Saadet Yolları — İnceleme ve Alıntılar

Cemil Sena — Saadet Yolları — İnceleme ve Alıntılar 99

Samet Onur
18 min readJan 20, 2024

İçindekiler

· İnceleme
Mutluluk Aramakla Bulunur mu?

Alıntılar
Sevmeye Cesaret Etmeli
Saadet Uyanmakla Başlar
Saadet An’da mıdır Yoksa İstikbal’de mi?
Düşünmek Hem Meziyet Hem Eziyet
Kainat ve İnsan
Adaletin Olmadığı Yerde Nasıl Saadet Bulunabilir?
Mezar Taşları Ne Söyler?
Bizi İhtiyarlatan Zaman mıdır?
Mesuliyet Düşüncelerden Değil, Faaliyetlerden Doğar
Saadeti Yakalamak
Bilgisizlik Bilmekten İyi mi?
Tevazu Hakkında
Yaşamak Yüküne Katlanmak
İnsanı Bedbaht Eden Şey
Olan Her Şeyden Kendini Mesul Tutana Tavsiye
Saadet Şükreden İnsanın Tokluğunda Değildir
İyiliği Artırmak ile Fenalığı Kaldırmak Arasında Seçim
Her Şeyin Sonu Ölümse Eğer
Su Ölüleri Nasıl Sahile Fırlatırsa Sen de Bunu Düşüncelerine Yap
Eski Çağ Aşıkları Üzerine
Aşkta Kadın ve Erkeğin Durumu
Yaşamak Külfetine Katlanmak Yalnız Öğrenmek Zevki İçin Olur
Bedenimiz Kadar Ruhumuzu da Güzelleştirseydik
İnsanın Gelecek Hakkında Bilgi Merakı ve Mistik İnançlar
Başaramayanlar ve Başaranlar
Hepimiz Çeşitli Nimetlerin Fakiriyiz
Saadet Kendisini Başkaları İçin Yaratılmış Bilen Ruhların Hakkıdır
Başkasını Mesut Etmeyi Düşünmek Büyüklüğü
Yaşadığımız Dünyanın Acılarına Alışamamak
İnsanoğlunun İhtiyacı Olan En Büyük Nimetler
İnsan Hayata Ağlamakla Başlar, Düşünmekle Son Verir
Vermek ve İstemek Arasında Saadetin Yolu
İhtiyarlık ve Saçlardaki Aklara Dair
Mesud Adam
Aleme Yalvarmak İçin Gelen Tek Varlık: İnsan
Ölemediğine Değil, Yaşayamadığına Üzül
Saadet Bir Gurbettir
Saadet Bir Ağaçtan Elinin Yetiştiği Meyveleri Toplamaktır
Saadet Vermek, Affetmek ve Sevmektir

İnceleme

Mutluluk Aramakla Bulunur mu?

Cemil Sena’nın “Saadet Yolları” kitabı 1948 tarihinde Tefeyyüz Kitabevi’nden çıkmış.

Kitaptaki yazılar aslında Varlık Dergisi’nde Saadet Yolları başlığıyla yazılmış makalelerin bir araya getirilmiş halidir.

Mutluluk nedir? Ona ulaşmak mümkün mü? Hayatın farklı zaman ve mekanlarında mutluluk olur mu? Yoksa mutluluk belli anların sonucu mudur? Bu tarzda birçok sorunun değerli bir filozof tarafından verilen cevaplarını bu kitapta bulabilirsiniz.

240 sayfalık bu kitapta Sena ve arkadaşı ile uzun bir yolculuğa çıkıyoruz. Bu yolculukta hayatta bulunmamız muhtemel birçok durum, yer ve kişiye uğrayıp bunlarla ilgili felsefi sohbetleri dinliyoruz. Bunlar arasında mezarlık, bahçe, doğa, kadınlar, aşk, düşünmek, felsefe aşkı, yalnızlık, eş, deliler, fakirlik, ayrılık, hapishane, sanat eserleri, ihtiyarlık yer alır.

Sena’nın edebi ve akıcı üslubu, felsefenin baş döndüren etkisinin yansımaları ve mutluluğun farklı yönlerine dair bir edebi ve felsefi şölen kitap boyunca devam etmekte. Tavsiyedir, efendim.

Alıntılar

Sevmeye Cesaret Etmeli

Gökte bir yıldız, diğer bir yıldıza kendisinden ateşli bir parça yolladı. Bu, bir ışıktan busedir ki, aşkın karanlık ve uzaklık tanımıyan cesaret ve kuvvetinden sızmıştır. Sevginin dudakları, sevgilinin gönlüne; hiç bir engel tanımadan böyle, bir ışıktan buse gibi sünerek akar; o vakit, isteklerimizin kolları arasında sıktığımız mahrumiyet, ayrılık ve acılardan, biraz evvelki gündüz gibi hiç bir eser kalmaz.

Sevmek, kendinden vermek ve kendini vermek demektir. Sevmek, ölümlerin ve karanlıkların, engellerin arkasından hayata doğmak demektir. Saadetimizi hissetmek için sevmeğe, varlık düşüncesile sarhoş olmak için sevgiye muhtacız. Anlıyorum ki: Yaşamayı ve mesut olmayı istemek, sevmeğe cesaret etmek demektir.

Sayfa 10–11

Saadet Uyanmakla Başlar

Salyongoz gezerken arkasında bıraktığı izin parıltısına bakarak, kendisini hayvanların en muhteşem ve en üstünü zanneder, antenlerini yükseltir. Bu yüksekten bakış, o parlak izin, kendi arkasında kuruyarak pul pul uçup gittiğini ve biraz sonra ve bi kendisini ısıracak olan küçük karıncanın yaklaştığını görmesine engel olur.

Saadet, bir an için, kendisini bir şey sanmaktan ibaret olsaydı, onun lezzetini tatmıyan hiç bir yaratığa raslamıyacaktık. Saadet bir yol gibi, bir ırmak gibi uzayıp giden ve bizi bu yolun sonundaki sarayın ve bu ırmağın döküleceği cennet havuzunun hayalile avutan bir rüyadır. Hüner, bu rüyayı gösteren uykudan çabuk uyanabilmekte, gerçeğin ve olanın, etrafımızdakilerin tadını tadabilmektedir.

Sayfa 13–14

Saadet An’da mıdır Yoksa İstikbal’de mi?

Bugün pişman olduğumuz şeyler, dün ne kadar cana yakındı; dünkü günahlarımız, tadıldıkları vakit ne kadar lezzetli idiler. Evvelce arkasından hasret ve iştiyakla koştuğumuz sevgililerden şimdi nefret ediyor; ve hâlâ ulaşamadığımız nimetlerin arkasından av köpeği gibi koşuyoruz.

Değerleri, ötekilerden farksız olan bu nimetleri avladığımız gün, sefalet ve iztıraba akıl erdirdiğimiz gün olacaktır. Saadeti, tatmaktan değil, onun hayaliyle mest olmaktan ibaret sanan akıllılar, dudaklarını, usanılmasına imkân bulunmıyan bir fazilet kaynağına uzatır; ve her yudumun lezzetinden yeni bir saadetin va’dini alırlar.

Sayfa 14

Düşünmek Hem Meziyet Hem Eziyet

Zekâ, sıhhat ve kuvvet mükâfatları yetmiyormuş gibi, şerefe, şöhrete ve servete karşı duyduğun açlık yüzünden, bütün insanları seviyor görünüyorsun! Ve her nankörlüğü, utandırır ve bu suretle gayeme ulaşırım ümidile yeni bir ziyafete çağırıyorsun… Kuvvetin, kinini yaratıyor; âcizlik ve zayıflığın, fazilet yavrularını emziriyor; ve büyüklüğün de buradan geliyor.

Düşünmek en büyük servet ve meziyetin olduğu halde, seni tabiatın her çeşit nimet ve saadetlerinden mahrum eden de odur. Çünkü sen, kendi düşüncelerinin dışında olup bitenlerden habersizsin.

Ve âlemin mukadderatını sekiz on ceviz büyüklüğündeki beyninle idare edeceğini zannediyorsun. Ne yazık ki, dostum, bu cevizler de çürüktür. Ve onları yiyen kurt kendi. içindedir.

Dalgalar, senin gururuna indirilmiş birer şamardır; rüzgârlar küstahlığınla alay eden birer kahkahadır. Yıldırımlar, seni tabiattan sürüp çıkarmak istiyen birer kamçı, zelzeleler, sana haddini bildirmek istiyen birer ihtardır. Bütün bunlara rağmen sen yıldızları birbirine çarpmak istiyor; ve kâinatın dizginlerini keyfine göre idare etmeye çalışıyorsun!

Zavallı arabacı! Sana itaat eder gibi görünen beygirler, gemi azıya almışlardır. Sen onları sürüyorum zannederken onlar, seni, tâ ilerideki uçurumlara sürüklemektedirler. Bu baş döndürücü çabukluk ne kadar hoşuna gidiyor değil mi? Dilediğine ve sevdiğine kavuşmak isteyen varlıkların coşkun sevincile uçuyor gibi ilerliyorsun. Lütfen azizim, yalnız ilerlere değil; etrafına bakmaya da tenezzül et! Ve arabanın tekerlekleri altında ezilenlerle seni seyredenlerin perişanlığını gör…

Ancak o vakit, yaratıkların en tehlikeli ve en âdisi olduğunu anlıyabilirsin! Hamurunda Tanrı ile Şeytan kucaklaşmış, ve bereket versin ki, bunlar bir varlık halinde kaynaşmamıştır. Yoksa arzımız seni taşımaktan ürkerek parçalanır, güneş seni aydınlatmaktan korkarak bütün ışıklarını söndürürdü…

Sayfa 31–32

Kainat ve İnsan

- Aziz dostum, karşılaştığın her yenilik ve değişiklik seni korkutuyor. Ve sânki her şey, yalnız senin için ve seninle uğraşıyormuş gibi, kendini âlemin göz diktiği bir servet veya âlemin göz bebeği olan bir sevgili zannediyorsun. Seni, içinde bulunduğun saadetleri göremiyecek kadar perişan eden bu zanlarındır.

Hiç unutmamalısın ki sen, kâinat için bir hiçsin; ve hiç bir olay ve emek, yalnız başına senin saadetin için değildir.

Kendini büyük varlığın bir hücresi sayarak, onun Tanrısel bünyesindeki eylem ve işlemlerini bir ödev olarak takdir ve ifa edebilirsen, büyük varlığın her zerresi, sana bir lûtuf olarak değil. bir hak olarak isabet edecek olan hizmette kusur etmiyecektir.

Saadet görülmesi imkânsız bir rüzgâr, tutulması güç bir hava, hemen görünüp kaybolan bir şimşek, değildir. Her nefes alıp vermek bir saadettir. Susadığımız zaman, içtiğimiz bir bardak suda, acıktığımız zaman, önümüze gelen bir tas çorbada ve yorulduğumuz zaman uzanabildiğimiz bir yatakda saadeti tadabilirsin! Elverir ki, bu âlemde insanın mes’ut olabileceğine ve saadetin etrafımızda ve içimizde kendini tanıtmak için haykırıp durduğuna inanabilmelisin!

Sayfa 33

Adaletin Olmadığı Yerde Nasıl Saadet Bulunabilir?

- Alemde bu kadar kin, ıstırap ve hile varken insan nasıl mes’ut olabilir ? Adaletten eser bulunmayan bir âlemde saadetten bahsetmek, bir ahmağın elinde bulunan değerli şeyleri çalabilmek için onu bir masalla uyutmak demektir, üstadım!

- Kin, ıstırap ve hile mi dediniz? Kindar adam kininden; muztarip, kendi acılarından ve hilekâr, yalanlarından memnun değil mi sanıyorsun? Arkadaş, bunlardan memnun olmıyan, yalnız sensin!

Kin, bir fenaya veya fenalığa karşı ceza vermek isteyen kuvvetli ve atılgan ruhların öfkesidir. Bu öfkenin bazan yerinde olduğunu, bu öfkeye çarpılmak istemiyenlerin, kötülüklerine nihayet vermediklerini bilmiyor musun? Kin, insan ve uluslara geçmişten aldıkları derslerin terbiye edici bir ihtarıdır. Ondan bende senin kadar ve fazlasiyle nefret ediyorum. İnsana yakışan kin değil, aşk’tır. Fakat ona ihtiyaç vardır. Sefalete ve adına talihsizlik denilen miskin ve tenbel karektere kin duymak… Saadetin bütün kapılarını açmaya hizmet eder.

Bu topluluğu felâkete sürükleyen insanları, kinin temizleyici yumruğu ezmedikçe, namus ve fazilet sahibi olan masum insanlar, ne haklarını alabilir ve ne de rahat edebilirler.

Kini, ben de senin kadar sevmiyorum. Fakat ona ihtiyaç duyuyorum.

Hiç bir şey başlı başına ve kendiliğinden iyilik veya fenalık değildir. Her şeyi; takip edilen gaye ile tatbik tarzına göre değerlendirebilirsin.

Azizim, şair Fuzulî’nin ıstıraptan ne kadar hoşlandığını anlamadın mi? Muztarip, daha büyük acıları hatırlayınca kendi elemini unutur.

Ve bu dünyada en büyük ıstırap da kendimizdeki olmadığına emin ol; çocuğun eline batan bir diken, onda dayanılmaz bir acı yaratır.

Büyük insan, mustarip olduğu zamanda bile başkalarının ıstırabını düşünebilendir. O vakit, sen de mes’ut olduğunu anlar ve hattâ ıstırabın, başkalarının merhametini uyandırmaya değil, belki bir nevi öğünmeye vesile olur.

Aziz dostum, hile ve haksızlıklar, tabiatın en ebedî oyunlarıdır. Onu bir komedi imiş gibi, neş’e ve kahkaha ile seyretmelisin. Bunlar, zekânın ahmaklığı, kuvvetin zayıflık ve âcizliği gidermek için yarattığı esrarlı bir enjeksiyondur ki, buna maruz kalan adam, hâlâ kendine gelemiyorsa, o, esasen saadetin mahiyeti hakkında hiç bir fikre malik olmadığı gibi ona lâyık da olmamış demektir.

Bana bahsettiğin adâlet de yalnız kendi vehmindir. Bu âlemin en büyük meziyet ve saadetlerini müsavatsızlık yaratır, öyle iken zavallı insan; hiç bir gün gerçeklenemiyecek olan bu hayalin peşinde koşar durur. Ben, insanların nerede birbirine eşit olduklarını sana öğreteceğim.

- İnsan nerede birbirine eşittir ? Onu öğrenmek istiyorum.

- Şu halde benimle beraber gel! Seni onun kaynağına kadar götüreceğim; o vakit yaşamanın bir saadet olduğuna ve içinde bulunduğun halden daha üstün bir saadetin mevcut olmadığına akıl erdireceksin!

- Demek ki, saadet içinde bulunduğu hale razı olmaktan ibarettir öyle mi?

- Aziz dostum, bulunduğu hale razı olmak, kanaat demektir. Eskiler onu « fena bulmaz bir hazine » diye tarif etmişlerdi. Fakat unutma ki, bu hazine, içi boş ve paslanmış bir kasadan başka bir şey değildir. Saadet, hergün yeni bir hal yaratmak ve yarattığı her halden memnun olmak demektir. Yoksa, fena bulmaz bir hazine olan kanaat, kendisine inanmış olanları ifna etmekte gecikmez. Anlıyor musun beni?…

Sayfa 33–35

Mezar Taşları Ne Söyler?

Mezar taşları ve mezarlıklar, yaşadığımız topluluktaki insanların temayüllerini, hırslarını, ümit ve arzularını mânâlı bir surette aksettirirler. Her biri bir başka devrin, inancın, seviyenin zihniyetini gösteren bu taşlar, hâlâ yaşamak ihtirasile çarpınan bir canlılar kafilesidir.

İnsanı, hayata bir takım arzu ve ümitler zincirlediği gibi, altlarında çeşitli kahramanlar ve yiğitlerin çeşitli zekâlar ve artistlerin ve bir o kadar da hırsızlık, haksızlık, ve sahtekârlık yapmış nüfuzlu ve nüfussuz insanların saklandığı bu taşları da, gerçeklenmesi imkânsız ihtiraslar ve hayaller, bulundukları yerlere demirlemiştir. Bunların en perişanından bile bir hayat aşkı, bir hayat gururu taşmaktadır. Biraz fedakâr, biraz alçak gönüllü olabilselerdi, prangalarından kurtulacak ve beklediklerinin âkibetine uğramamak için geldikleri yerlere göç edeceklerdi.

Dikkatli bir bakışla bütün bunların hareket ettiği ve gelip geçenlere bir şeyler anlatmak istediği fark olunabilir. Bana öyle geliyor ki, bu taşlar :

Mes’ut adam diyorlar, şeref, namus ve faziletin bahsolunduğu yerde ölümü göze alabilen adamdır. Hayat ancak bu yüksek ödevleri başarmak kudreti olduğu müddetçe bir değer ve mânâ kazanabilir.

Fakat insan oğlu, mezar taşlarının dilini pek iyi bildiği halde, onlardan bir şey anlamıyor görünmekten memnundur. İşimize gelmiyen ödev kanun ve buyrukların mânâsını anlamadığımız gibi….

Sayfa 38

Bizi İhtiyarlatan Zaman mıdır?

Bir takım taşlar görüyoruz ki, zamanın kılıcı onları bellerinden ikiye bölmüş; diğer bir takımlarının başını da bir vuruşta koparmış ve birçoklarının kalbini, vücudunu delik deşik yapmış.

Diri iken binbir çeşit ihtiyaçla savaştığımız gibi, mezar taşlarımız da zamanla pençeleşmekte, rüzgârın, yağmurun ve güneşin yumruğu altında zamana isyan eder gibi şahlanmakta ve bir cenge gidiyormuş gibi mızrakları omuzlarında bilemediğimiz bir semte saldırmaktadırlar. Korkarım ki bunlar, bütün şehirleri istilâ edecek ve zamana karşı koyabilmek için, bütün canlıları kendilerine benzeteceklerdir o vakit zaman, yapacak iş bulamıyarak intihar edecek ve fakat ne yazık ki, ona bir mezar taşı dikecek kimse kalmıyacaktır!

Ben böyle düşünürken ışıktan gözleri kamaşan bir baykuşun sesini duydum. O:

Zamanın gençlik ve ihtiyarlığı yoktur. her vakit tazedir. Çünkü o, her çeşit yeniliklerin, doğuşların, evrimlerin anasıdır. Sizi ihtiyarlatan zaman değil, kendi inançlarınız, vehimleriniz ve boş heveslerinizdir. Yoksa, insan ölürken bile, kalanlara iyilikler temenni eden dinç ve ümitli bir ruh ve zekâya sahip olabilir.

Diyordu.

Sayfa 38–39

Mesuliyet Düşüncelerden Değil, Faaliyetlerden Doğar

Aziz dostum, senin düşündüğün şeyleri bir başkası da düşünebilir. Fakat senin yapacağın işler yalnız kendi eserindir. Mes’uliyetin, düşüncelerinden değil, belki, neticesini hesap etmeden yaptığın aksiyonlardan doğar.

Sayfa 41

Saadeti Yakalamak

- Saadet peşinde koşuyor, fakat yakalayamıyorum. Bunun ne için olduğunu da bilmiyorum ?!

- İnsan, yeryüzüne saadet kuşunu yakalamaya gelmiş bir avcı değildir. Saadet kazanılmak istenen bir nimet veya servet değil, belki yaratılması gerekli olan bir eserdir. Bunun içindir ki, herkesi mes’ut eden şeyler birbirinin aynı değildirler. Ve herkes kendi saadetinin yaratıcısıdır.

Sayfa 45

Bilgisizlik Bilmekten İyi mi?

- Bilgisizliğin, bilmekten daha iyi olacağına inandığım zamanlar oluyor. Fakat bu inancım da bana rahat vermiyor üstadım?

- Sefalet veya saadetinden haberi olmayan iki insan vardır: Biri çocuk, diğeri, kendini tanımaktan âciz olan. Bütün bilgi ve inançlarımızın temeli, kendini bilmekten başladığı gibi, faziletlerimiz de bu bilgi nisbetinde büyük veya küçüktür.

Sayfa 46

Tevazu Hakkında

- Tevazu hakkında ne dersiniz?

- Kendinizi başkalarından aşağı görmeyiniz. Fakat başkalarına hizmet etmek için yaratıldığınıza inanınız.

Sayfa 48

Yaşamak Yüküne Katlanmak

- Bazan yaşamak da bana ağır geliyor. Ve bu yüke katlanamıyacakmışım gibi hayattan soğuyorum ve bunun sebebini bilmiyorum?

- Kendisini olduğundan başka türlü tanıyan insan, malik olduğu şeylere razı olmadığı içindir ki, her üstün şeye hasret çeker; ve kendi alçak varlığını her şeyden üstün zanneder. İşte insanı yaşadığına pişman eden şey, kendi mahiyeti hakkındaki bilgisizliği, ve bu sebepten de kendi gerçek çevresini bulamamış olmasıdır.

Sayfa 48

İnsanı Bedbaht Eden Şey

- İnsanı bedbaht eden bir miyar da öğrenmek istiyorum. Belki bu suretle ne için mesut olmadığımı da öğrenebilirim ?

- Seni bedbaht eden, az veya çok kazanmış olman, hayatı yalnız kazanmaktan ibaret saymandır. Hayat, kazandığından verebilmektir azizim. Hayatı, yalnız kazanmaktan ibâret sayanlar, başkalarının elindekine göz dikmekten, kendi elindekileri göremiyecek kadar körleşirler. Mahrumiyetimiz hakkındaki acı düşünceler, bu körlüğün yumurcaklarıdır.

Sayfa 49

Olan Her Şeyden Kendini Mesul Tutana Tavsiye

Bana hergün başka bir acıdan bahseden arkadaşım, arzı sırtında taşıyan bir Karyatid öfkesiyle yorgun ve bitkin görünüyordu. Etrafında olup biten iş ve olayların yalnız fena tarafını görüyor, ve sanki bunlardan kendisi mesulmüş gibi ciddî bir endişe, korku ve istirap ile titriyordu. Ona:

- Dostum, dedim, herkes ancak kendi üzerine aldığı işlerden mesuldür. Kendi istek ve iradenle düzeltemiyeceğin işler karşısında üzüntü çekmenin, bu zayıf kollarla koca bir mavnayı tek başına çekmek arzusundan farkı yoktur. Her şeyin iyisini temenni edelim. Ve kendi işimizden başkasına karışmayalım! İyi kalpli bir insanın en büyük fazileti budur; ve nihayet düzeltmek için bildiğini ve anladığını söylemek ve yol göstermektir.

Sayfa 51

Saadet Şükreden İnsanın Tokluğunda Değildir

- Şu halde, diyor, ne için bu hayvanları rahatsız ediyor, ve bu otların güzel kâküllerini yolup atıyorsun ?!

- Çünkü insan oğlu, merhameti saadete merdiven yapamaz; kendi gayesine engel olanları çürütmekten büyük zevk alır. Hayatı olduğu gibi görenler, daha iyiyi, iyiye tercih etmekte tereddüt etmezler. Saadet, bu cesaretin verdiği kuvvetten başka bir şey değildir. Biz, saadeti elindekine şükreden insanın tokluğunda değil, dahasını ve daha başkasını istemek ve elde etmek kudretini hisseden insanın isyan ve ihtirasında görürüz.

Sayfa 53

İyiliği Artırmak ile Fenalığı Kaldırmak Arasında Seçim

- Bir iki gün sonra, dedim, şu bakımsız olan tarafta salyangozlar peyda olacaktır. Onları ayaklarımızın altında ve parmaklarımız arasında bir fıstık gibi ezeceğiz. Ve asıl o zevksiz, yanlış düşüncelerimizin de bir salyangoz kadar süratle ürediğini, fakat bu çalışmalarla onların da bir fıstık gibi ezileceğini, yok olacağını göreceksin;

fenalık, iyilikten daha çabuk ürer; ve fenalığın izi, iyilikten daha fazla devam eder.

Bu hakikati kavradığın gün, iyiliği arttırmaya değil, fenalığı kaldırmaya çalışmanın daha faziletli ve mesut edici bir iş olduğunu anlayacaksın.

Sayfa 55

Her Şeyin Sonu Ölümse Eğer

Her şeyin sonu ölümdür diye dünyaya ait arzularını yakmıya çalışan kundakçılar görüyorum. Mademki her şeyin sonu ölümdür, öyle ise hayat, dünya nimetlerini tatmak için verilmiş bir fırsat değil de nedir?

Sayfa 74

Su Ölüleri Nasıl Sahile Fırlatırsa Sen de Bunu Düşüncelerine Yap

Çevremizde gördüğümüz ve kendi düşüncelerimize uymayan olaylar karşısında havasızlıktan bunalan bir dalgıç gibi sıkıntı ve ıstırap içindeyiz. İnançlarımızın kurşunları, bizi yükselmek için uğraşıp durduğumuz bu karanlık ve sıkıcı denizin dibine indiriyor; ve biz temiz bir nefes alamadan ve arzularımızın gerçeklendiğini göremeden daldığımız derinlikte kaybolacağımızı zannediyoruz.

Aziz dostum, sana hava verdiğini zannettiğin boruları, bir irade darbesiyle keseceksin ve kurşunlu elbisenden soyunup, bir karar hamlesiyle topluluk denizinin tehlikeli dalgaları arasında yoluna devam edeceksin. Su, ölü hayvanları kirlenmemek için sahillere fırlatır. Sen de ruhunun denizinde hortlamış ve kokuşmuş olan cansız duygu ve düşünceleri boğacak ve senden olmayan bir sahile atacaksın!

Sayfa 76

Eski Çağ Aşıkları Üzerine

Eski çağ âşıkları, neyi sevdiklerini bilmiyen hastalardır. Onlar metanet, sabır ve vehimlerinin yarattığı ulaşılmaz sevgililere âşık olan bahıtsızlardır. Biz, ne âşık Keremin, ne de Leylâ ile Mecnunun aşkına akıl erdirmek isteriz. Kartal veya aslan olamıyan âşık, sevgilisini atmacalar ve çakallar elinde parçalanmış görecektir.

Gerçek âşıklar, yalnız sayıklayan, üzülen, tahayyül eden biçareler değil, sevdiklerini elde etmek için hamleler yapmakta deliliğe kadar ulaşan bir cesaret sahibi olanlardır. Bu yolda can verenleri görüp de, aşkı, ebedî bir iştiyak, hasret ve imrenme zannetmemelidir.

Aziz dostum, saadet, umduğuna, özlediğine kavuşmaktan ibarettir. Bir şeyin tadına baktıktan sonra, o şeye olan sevgi ve ihtirasımız da nihayet bulur. Onun yerine, yeni bir ihtiras, yeni bir aşk başlar. Ancak bu suretledir ki, hayat, bir aşktan diğerine sıçrayarak mütemadî tatmak, işlemek ve yaratmak gibi tabiatın ezeli kanunlarına iştirâk eden bir ruhun, bereketli ve coşkun görünüşlerinden ibaret kalır.

Sayfa 87

Aşkta Kadın ve Erkeğin Durumu

Aşkda kadın ümit eder; erkekse emin olur. Bunun içindir ki, erkek daha sevmeden sevmiş görünür; kadınsa, şüphe ve heyecan içinde sevdiği tarafından sevileceğini tahayyül eder. Seven kadın, alamadığı takdirde veren bir yaratıktır. Bazan en âsi ve sert bir erkeği, seven kadınların terbiye ettiği bundandır.

Sayfa 90

Yaşamak Külfetine Katlanmak Yalnız Öğrenmek Zevki İçin Olur

Bana, işitmek ve görmek istemiyorum, diyorsun. Haz ve elem almaktan da nefret ettiğini anlatıyorsun. Senin için öğrenmek bir ölüm ve öğrenmemek bir ceza gibi ağır geliyor… İnsandan, medeniyetten, hayat ve talihten iğreniyorsun! Demek ki sen, ölmek, bir taş veya maden olmak istiyorsun. Bu kadar bilenleri ve bu kadar büyük olanları gördükten sonra, kendi nefsinde idrâk ettiğin hiçlik, bir ölüm veya yokluğun ifadesi değilmiş gibi, bir taş veya maden olmak istiyorsun…

Öyle değil mi azizim? Ölü bir cesedin, bir taş veya maden parçasının ne işlere yaradığını olsun bilmiş olaydın, öğrenmenin insana verdiği zevki ve büyüklüğü tatmak için hayata, bütün kudret ve kuvvetinle sarılırdın.

Yaşamak külfetine, yalnız öğrenmek zevki için katlanılabilir.

İşte, bu panteonlarda gördüğün ebediler, bunun için yaşadılar ve bunun için hâlâ kalbimizde hâtıraları ve dimağımızda düşünceleri devam edip gitmektedir.

Bir kadının yalnız ruhunu seviyordum diyenler, etinin lezzetini değil, kuzunun kendisini seviyorum, diyenler kadar yalancı ve sahtekârdırlar. Saadet, hakikati, olduğu gibi görüp onun acı ve tatlı her çeşit çeşnisinden tatmaya razı olanların başında bir taçdır.

Sayfa 110

Bedenimiz Kadar Ruhumuzu da Güzelleştirseydik

Kadınlar, yüzleri ve saçları kadar da ruhlarını güzelleştirmeye çalışsalardı, bu âlemde sevilmemiş tek yaratığa ve aşık içinde büyümemiş tek yavruya raslamazdık.

Fakat erkekler de bunu anlayacak kadar zekâ ve duyguya malik olmadıkça kadın, kurak yerlerden coşarak akıp giden ve kendi yatağını genişlettikçe kaybolmaya mahkûm olan bir nehirden farksız olurdu. Nehirler, denizlerle; ağaçlar rüzgârlarla, ve çiçekler yıldızlarla ne güzel kucaklaşıyorlar. Birbirini anlayan ruhların ahenginde göksel ve Tanrısal bir serenadın lirik iniltisini ve destanî kahkahasını hissetmiyor musun! ?

Sayfa 132

İnsanın Gelecek Hakkında Bilgi Merakı ve Mistik İnançlar

İnsanın gelecek hakkında vakitsiz bilgi elde etmek için duyduğu merak devam ettikçe, ruhlarımızın mistik inançlardan kurtulmasına imkân varmıdır?
Sayfa 144

Başaramayanlar ve Başaranlar

Zavallı dostum, hayatlarında hiçbir muvaffakiyet gösteremiyenler, kendilerini başkalarının muvaffakiyetlerini küçükltmekle teselli ederler.

Sayfa 147

Hepimiz Çeşitli Nimetlerin Fakiriyiz

Kalbinde düşmanlık, kin ve intikam… gibi kirli duygulardan eser bulamıyan insanlara imreniyorum. Bu âlemin en büyük mesutları bunlardır. Asılırken bile düşmanına acıyan ve hayır dua eden bir havari gibi ruhundaki Tanrıya şekil verip kalbinin cennetinde iyiliğin ebedî anıtlarını dikmeye çalış!

Senden ne merhamet ve hattâ açıkça ne de yardım isteyen açların ve açlıkların cehennemine yaklaş azizim. Orada kendinden bir parça bulabileceksin…

Hepimiz çeşitli nimetlerin fukarasıyız. Bir dilim ekmekten başka şeye ihtiyacı olmayan şu dilencinin karşısında, senin isteklerin o kadar çoktur ki, hanginizin daha fakir olduğunu ayırd etmekte zorluk çekiyorum.

Onu bir dilim ekmek ve zamanında eline geçen bir bardak su, sevindirmeye kâfi geldiği halde, kader, sana dünyanın bütün servet ve lezzetlerini sunmuş olsaydı, bunları tadarken bile başkasının, dahasının var olup olmadığını düşünecek ve senin tattığın şeylere imrenerek bakan insanların bu bakışlarındaki sefalete bile göz dikecektin.

Sayfa 148–149

Saadet Kendisini Başkaları İçin Yaratılmış Bilen Ruhların Hakkıdır

İlkbaharda çiçek açan meyva ağaçları, birer büyük çelenk, birer seçkin büket haline gelirler; rüzgâr onları, görünmiyen birtakım yaratıkların omuzlarında ve kollarında ufuklara doğru taşır; ve tâ orada, yeni gömülmüş olan asil ruhumuzun türbesini süsleyeceklermiş gibi, içimize derin bir haz, derin bir sükûn ve teselli verirler. Hayır, çiçekleri dallarına ve meyveleri çiçeklerine bağışlayınız!

Saadet, başkalarını kendisi için değil, kendisini başkaları için yaratılmış bilen ruhların hakkıdır.

Sayfa 163

Başkasını Mesut Etmeyi Düşünmek Büyüklüğü

Anlıyacaksın ki, başkasını mesut etmeyi düşünmiyen ruhlar, kendi saadetlerinin de canisidirler; bağlandığımız yerde yücelebilmek için bu sırra akıl erdirmek lâzımdır.

Sayfa 165

Yaşadığımız Dünyanın Acılarına Alışamamak

Kasap kestiği koyunların güzelliğini, masum bakışını ve akıttığı kanları göremez. Daima facia içinde olan insanın ve insan öldüren bir cellâdın ruhu nasırlaşmıştır. Onlar yeni bir faciayı da farketmezler.

Biz ise, kendi işlemediğimiz cinayetler ve acılarla dolu bir dünyanın sefaletine alışamıyor, ve sanki bunlar kendi eserlerimizmiş gibi, her dökülen gözyaşının, kendi ruhumuzun kaynağından boşandığını, her uzanan elin, kendi omuzlarımızdan fışkırdığını zannediyoruz.

Sayfa 167

İnsanoğlunun İhtiyacı Olan En Büyük Nimetler

Biz ekmeğe değil, hürriyete; servete değil, adalete muhtacız. Açlığımızı, başkalarının tokluğunda doyurur; fakirliğimizi, başkalarının zenginliğinde gideririz. Kanaat ve sabrımızla zengin bir bahçenin erguvanları gibi göze batmaktan hoşlanırız.

Aziz dostum, insan oğlunun adalet ve hürriyetten başka bir nimete ihtiyacı yoktur. Ve saadet, bu iki nimeti tatmak ve tattırabilmek sevincinden ibarettir.

Sayfa 169

İnsan Hayata Ağlamakla Başlar, Düşünmekle Son Verir

Evet dostum, anlamalısın ki, insan hayata ağlamakla başlar; düşünmekle son verir; yaşamak; haz arayan ruhun, bazan göz yaşlarına ve bazan da dostlarına sığınmasından ibarettir.

İçinde pişmanlık bulunan bir hayatta saadet, bir ölü kalbindeki kan gibi pıhtılaşmıştır. Bir kumar masasında elden ele geçerek ne olduğu ve kime gittiği belli olmıyan servetleri görmedin mi? Bu dünyanın maddî zevkleri de bir gün, ruhumuzun mâsasında eriyip gidecek ve biz onları ilk defa gördüğümüz bir fecrin ışıkları gibi, sadece hâtıralarının rengiyle avunacağız!

Sayfa 201

Vermek ve İstemek Arasında Saadetin Yolu

Şurada sırıtan palyaçoya dikkat ediyor musun? Gülüyor mu ? Ağlayormu? Hayretmi ediyor? Şaşırmış mıdır?… Hayır, insanın iç yüzünden bazı sırları, insanın yalanlarını, kıskançlıklarını, rezilâne bir mantıkla kendini haklı ve masum insanları suçlu göstermek isteyen sefaletlerini açığa vurmak için yalvararak bizden müsaade isteyor…

Maskaralığın gülünç hezeyanı içinde, kızdırmadan, isyan ettirmeden insanı anlatıyor… Ve biz utanmadan onu seyrediyoruz. Bu merhamet dilenen bakışlarda günahlarımızı yüzümüze vurmaktan çekinen bir gevezelik, saygısızlığından ötürü özür dileyen köpekce bir yalvarış ve bizden kahkaha bekleyen ağzında, gerçek matemlerin ağıtları gömülüdür.

Işıktan ziyade gölgenin kuytuluğuna çekilmiş olan şu tabloya da ibretle bakınız : Orada ölüm sınavını başarıyla geçirmiş olan bir takım insanların bir trajedya stüdyosunda rol almış sanatçılar gibi, uzandıklarını ve sıralandıklarını göreceksin… Soluk yüzlerinde ve kaburğaları sayılan göğüslerinde bu âleme verdikleri şeylerin yalnız bir son nefesden ibaret olmadığı anlaşılmaktadır. Bunlar, saadetin maddede değil manada saklı olduğunu ve bu saadet uğruna neleri varsa verdiklerini ve istemeden utanacak kadar yüce bir ruh taşıdıklarını isbat etmektedirler.

Zira saadet, yalnız vermek için istediklerine nâil olan bir hayatta saklıdır.

Sayfa 220–221

İhtiyarlık ve Saçlardaki Aklara Dair

Neden korktunuz? Korkunç olan ihtiyarlık değil, sevememektir. Biz o ermişlerdeniz ki toprağımıza kulak verenler, sevgilimizin ve sevdiklerimizin isimlerini işitecek, ve billûrlaşan gözlerimize son bakanlar, sevgilerimizin ve sevdiklerimizin hayallerini göreceklerdir.

Gözler, ruhumuzun olduğu kadar da geçmiş günlerimizin kaynaklarıdır; en derinlerde sakladığımız sırlar, bu kaynaktan renk olarak, ışık olarak, şiir olarak fışkırırlar… Ne zaman fanî ve maddî hazlardan sıyrılarak bir melek, bir Tanrı gibi sevmeyi öğrenebileceksin? Ve ne zamana kadar sevilebilecek bir melek, bir Tanrı arayacaksın?

Sevgililerini bir kadeh şarap gibi içmek isteyen dervişler vardır; sen de hayat kevserini son damlasına kadar içmek istiyorsun… Onlar aşkın serhoşudurlar, ya sen nenin delisisin ?…

Ölümle hayattan birini seçmek gerektiği zaman, ey benim şaşkın dostum, saçlarının rengine bak, ve kalbini bir buket çiçek ve bir billûr kâse gibi
kaldır, güneşe göster!…

Saçlarımın aklığına mı bakıyorsunuz? Ben onları ağartabilmek için yılların merdiveninden güneşlere tırmanmaya mecbur oldum; ve daha yolun yarısındayım, azizim. Bu yolculuğun sonu, yarısından daha mı az çekicidir ? Ne yazık, ne yazık ki, buna inanmayanlar, her gün biraz daha yollarının sonuna ulaşmışlar demektir.

Zaman zalim bir oburdur, o tabiatı bile sümürür; fakat sonsuz isyan ve ihtilâlimizin şarkısı olan düşüncelerimizin, hayallerimizin cömerd sofrasına oturamayacaktır…

Azizlerin gözleri, kendi başlarını çevreleyen ışınların parıltısıyla kamaşmaktadır. Bizim de saçlarımızın her telinde bir aziz duygu ve bir hazin düşünce titremektedir. Ölümden korkanlar için, bu tellerin her biri, bizi ebediyete koşturan bir kamçıdır, ölümü de hayat gibi cana minnet bilenler için ise, ebediyeti kendine çeken birer gümüş zincirdir.

Sayfa 226–227

Mesud Adam

Mesud adam, saçlarını ağartmıyan değil, ağaran saçlarının her telinde bir yüce sevginin ve sevgilinin hatırasıyla, dinç ruhuna şiirler besteleyen ve konserler verebilendir.

Sayfa 229

Aleme Yalvarmak İçin Gelen Tek Varlık: İnsan

Havuz başlarında su içmek istiyormuş gibi dallarını yerlere kadar eğen salkım söğütleri gördünüz mü? Havuzdaki kurbağalar, bu dallara çıkmak için sıçrar ve fakat tutunamadan eski yerlerine düşerler. Onlar, bu sıçrayış ve bu düşüşten memnun olmasalardı, sabaha kadar yıldızlara bakmaz ve hep bir ağızdan karanlığa şarkı söylemezlerdi. Bu dünyada onların gürültüsünü bir yalvarma zanneden gafiller az değildir.

Âleme yalvarmak için gelen tek varlık insandır.

Hayvan mesut olmayı düşünmeden saadetini tadar. Yalnız insandır ki, tattığı şeyin bir saadet olup olmadığından şüphe eder. Ve onu aramaktan bıkmaz, usanmaz. Neyi arıyoruz? Neyi istiyoruz? Biçare hasta sayıklamasına devam edecek; ve sevgililirle anneler, bu acının hatırasını ölünceye kadar şu kurbağalar gibi tekrarlayıp duracaklardır…

Çünkü elemlerin de insanı öğündüren lezzetleri vardır. Ve hattâ acılarımız çoğu zaman, nelere dayanabildiğimizi ilân eden bir gururun da çığırtganlarıdırlar!…

Sayfa 235

Ölemediğine Değil, Yaşayamadığına Üzül

Kuvvetli olduğunu kabul et; iyilişmek istiyorsan hasta olduğuna inan; ölemediğine değil, yaşayamadığına üzül!…

Aşk Tanrıdan kuvvetlidir ve aşkın kanseri utanmadır. Öyleyse aşktan değil, âşık olamamaktan korkmalısın!…

İmansızların tahkir ettikleri günah, gerçek sevgilerimizin omuzlarına asılmış bir boyunduruktur. İşlediğimiz günahların lezzeti olmasaydı, cezalarının vehmile mahrum kalacağımız saadetler, bizi yeter derecede yakmayacaklar mıydı?

Gerçek ceza, sevdiğimiz şeyler karşısında tuttuğumuz oruçtan ve istemiyerek yaptığımız pehrizlerden doğmaktadır.

Sayfa 238

Saadet Bir Gurbettir

Saadet, gözlerimizde bir anber dumanı; ölüm, ruhumuzda bir kâfur kokusudur. Adına dünya denen bir tapanakta bir değil, binbir Tanrıya secde etmek, binbir azizin eteklerine sarılmak yüzünden günahkâr olduk.

Herbiri ayrı ayrı bizi yalnız kendisine kul olmuş görmek isteyen bu kutlulardan hangisi bizi yarılgayacaktır?

Aziz dostum, Saadet, bir gurbettir; yolunu şaşıranlar, rehberlerinin muzipliği yüzünden ulaşmak istedikleri yere değil, çıktıkları yere dönmiye mecbur olurlar.

Ne yazık, bizi tedavi edenler, dün hasta idiler; fakat onlar, ne çabuk kendi acılarını unutmuşlardır?!.

Sevgililerimizden kulaklarımızda kalan yabancı bir yankıdır ve gözyaşlarımızın havuzunda onların saçları dalgalanmaktadır. Kalbimizi onlara ve bedenimizi Tanrıya emanet edeceğimiz günlerin yaklaşmasını istiyoruz…

Ey benim kadar aziz olan sevgilim!… Ve ey benim sevgili kadar toprak aziz olan toprağım!…

Sayfa 239

Saadet Bir Ağaçtan Elinin Yetiştiği Meyveleri Toplamaktır

En olgun bir meyveyi, bazan ağacın en yüksek tepesinde unutulmuş görürüz… Onu koparmak için yaptığımız gayretler boşunadır. Aşağı düşseydi parçalanacaktı, oraya kadar çıksaydık, dallar kırılacak ve biz düşecektik… Bunun içindir ki, onu bir karganın veya sekiz on karganın hücümundan kurtaramayız. Öyleyse azizim, sen benim gibi olma! Ağacın dibinde bulduklarına razı ol !…

Elinin yetişebileceklerini vaktinde topla. Saadetin bir krizantem veya karenfil olup olmadığını sormaksızın koklamayı bil…

O bazan savaşın bazan ölümün, hattâ bazan sefaletin saksısında açan büyülü bir çiçektir. İşte aziz dostum, saçları ağaranlar, bilğelikle aşkı böyle anlarlar ve saadetle yüce iyiliği, bir aynı potada böyle kaynatırlar ve bir aynı kadehten böyle içerler !

Sayfa 240

Saadet Vermek, Affetmek ve Sevmektir

Sen beklediğin ve istediğin için elem çekiyorsun; bense, verdiğim için, affettiğim için, sevdiğim için mesudum.

Sayfa 240

--

--