, dedim.

Adam, eski dehşet ve şaşkınlığı içinde şöyle dedi:

- Haccı bırakacak ve bir eczacıya yardım edeceğim ha. Ne demek bu?..

Maalesef bugün Müslümanların büyük çoğunluğu ümmetin içinde bulunduğu problemlerden habersizdir. Aynı zamanda bu tür Müslümanlar bugününü ve yarınını tehdit altında bulunduran şeylerden bihaberler. Zaten bunun için değil midir ki Müslümanlar bugün çarpılmışa dönmüşler.

Sayfa 27–28

İbadetler İnsanı Başka Şeylerden Engellememeli

Zengin bir insanın ilk ibadeti, muhtaç durumda olanların ihtiyaçlarını gidermek ve infak etmektir. Eğer tuttuğu oruç veya gece namazları onu Allah yolunda infaktan kaçındırıyorsa, o oruç ve namazların bir faydasını görmez.

Okuyan bir fakihin ilk ibadeti, nasihat etmek havas ve avam arasında fark gözetmeksizin insanları eğitmektir. Aksi takdirde bir köşeye çekilip sorulan sorulara sadece “evet” veya “hayır” diyerek işin içinden çıkmaya çalışması, fitnenin yaygınlık kazandığı toplumlarda emr-i bil maruf, nehy-i anil münkerden kaçınması onu sorumlu durumdan kurtarmayacaktır.

Sayfa 29

Kainat, Hayat ve Din Ayrılmaz Bir Bütündür

İslâm, asla kâinat ve hayatla dinin arasını ayırmaz.

İslâm, Allah’ın salih kullarından aradaki bütün çelişkileri ortadan kaldırmalarını ister. “Biz bunları biliyoruz. Anlatılanlarda yeni bir şey yok.” denilebilir. Ben de derim ki: İslâm için çalıştığını ve yorulduğunu zanneden birçok genç var ki bunlar dünyaya ve dünyayla ilgili ilimlere sırt çevirmeyi ibadet sanıyorlar. Bu tür gençler, ilmî araştırmaları hafife alıyor ve ibadetlerin zikir ve şükürden ibaret olduğunu zannediyorlar.

Sayfa 32

Dar Bakış Açısı Müslümanların Katilidir

Dar bakış açısının, Müslümanların katili olduğunu Müslümanlar ne zaman anlayacaklar?

Kâinat ve ilimlerinden el-etek çekmek İslâm’a ve Müslümanlara karşı işlenen bir suçtur. Anlamsız bazı merasimlerin gölgesinde, göstermelik bir takım dinî ve kısır ilmî tezahürlerle Allah’ın kendisiyle bizi şereflendirdiği dinin hakkını eda edemeyiz.

İbadet, namazda nasıl huşu şeklinde kendini gösteriyorsa, bu büyük kâinatın araştırılması sahasında da kendini göstermelidir.”

Sayfa 34

Akıllı İnsan Ulaşılması Mümkün Olanın En Sonuna Ulaşmalıdır

Azmin geçmiş yüceliklerine davet eden İbn’ul-Cevzi’nin şu sözleri, kültürümüzün parlak ışıklarıdır. Müslümanın her sahada parlamasını isteyen bu zat, şöyle diyor:

“Akıllı bir insan, ulaşılması mümkün olan bir gayenin en sonuna ulaşmaya çalışmalıdır. Gerçekten eğer insanoğlu için göklere çıkmak mümkün olsaydı, en büyük ayıp yere çakılıp kalmak olurdu. Yine, eğer peygamberlik çalışmakla elde edilseydi, en ihmalkâr insan bile onu elde etmeye çalışırdı.”

Sayfa 37

Fikri Felcin İlk Sebebi Siyasi İstibdattır

Açık bir şekilde ifade edeyim ki itham parmakları, asırlarca ümmetimizi geri bırakan idareci ve âlimleri işaret ediyor. Salt bulutların üzerine çıkmak veya denizin üzerinde yüzmek kâfi değildir, bu hususta bilginlerimiz fezalara giden ve denizin derinliklerine varan yolu bulmalılar ve kâfirlere karşı nükleer başlıklı silahlar icat etmelidirler.

Müslüman toplumda fikrî felcin ilk sebebi siyasi istibdattır. Gözetim altında tutulduğu halde insan yolda rahatça yürüyebilir mi? Başının üzerinde her an hayatına kast edecek bir kılıç bulunan veya her an darağacında sallanma ihtimali olan veya çoluk çocuğundan habersiz her an hapishaneye atılabilen… Evet, böyle yaşamak kolay mı?

Sayfa 51

Mümin İbadeti Doğru Anlamalı

Mümin günde on bin defa “Ya Latif” dese ve başka hiçbir şey yapmazsa, hayatının tamamını gece-gündüz virdlerle geçirirse, bunlarla beraber başka şeylerle de uğraşmazsa bu mümin ne derece görevini yapmıştır?..

Buna mukabil, üzerine düşen dini vecibeleri yerine getiren, fakat geceleri uyuyup gündüzleri karada, havada ve denizde Müslümanların askeri veya diğer alanlardaki görevlerini ifa eden bir mümini, Cenab-ı Allah İnşallah gece kıyamından sorumlu tutmaz. Çünkü o, gece istirahat etmek sureti ile gündüz cihad etmektedir.

Müslümanların çoğunun genel görüşüne göre tabiat ve hayat ilimleri nafiledirler. Şimdiki gençlere, bu ilimlerde kâfirlere üstünlük sağlayamadığımız müddetçe tam bir tevhidi çizgiye giremeyeceğimizi anlatamadık.

Bir tıp öğrencisinin fıkıh ve hadiste ele kına yakmanın hükmünü araştırdığını gördüm. Ona dedim ki:

— Siz neden Londra ve Paris doktorlarıyla yarışmıyorsunuz, kendi ihtisas sahanızda yeni şeyler keşfedip derinleşmiyorsunuz?!

Sayfa 53

İslâm’ın Anlaşılması Üzerine

Adamın birisine dedim ki:

- Falan kişiyi tanıyor musun? Benim bir arkadaşım onunla tanışmak ve yakınlaşmak istiyor, belki de büyük çapta ticari bir ortaklık yapmayı teklif ediyor.

Adam dedi ki:

-Gayet tabi onu çok iyi tanıyorum. Orta yaşlı, kısa boylu, esmer yüzlü birisidir.

-Başka ne özelliklerini biliyorsun? dedim.

-Güzel kravat bağlar, devamlı boyalı ayakkabı giyer, hareket ettiği zaman…

Sözünü keserek alaylı bir şekilde cümlesini tamamladım;

-Hareket ettiği zaman gösterişli omuzları heybet veriyor…

-Benimle alay mı ediyorsunuz, dedi.

-Hayır, asıl sen alay ediyorsun. Bir insanın özellikleri bu şekilde mi anlatılır? Senin bu benzetmelerin zamanımızdaki bazı insanların İslâm’ı tanıtmalarına benzemektedir. Onların bu tanıtmaları insanların cehaletini artırmaktan ve onları dinden uzaklaştırmaktan başka bir şeye yaramamaktadır. Onlara göre İslâm, sadece bıyıkları kısaltmak, elbiselerini temiz tutmak, yemek kaplarını sünnetlemek, gözlere sürme çekmek… vs. dir, dedim

Gerçek tarif, temel unsur ve prensipleri de içine alan tariftir. Gerçekten insanımızın çoğu dinimizi bilmiyor. Ama realitede insanımız İslâmî düşünceyi, İslâmî ahlâkı ve İslâmî hükümleri öğrenmek istiyor. İslâm’ın aile yapısını, dünyaya bakış açısının ve adalet anlayışını öğrenmek istiyorlar. Ben öyle inanıyorum ki küfrün yeryüzüne yayılmasının sorumluluğunun yarısı dindar geçinen, fakat kötü söz ve davranışları ile halkı Allah Teâlâ’nın dininden soğutan insanların omuzundadır.

Avrupa ve diğer yerlerde komünizmin yayılmasının sebebi, rahip ve ruhbanların semavi adaletten ümitlerini keserek üzerlerine rahmet kapılarını kapatmalarıdır. Rahip ve ruhbanlar su zannettikleri seraba doğru koştular.

Maalesef bugün Müslüman gibi görünen fakat eski kâhinleri hatırlatan insan tipleri vardır. İslâm’ı, kan döken, çetin huylu müntesipleri olan, merhameti arka plâna atıp, sert ve katılığı ön plâna alan bir din olarak görüyor, aynı zamanda tırnakları ve saçları kısaltmayı, benlikten ve insanları hakir görüp uzaklaşmaktan daha önemli zannediyorlar.

Sayfa 55–56

Müslümanların Aşırılıklarına Örnekler

İFRAT VE TEFRİT

Fıkhî ayrılıklar, müminler arasında kardeşlik duygusunu zedelememeli ve aralarında olay çıkarmamalıdır. Ne var ki kimisi bu fer’i ihtilaflardan habbeyi kubbe yapmaktadırlar. İhtilafları harp çıkartacak düzeye getirenler aslında asıl hastalıklarını gizliyorlar.

Birisi bana şöyle demişti: “İslâmîyet’in ilk yıllarında davet, katlden önce idi. Sonra bu durum nesh oldu. Artık şimdi davete ihtiyaç olmaksızın katl vardır…”

Hadiseyi yanlış anlayan birisi idi. Bu sözüne delil olarak da bir kitabı gösterdi. Kitaptaki ibareler insanların yollarını kesip haksız yere masum halkı öldüren yol kesicinin öldürüleceğini ifade ediyordu. Hâlbuki kitaptaki ibarelerle onun anladığı anlam tamamıyla birbirlerinden farklı şeylerdi.

Garip olan şu ki anormal tutum içinde olanlar içtimaî hizmetleri ve ahlâkî faziletleri ile değil, namaz esnasında ellerin nerede tutulacağı veya nasıl bağlanacağı gibi konuları gündeme getiren ve ihtilaf konusu yapanlardır. Kültürümüzün ikamesi ve saadetimizin temini için gayret gösterilmesi gerekirken aksine bu tip ihtilaflar, birçok garip Müslümanların dert ve sıkıntılarını örtbas etmekten başka bir şey kazandırmıyor. Müslümanlara bazı günahlarından dolayı kâfir demeyelim.

Günün birinde, tembellikten dolayı namazı terk eden kişinin hükmü üzerinde konuşuluyordu. Verilen hüküm, o kişinin kâfir olup katledilmesi gerektiği ve ebediyen cehennemde kalacağı üzerinde yoğunlaşıyordu.

Dedim ki:

“Tembellikten dolayı namazı terk etmek gerçekten büyük günahtır. Fakat sizin verdiğiniz hüküm; namazın farziyetini inkâr edip terk eden kişiler için söz konusudur. Dinden olduğu kesin olan bir hükmü inkâr kişiyi dinden çıkarır, ama tembellik yapanlar dini kabul ediyorlar. Bu tip kişiler sadece günahkârdırlar.”

İtiraz edince onlara şunu sordum:

“Tembel kişinin Allah Teâlâ indinde bir garantisinin olmadığı, affedilmesinin veya yargılanmasının Cenab-ı Allah’a kaldığı hakkındaki sünen sahiplerinin hadisini niçin unutuyorsunuz?” Şirk hariç bu tür suçların Allah Teâlâ’nın affına mazhar olmasının mümkün olduğu, cumhurun görüşüdür.

İnsanlara karşı yeri geldiği zaman, lütuf ve güzel nasihat sahibi olmamız lâzımdır. Onları topyekûn giyotine değil, mescide yöneltelim.

Bir başka problemimiz kadın meselesidir. Gerçekten onu evin dört duvarı arasına hapsetmek ve cahil bırakmak insafsızlıktır, İslâmî nasları ona öğretmek, emr-i bil maruf, nehy-i anil münker ve eğitim ameliyesinde ona da görev vermek durumundayız. Bir zaruret için dışarı çıktığı zaman elbette örtünecektir. Fıkhî bilgileri kısır ve malûmatları az olanlar, Allah Teâlâ’nın rızasını kazanacağım derken İslâm’ın kadın için meşru kıldığı haklarını da ellerinden alıyorlar.

Köylerin birinde şöyle bir olay cereyan eder:

“Köyün muhtarı cami imamına, köye bir ziraat mühendisinin geldiğini ve köylülere bir seminer vereceğini haber vererek durumu mikrofonla köylülere duyurmasını söyler. İmam mikrofona doğru giderken bir genç atılır ve şöyle der:

“Peygamberimiz kayıp bir şeyi mescitte aramaktan nehyetti. Bu mikrofon sadece namaza çağrı için kullanılır.” ve imamın mikrofonu almasını engeller. Münakaşa büyüyünce genç:

“Benim cesedimi alır, mikrofonu alamazsınız.” der.

Bu durum ile Peygamberimizin hadisi arasında kıyas yapılıp yapılamayacağını bir tarafa bırakalım gencin bu iş için canını ortaya koymasına ne demeli?

Ortada olan bir hakikat vardır ki o da bu gençlere rehberlik yapılmasının ve âlimlerin bu hususta gençleri yetiştirip hazırlamasının gerekliliğidir .

Sayfa 99–101

Sünneti Anlamada İki Hata

Tecrübelerime dayanarak edindiğim intiba şu ki Müslümanlar, Sünnet-i Seniyeyi anlamada şu iki hataya düşmüşlerdir.

1)Zayıf rivayetlere çokça yer vermek, öyle ki bu tür rivayetler ibadete yansıyacak kadar yaygınlık kazanmıştır.

2)Sahih hadisleri sağlıklı bir şekilde anlayamama, buna bağlı olarak bu hadisleri araştırma yoluna gidememeleri.

Hiç unutmuyorum, Mekke’de yayınlanmış bir broşür elime geçti. O broşürde Allah Resulü Hz. Muhammed’in (s.a.) insanları İslâm’a davet etmeden, onlara karşı savaş açtığı, bu savaşların iptidaî hücumlardan ibaret olduğu belirtiliyordu.

Meseleleri bu şekilde yorumlayanlar, kitap ve sünnetin başına bela olan kaim kafalı kişiler olup, cehl-i mürekkeb müntesipleridir.

Gözlenen şu ki Kur’an-ı Kerim’le ilişkilerimiz zayıftır. Onun hidâyet ve nur dolu hakikatleri bize kapalıdır. Oysa Kur’an-ı Kerim, İslâmî kaynakların ilkidir. O, Allah Teâlâ’nın Kitab-ı Kerimidir.

Bununla Kur’an’ın az tilavet edildiğini kasd etmiyorum. Kastettiğim şey, Kur an üzerinde düşünme zayıflığı, şuura yerleştirmeme ve aziz kitabı idrak edememe meselesidir.

Sayfa 120

Mehdi ile İlgili Rivayetler

“Müslümanın Akidesi” isimli kitabımı telif edip içinde Mehdi’den bahsetmeyince bana denildi ki:

-“Niçin Mehdi’yi kıyamet alâmetleri içinde saymadın?”

Dedim ki:

- “Mehdi hakkında sarih bir hadis rivayet edilmemiştir. Sarih olarak rivayet edilen de sahih değildir. Sabit bir hükmü ifade etmeyen bir şeyi, küfür ve imanın arasını ayıran bir akide haline nasıl getirebilirim?” Sonra şöyle dedim:

-“Şimdiki problem beklenen Mehdi değil beklenmeyen Mehdi’dir. Zaman zaman aniden ortaya çıkıyor. Bu durum ancak deccalların sayısını artırıyor.”

Sayfa 119–120

--

--