Masalı Yıkmak — Zorunlu Kitlesel Eğitimin Doğası Üzerine — İnceleme ve Alıntılar

Abdülbaki Değer — Masalı Yıkmak — İnceleme ve Alıntılar 121

Samet Onur
12 min readFeb 1, 2024

İnceleme

Zorunlu Eğitim Otopside

Abdulbaki Değer’in “Masalı Yıkmak” kitabı 2021 yılında yayımlandı. Kitabın alt başlığı: “Zorunlu-Kitlesel Eğitimin Doğası Üzerine”.

Değer, bir eğitim kitabı yazmış, ama bu sıradan bir eğitim kitabı değil. Yani sistemin içindeki herhangi bir soruna değil, zorunlu eğitimin kendisine dair ciddi bir eleştiri hatta otopsi söz konusu.

Üniversite eğitimi hatta lise eğitimi almış insanlar hakkında konuşurken ortada olumsuz bir durum varsa ağzımızdan çoğu zaman şu sözler çıkar: “Bir de … mezunu olacak.”, “Okumuş ama…” gibi eğitimin tornasından geçmiş kişilerin ciddi şekilde değişmiş olması, değişmesi gerektiği ifade edilir. Aslında bu sözleri söyleyenlerin bilinçaltında eğitimin kutsal ve değerli olduğu düşüncesi vardır. Eğitimin yüce oluşu ve eğitimin üstünlük sağladığı toplum nezdinde tartışmasız şekilde kabul edilegelmiştir. İlkokul veya lise terk olanlar mahcubiyetle oku/ya/madıklarını ifade eder. Hoş, şu anda okuyarak meslek sahibi olanların maddi durumları pek de iyi olmadığı için yavaş yavaş okumanın çok değerli olduğu algısı hafiften kırılmaya başladı, ama eğitimli insanın üstünlüğü algısı zihnimizde pırıl pırıl yerini korumaktadır.

Eğitim iddia edildiği kadar insanı olumlu yönde değiştirir mi? Eğitime dair eleştiriler her zaman aksayan bir yönüne doğru yapılır. Hatta sistemin değişmesi gerektiği, öğretmenin değişmesi gerektiği gibi hemen herkesin kafasında eğitime dair vazgeçilmez ama düzeltilmesi gereken bir düzen vardır.

Eğitim sisteminin değişmesi gerektiğine dair eleştiriler hep yapılageldi. Şurasını düzeltsek, burasını şöyle yapsak diye diye değişmedik yeri kalmadı gibi sanki. Peki sonuç değişti mi?

Eğitimin amacı nedir? Eğitimin sonucu olarak ne bekleniyor? Bu kadar büyük bir sistemin hepsinden başarıyla geçen bireyin nasıl biri olması gerek? Eğitim adına yapılan değişimler neye göre yapılıyor? Bu gibi soruların ardı arkası kesilmez.

Peki, ya eğitimin kendisi gerekli midir? Okulsuz bir eğitim sistemi olmaz mı? Yoksa eğitim deyince bu, illa okulla mı olmak zorundadır?

Şu anda uygulamakta olan eğitim sisteminin kendisine bakılınca nasıl bir manzara ortaya çıkıyor? İşte bu kitabın tartıştığı nokta burası.

Sistem, kendisini sonsuz savunanların elinde kutsanarak, işlemeyen şeyin hep başka bir parçada olduğu iddia edilerek sonsuz değişimler geçirmektedir. Asıl mesele böylece örtbas edilmekte olmasın sakın?

Abdulbaki Değer, bu değerli kitabında tasvir etmeye çalıştığım şeyler üzerinde oldukça kapsamlı referanslardan destek alarak eğitim sisteminin kendisini incelemeye çalışıyor.

Kitapta o kadar çok eğitim, felsefe, sosyoloji, psikoloji, edebiyat gibi alanlardaki yazarlara başvuruluyor ki ben kitaptan onlarca okunacak kitap çıkardığımı söyleyebilirim.

Kitaptan çıkardığım bazı önemli tespitleri aktarmak istiyorum:

- Eğitim sistemi, yaptıklarının sorumluluğunu almıyor.

- Sistem, suçluyu kendi değil, sisteme dahil olan diğer parçalarda arıyor.

- Sistem, eğitimin kendisinin yapamayacağı birçok şeyi eğitim üzerinden yapmak istiyor.

- Sistem, çocuğu dönüşmesi gereken bir nesne olarak görmektedir.

- Sistem, toplumun kültürünü yok saymakta ve onu değiştirmek, tasfiye etmek istemektedir.

- Zorunlu eğitimin sonucunun başarılı olacağı düşüncesi veriye dayanmıyor, aksine inancımız bu yönde sadece.

- Sisteme gelen eleştiriler yüzeysel ve çözüm sunmuyor.

- Sistem bir simyacı gibi aslında. Madenleri altına dönüştüreceğini söyleyen simyacılar gibi, eğitim sistemi de yapamayacağı şeyleri vadederek insanları etkisinde bırakmaya devam ediyor.

- Sistemin başarısız olduğu her seferinde ortada olsa da, ona toz kondurmadan, kutsallaştırılarak aynı düzen devam ediyor.

- Sorun sadece Türkiye’deki eğitim sisteminde değil. Bu zorunlu sistemi uygulayan bütün ülkeler aynı sıkıntı içinde. Hayattan kopuk, ifsat edici niteliği ile bu sistemin gerçekle bağının kurulması gereklidir. Eğer bu kadar bozulmaya rağmen bu düzen devam ediyorsa farklı şeyler denemeye çalışmak gereklidir.

- Zorunlu eğitimin varlığına dayanak olan hususlarda köklü dönüşümler yaşandı. Ancak eğitim sistemi büyük oranda ortaya çıktığı şekli korunur vaziyette. Bu sistemin böyle hayatta kalacağını düşünmek hayatı ciddiye almamak demektir.

Yazarın son cümleleri ise eleştirinin doruk noktasını teşkil ediyor gibi (s. 165):

Fizikteki gelişmelerden siyasetteki değişime, tanınma politikalarından yerelleşmeye kadar birbirine eklemlenen bu süreçlerin tümü, aynı zamanda bu alanı etkileyen, bu alandan etkilenen gelişmeleri veriyor. Postmodernlik tartışmalarının hâlâ güncelliğini sürdürdüğü bir dünyada, post-pozitivist gelişmelerin canlılığını sürdürdüğü bir dünyada ve Aydınlanma’nın pozitivist söylemin karikatürleşmesi esas itibariyle zorunlu eğitim sisteminin karikatürleşmesinden farksız değildir. Bu yapı, kendi dayanaklarının çözülmesiyle askıda kalan bir nitelik arzediyor. Defin işlemi yapılmamış bir cenaze gibi ortalıkta gezen bu sistem, açık ki kendi cenazesinin gömülmesini bekleyen bir mefta hükmündedir. Çoğu yönleriyle ölü doğan bir sistemi bugün de muhafaza etmenin mazereti kalmamıştır. Kendisini var eden koşullardaki büyük dönüşüm, şahit olduğumuz tarihsel performans, bu sistemin cenazesinin kaldırılmasını, hepimize bir sorumluluk olarak yüklüyor. Şahit olduğumuz şey, bu cenazeye karşı kayıtsızlık, cenazenin ölümünü reddediş ve hayattaymışçasına özen ve ihtimam gösterme. Ancak bu lirik cüzzamdan kurtulmak bir tercih meselesi değil. Bir var oluş meselesidir ve gerçek anlamda bir varlık iddiasıdır ve elbette hepimiz iddialarımız üzerinden sınanıyoruz.

Sonuç olarak “Masalı Yıkmak” kitabı, eğitim sisteminin kendisini enine boyuna eleştiri süzgecinden geçiriyor. Uyanmak, farkına varmak için size gazoz uzatanlara karşı, bu kitap size soğuk bir kova su uzatıyor. Seçin sizin.

Ayrıca zorunlu eğitime dair başka çarpıcı bir eleştiri de Değer’in kıymetli arkadaşı eğitimci Ali Aydın’dan gelmiştir. “Online Gençler Çevrimdışı Yetişkinler” kitabı da bu kitap kadar değerli ve okunasıdır.

Alıntılar

Eğitim Sisteminin Hesap Vermez Düzeni

Siyah adamın varlığına tahammül edemeyen, onu bir takım arzuları için kullanan çocuk, nasıl yapıp ettiklerinin sorumluluğundan muaf tutuluyorsa zorunlu eğitim sistemimiz de aynı şekilde yapıp ettiklerinden bağımsız şekilde arz-ı endam ediyor hayatımızda.

Sayfa 20

Eğitim ve Olumlu Çağrışımları

Beyaz annenin siyah adamı hedef alan operasyonunda çocuğun masumiyeti ve saflığı nasıl geniş bir meşruiyet zemininin inşacısı olarak dikkat çekiciyse aynı şekilde devlet toplum ilişkisinde de ‘zorunlu eğitim’ eğitim kavramının bireysel ve toplumsal bellekteki olumlu çağrışımları üzerinden aynı şekilde meşruiyet sağlayıcıdır.

Masumiyet ve saflık, bireysel ve toplumsal bellekteki olumlu çağrışımlar, küresel ölçekte ilgiye ve kabule bizi icbar eden düzenek karşısında dikkatli ve uyanık olmak durumundayız.

Dikkatli ve uyanık olmalıyız zira bazı durumlarda aldatıcılar sizi iyi, güzel, masum ve saf şeyler ile de aldatabilirler. İyi güzel, doğru, haklı, makul şeyleri önünüze getirerek sizi korumasız yakalayabilirler. İlk bakışta iyi, güzel, doğru, haklı, makul, gerekli görülen şeyler bizi esaslı bir sorgulamadan, varoluşsal bir dikkat ve uyanıklıktan alıkoyabilirler.

Eğitin nedir? Eğitim nasıl olmalıdır? Zorunlu eğitim nedir? Devlet tekelinde eğitim ne demektir? Uzatılması gereken bu sorularla yüzleşmemizi engelleyen, ona set çeken şey ‘eğitim’ kavramının olumlu çağrışımıdır. Aynı zamanda bu eğitime bağlanan diploma tekelidir.
Dolayısıyla diploma üzerinden rol ve statü dağıtımıdır.

Buralar etraflıca tartışılması gereken, özenle odaklanılması gereken kritik yerler. İyiliğin, doğruluğun pekala kötülüğe, yanlışlığa payanda yapılabileceğini asla unutmamamız gerekiyor. Boşuna denmiyor cehennemin yolları iyi niyet taşlarıyla döşeli diye!

Sayfa 34–35

Eğitim Sisteminin Sistem Olarak Eleştirilememesinin Sebepleri

Modernleşme hikâyemizin bünyesinde mündemiç olan moderne mesafe alış ile hayran oluş arasındaki çelişkiyi, eğitim sistemi de bünyesinde barındırıyor.

Devlet tekelinde eğitim denildiğinde bunun eşzamanlı olarak diploma tekeli olduğu ve diploma üzerinden meslek dağıtımı olduğu dikkatten kaçırılmamalıdır. Aynı zamanda bir bilgi tekeli oluşturduğunu da hatırda tutarak söz konusu diploma tekelinin insanları ‘de facto’ düzeneğe mecbur bırakmış, diğer taraftan bu mecburiyetin yanında iş, statü, kamusal algı vs. üzerinden yarı açık yarı örtük beslenilen hayranlık da ayrıca bu düzeneğin basamaklarında ilerlemeyi motive etmiştir.

Dolayısıyla hem pratik zorunluluk hem de bu zorunluluğa bağlanan veya zorunlulukla ilişkilendirilip vaat edilen hususlar bizi sisteme karşı hem edilgen hem de korunaksız kılmıştır.

Devlet ise hayatın diğer alanlarında olduğu gibi eğitim alanında da oluşturmuş olduğu tekel üzerinden hem eskinin tasfiyesi hem de yeni olanın inşası için hem ucuz ve hem de işlevsel bir enstrüman edinmiştir.

Sayfa 44

Eğitim Sistemi ve Saadet Zinciri

Dolayısıyla eğitim sistemi, iddialı bir şekilde lansmanı yapıldığı üzere, bir saadet zinciri olmamakla birlikte saadet zinciri mantığını ve kişisel gelişim dili ve Titanvari örgütlenmelerin kurgusunu ve ilişki biçimini alabildiğine kullanmaktadır.

Sisteme yasal zorunluluk üzerinden alınan milyonlarca insan, araçsallaştırılmakta, açık edilmemiş başka amaçlara uygun hâle getirilmek için operasyona tabi tutulmaktadır. Bu amaçları gerçekleştirmek üzere tesis edilen eğitim-öğretim sistemi insanların bir anlamda imal edildiği operasyon alanıdır, düzeneğidir.

Sayfa 50–51

Eğitim Adına Devamlı Yapılan İyileştirmeler ve İlerleme

Tam da bu hususlardan hareketle eğitim mevzumuzun teknik ve tali bir konuma indirgendiğini, burada çeşitli söylenti, iddia ve manipülasyonlarla modern bir ‘altın diş’ hikâyesine dönüştürüldüğünü söylüyorum.

Osmanlı son döneminden bugüne değin kurtuluş çaremiz olarak taltif edilen, fetişleştirilen, yokluğu veya eksikliği sorunlarımızın nedeni; varlığı da dertlerimizin çaresi olarak kodlandı bu düzenek. Süreç boyunca yukarıda sorun alanları olarak belirtilen hususlarda (personel yeterliliği ve niteliği, materyal, donanım eksikliği vs.) yapılan büyük iyileşmelere rağmen maalesef beklediğimiz iyileşmeler gerçekleşmemiş, amaçlarımız karşılanmamış tersine sorunlarımız kronikleşerek daha büyük boyutlar almıştır.

Lakin bu durum vaatlerini gerçekleştiremeyen, beklentileri karşılayamayan bu sistemin aynı söylemle ve aynı pratikle yol almasına engel olamamıştır. Hâlâ bu düzenekle muhatabız, hâlâ bu düzenek üzerinden aynı söylemle, aynı pratikle muhatabız.

Sorun hep ileri sürülen çarelerde olmuş veyahut olması muhtemel hata ve eksikliklerde aranıyor. Asla ve kat’a yüzyılları bulan bir süredir büyük bir tutkuyla sahiplendiğimiz bu düzeneğin kendisini kuşatan yapısal bir sorgulamanın muhatabı kılamadık. Öğretmen sorun olabilirdi, fiziki şartlar, teknik donanım, materyal, ders araç gereci, kullanılan yöntem, bunların hepsinde sıkıntı, problem olabilirdi. Ama asla bu sistemin kendisinde bir yanlışlık, eksiklik iddiasında bulunulamazdı.

Normal koşullarda bir toplumun kendi yaşadıklarına, tecrübelerine bu kadar kayıtsız kalması düşünülemez. Ancak modern eğitim-öğretim sistemi ne tür manipülatif kıskaca alıyorsa bizi onu tüm iddialarından, yapıp ettiklerinden muaf tutuyoruz veya o muaf tutulmayı başarıyor.

Bunca zamandır ne yaptıysak bir türlü olduramadığımız bu yapıya hâlâ toz kondurulmuyor. Bütün iyi niyetimizle, bütün gayret ve çabamızla, bütün imkân ve kabiliyetimizle, onu tahkim etmeye çabalıyoruz. Bütün bu tarihsel arka plan onunla ilintili değilmiş gibi davranabiliyoruz.

Daha bugün yeni keşfedilmiş ve umutlarımızı gerçekleştirecek yegâne sihirli iksir muamelesini yapabiliyoruz. Gerçek bir ‘altın diş’ hikâyesi! Bizim hikâyemiz! Sorgulamadan, esasını araştırmadan, gerçekte ne olduğuna bakmadan onun ‘altın diş” olduğunu kabul edivermek. Tarihine, performansına, performansın göstergelerine, tüm bileşenlerinin memnuniyet düzeylerine rağmen, ona toz kondurmamak. Bir doğa kanununa şüpheyle yaklaşma hadsizliği gibi.

Sayfa 72–73

Eğitim Adına Yapılan Tartışmalar Neye Tekabül Ediyor?

Bugün kısırlaştırılmış ve belirli bir lokasyonda sınırlandırılmış eğitim tartışması; yapısı itibariyle mevcut düzeni ve düzeneği tahkim etmeyi, güçlendirmeyi hedeflemektedir. Bu açıdan tartışmanın hem verili düzeneği hem bu düzeneği ele elan egemen yaklaşımı çözecek bir nitelikte olması elzemdir.

Evet, kör inançlarımız, neye taalluk ettiği anlaşılmayan akıldışılıklarımız var. Modern dünyanın bünyesinde sayısız akıldışılık taşıdığını hatta ironik bir şekilde akılcılığı bayraklaştıran bir yapının kendi gölgesinde boy veren akıldışılığa çare olduramadığını biliyoruz. Ritzer’in etraflıca tartıştığı ve istatistiki verilerle önümüze koyduğu üzere “benliğin sınırlandığı, duyguların denetlendiği, ruhun boyun eğdiği” bir pratiği sadece tartıştığımız örneklemde tüketemeyiz. O konuyla, o pratikle sınırlandıramayız.

Uyanık olmakta fayda var zira günümüz dünyasında önce kitaplar yazılıyor, iddialarda bulunuluyor. Umuluyor ve biliniyor ki yazılan kitaplar, dile gelen iddialar gerçekliği sorgulanmak yerine kabul edilir. Biliniyor ki altın diş kuyumcuya gösterilmek yerine altın diş kabul edilir ve üzerine hikâyeler, teoriler geliştirilir.

Sayfa 78

Devamlı Konuştuğumuz Mesele: Eğitim

Eğitim mevzusu kamuoyunun sürekli tartıştığı, milli bir mevzu niteliğinde. Tükenmeyen gündemimiz eğitim. O zaman sıkıntı nerede? Sürekli bir gündem ise, konuşulup-tartışılıyorsa o zaman yanlışlık nerede?

Burada tespit etmemiz gereken iki farklı konuşmanın-eleştirmenin-sorgulamanın olduğu gerçeğidir. Bunların doğasına dair müstakil çalışmalar da yapılabilir. Ben teferruatına girmeden açıklığa kavuşturmak için bir kaç noktanın altını çizeceğim. Eleştirel okumanın belirttiğim gibi iki çeşidi mevcut:

Birincisi evcilleştirilmiş, rehin alınmış daha doğrusu mevcut düzeni, kurumsa| yapıyı var etmeye, yaşatmaya ve tahkim etmeye odaklanmış, bakışı, vaziyeti ve ufku ayarlanmış okuma iken diğeri; yapısal okuma diyebileceğimiz, kendini sınırlandırmayan, ideolojik-politik blokajlardan sıyrılmış, geniş bir perspektiften yapılan daha varoluşsal, daha ontolojik olan okumadır.

Birisi araçsallaştırılmış, önceden tayin edilmiş bir sonucu gerçekleştirmeye matuf iken diğeri belirli ilkeleri-değerleri ve hassasiyetleri öncelemeyi, onlar üzerinden yürümeyi öneren bir ucu açıklığı barındırıyor.

Bu iki okumanın varlığını dikkate aldığımızda sormamız gereken konuştuğumuz ve sözüm ona tartıştığımız eğitim mevzusunun ele alınış biçiminde, tartışılma şeklinde bir tuhaflık olup olmadığıdını açıklığa kavuşturmaktır. Maharetle tartışma dışı kılınan bir takım boyutları var mı meselenin? Tartışmada belirlenmiş bir takım akredite pozisyonları benimseyerek tartışmaya mı yönlendiriliyoruz acaba?

Bu bakış ve yaklaşım, aşırı şüpheci ve komplocu bir hava estirmesin. Güç yetirilemeyen, karşısında çaresiz kaldığımız kadiri mutlak rolü oynayan bilmediğimiz, gizemli, ulaşılamayan bir üst akıldan bahsettiğim sanılmasın. Evet, çoğunlukla bu tarz iktidar oyunlarında faal olan operasyonel bir akıl vardır. Belirli çekinceleri muhafaza etmek kaydıyla buna üst akıl da denilebilir.

Benim altını çizdiğim husus, bir üst aklın mevcudiyetini abartan, onun manipülasyonlarının büyüklüğüne vurgudan ziyade o mevcudiyet içerisinde yitip giden bir etkisiz mevcudiyete işaret etmektir. Ama çoğunlukla tartışma alana ilişkin egemen algının cenderesinde blokaja alındığından onun dışına çıkmak, tartışmayı onun ötesine taşımak zannedildiğinden çok daha zor geliyor. Zor geldiği veya bu başarılmadığı için bir namevcudiyet, bir etkisizlik, bir nesne hâli egemen.

O yüzden cari sisteme ilişkin dile gelen eleştiriler ve sorgulamalar başka bir zihnin, başka bir dünyanın terennümleri oluyor. O yüzden bu terennümler dile geldiği ağzın, bilincin varlığına ilişkin bir ilişkinin tesisini gerçekleştirmiyor. Tersine dile geldiği ağzın, bilincin ve dünyanın aleyhine işleyen bir işlev görüyor çoğunlukla. Bu yüzden meselenin ne olduğunu, konuştuğumuz şeyin ne olduğunu bilmek, anlamak, klişeler, ezberler ve egemen kodifikasyonun vaziyeti görülmeden gerçekleştirilemez.

Sayfa 87–89

Eğitime Dair Yanılsamalı Durumlar

İkincisine ise; amacını unutanlar sahip oldukları araçları fetişleştirirler demiştik. Neyin peşinde olması gerektiğini bilmeyenler ellerinde bulunanda keramet ararlar, ona göre davranırlar. Oysa sahip olduğumuz araçlar belirli bir amacı gerçekleştirmeye matuf araçlardır. Bu amacı gerçekleştirme de işlev görüyorlarsa bir anlamları vardır, aksi takdirde mevcudiyetlerinin bir anlamı kalmaz.

Önemli olan, öncelikli olan amaçtır, amacın korunması, onun gerçekleştirilmesidir. Amacı gerçekleştirmeyen, onu korumayan uygulamaların, araçların tutulması, tahkim edilmesi ancak ne yapılmak istendiği bilinmediğinde mümkündür.

Kurumsal eğitime ilişkin -bunu bu uygulamadan yararlananlar için söylüyorum- belirledikleri hangi amacı gerçekleştirdiğine ilişkin bir zihinsel berraklığa ulaşmaları gerekmektedir. Bu berraklık olduğunda bu yapıdan ne beklediğimizi ve ne karşılık bulduğumuzu görme imkânımız olurdu.

Şimdi amacımıza ilişkin şikâyetler, memnuniyetesizlikler herhangi bir araştırmayı, veriyi gerektirmeyecek ölçekte yaygın ise, o zaman araca ilişkin fetişleştirmemizde bir tuhaflığın olduğu aşikârdır. Amacımızı gerçekleştirmeyen bu uygulamanın işlevine, performansına bakma ihtiyacı hissedilmiyorsa, böyle bir talep ve beklenti, böylesi bir gereksinim kimsede açığa çıkmıyorsa o zaman alana ilişkin bir amaç problemimiz, alana ilişkin bir gerekçelendirme eksikliği ile malul olduğumuz anlaşılıyor.

Aksi durumda eldekiyle yetinmenin, onu biteviye etkin kılmanın peşinde koşmak, başka arayışları anlamsız ve gereksiz görmek, bulunduğu hâlden memnun olmak, eldekinin büyük bir nimet olduğu yanılsamasıyla mümkündür. Bu, her şekliyle yanılsamalı bir vaziyeti barındırıyor içinde.

Sayfa 112–113

Eğitim Adına Konuşmadan Önce Neye Bakalım?

Dolayısıyla sol gözün iyileşmemesini kanıtladığını kitapla yazan Hermes, nasıl gerçeklikle kavga hâlinde idiyse bugün modern dünya, pek çok uygulamasıyla, bu kavganın tarafı olmaya devam ediyor. Modern eğitim de bu gerçekle kavganın koçbaşlarından birisi olarak yanıbaşımızdadır.

Hayatı nesneleştiren, devletin iktidar mekanizmaları üzerinden üretilen bir şey olarak gören tavrı sürdüğü gibi ısrar da artıyor. Hem tüm nüfusu kapatıcı yanı hem uygulamadaki tahripkâr doğası yapıcı, üretici, ihya edici bir nitelikten ziyade ifsad ediciliğe götürüyor. İnşa etmiyor ifsad ediyor. Bozduğunu gördükçe daha çok inşa etmeye çabalıyor. O eksikliği inşa çabasındaki birtakım eksikliklerde, hatalarda, yanlışlarda, görme çabasında. Çabanın kendisi, çabadaki insandışı ısrar vs. tüm bileşenler bir şeyleri eksik, yaptıkları için değil bu işleri bu tarzla, bu yaklaşımla yaptıkları için problemlidir.

Sol gözün iyileşmemesi üzerine ürettiğimiz bilgi, gerçekliğin sınamasından geçemiyorsa, gerçekliği inkâr etmek yerine teorimize bakmak, en akıllıca iştir. Mesele, gerçekliği abartıp ona boyun eğmek demek değildir bu. Gerçekliği bilirsek onu yönlendirme, ona nüfuz etme imkânımız olabilir ama onu bilmeden onu yönetecek, yönlendirecek gücümüz var havalarına girersek yaşadığımız hayal kırıklığının haddi hesabı olmaz. Nitekim on yıllardır yaşayageldiğimiz gibi.

Burada küçük bir parantez açmakta zaruret görüyorum. Yaşadığımız gibi dediğimde, meselenin Türkiye ile mukayyet bir hâlde olduğunu düşünmeyelim. Türkiye’nin bu işi beceremediğini, diğer gelişmiş ülkelerin mucizeler yarattığını falan düşünmeyelim. Onların da ahvalini, durumunu biliyoruz. O yüzden, tali, teknik bir aksaklıktan bahsetmiyoruz.

O yüzden, sadece ülkemizdeki milli eğitim sisteminden bahsetmiyoruz. Bir yapı, bir tarz, bir mantıksal kurgu olarak modern eğitim sisteminden bahsediyoruz. Onun bir form, bir tarz, bir yol olarak sosyal, siyasal, kültürel, dini anlamda herhangi bir aidiyetle özdeşleştirmeden, herhangi bir kimliğe indirgemeden, tıkandığını ve Hermes’in gözün iyileşmesi üzerine yazdığı kitap durumunda olduğunu düşünüyorum.

Yapılacak en akıllı iş Hermes’in kitabını etüt etmek, hatta ciddiye alıp eleştirmek değil, Zadig’in yaptığı gibi sırtını dönüp hayatın bağrına dönmek gerekiyor. Velev ki hayatın bağrında gerçeğin çölüyle karşılaşıyor olsak bile!

Sayfa 114–115

Eğitimde Detay Konulardan Temel Konulara Geçmek Zorunluluğu

Diğer taraftan yukarıda verdiğim eğitimin “kesintili olsun mu olmasın mı” şeklindeki tartışmanın da teknik ve tali bir mevzu olduğunu, eğitim görünümlü politik bir bilek güreşi olduğu gerçeğidir. Elbette pedagojinin politik doğasını iyi biliyorum ve pedagojiyi teknikleştiren, dolayısıyla teknik bir hüviyete konumlandıran naifliğin farkındayım. Eğitimin bu yönüne ilişkin modern eğitimin tarihsel serencamında dikkatlerimizi çeken çok önemli isimler var.

Eğitime ilişkin eleştirel bir pozisyon alarak, ünlenen bu kişileri günümüz dünyasının farklılık peşindeki dimağlarının mezesi olmaktan çıkaracak sahici kavrayışlara da muhtaç olduğumuzu bu vesileyle belirtmiş olalım. Onları, sükseli bir tüketim nesnesine indirgeyen konformist tutumun pençesinden çıkaracak ve içinde bulunduğumuz derin açmazı aşmaya katkı verecek zenginleştirici kaynaklar olarak harekete geçirecek bakış açılarına muhtaçlığımız izahtan varestedir. (82)

Dolayısıyla hayatlarını mevcut sistemi eleştirmeye, onunla mücadeleye adayan insanların tüm birikimlerinin bu mevzunun teknik ve tali noktalara kaydırılarak etkisiz ve görünmez kılınması son derece operasyonel bir müdahaledir. Kamuoyunun kitlesel bir şekilde yönlendirilmesinin en çarpıcı örneğini içinde barındırır.

(82) Ferrer’den Freire’ye, lllıch’den Tolstoy’a, Spring’den Stırner’e dek pek çok isim küresel kamuoyunun yakından bildiği, tanıdığı hatta merakla kitaplarını okuduğu isimler. Ancak gel gör ki eserlerine gösterilen bu ilgi uygulamada buharlaşmakta, bu insanların külliyatında dile gelen eleştiriler sofistike bir biçimde kulak arkası edilmektedir.

Sayfa 131–132

Zorunlu Eğitime Dayanak Olan Şeyler Değişti, Peki Ya Zorunlu Eğitim?

Kısaca toparlarsak zorunlu eğitim sisteminin varlığına dayanak olan hususlarda köklü dönüşümler yaşandı. Hayatın her bir alanında yaşanan dönüşümlerin ne tür yansımaları olduğunu tartışma sorumluluğumuz var.

Ekonomik yapı, klasik dönemden hayli farklı bir noktada bugün. Bunun toplumsal yapıya, ilişki biçimine ve iş hayatı için gereksinim duyulan özelliklere ilişkin teferruatlı çalışmaların yürütülmesi gerektiği ortadadır.

İkincisi, zorunlu eğitim sistemini tekelleştirerek egemenliğinin en önemli göstergelerinden birisine dönüştüren siyasal sistemdeki yaşanan dönüşümdür. Ulus devlet formülasyonunun ve formasyonunun, bambaşka bir boyut aldığı ortada. Dün “sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir kitle yaratmak, “…halkın sinirlerine çelik boşaltmak..” için yegâne yol olarak görülen ve onu yapması beklenen eğitim sistemi hem tarihsel tecrübe hem de devlet-toplum ilişkisinde yaşanan dönüşüm gibi hususlar bu tarz yaklaşım ve beklentileri olabildiğince aşındırmıştır.

Siyasal sistemin beklentileri ve talepleri, buraya indirgenemeyecek şekilde çeşitlenmiş ve çoğullaşmış vaziyette. Üstelik mesele sadece siyasal sistemin ve iktidar odağının hangi beklentiler peşinde koştuğu meselesi değil.

Siyasal alan, siyasal aktörler, dün homojenlik amacıyla genele bütünleştirilmek istenen pek çok unsur, bugün küreselleşme, çoğulculaşma talepleri üzerinden ulus devleti baskılıyor, dönüşüme zorluyor. Marjinal fikirlerin bile özgüvenle kamusal alana taşındığı ve siyasal sistemden tanınma talep ettiği bir eşikte, zorunlu eğitim sisteminin önceki dönemin uzantısı olarak aynı kalmaya devam etmesini beklemek veya devam edeceğini düşünmek hayatı ciddiye almamaktır.

Sayfa 162–163

--

--