Karakter — İnceleme ve Alıntılar

Samuel Smiles - Karakter — İnceleme ve Alıntılar 40

Samet Onur
29 min readJun 22, 2021

İçindekiler

İnceleme

Karakterin Derinliğine Doğru

Samuel Smiles’ın okuduğum ilk kitabı olan “Karakter”, gerek konularının kapsamı gerekse de açıklamalarındaki zenginlikle takdiri sonuna kadar hak ediyor.

Halka mahsus ucuz baskı için yazdığı önsözün tarihi ve yeri şöyle: Londra, Kasım 1878.

Yazıldığı tarihin eskiliği yanında alıntılarının çokluğu beni şaşırttı açıkçası.

Yazar, kitabını on iki bölüm halinde düzenlemiş. Bölümlerin başlıkları ve sayfa sayıları şöyle:

1. Bölüm: Karakterin Etkisi (s. 7–26)

2. Bölüm: Ailenin Fert Üzerindeki Etkisi (s. 27–42)

3. Bölüm: Arkadaşlık ve Örnek (s. 43–60)

4. Bölüm: Çalışmak (s. 61–80)

5. Bölüm: Cesaret (s. 81–102)

6. Bölüm: Kendine Hâkim Olmak (s. 103–122)

7. Bölüm: Vazife — Doğru Sözlülük (s. 123–140)

8. Bölüm: İtidal — Ölçü (s. 141–151)

9. Bölüm: Davranış Sanatı (s. 152–168)

10. Bölüm: Kitapların Arkadaşlığı (s. 169–188)

11. Bölüm: Evlilikte Arkadaşlık (s. 189–210)

12. Bölüm: Tecrübe ve Disiplin (s. 211–229)

Her bölümün başlangıcında birkaç farklı alıntı ile başlıyor Smiles. Devamında ise değindiği konunun devamlı derinliğine iniyor ve bahsettiği neredeyse her şey için bir hayat hikayesi, bir alıntı aktarmayı ihmal etmiyor. Bu kadar çok alıntı, aslında yazarın tam bir kitap kurdu olduğunu gösteriyor. Söz konusu kitapta çok yerinde tespitler ve çıkarımlar yer almakta.

Şahsen okurken çok keyif aldığımı ve çok faydalandığımı söylemem gerek. Ayrıca kitabın çevirisini yapan Mustafa Ertem’in ortaya harika bir iş çıkardığını da söylemem gerek. Çevirinin anlaşılırlığı ve yazım hatasının neredeyse hiç olmaması ne kadar emek verildiğini gösteriyor.

Sonuç olarak “Karakter” kitabının değerli bir eser olduğunu söylemek istiyorum ve tavsiye ediyorum.

Alıntılar

Hayatın En İdeal Hedefi: Vazifeyi Yapmak

Belki beylik bir söz gibi görünüyor ama, bir insanın kendine düşen vazifeyi yapmış olması hayatın ve karakterin en yüksek idealidir.

Bunun için mutlaka kahramanlık göstermeye gerek yoktur. Zaten insanların kaderini tayin eden aslında kahramanlık da değildir.

İnsanın hayatı «günlük vazifelerini yapmakla geçmektedir». Bütün faziletlerin en etkilileri günlük hayatta en çok muhtaç olduklarımızdır. En dayanıklıları ve en uzun sürenidir bunlar.

Alelâde insanların kendi ölçülerinin üstünde olan ince ve zarif meziyetler insanı sadece baştan çıkarma ve tehlike kaynakları olabilir.

«Temeli kahramanlık gibi özelliklerden ibaret olan insan vücudunun üst yapısı, hiç şüphe yok ki, zayıf olur». Burke’nin bu sözleri ne kadar doğrudur.

Sayfa 8

Okumuş Olmak Ahlaklı Olmayı Garanti Etmez

Bir kimse güzel sanatlar, edebiyat veya fen tahsili yapmış olmasına rağmen, namus, fazilet, doğruluk ve vazife duygusu bakımından, okuma yazma bilmeyen bir köylünün seviyesinde bile olmayabilir.

Sayfa 9

Çaba Göstermeden İyi Bir Ahlaka Sahip Olunamaz

Bununla beraber, çaba göstermeden karakterin en iyi biçimde oluşmasına imkân yoktur. İnsan devamlı olarak uyanık olmak, kendini terbiye etmek, nefsine hâkim olmak ihtiyacındadır. Bir çok tereddütler geçirilmiş, geçici olarak başarısızlıklara uğranmış olabilir. Bir çok güçlüklerle savaşmak ve bunları yenmek zorunluğu doğmuş olabilir. Ama insanın maneviyatı güçlü, kalbi de sağlam olursa, sonunda başarıya ulaşılacağından şüphe yoktur.

Bu hususta hiç kimsenin umutsuzluğa kapılması gerekmez. İlerlemek için harcanan çaba bir ilham kaynağıdır ve insana bir zindelik vermektedir. Harcanan çaba yeterli olmasa bile, yükselmek için yapılan her dürüst hareketin bizi daha mükemmel bir duruma getireceğinden şüphe edilemez.

Bize yol gösteren büyük örneklerin ışığı altında herkesin en yüksek karakter seviyesine ulaşmayı gaye bilmesi şarttır. Maddî bakımdan değil manevî bakımdan zenginleşmesi, yüksek mevki sahibi değil en şerefli; en aydın değil en faziletli; en güçlü ve en nüfuzlu değil en âdil, en doğru ve en namuslu bir insan olması, yalnız bir hak değil, aynı zamanda bir vazifedir de.

Sayfa 14

Gerçek Tarihi Oluşturanlar: Büyük Düşünürler

Düşüncede ve davranışta ifadesini bulan karakter ölmezliğe kavuşmuş demektir.

Büyük bir düşünürün tek fikri insanların hafızasında yüzyıllarca kalacak, sonunda onların günlük hayatına girecektir. Çağlar boyunca yaşayacak olan bu fikir, hâtiften gelen bir ses gibi, binlerce yıl sonra insan dimağı üzerindeki tesirini gösterecektir.

Bugün Musa, Davud ve Süleyman peygamberlerle Eflâtun, Sokrat, Xenophon, Seneca, Cicero ve Epictetus hâlâ bize mezarlarından seslenmektedirler. Onlar hâlâ dikkati çekmekte, onların, yaşadıkları devirlerde konuşulan dille ifade edilmeyen ve başkaları tarafından da bilinmeyen düşünceleri, karakter üzerinde gereken etkiyi yapmaktadır.

Theodore Parker diyor ki: «Sokrat gibi bir insan bir ülke için Güney Carolina gibi birçok eyaletlerden çok daha büyük bir değer taşımaktadır. Bugün bu eyaletler yok olsa bile, var oldukları zaman yaptıklarını Sokrat’ın yaptıkları ile kıyaslamak mümkün olmayacaktır.

Gerçek tarihi yapanlar büyük düşünürler ve büyük eserler meydana getirmiş olanlardır.

Mr. Carlyle, «Umumî tarih, aslında, büyük adamların tarihinden başka bir şey değildir» diyor. Gerçekten büyük adamlar millet hayatında devirler açan kimselerdir. Onların etkisi aktif olduğu kadar reaktiftir de. Onların fikirleri, bir bakıma, yaşadıkları devrin muhsulü olmakla beraber, kamuoyu, büyük ölçüde, onların yarattıkları bir şeydir. Onların kendi başlarına yaptıkları her hareket davayı isbata yeter. Onlar büyük bir fikir ortaya atarlar ve bunu her yana yayarlar. İşte bu fikirler hadise olur. İlk reformcular böyle işe başlamışlardı.

Emerson, «Her müesseseye bazı büyük adamların uzamış gölgeleri gözüyle bakılmalıdır» diyor. Meselâ Muhammed’in kurduğu Müslümanlık gibi.

Sayfa 20

Karakter Sahibi Olmak İçin

Karakter sahibi olabilmek için saygılı, disiplinli, nefislerine hakim ve vazifelerine bağlı olmalıdırlar.

Eğlenceden ya da paradan başka bir şey düşünmeyen bir millet herhalde zavallı bir millettir.

Sayfa 22

Tembel ve Lükse Düşkün Milletler

Roma’nın çöküşü de, genel olarak halkın ahlâkının bozulmuş olmasına bağlanabilir. Halk kendini tamamiyle zevk ve eğlenceye vermişti, çalışmıyordu. Roma’nın son günlerinde çalışmak yalnız kölelere uygun düşen bir haldi. Romalı vatandaşlar faziletli ve karakter sahibi olan dedeleriyle artık iftihar etmiyorlardı. İmparatorluk çöktü, çünkü yaşamaya lâyık değildi.

Tembel ve lükse düşkün milletler, yaşlı Burton’un dediği gibi, “Dürüst olarak yapılan bir işte bir damla ter dökecek yerde bir tek savaşta yarım kilo kan kaybetmeyi tercih ederler.”

O halde büyük milletler çöküp gitmeli, yerlerini çalışkan ve enerjik milletlere bırakmalıdırlar.

Sayfa 25

Tesire En Açık Olunan Zaman: Çocukluk

İnsanın en çok tesir altında kaldığı ve ilk kıvılcımla tutuşmaya hazır olduğu devre çocukluk devresidir. O zaman söylenenler derhal kapılıyor ve bir daha unutulmuyor.

Rivayet edilir ki, Scoot’un edebiyata karşı olan ilk eğilimi daha okuma yazma öğrenmeden çok önce başlamıştır. Annesiyle büyük annesinin her gün ezberden okuduğu şiirler kendisinde böyle bir zevkin uyanmasına sebep olmuştur.

Çocukluk devresi, ilk verilen şekilleri sonradan yansıtan bir ayna gibidir. Çocuğun ilk öğrendikleri hiç bir zaman aklından çıkmaz. İlk sevinç, ilk üzüntü, ilk başarı, ilk başarısızlik, ilk macera, ilk talihsizlik, hayatında hiç unutamayacağı şeylerdir bunlar.

Büyüyen ve yetişen çocuklar için bir okul vazifesi gören ev burada hâkim olan duruma göre, çocuk üzerinde iyi ya da kötü etki yapar.

Evin, sevgi ve vazife duygusu ile dolu, günlük hayatın neşeli, ana babanın makul, tatlı dilli ve şefkatli oldukları yerlerde yetişen çocukların sağlıklı, yararlı ve mutlu insanlar olacaklarında şüphe yoktur. Bunlar gereken güç ve yetkiyi elde edince güçlenecekler, ana babalarının izinden yürüyecekler, başkalarinin önünde boyun eğmeyecekler, kendilerini akıllıca idare etmesini bilecekler ve çevrelerindekileri de mutlu kılacaklardır.

Öte yandan, çocukların yetiştikleri çevredekiler bilgisiz, kaba ve bencil kimseler olursa, çocuklar da, farkına varmadan, tıpkı onlar gibi, birer kaba, bilgisiz kişi olacaklar ve toplum içinde büyük bir tehlike teşkil edeceklerdir.

Eski bir yunanlı: «Bırakın çocuğunuzu bir köle yetiştirsin. O zaman bir köleniz yerine iki köleniz olacaktır» diyor.

Çocuk gördüğü her şeyi yapmaktan kendini alamaz. Onun için her söz, her davranış, her kılık, her karakter, kısaca her şey bir örnek, bir modeldir.

Richter der ki: «Bir insanın yaşadığı en önemli devre çocukluk devresidir. Bu devrede çocuk çevresindekileri örnek alarak kendisine renk ve şekil vermeye başlar. Her yeni terbiyecinin çocuk üzerinde yaptığı etki, daha öncekinin yaptığı etkiden azdır. Nihayet insan hayatına bir eğitim müessesesi gözüyle bakacak olursak, bütün milletlerin dünyayı gemi ile dolaşan adam üzerindeki etkisinin, terbiyecisinin üzerinde bıraktığı etkiden daha az olduğunu görürüz.»

Onun içindir ki örnekler çocuğa biçim verilmesinde çok önemli rol oynar. Eğer bizler iyi karakter sahibi insanlar isek, onlar için mutlaka iyi birer örnek oluruz. Her çocuğun devamlı olarak gözleri önünde bulunan örnek annesidir.

Sayfa 29–30

Eğitimde Tutarlı Olmanın Önemi

George Herbert’e göre, iyi bir anne yüz öğretmene bedeldir. O, evde «bütün kalpleri çeken bir mıknatıs ve bütün gözlere yol gösteren bir Çoban Yıldızıdır».

Çocuk devamlı olarak annesinin yaptığını yapar. Bacon bu taklitçiliği «idrakler küresi»ne benzetmektedir. Ama örnek, idrakten çok daha önemlidir. Örnek canlı öğretim şeklidir. Bu çeşit öğretimde sözlerin büyük rolü yoktur. Çoğu zaman verilen örnekler dilin öğretebileceğinden çok daha fazla şey öğretir.

Gözle görülen şeyi izlemek daha kolaydır. Gerçekten, çocuğa bir şey göstermeyip sadece anlayışına hitap emek yararsız olmaktan da kötüdür. Çünkü insanlar bu yolda yalnız iki yüzlülük öğrenir. Hatta çocuklar bile söylediklerinin tamamen aksini yapan ana babaları hakkında hüküm verebilecek mevkidedirler.

Çaldığı kazı yeninin içinde saklayıp da faziletten ve namustan söz eden papazın söyledikleri değer taşımaz.

Sayfa 30

Kadın Ne Değildir?

Kadın ne sırf bir köle gibi çalıştırılmak için, ne de erkeğin boş zamanlarında zevkle seyredeceği bir süs eşyası olarak yaratılmıştır.

O, kendisi için olduğu kadar, başkaları için de yaşayan bir varlıktır.

Yaşadığı sürece kendisinden ciddî ve sorumluluk yükleyen işler yapması istenir. Bu işleri yapabilmesi için ise terbiye edilmiş bir kafaya ve başkalarının duygularına katılan bir kalbe ihtiyacı vardır.

Sayfa 42

Arzularının Esiri Olmak

Halkı, kazancının üçte birini ya da daha fazlasını kendisine vermeğe zorlayacak, aynı zamanda kendilerini insanlıktan çıkarıp itibarden düşürecek, kendilerinin ve ailelerinin huzurlariyle sükûnunu kaçıracak davranışlarda bulunmalarına, hastalanmalarına ve vaktinden önce ölümlerine sebep olacak tohumların atılmasını isteyen bir despot hükümdarın varolduğunu düşünün, halkın memnun olmadığını gösteren ne büyük mitingler olur, ne büyük yürüyüşler tertip edilir, ne demeçler verilir, bu kadar korkunç, bu kadar gayrı tabiî zulme karşı ne büyük ayaklanmalar olurdu?

Bununla beraber, aramızda böyle bir despot, böyle bir zalim hükümdar vardır. Bu, ne kol gücü ile, ne sözle, ne de oyla karşı konabilecek bir kimsedir. Bu, önüne geçilmesi mümkün olmayan bir arzudur. Nedense hiç kimse arzularının esiri olmak istemez.

Bu despot hükümdarın gücü, sadece nefsi terbiye etmekle, kendine güvenmekle ve nefse hâkim olmakla kırılabilir. Şekil ne olursa olsun, arzunun zulmüne karşı koyacak başka yol yoktur. Gönüllü olarak kendilerini şehvanî arzularına terketmiş olanların, ne genişletilmiş oy hakkının tanınması, ne mükemmel bir idare, ne de eğitim ile doğru yola sokulması mümkündür.

Bayağı zevklerin peşinde olan bir kimse gerçek mutluluğa kavuşamaz. Bayağı zevkler insanın ahlâkını bozar, enerjisini kırar ve kişilerin olduğu kadar, milletlerin de kahramanlığını yok eder.

Sayfa 116–117

Neşeli Olmak

Neşeli olmak aslında bir yaradılış meselesidir; insanların sonradan eğitim yoluyla neşelenmeyi bir alışkanlık haline getirmeleri de mümkündür.

Hayatımıza iyi ya da kötü yön vermek kendi elimizdedir.

Ömrümüzü huzur içinde geçirebileceğimiz gibi sefalet içinde de geçirebiliriz.

Hayatın daima iki yanı vardır: Aydınlık yanı, karanlık yanı. Bunlardan birini seçmek bize kalmış bir şeydir.

İrade gücüne dayanarak bizi hayatta mutlu kılacak yolda ilerleyebiliriz, ama aksi yönde yürümeyi seçmemiz de mümkündür.

Her şeyin aydınlık tarafına bakmaya alıştırabiliriz kendimizi. Bulutları gördüğümüz zaman yandan sızan gümüş ışıklara gözlerimizi kapatmamalıyız.

Sayfa 142

Sevmek ve Sevilmek İçin

Şair Rogers küçük bir kızın hikâyesini fırsat buldukça anlatıyordu. Bu küçük kızı tanıyan herkes onu çok seviyordu.

Biri ona «Neden herkes seni bu kadar çok seviyor?» diye soracak olsa, «Ben de herkesi çok sevdiğim için sanıyorum» diye cevap verirdi.

Bu küçük hikâyenin çok geniş bir uygulama alanı olabilir.

Çünkü bizler insan olarak sevdiğimiz ve sevildiğimiz oranda mutlu oluruz.

Dünyada elde edilen en büyük başarı, ne kadar dürüst bir davranışın sonucu olursa olsun, insanlığın hayrına olmadıkça, getirdiği mutluluk fazla olmaz.

Sayfa 147

Gerçek Nezaket

Gerçek nezaket özellikle başkalarının kişiliğine karşı gösterilen saygı biçiminde kendini gösterir.

Bir kimse kendisine saygı gösterilmesini istiyorsa, başkalarının kişiliğine saygı göstermek zorundadır.

Görüşleri ve düşünceleri kendi görüş ve düşüncelerinden farklı olsa bile onlara saygı gösterilmelidir. Kibar bir insan başkalarına iltifatta kusur etmemeli ve bazen karşısındakini sabırla dinleyerek onun saygısını kazanmalıdır. O, aslında her şeyi hoş gören sabırlı bir insandır ve insafsız davranışlardan kaçınmaktadır. Çünkü başkalarının insafsız davranışları bizi tahrik edecek, bizim de insafsız davranmamıza yol açacaktır.

Sayfa 154

Sanat ve Gerileme

Güzel sanatlar genellikle milletlerin gerilediği devirlerde gelişip büyümektedir.

Bu devirde zenginlik ve lüks güzel sanatların gelişmesinde önemli rol oynar.

Hem Atina’da, hem de Roma’da güzel sanatların gelişmesi ve ahlâkın bozulması aynı devre rastlar,

Phidias ile İktinos, Atina ihtişamını kaybettiği zaman, Parthenon’u henüz tamamlıyamamışlardı. Phidias hapishanede öldü. Ispartalılar şehirde kendi zaferlerini ve Atinalıların yenilgisini temsil eden bir anıt kurmuşlardı.

Eski Roma’da olanlar da farklı değildi. Orada da güzel sanatlar, halk arasında ahlakın tamamen bozulduğu bir devirde, en yüksek noktaya ulaşmıştı. İmparatorluğun en büyük iki canavarı Neron ve Domitian birer sanatçı idiler.

Eğer «Güzel» olan her şey iyi» olsaydı Commodus’un insanların en iyisi olması gerekirdi. Ama tarihe bakılacak olursa o insanların en kötüsü idi.

Belçika, Hollanda ve Lüksenburg’da da güzel sanatlar, insan hakları yok edildikten ve İspanya’daki istibdat idaresi altında millî yaşantı dayanılmaz bir hal aldıktan hemen sonra, en yüksek noktasına varmıştı.

Eğer güzel sanatlar bir milleti yükseltmiş ve tasavvur edilen her güzel şey insanları İyi Kalpli insan yapacak gücü vermiş olsaydı, o zaman Pariste’ki halkın dünyanın en akıllı ve en iyi insanları olması gerekirdi.

Roma da büyük bir sanat şehridir. Bununla beraber, orada da eski Romalılar zamanla dejenere olmuş ve önemsiz süslü şeylerden zevk almaya başlamışlardı. Son zamanlarda Roma şehrinin son derece pis bir şehir olduğu söylenmektedir.

Hatta bazan sanat ile pislik arasında sıkı bir ilişki var gibi görünmektedir. Rivayete göre, Mr. Ruskin Venedikte sanat eserleri üzerinde araştırma yaptığı sırada yardımcısının burnuna fena bir koku gelmiş ve koku biraz daha ağırlaşınca «eski eserler arasından iyi bir şeyler çıkıyor galiba» demişti.

Lazım olan yerde temizlik hakkında verilecek basit bilgiler, güzel sanatlar hakkında verilecek bilgilerden belki de çok daha yararlı olacaktır.

Sayfa 166–167

Burası Meşakkat Diyarı

Fichte’nin evlenmesi de maceralı olmuştur.

Fichte fakir bir Alman öğrencisiydi. Zurich’te bir ailenin yanında kalıyordu. Aynı zamanda ailenin çocuklarına ders veriyordu. İşte Klopstock’un yeğeni Johanna Maria Rahn ile ilk defa burada tanışmıştı. Kız Fichte’ten daha iyi durumda idi. Buna rağmen ona karşı içten gelen büyük bir hayranlık duyuyordu. Fichte Zurich’ten ayrılmak üzere iken ona sadakat yemini etmişti. Kız, Fichte’nin parası olmadığını bildiği için hareketinden önce ona bir miktar para vermeği teklif etti. Bu teklifi ile fena halde yaralamıştı onu.

Hattâ bir ara, acaba gerçekten beni seviyor mu, diye aşkından şüphe bile etmişti. Ama meseleyi salim kafa ile mütalaa ettikten sonra aşkından şüphe etmenin yerinde olmayacağını düşünmüş ve kıza bir mektup yazıp teşekkür etmiş, ancak parayı da kabul edemeyeceğini bildirmişti. Hiç parası olmamasına rağmen gitmek istediği yere kadar gidebilmişti.

Uzun süren çetin bir hayat mücadelesinden sonra nihayet evlenecek kadar para kazanmağa başlamıştı.

Nişanlısına yazdığı büyüleyici mektuplarının birinde şöyle diyordu:

«… İşte böyle sevgilim, ben samimi olarak hayatımı sana vakfettim. Bu hayat yolculuğunda sana lâyık bir arkadaş olamıyacağımı aklından bir gün bile geçirmediğin için ne kadar teşekkür etsem azdır… Bu diyar mutluluk diyarı değil, onu artık biliyorum. Burası bir meşakkat diyarı. Neşeli geçen günler daha çok çalışmamız için biraz daha güç katmaktadır gücümüze. Elele verip bu diyarı aşacak ve ruhlarımız sonsuz sükûna kavuşuncaya kadar birbirimize cesaret verecek, destek olacağız.»

Sayfa 209

Terbiye Edici Büyük Güç: Acı

Acı her zaman üzücü ve elem verici bir şey değildir. Acıda da mutluluk olabilir. Çünkü acı, tedavisi mümkün olan bir şeydir.

Acının bir açıdan bakılınca talihsizlik, başka açıdan bakılınca da terbiye edici olduğu görülür.

Gerçekten, bazı insanlar havatta başarı kazanabilmek için acıyı ve kederi zorunlu bir şart, dehaların en yüksek mertebeye ulaşabilmesi için de gerekli araç olarak kabul etmektedirler.

Shelley şairler hakkında şöyle diyordu:

«Elemden şiire vermişlerdir kendilerini çoğu perişan insanlar,
Çektikleri acıdan öğrenmişlerdir şiirle öğrettiklerini.»

Zengin olsaydı, saygı görseydi, bir de araba alabilseydi Burns’un kendini şiire vereceğini mi sanırdınız? Şiir mi yazardı Byron eğer zengin olup da mutlu bir evlenme yapabilseydi, ya da Mührühas Nazırı ve yahut Posta Nazırı olsaydı?

Büyük acılar bazen insanı hayatta vurdumduymaz yaparlar.

Bir aklı başında adam «Acı çekmemiş olan kimse ne biliyor ki?» demişti. Dumas, Reboul’a «Sizi şair yapan nedir?» diye sorduğu zaman aldığı cevap «Çektiğim acılar!» olmuştu. Onu yalnızlığa sürükleyen şey ilk karısının, sonra da çocuğunun ölümü olmuştu. Onun içindir ki sonunda kurtuluşu şiirde aramıştı.

Mrs. Gaskell’in güzel yazılarını da bir aile felâketine borçluyuz. Mrs. Gaskell bir aziz varlığını kaybettikten sonra güzel yazılarını yazmağa başlamıştı.

En güzel ve en yararlı eserlerin çoğu üzüntüye kapılan, ya da felâkete uğrayan erkeklerle kadınlar tarafından yazılmıştır. Bunlar bazen acılarını ve üzüntülerini unutmak için, bazen de görev duygusuyla yazmışlardır.

Darwin bir dostuna «Böyle sakat bir insan olmasaydım bu kadar eser meydana getirmeme imkân yoktu» demişti.

Schiller en büyük trajedilerini işkence halini alan vücut ağrıları içinde yazmıştı.

Handel müzik dünyasında adını ölümsüzleştiren en büyük eserini ölümünün yaklaştığını haber veren felç geldikten sonra vermiştir.

Mozart büyük operalarını, en son olarak da «Requiem»i (ilâhî) borçlarını ödemek için sıkıştırıldığı ve öldürücü bir hastalıkla mücadele ettiği sırada bestelemiştir.

Beethoven en büyük eserlerini duyma hissini tamamen kaybettiği zaman vermiştir.

Zavallı Schubert kısa fakat parlak bir hayat sürdükten sonra otuz iki yaşında ölmüştü. Öldüğü zaman bütün varlığı el yazıları, üzerindeki elbiseler ve para olarak da altmış üç florinden ibaretti.

Bilim adamları da en verimli çalışmalarını acı çektikleri günlerde yapmışlardır.

Meselâ öldürücü bir hastalığa yakalanan Wollaston, sayılı saatlerini çeşitli buluşları hakkındaki bilgileri dikte ettirmekle geçirmişti. Elde ettiği bilgilerin kaybolmasına gönlü razı değildi. İnsanların bunlardan yararlanmalarını istiyordu.

Felâketler çoğu zaman kılık değiştirmiş nimetlerden başka bir şey değildirler.

İranlı bir akıllı adam «Karanlıktan korkmayın, belki de hayat suyu çeşmelerini gizleyen bu karanlıktır» diyordu.

Tecrübe çoğu zaman acıdır, ama yararlıdır. Bu sayede acı duymasını ve güçlü olmasını öğreniyoruz. İnsanı en iyi terbiye eden şey katlandığı meşakkatler, tekâmüle götüren de çektiği acılardır.

«Yıkılan ve çöken, kalbin karanlık kulübesidir, Zamanla açılan yarıklardan girmektedir buraya ışık.»

Sayfa 226–227

Başkalarından Fazla Bir Şey Beklememelidir

Aklı başında bir insan çevresindekilerden fazla bir şey beklememelidir.

Başkalarıyla barış halinde olduğu sürece her şeye dayanabilecektir.

En iyi insanların bile kusurları vardır ki bunlara tahammül etmek, sempati göstermek ve belki de acımak lâzımdır.

Dünyada mükemmel insan var mıdır?

Vücuduna diken batan insanın acı duymaması mümkün müdür? Kim davranışlarının hoşgörü ile karşılanmasına, tahammül gösterilmesine ve bağışlanmasına muhtaç değildir?

Hapsedilen zavallı Danimarka Kraliçesi Caroline Matilda’nın küçük kilisenin penceresine yazdığı sözler herkes için bir dua olmalıdır: «Tanrım beni suç işlemekten koru! Başkaları büyük ve ünlü kişi olsun.»

Sayfa 228

İrade Gücüne Sahip Olmak

Gerçek bir hayat sürmek enerjik hareket etmek demektir.

Hayat kahramanca mücadele edilmesi gereken bir savaş meydanıdır.

Şerefli bir insan nöbet yerinden ayrılmamalı, gerekirse orada ölmelidir.

İnsanın, Danimarkalı kahraman gibi, «Cesareti soylu kişilere yaraşır ve iradesi sağlam olmalı» ve bu yaradılışta bir insan hiç bir zaman «Vazife yolunda sendelememeli, tereddüt göstermemelidir.»

İrade gücü az veya çok, bir Tanrı vergisidir. Ne ondan yararlanacağız diye gücünden kaybetmesine göz yummalı, ne de onu kötü amaçlarla kullanmalıyız. Robertson doğru söylüyor, diyor ki: «Zevk, eğlence ve şöhret peşinde koşan, kendi hayatını kurtarmağa çalışan ve sadece kendi başarısını düşünen insan insan değildir. Gerçek büyük insan vazifesini yapan insandır.

Vazifenin yapılmasına en çok engel olan şey kararsızlık ve insanın belirli bir amacı olmayışıdır. Bir vicdan sahibi ve iyi ile kötüyü ayırabilecek yetenekte bilgili bir insan, öte yanda bencil, zevkine düşkün, ya da ihtiras sahibi başka bir insan. Zayıf iradeli bir insan bu etkiler altında bir süre bocalayabilir; ama sonunda, iradesinin göstereceği şu veya bu yana yönelerek bir denge kurulacağında şüphe yoktur. Eğer pasif kalırsa bencillik ve ihtiras, iradesine hükmedecek, böylece kişiliğini kaybedip duygularının esiri olacaktır.

İnsan, vicdanının sesine uyarak arzularına karşı koyacak irade gücüne sahip olmalıdır. Bunun ahlâk disiplini üzerindeki rolü çok büyüktür. Aynı zamanda karakterin en iyi biçimde oluşabilmesi için buna zaruret de vardır. İyi alışkanlıklar edinmek, kötü eğilimlere karşı koymak, kötü arzularla savaşmak ve insanda doğuştan var olan bencilliği yenmek ancak bu sayede mümkün olabilir.

İradesini serbestçe kullanabilen insan ancak yönünü tayin etme gücüne sahip olabilir. Eğer dimdik ayakta durmak istiyorsa, bunun kendi çabasiyle mümkün olabileceğini ve başkalarının desteğinden de, yardımından da hayır gelmiyeceğini bilmelidir. Nefsine ve davranışlarına sadece kendisi hâkimdir. Yalandan ve aşırı hareketlerden kaçınıp doğru sözlü ve ölçülü bir insan olabilir. Başkalarına kötülük değil, iyilik yapmaktan zevk alan bir kimse olabilir. Bütün bunlar kişisel çaba ile ve insanın kendisini ona göre yetiştirmesiyle mümkündür. Bir insanın özgür, temiz ve iyi kalpli olmasıyla arzularının esiri ve bu yüzden perişan bir insan olması tamamen kendisinin elindedir.

Sayfa 126

Bir Ülkenin Gerçek Zenginliği: Karakter Sahibi İnsanlar

«Bir ülkenin zenginliği ne gelirlerinin bolluğuna, ne savunma araçlarının gücüne, ne de umumî binalarının güzelliğine bağlıdır. Bir ülkenin zenginliğini teşkil eden şey okumuş, yetişmiş, aydın ve karakter sahibi insanlarının sayısıdır. Ülkenin gerçek yararı, başlıca gücü ve hakikî kudreti bundadır.»

Martin Luther

Sayfa 7

Kadının Topluma Etkisi

Kadının etkisi her yerde birdir. Bütün ülkelerde halkın ahlâkını, davranışlarını ve karakterini etkileyen anadır. O haysiyet ve itibarını kaybettiği gün, üyesi olduğu toplum da haysiyet ve itibarını kaybetmiş demektir. Kadının ahlâklı ve haysiyetli olduğu yerde toplum da yükselmiş olur.

Onun içindir ki kadının yetiştirilmesi demek, erkeğin de yetiştirilmesi demektir. Kadının yüksek karakter sahibi olması demek erkeğin de karakterli insan olması demektir. Kadının manevî bakımdan özgür olduğu yerde bütün toplum özgürlüğe kavuşmuş olur. Çünkü milletler evlerde yetişen fertlerden ve anaların terbiye ettiği insanlardan meydana gelmektedir.

Sayfa 43

Vazifesini Yapmak

Gerçekten çoğu insanın ömrü o kadar kısadır ki pek az kimse büyük adam olma fırsatını elde edebiliyor.

Ama herkes vazifesini namusuyla, şerefiyle, kabiliyeti ölçüsünde yapmak imkanına sahiptir.

Sayfa 8

Herhangi Bir Davranışı Küçük Görmemeli

Karakter, az veya çok ferdin düzen ve kontrolü altında bulunan çeşitli ve önemsiz parçalardan meydana gelir.

Gün yoktur ki iyi ya da kötü etki altında kalmış olmasın.

Ne kadar önemsiz olursa olsun, dünyada sonuç vermeyen bir davranış yoktur; tıpkı ne kadar küçük olursa olsun mutlaka bir gölgesi olan saç gibi.

Mrs. Schimmelpenninck’in annesinin sözleri ne kadar doğrudur: Küçük diye hiç bir şeye önem vermemezlik etmeyin, bazı şeyleri küçük diye önemsiz sayabilirsiniz; ama unutmayın ki aslında sizi idare eden o küçük şeylerdir.

Sayfa 13

Dile Hakim Olmak

Bir kimsenin olabilmesi için eline olduğu kadar diline de hâkim olması gerekir.

Çünkü öyle sözler vardır ki bunlar yumruktan çok daha şiddetlidirler. İnsanlar, hançer kullanmadan da hançer etkisi yapan söz söyleyebilirler.

Şu bir Fransız Atasözüdür: «Bir dil vuruşu bir hançer vuruşundan daha kötüdür.»

Dilin ucuna gelen ve söylendiği zaman karşısındakinin kafasını allak bullak edecek olan bir iğneli sözün ağızdan çıkmasını önlemek bazen ne kadar güçtür!

Miss Bremer «Homer» adlı eserinde, «Kelimelerin yıkıcı etkisinden Tanrı bizi korusun! Öyle sözler vardır ki bunlar kalpleri sivri kılıçlardan fazla yaralar. Kalbi iğneleyip de bütün ömür boyunca acısı çıkmayan sivri uçlu sözler vardır» diyor.

Görülüyor ki insanın diline de hâkim olması şarttır. Aklı başında bir insan başka birinin duygularını incitecek acı, ya da sert bir sözü söylemek isteğini baskı altında bulundurmakta güçlük çekmez. Halbuki akılsız insan her aklına geleni söyler ve arkadaşını esprisine feda eder.

Hazreti Süleyman «Akıllı insanın ağzı kalbinde, akılsız insanın kalbi ise ağzındadır» diyor.

Bununla beraber, akılsız olmayıp da önünü ardını düşünmeden konuşan dayanıksız ve sabırsız insanlar vardır. Bazı atılgan kimselerin kırıcı sözleri, söylendiği zaman, belki alkışlar arasında uçup gider, ama dönüp dolaşıp yine kendisine döner ve üzerinde büyük hasar yapar.

Hasımlarına kırıcı sözler söylemekten kendilerini alamayan ve içten gelen bu isteklerine karşı koymak gücünü gösteremeyen Devlet Adamları da vardır.

Bentham «Bir cümlenin söylenişi birçok dostlukların, hatta birçok krallıkların kaderini değiştirir» diyor.

Onun içindir ki kırıcı bir şey yazmak arzusu içinizde belirdiği zaman, bu arzunuzu yenmek güç olsa bile, kâğıt ve kalemi masanın üstünde bırakmak yapılacak işlerin daima en iyisidir.

İspanyollar der ki «Bir kaz tüyü çoğu zaman bir aslan pençesinden daha çok acıtır.»

Sayfa 111

Kibarlığın Önemi

Şefkatli ve kibar insanlar, çoğu zaman, başkalarına karşı kibar davranırlar.

Nezaket başkalarına karşı olan iç duygularımızı, saygımızı bazı hareketlerle ifade etmek sanatıdır.

Bununla beraber, bir kimsenin başka birine saygı duymamış olmasına rağmen, ona karşı kibar davranması mümkündür.

Nezaket, güzel davranıştan ne biraz fazla, ne de biraz eksiktir. «Güzel bir vücut güzel bir yüzden, güzel bir davranış ise güzel bir vücuttan daha iyidir. İnsana heykellerden ve tablolardan daha büyük bir zevk verir; güzel sanatların en incesidir.» Ne kadar doğru değil mi?

Sayfa 153–154

Bütün Davranışlarımız Karakterimize Etki Eder

Her davranış ve düşüncenin, insan mizacının, alışkanlıkların ve anlayışın terbiye edilmemizdeki rolü ve gelecekteki hayatımız üzerindeki kaçınılmaz etkisi büyüktür. Bu da karakterin devamlı olarak daha iyi ya da daha kötü yönde değişikliğe uğradığını göstermektedir.

Mr. Ruskin der ki: «Hayatımda karşıma çıkıp neşemi kaçırmayan, görüş ve anlayış gücümü azaltmayan bir hata ya da bir çılgınlık yoktur. Geçmişte harcadığım her çaba, her doğruluk ışığı, ya da içindeki iyi şeyler bugün benimle beraberdirler; hem de sanatı ve onun hayalini yakalamam için bana yardım etmektedirler.»

Tesirin aksi tesire eşit olduğu hakkındaki fizik kanunu, ahlâk ilmi için de doğrudur. İyi işlerin aksiyon ve reaksiyonu bu işleri yapanlar üzerinde görülür. Kötü işlerde de durum aynıdır. Yalnız bu kadar da değil, bunlara konu olan kimseler üzerinde de benzer etkiler meydana getirirler. Ama insan, çevrenin yaratıcısı olduğu kadar çevrenin yaratığı değildir.

Bir insan isterse ve iradesine de hâkimse hareketlerine bir istikamet verebilir. Bu suretle de yaptığı işler kötü değil, iyi olur.

St. Bernard: «Hiç bir şey bana benim yaptığım kadar zarar veremez. Yaptığım kötülüğü daima sırtımda taşımışımdır, ne çekiyorsam kendi hatam yüzünden çekiyorum» diyor.

Sayfa 13–14

Değerli Bir Hayat İçin Feragat Etmesini Bilmek Gerekir

Bir insan eğer sakin ve şerefli bir hayat yaşamak istiyorsa, büyük şeylerde olduğu gibi, küçük şeylerde de feragat göstermesini mutlaka öğrenmelidir.

Dayanmasını bilen insan sakınmasını da bilmelidir. Duygu ve arzu iradenin altında olmalıdır.

Huysuzluk, alınganlık, alay gibi küçük şeytanların daima uzakta bulundurulmasına dikkat etmelidir. Bunlar bir defa insanın beynine girdiler mi, ondan sonra orada tekrar dönüp kendilerine mutlaka devamlı bir yer sağlamış olurlar.

Sayfa 110–111

Hayata Yön Vermek

Hayata yön vermek bizim elimizdedir.

Neşeli insanın dünyası da neșelidir. Kasvetli insanın dünyası ise sıkıntılıdır ve çevremizdeki insanlarda gördüklerimiz genellikle kendi tabiatımızın, kendi mizacımızın yankılarından başka bir şey değildir.

Eğer biz kavgacı isek onların da kavgacı olduklarını görürüz. Biz onların davranışlarını ve sözlerini hoşgörü ile karşılamayacak olursak aynı şeyi yapacaklardır.

Kısa bir süre önce bir akşam partisinden dönmekte olan bir kişi polise başvurup kendisini çirkin bir herifin takip ettiğini söylemiş, şikâyet etmiş. Sonradan anlaşılmış ki meğer peşinden gelen gölgesiymiş.

İnsan hayatı hepimiz için genellikle budur işte; yani çoğu zaman kendimizin yansımasından başka bir şey değildir.

Sayfa 113

Eleştiriye Alınmak

Birçok kimseler, başkalarının kendileri hakkındaki düşüncelerinden rahatsız olmaktadırlar. Bazılarında meseleyi ters tarafından alma eğilimi vardı. Bunlar sorunu muhakeme ettikten sonra en kötü sonucu çıkarmaktadırlar.

Ama çoğu zaman biz kendimize acındırmak istediğimiz içindir ki karşımızdakilerde bunu göremeyince onları gaddarlıkla itham etmekteyiz.

Kendimizi kaptırdığımız üzüntülerin kaynağı da daha ziyade kendi hayalimizdir.

Çevremizdekiler bize karşı ne kadar insafsız davranmış olurlarsa olsunlar, onlara sinirlenmekle, çileden çıkmakla durumu düzeltemeyiz. Bu, sadece onların kaprislerine gereksiz yere muhatap olmamızdan başka bir işe yaramaz. George Herbert’e göre «ağzımızdan çıkan her kötü söz çoğu zaman yüreğimize çöker.»

Sayfa 114

Mutluluğu Getiren Şey Nedir?

Zenginlik ve başarı mutluluk getiren şeyler değildir. Gerçekten hayatta en az başarı kazanmış olan kimsenin mutluluktan en çok pay aldığı az görülmüş bir şey değildir.

Hayatta Goethe’den daha başarılı insan olamazdı; sıhhati yerindeydi, şerefli ve güçlü bir insandı. İhtiyacına yetecek kadar dünya nimetlerine de sahipti. Bununla beraber, bütün ömrünün ancak beş haftasını ciddî ve samimî olarak mutluluk içinde geçirdiğini itiraf etmiştir.

Keza Halife Abdurrahman da elli yıl başarılı bir saltanat sürmüş olmasına rağmen, yalnız ondört günü gerçek bir mutluluk içinde geçmiştir. O halde, mutluluğun peşinden koşmak hayal peşinde koşmaktan farksızdır denemez mi?

Gölgesiz güneşten ibaret ve acı çekmeden zevk içinde geçen bir hayat hayat değildir, hiç değilse insan hayatı değildir.

En mutlu bir insanın hayatını alın; düğüm olmuş karmakarışık bir ipliğe benzediğini görürsünüz.

Üzüntülerden ve sevinçlerden meydana gelmiştir bu yumak.

Üzüntüler olduğu içindir ki sevinçler de daha tatlı, daha zevklidir.

Külfetler ve nimetler, biri diğerinin peşinden geldiği için, sıra ile üzülmekte, ondan sonra da sevinmekteyiz. Hatta ölüm hayatı daha sevimli hale getirmektedir. Ölüm bizleri birbirimize daha çok yaklaştırmaktadır.

Dr. Thomas Brown ölümün insan mutluluğunun zorunlu şartlarından biri olduğu fikrini ileri sürmüş ve bu fikrin çok etkili bir savunmasını yapmıştır.

Ancak bir eve ölüm girdiği zaman filozofça konuşmaz veya düşünmeyiz, sadece hissederiz. Yaşla dolu gözler, zamanla, üzüntü nedir bilmeyen gözlerden her şeyi çok daha parlak ve berrak görebilecek duruma gelmiş olmakla beraber, o anda hiç bir şey görmemektedir.

Aklı başında bir insan hayattan fazla bir şey beklenemeyeceğini yavaş yavaş öğrenmektedir. Uygun metodlarla başarıya ulaşmak için her türlü çaba harcamış olmasına rağmen, başarısızlığa da kendini hazırlamalıdır. Tabiî zamanında eğlenecektir; ama acı günlerinde de sabırlı olmasını bilecektir. Ağlamakta, hayattan şikâyet etmekte yarar yoktur. Asıl yarar neşeli ve devamlı olarak çalışmakta ve doğru yolda yürümektedir.

Sayfa 227–228

Dürüst Bir Hayat ve Gösteriş Yapmak

Nefse hâkim olmanın birçok yolları vardır; ama bunların hiç birisi dürüst bir hayat sürdürmekteki kadar açık değildir.

Feragat sahibi olmak bir fazilettir; bunu gösteremiyenler yalnız kendi bencil arzularının değil, genellikle, kendileri gibi düşünen başkalarının da esiri olurlar. Başkaları ne yapıyorlarsa onlar da ayni şeyi yapmak isterler.

Mensup oldukları sınıfın sun’i olarak korumayı başardığı hayat standardına göre yaşamak, komşuları gibi para harcamak isterler; sonucunu asla düşünmezler. Gelirlerinin üstünde para harcayarak bu hayat standardını belki bir süre sürdürebilirler, belki de başkalarının sırtından geçinmektedirler; ama buna rağmen yüksek hayat standardını sürdürme isteğine karşı koyamazlar.

Başkalarının esiri oluncaya kadar borçlanmaya devam ederler; ondan sonra da artık dünya umurlarında değildir. Bütün bunlara sebep olan ahlâk çöküntüsü, korkaklık ve karakter zayıflığıdır.

Aklıselim sahibi insan, olduğundan fazla görünmekten sakınır. Hiç bir zaman gerçek durumunu saklayıp daha zengin görünmek ve durumuna uygun olmayan bir hayat sürdürüyormuş duygusunu vermek istemez. Başkalarının sırtından geçinip haysiyetsiz bir hayat sürdürmektense kendi olanaklarıyle namuslu yaşamayı tercih eder. Kendisinde bu cesaret vardır. Çünkü borç yaparak kendi kaynaklarının verdiği imkânın üstünde bir hayat seviyesi kurmağa çalışan bir kimsenin gözünüz önünde cebinizden paranızı çeken bir yankesiciden farkı yoktur.

Sayfa 117

Olgunlaşmak için Tecrübe Gerekli

Gerçekten tecrübelerden yararlanan ve kendine hâkim olan kimse yaşlandıkça olgunlaşacaktır; halbuki kötü şartlar altında yetişen ve hiç bir hayat tecrübesi bulunmayan kimsenin olgun bir insan olması beklenemez.

Sayfa 144

Fertlerin Önemi ve İdare

Müesseselere gelince, bunlar ne kadar mükemmel olurlarsa olsunlar, millî karakter seviyesini korumakta pek yararlı olamayacaklardır. Milletlerin moral gücünü ve sağlamlığını tayin eden fertlerdir, onları harekete getiren ise iç varlıklarıdır.

İdare, zamanla, idare edilenlerden daha iyi olmak niteliğini kaybeder. Kalabalığın şuurlu, ahlâklı ve iyi alışkanlıklara sahip olduğu yerlerde, millet dürüst ve asil bir idareye kavuşur. Fakat ahlâkın bozulduğu, herkesin kendi çıkarı peşinde koştuğu, namusun kaybolduğu, kimsenin ne hakka ne de kanuna riayet etmediği yerlerde, halkın perde arkasından ve sahtekârlar tarafından idare edilmesi kaçınılmaz bir hal alır.

İster çoğunluğa, ister azınlığa ait olsun, kamuoyunun keyfiliğine karşı çekilecek set, fert özgürlüğü ve kişisel karakter gücü ile aydınlatılmalıdır.

Fert özgür, kişi karakter sahibi olmazsa, insanlık güç kazanamaz, millet de gerçek özgürlüğe kavuşamaz. Ne kadar geniş siyasal hak tanınmış olursa olsun, eğer fertlerin ahlâkı bozulmuşsa, millet olarak yükselmenin imkânı yoktur. Gerçekten, oy kullanma hakkı ne kadar iyi korunmuş ve oy verme sistemi ne kadar mükemmel olursa, halkın gerçek karakteri, kanunlarda ve idarede, bir aynada olduğu gibi, o kadar mükemmel aksettirilmiş olur.

Fertlerin ahlâksız olduğu yerde sağlam bir siyasal ahlâktan söz edilemez. Hattâ buralarda haysiyetini ve itibarını kaybetmiş halka tanınmış olan özgürlüğe bir sıkıntı, bir dert gözü ile bakılacaktır.

Sayfa 23

İnsanlar Kıymetli Taşlar Gibidirler

İnsanların çoğu işlenmemiş kıymetli taşlar gibidirler.

Tam güzelliklerinin ve parlaklıklarının meydana çikabilmesi için daha iyi insanlarla bir araya gelip cilâlanmaları gerekir.

Bazı kimseler yalnız bir yanlarını cilâlamaktadırlar. Bu, yalnız iç kısımdaki ince damarları göstermeye yeter.

Ama kıymetli taşın bütün özelliklerini meydana çıkarabilmek için tecrübeye, disipline ve günlük hayatta en mükemmel karakter örnekleriyle ilişki kurmağa ihtiyaç vardır.

Sayfa 156–157

Zaman Öğretmendir

Tecrübelerin sonuçları, tabiî, yalnız hayatta iken alınabilir; bu ise bir zaman meselesidir.

Tecrübeli adam yardımcı olarak zamana güvenmesini öğrenmelidir.

Zaman güzelleştiren ve teselli eden bir şey olarak nitelendirilmiştir. Ama zaman aynı zamanda bir öğretmendir. O, tecrübenin gıdası, aklın toprağıdır.

Gençliğin dostu da, düşmanı da olabilir.

Zaman yaşlılar için bir teselli kaynağı olabildiği gibi, bir işkence vasıtası da olabilir.

Bu, zamanın iyi, ya da kötü kullanılmış, eski günlerin iyi ya da kötü geçirilmiş olmasına göre değişir.

Sayfa 213

Görevini Yap, Ölecek Olsan Bile

Her birimiz bulunduğumuz üzerimize düşen görevi vapmak zorundayız. Gerçek olan yalnız görevdir. Ya da görevin yapılışında gösterilen çabadır gerçek olan.

Görev en muhteşem yaşantının amacıdır.

Bilerek yapılan görevler insana en büyük ve en gerçek zevki veren, insanı adamakıllı doyuran, hiç bir suretle hayal kırıklığına uğratmayan görevlerdir.

George Herbert’in kelimeleriyle ifade etmek gerekirse, görevin şuurla yapılması «Geceyarısında kulağımıza gelen müzik sesi gibidir.»

Nasıl ipekböceği küçücük kozasını örüp tamamladıktan sonra ölüyorsa, bu topraklar üzerindeki görevimizi bitirdikten sonra biz de gideceğiz.

Hayatta kalışımız ne kadar kısa olursa olsun, herkes belli edilen yerde amacına ulaşabilmek için elinden geleni yapmak zorundadır. Bu yapıldıktan sonra hastalıklarımızın, sakatlıklarımızın sonunda ulaşacağımız ölümsüzlük üzerindeki etkileri çok az olacaktır.

Sayfa 229

Manevi Cesaret

Dünya kahraman erkeklere ve kadınlara çok şey borçludur. Bununla maddî cesareti kasdetmiyoruz. Bu bakımdan insan en az bir buldog kadar cesurdur.

Manevî cesaret, erkekliğin ve kadınlığın en yüksek vasfıdır. Gerçeği arama ve söyleme cesareti, âdil ve namuslu olma cesareti, tahriklere karşı koyma ve verilen görevi yapma cesaretidir bu cesaret. Bu meziyetlere sahip olmayan erkeklerde ve kadınlarda başka bir meziyet bulunsa bile, kendilerinde o meziyeti korumaya yarayacak hiç bir güvenlik tedbiri yok demektir.

İnsanlık tarihinde ileriye doğru atılan her adım muhalefetle ve zorlukla karşılaşmış, ilerleyebilmek için bütün zorlukların yenilmesi gerekmiştir. Bu da ancak tutulan yolda yılmadan ve cesaretle yürüyerek mümkün olmuştur.

Buluşları olan büyük adamlar, büyük vatanseverler ve her meslekten büyük insanlar, kahramanlıkları sayesinde başarıya ulaşmışlardır. İftira ve işkencenin hâkim olduğu bir yerde büyük bir gerçeğin halka duyurulması çok az rastlanan bir şeydir.

«Bir büyük adamın düşündüklerini söylediği her yerde bir Golgotha vardır.» diyor Heine:

«Çok kimseler âşık oldular gerçeğe,
Bol bol harcadılar en iyi günlerini,
Aradılar onu tozlu kitaplar arasında,
Sonunda sevindiler aldılar diye emeklerinin karşılığını,
Yanmış bir fitildi giderken arkada bıraktıkları. Hazin bir tevekkülle peşine düştüler çok kimseler, Ellerini bağlayıp ah ettiler, savaştılar onun için kardeşlerimiz,
Savaştılar hayatlarını tehlikeye koyarak,
O kadar âşıktılar ki gerçeğe,
Öldüler onun uğrunda.»

Sokrat, Atina’da yetmiş iki yaşında idama mahkûm edilmişti. Çünkü onun yüksek fikirleri devrin ön yargılarına ve toplum anlayışına aykırı idi. Atina gençliğinin ahlâkını bozmakla suçlanmıştı. Sokrat yalnız kendisini mahkûm eden hâkimlerin değil, onu anlayamayan kalabalığın da zulmüne karşı koyacak manevî cesarete sahipti. Ölürken ruhun ölümsüz olduğunu söyledi. Onu mahkûm eden hâkimlere söylediği son sözler şunlardı: «Artık ayrılmak zamanı geldi; ben ölüme gidiyorum, siz hayatta kalıyorsunuz. Ama kimin kaderinin daha iyi olduğunu Tanrı’dan başka kimse bilemez.»

Din uğrunda kaç büyük adam ve düşünür ölüme mahkûm edilmiştir! Bruno kibarlar arasında muteber, ama aslında, sahte olan devrin felsefesini ortaya koyduğu için Roma’da diri diri yakıldı. Engizisyon hâkimleri kendisini ölüme mahkûm ettikleri zaman gururla şöyle demişti: «Hükmü tebliğ ederken büyük bir korku içindesiniz; ben dinlerken sizin kadar korkmuyorum.»

Sayfa 81–82

Ahlâkı Bozulmuş Bir Toplumun Hali

Müesseselerin istikrarı karakter istikrarına dayanmalıdır. Ahlâkı bozulmuş fertlerden büyük bir millet kurulamaz. Halk en yüksek medeniyet düzeyine yükselmiş gibi görünebilir, ama bir felâket karşısında derhal parçalanması mümkündür.

Fertler, karakterli insanlar olmadıkça, aralarında sağlam bir birlik kurulmasına ve bu suretle güç kazanmalarına imkân yoktur. Zengin, kibar ve sanatçı olabilirlerse de yine bir uçurumun kenarında bulunmaktan kimse kurtaramaz onları.

Bir milletin fertleri yalnız kendilerini düşünür, kendileri için yaşarlarsa, zevk ve eğlenceden başka gayeleri yoksa, o millet yok olmaya mahkûmdur ve bu, o millet için kaçınılmaz bir hal alır.

Millî karakterini kaybeden bir millete kaybolmuş gözü ile bakılabilir.

Doğruluk, adalet ve iffet gibi faziletlere itibar göstermeyen milletler yaşamaya lâyık değildirler.

Herhangi bir ülkede fitne ve fesat almış yürümüş, para halkın ahlâkını bozmuş ve herkes zevk ve eğlenceye dalmış da, ne saygı, ne düzen, ne itaat, ne fazilet ne de sadakat kalmamışsa, bu karanlığın içinde namuslu insanlar — tesadüfen kalan varsa — el yordamıyla yürüyüp birbirlerinin ellerini tutmaya çalışacaklardır. Tek ümitleri kişisel karakterin eski hale gelmesini beklemek olacaktır; çünkü bir millet ancak bu sayede kurtulabilir. Bir milletin ahlâkı bir daha ıslah edilemeyecek derecede bozulmuşsa, gerçekten hiç bir kurtulma çaresi yok demektir.

Sayfa 25–26

Asıl Başarı Kişisel Hayattaki Başarıdır

(3) Mr. Arthur Helps bir yazısında şöyle diyor;

«Bir adamı günden güne zenginleştiğini, ya da mevkiinin yükseldiğini, yahut da mesleğinde ün yaptığını görünce hayatta başarı kazanmış bir insan olduğu hükmüne varırsınız. Ama eğer evindeki düzen bozuksa, ailenin fertleri birbirlerini sevmiyorlarsa, eski hizmetçileri bu evde onunla beraber geçirdikleri günleri lanetle anıyorlarsa, bu adamın başarılı bir insan olmadığını söyleyebilirim. »

Sayfa 194

Önemsiz Rahatsızlıklar

Önemsiz rahatsızlıklara karşı tedbirli olmalıyız.

Çünkü bunlar zamanla büyüyüp önem kazanabilirler. Gerçekten dünyada üzüntünün başlıca kaynağı gerçek değil, hayalî rahatsızlıklardır. Büyük derdin yanında önemsiz üzüntülerin yeri yoktur.

Ama nedense bazı dertleri sinemizde besliyor ve okşuyoruz. Çoğu zaman bu, hayalimizde yaşayan bir çocuktur. Bize mutluluk getirecek birçok araçların elimizin altında olduğunu unutarak bu şımarık çocuğa fazla yüz veriyoruz, sonunda da başımıza çıkıyor tabiî.

Neşeye, güleryüze kapılarımızı kapatıyor, kendi kendimizi kasvetli bir yerde oturmağa mahkûm ediyoruz. Kavgacı, huysuz ve sevimsiz oluyoruz. Her şeyi söylüyor, sonra da pişman oluyoruz. Başkaları hakkında verdiğimiz hükümlerde insafsızız. Yalnızlığı seven, topluluğa girmekten hoşlanmayan insanlarız biz, herkesin de öyle olduğunu zannediyoruz. Göğsümüzü bir ıstırap deposu haline getiriyoruz.

Sayfa 148–149

Devamlı Şikayet

Bir de durmadan hallerinden şikâyet edenler vardır. Bunlara göre yapılan her şey yanlıştır, hatalıdır. Ama hatalı dedikleri şeyleri iyileştirmek için hiç bir çaba harcadıkları yoktur. İşte en kötüsü de bunlardır. Bunların başkalarına en küçük bir yardımda bulundukları görülmüş değildir. Nasıl ki en kötü işçiler genellikle greve gitmeğe hazır iseler, toplumun en tembel üyeleri de daima şikâyete hazırdırlar. En kötü tekerlek gıcırdayan tekerlektir.

Sayfa 148

Erkek ve Kadının Yetiştirilme Tarzı

Öte yandan, erkekler, çoğu zaman, bencil olarak yetiştirilmektedirler.

Bir oğlan çocuğunun hayat mücadelesinde yalnız kendi çabasına güvenmesi istendiği halde bir kız çocuğu, hemen tamamen başkalarına güvenmesi için teşvik görmektedir.

Erkeğe kendine güvenmesi, başkalarına muhtaç olmaması, halbuki kadına kendine güvenmemesi, başkalarına dayanması, her şeyde fedakârlık göstermesi öğretilmektedir.

Birinin sevmek duygusundan yapılan fedakârlığa karşılık iradesi güçlendirilmekte, diğerine de iradesine değil, hislerine tabi olması, başkalarını sevmesi telkin edilmektedir.

Sayfa 190–191

Ahlak Kuralları Herkese Uygulanmalı

Topluluk içinde insan haysiyet ve iffetinin yüksek seviyede tutulabilmesi için, kültür bakımından, kadınla erkek arasında bir ahenk sağlanmalı, her iki cinsiyete de aynı eğitimi yapmak olanağı verilmelidir.

İffetli bir kadının yanında yer alacak erkek de iffetli olmalıdır.

Uygulanacak ahlâk kuralları bakımından kadınla erkek arasında fark yoktur. «Erkek ahlâk kurallarına bağlı değildir, istediği gibi hareket edebilir» biçimindeki bir düşünce insanlık faziletini temelinden sarsar.

Gerçekten bugün ahlâk kurallarına uymayan bir kadın üzerindeki lekeyi ömrü boyunca temizleyemez.

O halde topluluğun iffet ve faziletinin korunabilmesi için erkek de, kadın da iffetli, faziletli olmalı, her ikisi insan kalbini, karakterini, vicdanını zedeleyen davranışlardan kaçınmalıdır.

Sayfa 192

Bir Milletin Bekasını Sağlayan Unsur: Vazife Aşkı

Bir milletin kalbini dolduran vazife aşkı büyük bir şeydir. Bu aşk var olduğu sürece kimsenin geleceği için umutsuzluğa düşmesine gerek yoktur. Ama bu aşk canlılığını kaybeder de yerini zevk ve eğlence düşkünlüğüne bırakırsa, o zaman millete yazık olur. Çünkü bu takdirde o millette çöküntü başlamış demektir.

Fransa’nın bir millet olarak son çöküşünün, yalnız Fransız halkında değil, liderlerinde de vazife duygusunun ve doğruluğun bulunmamasından ileri geldiği noktası üzerinde görüşü kuvvetli müşahitler birleşmektedirler.

Savaştan önce Berlin’deki Fransız Ataşesi Baron Stoffel’in bu nokta üzerindeki tarafsız görüşü inandirici idi. Baron Stoffel, savaşın patlamasından bir yıl kadar önce, Ağustos 1869'da İmparatora gönderdiği, Tuileries’de ele geçen özel raporunda, yüksek eğitim görmüş ve iyi terbiye edilmiş Alman halkının ateşli bir vazife duygusu ile dolu olduğunu ve iyi olan her şeye saygı göstermenin onları küçültmeyeceğine inandıklarını belirtiyordu.

Halbuki Fransa halkı, her bakımdan, tam bir melankoli içindeydi. Orada her şeyle alay eden, ne fazilete, ne aile hayatına, ne vatanseverliğe, ne şerefe, ne de dine, hiç bir şeye saygı göstermeyen, aslında bu duyguları kaybetmiş olan halk, eğlenceyi seven bir nesli temsil ediyordu. Sanki Fransa halkı sırt alay etmek için yaratılmıştı.

Sayfa 130

Sanat Karakteri Geliştirir mi?

Herkes tarafından kabul edilmiş olan bu zarafet noksanlığını telafi etmek ve İngiliz halkına sanat zevkini aşılamak için halkın eğitilmesi gerektiği sonucuna varılmıştı.

Bu eğitim sayesinde Güzel Sanatlar daha yaygın bir hal almış olacaktı. Bugün artık güzelliğin, zarafetin öğretmenleri vardır. «Güzel olan şey iyidir.» «Güzel olan şey gerçektir» sözlerine ders kitaplarında yer verilmiştir. Halka güzel sanatlar öğretilerek onların zevklerinin geliştirileceğine ve güzel şeylere bakarak nefislerinin terbiye edilmiş olacağına inanılmaktadır.

Ancak bu eğitim sisteminin halkı bir dereceye kadar yükselteceği ve terbiye edeceği hesaplanmış olmakla beraber, bundan fazla bir şey beklenmemelidir.

Zarafet, hayatı süsleyen, güzelleştiren ve tatlılaştıran bir şeydir; böyle olunca da öğretilmeye değer.

Müzik, resim, dans ve güzel sanatlar, hepsi birer zevk ve eğlence kaynağıdır. Bunlar hayvanî olmasa bile insanî duygulara hitap eden şeylerdir, hepsi o kadar.

Bir insanda şekil, renk ve ses güzelliği zevkini uyandırmak için yapılan telkinin zihnin, ya da karakterin gelişmesi üzerinde mutlak bir etkisi yoktur.

Güzel sanat eserlerini seyretmek, hiç şüphe yok ki, bu eserler karşısında duyulan zevki arttıracaktır; ama insanlar önünde yapılacak asil bir hareketin insanın iç âlemi üzerindeki etkisi sayısız güzel tabloların etkisinden çok daha fazla olacak ve onları da aynı şeyleri yapmaya teşvik edecektir.

Sayfa 166

Hatadan Sonraki Durum

Güçlü bir arzu mutlaka kötü bir arzu değildir.

Ancak duygu ve arzu ne kadar güçlü olursa o oranda disipline ve nefse hâkim olmaya ihtiyaç vardır.

Dr. Johnson «İnsanlar yaşlandıkça tecrübe sahibi oluyor ve tekâmül ediyorlar; ama bu daha ziyade tabiatlarının genişliğine, derinliğine ve cömertliğine bağlıdır. Onları yıkan, perişan eden şey işledikleri hatalardan ziyade hata işledikten sonraki davranışlarıdır. Aklı başında bir adam hataların sebep olduğu acılardan yararlanacak ve aynı hatayı ileride işlememeğe çalışacaktır. Ama öyle kimseler vardır ki geçmiş tecrübelerden ders almak şöyle dursun, zamanla daha kötü insan olmaktadırlar» diyor.

Sayfa 107

Asıl Mutluluk Nerededir?

Epictetus’un ünlü sözleri arasında şunlar vardır:

«Hayatta kendi rolümüzü kendimiz seçmiş olmuyoruz ve bu rollerle ilgimiz de yoktur. Vazifemiz bu rolleri iyi oynamaktan ibarettir. Bir köle bir devlet başkanı kadar özgür olabilir; özgürlük ise nimetlerin en büyüğüdür. Onun yanında her şey cüce kalır, anlamını kaybeder. Onun yanında başka hiç bir şeye gerek yoktur. Onsuz hiç bir sey yapmak mümkün değildir…

İnsanlara mutluluğun, onu gözü kapalı aradıkları yerde olmadığını öğretmelisiniz. Mutluluk güçte aranmamalıdır; çünkü Miro ve Offelius mutlu değildiler.

İnsana mutluluk getiren zenginlik de değildir; çünkü Karun da mutlu değildi.

Geniş yetki sahibi olmak da mutlu olmak için yeterli değildir; çünkü Roma Cumhuriyetindeki Devlet Başkanları mutlu değildiler.

Hayatta kudret, zenginlik ve yetki hepsi bir arada bir insanı mutlu etmeğe yetmez; çünkü Neron, Sardanapal ve Agamemnon içlerini çekerek ağlamışlar, saçlarını yolmuşlar ve çevrelerinin esiri olmuşlardır.

Mutluluk sizin kendi içinizde, gerçek özgürlükte, her türlü korkuyu yenmekte, insanın kendisini mükemmel bir biçimde idare etmesinde, huzur ve sükun içinde yaşamakta, her şeyi hoş karşılamaktadır. Hayatta insan yoksul kalabilir, sürgüne gönderilebilir, hasta da olabilir. İşte bütün bu hallerde ölçü ve dengesini koruyan kimse mutludur.

Sayfa 127

Suç İşlemenin Asıl Sebebi

(1) Horsemongerlane Cezaevi Müdürünün adlî makamlara sunduğu yıllık raporda işlenen suçların sebebleri üzerindeki incelemeleri hakkında şu bilgi veriliyordu:

«İşlenen suçların nedenlerini tespit etmek amacıyle değişik karakterli birçok mahkûm üzerinde yaptığım incelemeler göstermiştir ki suç işlemenin alışkanlık haline gelmesinin sebebi ne bilgisizlikte, ne sarhoşlukta, ne yoksullukta, ne şehirlerin kalabalığında, ne de çevrenin zenginliğindedir. Bütün bu incelemelerden sonra suç işlemenin asıl sebebinin normalden az bir emek harcayarak mal edinmek amacı olduğu kanısına vardım.

Sayfa 118–1. Dipnot

Doğruluğu Öğretmek

Dr. Arnold gençlere doğruyu söylemek faziletini aşılamak için harcadığı çabayı başka hiç bir şey için harcamış değildir.

Ona göre doğruyu söylemek faziletlerin en büyüğü idi. Doğru sözlülüğe bütün öteki meziyetlerin üstünde değer veriyordu. Söylenen sözün yalan olduğu anlaşıldığı zaman bunu büyük bir ahlâk suçu kabul ediyor, ona göre muamele ediyordu; ama bir öğrenci bir beyanda bulunduğu zaman ona inanıyor, beyanı olduğu gibi kabul ediyordu.

“Madem ki öyle söylüyorsun, bu kadarı yeter. Tabiî sözüne inanıyorum” diyordu.

Böylece güvenerek, inanarak gençlere gerçeği söylemelerini öğretmişti.

Nihayet çocuklar birbirlerine «Arnold’a yalan söylemek ayıp doğrusu; çünkü adam bizim her sözümüze inanıyor» diyorlardı.

Sayfa 135–136

Gerçek Vatanseverlik Nedir?

Bugün vatanseverlik taassup derecesine varmıştır. Bu taassup millî bir ön yargı, milletçe kendini beyenme ve millî bir kin ve düşmanlık halinde kendini göstermektedir. Bunu halkın davranışlarında görmek mümkün değildir. Bu sadece bir övünmedir.

Bayraklar dalgalandırılmakta, şarkılar söylenmekte, vatan sevgisi bu biçimde gösterilmek istenmektedir. Böyle bir vatan sevgisi bir ülke üzerine çöken felâketlerin belki de en büyüğüdür.

Soysuz vatanseverlik olduğu gibi, soylu vatanseverlik, bir memleketi zindeleştiren ve yükselten vatanseverlik de vardır.

Gerçekten vatanını seven insan görevini doğru ve mertçe yapan, dürüst, temkinli ve namuslu bir hayat süren, memleketin kalkınması ve gelişmesi için ele geçen fırsatları en iyi biçimde kullanan insandır.

Gerçek vatanseverlik, bütün acılara katlanarak özgürlük uğrunda unutulmaz zaferler kazanmış olan yaşlı insanların, hatıralarını ve verdikleri örnekleri içinde muhafaza edebilmektir.

Artık milletler hakkında büyüklüklerine göre değil, milletleri teşkil eden fertlere göre hüküm verilmelidir.

«Bir ağaç gibi büyüyerek değildir,
büyüyen milletlerin yükselmeleri.»

Sayfa 24

--

--