Sağlam Kulpa Tutunamayanlar — İnceleme ve Alıntılar

Namık Kemal Okumuş - Sağlam Kulpa Tutunamayanlar — İnceleme ve Alıntılar 48

Samet Onur
13 min readOct 24, 2021

İnceleme

Eşcinsellik ve Deizm Üzerine Okunması Gereken Bir Kitap

Namık Kemal Okumuş’un okuduğum ikinci kitabı “Sağlam Kulpa Tutunamayanlar” başlığını taşımakta ve içerisinde üç farklı konuda üç makale bulunmaktadır.

Söz konusu kitapta bulunan ilk makalenin başlığı şöyle: “Ahlakın Değişik Halleri ya da Tanrısal Onayı Hak Eden Verimli Bir Hayat Beklentisi”. Bu makalede yazar, ilk olarak ahlak, inanç ve değer arasındaki ilişki hakkında bahsetmekte, ardından ahlaki ve dinsel değerin anlamı ve farkı üzerinde durmakta. Devamında ise meslek ahlâkının oluşum süreci ve buna dinin katkıları, günümüzde geçerli olan kurallar ve bozulan değerlerin sebepleri üzerinde durmaktadır. Açıkçası bu makalede yazarın tam olarak ne anlatmak istediğini anlamış değilim. Evet, seçilen konu ile ilgili bazı şeylerden bahsediliyor; ancak o kadar dağınık ve bütünden uzak bir tarzda yazılmış ki, ben okurken ciddi ciddi “Yazar burada ne demek istiyor?”, “Bunun anlatılan konuyla ne alakası var?” tarzında birçok soru ile makaleyi okumayı tamamladım. Yani birinci bölüm benim için ciddi bir katkı sağlamadı.

Ancak kitabın en değerli bölümünü oluşturan ve bu kitabı sırf bunun için aldığım ikinci bölüm isteklerimi sonuna kadar karşıladı. Bahsettiğim makale, kitapta ikinci bölüm olarak yer almakta ve “Ahlak Dışı Bir Örneklem Olarak İslâm’ın Eşcinsellik Meselesine Yaklaşımı” başlığını taşımakta. Söz konusu bölümde “Eşcinselliğe Kur’an’da, hadislerde, tefsirlerde ve birçok eski ve yeni alimin nazarında nasıl bir bakış ve yaklaşım vardır?” sorusuna dolu dolu ciddi bir araştırma ile cevap verilmiş. Gerçekten de bu bölüm ne kadar övülse az. Sırf bu bölüm için dahi, bu kitap alınır, okunur.

Son bölüm ise deizm üzerine bazı görüşlerden oluşuyor. Bir sempozyumda sunulduğu içindeki bazı ifadelerden anlaşılan bu makalenin başlığı şöyle: “Tevhidi Anlamda Ahlaksızlığın Kıyısında Gezmek”. Bu makalede deizmin ne olduğu, nasıl ortaya çıktığı, nasıl bir tanrı tasavvuruna sahip olduğu, “İslâm’ın tavrı tasavvuru ile deizmin tanrı tasavvuru aynı tanrıdan mı bahsetmektedir?” sorusuna, deizmin yaygınlaşma sebepleri ve buna dair ne gibi önlemler alınabileceğiyle ilgili ve buna benzer başka sorulara dair bilgi ve güzel çıkarımlar, yorumlar dolu konulardan bahsedilmektedir. Bu makale de yine faydalı olabilecek bir şekilde konu bütünlüğü gözetilerek yazılmış diyebilirim.

Sonuç olarak bu kitabın ilk bölümü hariç kalan iki bölümü okunmaya değer yazılar. Özellikle eşcinsellik konusunda emek dolu bir araştırma içeren bu kitabı bahsedilen konulara karşı ilgi duyan kişilerin okumalarını tavsiye ediyorum.

Alıntılar

Kültürü Tahkik Elzem

Bizler, içinde doğduğumuz kültürün bize sunduklarını yeniden tahkik edemezsek, daha uzun bir süre iman kavgası yapmaya devam edeceğiz gibidir.

Sayfa 11

Din: Amaç Değerlere Ulaşmanın En Kestirme Yolu

Esasında din denilen yapının iyi insan olmak için va’z edilmiş olan bir araç değer olduğunu bilmek gerekmektedir.

Yani din olgusu, Yüce Allah’ın temel istekleri arasında yer alan sâlih amelin yaygınlaştırılmış olduğu kişi ve toplum yaşamına ulaşmanın araçsal bir aşamasıdır denilebilir. Hatta din kurumu, amaç değerlere ulaşmanın en kestirme yolunu hatırlatan ilkeler bütünü olarak da tarif edilebilir.

Kanaatimizce özelde Müslüman genelde ise inanan toplulukların en büyük yanlışlarından birisi bu nokta olmaktadır. Görüldüğü kadarıyla onlar, din denilen olgunun emir ve yasaklarını hatta kurumun kendisini amaç değer olarak görme eğiliminde olmayı tercih etmektedirler. Bu sebeple de adı geçen zihinsel yapının müntesipleri, uzun süredir ortadan kaldırılmış olduğu hâlde bazı dinsel buyrukların hayatın normal akışını bozan yapısına aldırış etmeden, insanların genelini de dışlayarak kendilerine ait bir dünya kurmayı tercih etmiş oldukları görünmektedirler.

Kapalı bir getto hayatı, bu şekil din anlayışını benimseyenler için oldukça cazip gelebilmektedir. Eleştiri, sorgulama ve cevap verme zorunluluğundan uzak sadece itaati önceleyen bu yapının iman denilen kabulleri yeniden anlamaya çalışması ise söz konusu bile edilemez.

Oysaki iman denilen kabullerin belli bir aklî sorgulama ve onay süreçlerinden geçmediği sürece, etrafımızda sıklıkla gördüğümüz gibi hurafeyle iç içe bir yapıya kavuşma ihtimalleri de bulunmaktadır.

Sayfa 11–12

Ahlakın Kalıcılığı Sosyalleşme ile Mümkündür

Ahlâk ve değerlerin olması kadar onların kalıcılıklarını da önemsemeliyiz. Bu sebeple, toplumsallık, ya da ahlâk ve değerlerin sosyal katmanlarda kabul görmesi, hangi değer olursa olsun onun yaşama şansını uzatan bir olgu olarak karşımızda durmaktadır. O yüzden ‘ahlâkî değerler, ferdî değer hâline sosyalleşme ile geçmektedir.

Hem değerlerin kalıcı olması adına, hem de değerlerin ferdi yetenek hâline gelebilmesi hedefiyle sağlıklı bir sosyalleşmenin temini gereklidir.

Bunu sağlayan etmenlerin başında gelen din olgusunun ahlâk üzerinden ilerleyen bir çabasının olduğunu müşahade etmekteyiz. Yani dinlerin inanç, ibadet ve muamelât adı altında dile getirmiş oldukları her şey, esasında kalıcı ve etkin bir ahlâk kümesinin kazanımı adını söylenmiş şeylerdir.

O kadar ki, dinler, toplumsal görünürlüklerini ilk başta ibadetler üzerinden sağlasa da, kalıcılıklarını müntesiplerinin ahlâkî gücü üzerinden temin etmektedirler. Yaşayan dinlerin bu vasfı hedefleyen son derece etkileyici bir dilinin olduğunu da unutmamalıyız. Çünkü ahlâkı olmayan bir dindarlığın, hem sahîh bir dinin yanından geçme ve hem de kitlelere umut verme şansı bulunmamaktadır.

Ne gariptir ki, insanı eğitmesi ve başkalarına köle olmaktan kurtarması gereken dinsel vurgular, kişisel yaşam kodlarından çıkıp grup dinamiği üzerinden kitlelere taşındıklarında, belli yapılar üzerinden ahlâk ve amaç dışı kümelenmelere hatta menfaat odaklarına da dönüşebilmektedirler. Gelinen bu durumda dinsel ifadelerin, yaptırım gücünü büsbütün kaybederek ahlâksızlığın görece ahlâk olarak addedildiği samimiyetsiz bir dindarlığa dönüşme tehlikesi bulunmaktadır.

Sayfa 67

Eşcinsellik Doğuştan Değildir

11 Tıp dünyasında, eşcinselliğin genel olarak bedenî bir kusurdan dolayı değil, daha ziyade yetişme, eğilim ve çevreden kaynaklandığını söyleyenler çoğunluktadır. Bunlara göre homoseksüel ya da lezbiyen bireylerin bedenleri ile normal cinsel tercihlerde bulunanların bedenleri arasında hiçbir açıdan farklılık bulunmaz. Bu gibi tercihlerde bulunanların genel olarak yetişme tarzları üzerinden gidilerek sonuca varılabilir. (Bkz. Kayıkçi, A., vd., age, ss. 366–370).

Yoksa aksi iddianın doğruluğu durumunda, Yüce Allah’ın bu gibi eğilimleri yaratıp sonra da yasaklaması anlamı çıkar ki, bu durum, insanlığın yaratılış gereklerine uymaz.

Bilebildiğimiz kadarıyla İslâm Dini, kadın-erkek, kadın-kadın ve erkek-erkek arasında bile bazı sınırlamalar getirmek suretiyle bu gibi eğilimlere karşı güçlü bir koruma kalkanı oluşturmuştur. Yatıp-kalkma, giyinme-soyunma, yıkanma, tuvalet vb. gibi durumlardaki belli sınırların asıl amacı, olası bu gibi sapkın eğilimlere fırsat vermemek olduğu söylenebilir.

Sayfa 77

Eşcinselliğin Önlenmesi Noktasında Bazı Önlemler

Eşcinsellik olgusu, sadece dinsel metinlerde yasaklanmış olan bir eğilim değildir. Bu aşamada ifade cinselliğin yasaklanmasında dinsel boyutun önemli olması kadar, sanat-estetik, toplumsal, yasal, emniyet, tıp ve eğlence alanında görülen çeşitli boyutları yani zararlı yönleri de bulunmaktadır. Adı geçen eğilimin bu ara durakları tespit edilmeden, herkesi tatmin edici ve de sağlıklı bir çözüme kavuşturulması mümkün değildir.

Yani sırf dinsel yasaklamalarla, ya da emniyet tedbirleriyle bu eğilimin tümden ortadan kaldırılamayacağının bilinmesi gerekmektedir. Çünkü zecrî tedbirlerin, ilgili eğilime sahip fertlerin oluşturmuş olduğu muhataplar nezdinde belli bir sempatiye yönlendirdiği de bilinmektedir. Lezbiyen ve gay kişilerin özellikle de bu eğilimi birlikte yaşamaya vardırmış olan bazı çiftlerin terapiye ihtiyacı olduğu bilinen bir gerçektir. Dahası, bu konuda belli bir birikimin de olmuş olması, duyarlı anne babalar için önemli bir fırsat niteliğindeki kazanımlardır.

Kanaatimizce anne ve babalar için homoseksüelliği önleme konusunda dinsel olduğu kadar psikiyatrik tedbir ve aşamaları içeren terapi ya da yapılacak işlerin basamaklarını gösteren uyarı rehberleri artık ulaşılabilir niteliktedir.

Her aile reisinin bu uyarıları dikkate alarak çocuklarının davranışlarını kontrol etmesi gerekmektedir. Atalarımızın deyişiyle, son pişmanlığın başta bu eğilime mâruz kalan gençlerimiz olmak üzere, hiç kimseye bir yararı dokunmayacaktır.

Sayfa 80–81

Lût’un Karısı Eşcinsel Olmadığı Halde Neden O da Helak Edildi?

96 Tahrîm, 66/10. Hz. Lût’un karısının, onlarla birlikte başına gelenin onun da başına geleceğinin söylenmesin sebebi olarak, kadının hak bâtıl savaşında hakkın yanında durmayarak tarafsızlığı seçmesi gösterilebilir.

Bilindiği kadarıyla Hz. Lût’un eşi eşcinsel değildi. Zira kadının eşcinsel olması durumunda Hz. Lût’un onunla evli kalmasının imkânı bulunmadığından, burada da tıpkı Firavun’un karısı veya Hz. İbrahim’in babası gibi bir durum olduğunu düşünebiliriz.

Yani Hz. Lût’un karısı, böyle bir şeyi yapmasa da düşünce ve taraftar olarak kavminin önde gelenlerinin temsil etmiş olduğu azgın tarafla birlikte durmayı tercih etmiş olabilir. Kadının o sınıfın içerisinde kalmış olması, hatta bu azgın gruptan sonuna kadar ayrılmamış olması, yapılanlara en azından ses çıkarmamış olması mutlak manada alenî olarak işlenen zulme ortak olmuş olmasını iktizâ eder.

Mamafih hak bâtıl savaşında taraf olmanız gereken yerde tarafsız kalmak demek, karşı tarafta durma anlamına geleceğinden, bu kişilerin bertaraf olmasının yolu açılmış demektir.

Anne-baba, baba-oğul, karı-koca arasındaki dinsel uyuşmazlık örnekleri Kur’an’ın gündeme getirmiş olduğu örneklemlerden birisidir.

Bilindiği gibi Kur’an, genellikle eşler arasında inanç birliği varsa zevc’ kavramını, yoksa ‘imrae’ kelimesini kullanmaktadır. Hz. Nuh ve Hz. Lût’un eşleri için bu ifadelerin kullanılması manidardır. Ancak az da olsa çocuk sahibi olunamayan evliliklerde eşlere ‘imrae’ lafzı da kullanıldığı görülmektedir.

(Bkz. Mustafa Öztürk, Cahiliyeden İslamiyet’e Kadın, Ankara 2016, s. 142–143).

Sayfa 118, 96. dipnot.

Mekke’de Eşcinsellik Yokken Neden Kur’an’da Lut Kavmi Anlatılıyor?

81 Bilindiği gibi Hz. Muhammed’in gönderildiği ortam olan Mekke’de eşcinsel ilişkiden bahsedilmemektedir.

Kur’an, eşcinsel ilişkiye örnek verirken, özellikle ve de tek örnek olarak Hz. İbrahim ile yakın teması olan Hz. Lût’un tebliğ sürecine dayalı olarak kavmine ait kıssadan bahsederken değinmektedir.

Buna mukabil Mekke’de zina anlamındaki fuhuş olgusu revaçtaydı. Zorbalık, baskı, yol kesme, kadınlara el koyma, câriyecilik, kölelik… hepsi de Mekke müstekbir ve oligarklarının yaşam tarzlarında tercih edilen işlemler arasındaydı.

Yani fuhuş, eşcinsellik ve sapık ilişkilerde esas vurgu; zayıf ve güçsüzleri tuzağa düşürüp onlardan faydalanmayı tanımlayan baskı, dayatma, zorbalık ve zulümdür.

Bugün de durum çok farklı değildir. Dün Mekke’nin ara sokaklarında zayıf kadın ve kızları cinsel şehvetlerine malzeme edenler ile Hz. Lut’un kavminde ellerindeki güce dayanarak her türlü sapkınlığı işlemeyi kendilerine hak olarak görenler, Kur’an’ın yıkmak istediği düzenin yapı taşları mesabesindeki zalim tiynetli kimselerdir.

O yüzdendir ki, o günkü Mekke toplumunda böyle bir cinsel eğilim kitlesel boyutta göze çarpmadığına göre, Lût kıssasının Kuran’da anlatılmasının başka bir hikmeti olsa gerek.

Bize göre bu anlatının asıl gayesi, her devir ve dönemde gerçekleşmesi muhtemel olan benzer tehlikelerden insanlığı koruma isteğidir. Bu tehlike, kıssada bahsedildiği şekliyle zaman zaman fiziksel ve siyasî güçle olabildiği gibi, zaman zaman da bugün bazı gelişmiş ülkelerde ortaya çıktığı şekliyle insan hakları ve özgürlük isteği adı altında gerçekleşebilir. Hangi şekilde gerçekleşirse gerçekleşsin, Kur’an’ın bu eğilim konusundaki kesin kararı değişmeyecek ve bu konuda insanların kanaatlerine göre hüküm verilmeyecektir. Her kişi ya da devlet, bu sapkınlığı işlerse bu dünyada olmasa bile öte dünyada mutlak surette cezalandırılacaktır. Hatta olaya tarafsız kalanlar bile, Hz. Lût’un karısı örneğinde olduğu gibi bertaraf edileceklerdir.

Sayfa 112–113, 81. dipnot.

Zührevi Hastalıkların Büyük Bir Kısmı Anormal Yollardan Kaynaklı

Eşcinsel tercihlerin tarihsel ve dinsel serencamının aktarılmış olduğu geniş bir vetirenin ardından gelinen bu aşamada, son sözler olarak, diğer disiplinler nezdindeki bazı bulgulardan bahsetmemiz yerinde olacaktır kanaatindeyiz.

Zira eşcinsel ilişkinin insan bedeninin bütünlüğüne zarar vermesinin yanında psikolojik pek çok sorunu da beraberinde getirdiği bilinmektedir. Bu sıkıntıların toplumsal olan boyutları konusunda bazı kesimlerce henüz yeterince gelişmiş olan bir algının olmadığını düşünmekteyiz. Artık herkesin gözü önünde yaşanmakta olan ve çağın cinsel sapkınlıklarının yeni yeni keşfetmiş olduğu AİDS gibi hastalıklar, eşcinselliğin insan ve toplum sağlığı için ne derece zararlı olduğunu haber vermektedir.

Zührevî hastalıkların büyük bir kısmının anormal cinsel ilişkilerden kaynaklanmış olması ise, sadece Kur’an’ın değil, bütün ilâhî dinler ve resmî kurumların bu konudaki yasağının ne derece hakikat içerdiğini göstermektedir. Bahsedilen yasaklamanın insan neslinin kurtuluşu anlamına gelebileceğinin farkında olunması ise, dinlerin bu konudaki söylemlerine kulak verilmesiyle irtibatlı bir husustur.

Haddizatında insanın düşüşü, insanlığın düşüşü anlamına gelmektedir. Bu düşüşü hazırlayan hatta hızlandıran her şeyin karşısında durma becerisinin ortak bir eğilime dönüşmesi elzem bir husustur.

İnsanlığın tarihsel yürüyüşünde ona çelme takma anlamına gelen bu sapmaların karşısında durmak iradesi gösterilmediği takdirde, beşerin ontolojik üstünlüğünden bahsetmenin de herhangi bir anlamı bulunmamaktadır.

Son kertede insanın sapkın eğilimlerinin sesini dinleyerek yaratmış olduğu putlara tapmanın alçaltıcı durumundan kurtulması gerekmektedir.

Sayfa 178–179

Eşcinselliğe Tepkide Devletin Rolü

Devlet denilen yapı, insanların sadece mal ve mülklerini değil, onurlarını da koruma ve kollama görevi uhdesine verilmiş olan aynı zamanda siyasî, iktisadi vb. gibi alanları da kontrol eden bütüncül bir yapının adıdır. Bu anlamda bütünüyle hukukî organizasyonlar olan devletlerin kim olursa olsun kanun dışı zorbalıklara izin vermemesi gerekmektedir. Diğer bir ifadeyle devlet, gerek kendi nezdinde ve gerekse de kamunun nezdinde suç sayılan işlemleri cezalandırmakla görevlidir. Onun içindir ki devletler, kanun yaparken halkın çoğunluğunun tercihlerini dikkate almak durumundadır. Bu demek değildir ki devletler, azınlıkta olanları zulüm ve baskı içerisinde bırakabilir.

Konunun hassasiyeti açısından söylemeliyiz ki, bütünüyle gayr-i meşru bir tercihe yönelmiş olan eşcinsellerin de seçtikleri cinsel eğilim yüzünden zulüm ve zorbalıkla karşılaşmalarını devlet önlemelidir. Bu gibi suçlara karşı devletin kendisi, halkını koruma adına belli bir ahlâkî yaptırım ya da cezaî müeyyide uygulamalıdır. Devlet, toplumun bu gibi sapkınlıklara karşı yargısız infaza yönelmesine karşı durmalıdır.

Fakat devlet, halkın dinsel ve sosyolojik kaygılarla bu tür sapkınlıklara karşı ilkesel ve muhalif durmasına da karışmamalıdır. Kim olursa olsun, başkasına zarar vermediği ve kamuya açık olmayan alanlarda işlendiği müddetçe zina, eşcinsellik vb. gibi kişisel tercihleri üzerinden ona ne zulüm yapmalı ve ne de zulme uğramalıdır.

Ancak tercih etmiş olduğu şeyin hem din nezdinde ve hem de insanlığın birikimi nezdinde yanlış, günah ve suç olduğunun söylenmesi gereklidir. Bu gibi eğilimleri cezalandırırken kamu hukukunun vereceği cezaları kişilerin vermesinin de önüne geçilmelidir. Herkese tutumlarından vazgeçebilme imkân ve fırsatı sunulmalıdır. Hatta bunun herkesin rahatlıkla ulaşabilmesi adına eğitim, tedavi ve destek birimler üzerinden toplumun geneline yaygınlaştırılması lazımdır. Hangisi olursa olsun devletin belli azgınlıkları, belli sapkınlıkları ve belli yoldan çıkışları kontrol altına alması, hatta bu minvalde bazı , adına zecrî tedbirlere başvurması iş yaptığı milletin bekası için son derece elzem bir husustur.

Kamu alanında görünür olmayan, reklâm aracı olarak kullanılmayan ve gizli kalan her türlü cinsel eğilim, hoş karşılanmasa bile zorla gün yüzüne çıkarılmaya çalışılmamalıdır. Bu faaliyetler, eğer ki kamusal alanda suç unsuru teşkil etmeyen bir vasıfta işlenirse, yani meşru yoldan cinselliği tatmin aracının kendisi olursa, dinsel anlamda günâh ve suç olmakla birlikte gizli dünyalara müdahale edilmemelidir. Ancak bu tercihin de insanları helâk eden yıkıcı bir eğilim olduğu sürekli bir şekilde anlatılmalı, aleniyetine ise dinlerin ortaya koyduğu vechile belli cezalar düzenlenmelidir.

Eğer ki bu eğilimler, kişisel ve toplumsal sâfiyet adına sapkın bir tercih ise onunla eğitim, ahlâkî değerlerin kazanımı ve kamu hukuku üzerinden mücadele edilmelidir. Bu mücadelenin en başat yönü ise, kitlelerin bu tehlikeye karşı açıktan eğitimidir. İkinci olarak, bu tür eğilimleri benimseyenlerin tercihleri, eğer ki belli bir bedenî ve ruhsal rahatsızlıktan neşet ediyorsa, bu kişilerin tedavisi gelmektedir. Üçüncü olarak ise, kitleleri böyle tehlikelerden koruma adına pek çok yasal tedbirin alınmasının gerekli oluşudur. Hatta halkının cinsel sağlığını koruma görevi olan devletin bu gibi eşcinsel tercihleri kamunun önüne dökecek olan reklam vb. gibi yayınların kontrol altına alması gerekmektedir.

Zira sağlıklı bir toplumsal süreçte, kişi ve topluma zarar veren her türlü anormalliğin yasak altına alınıp, belli müeyyidelere tabi tutulması elzem bir husustur. Bu cümleden olarak ifade edilmelidir ki, yaşanabilir bir toplum adına bu gibi sapkın eğilimlerin de aynı işlemlerden geçmesi gerekmektedir. Nitekim kişilerin canlarının her istediklerini özgürlük şemsiyesi altında icra etmelerinin belli bir kuralı da olmalıdır.

Sayfa 182–184

Günahlara Karşı İlkeli Duruş

Sağlıklı bir toplumsal devamlılık adına kişisel tercihlerin başkalarına dayatılmasından uzak durmalıyız. Bu itibarladır ki, gerek dinsel ve gerekse de toplumsal anlamda sapkın eğilimleri bulunan bazı kişilerin cinsel tercihleri olan eşcinselliklerini ötekine dayatmamaları gerekmektedir. Normal olan yolların açık tutulması ve insanların ihtiyaçlarını bu yollardan karşılaması temel bir hak olarak görülmektedir. Zina, eşcinsellik ve diğerleri gibi hangi tercih olursa olsun kimse kimseye dayatmada bulunulmamalıdır.

Hatta kişisel olarak bizler, eşcinselliği tasvip etmiyor olsak da, bu tür tercihlerde bulunanlara şiddet kullanmak, bireyin görevleri arasında bulunmamaktadır.

İnsanların iyi eğitilerek böyle sapkın eğilimlerden uzak durması sağlanmalıdır. Herkesin polisi ve bekçisinin vicdanı olması temin edilirse, bu gibi şeylerin ya azınlık bir tercih olarak kaldığı ya da bütünüyle ortadan kalktığı görülecektir.

Beraberce yaşamanın kurallarından birisi, başkalarının tercihlerine karşı zorla dayatma içerisine girmemektir.

Tabiidir ki, bize yanlış gelen şeyleri kim olursa olsun her platformda anlatmak durumundayız. Ancak son kararı, kişilerin kendileri vermelidir. Onlara kararlarını verirken yardımcı olsak bile, verecekleri kararlar, bütünüyle kendi kararları olmalıdır. Sahipleri tarafından içselleştirilmemiş her davranışın neticede münafık karakterli bireyler yetiştireceği de unutulmamalıdır.

Sayfa 184–185

Deistik Eğilimlerin Ortaya Çıkış Nedenleri

Nitekim gelinen bu aşamada bizim mahalle için söyleyecek bazı şeylerin olduğunu düşünmekteyiz. Herhangi bir alan araştırmasına dayanmamakla birlikte, daha ziyade kişisel ve toplumsal gözlemlerimizden ortaya çıkmış olan bu tespitler, Müslüman mahallesinde deizmin beslendiği sosyal ve kültürel ortam olarak görülmelidir. Tespitlerin yaşadığımız ve tecrübe etmiş olduğumuz realiteye uygun olması, yanı başımızda duran tehlikeye nasıl bir önlem almamız gerektiğini de salık vermektedir.

Müslüman toplumlarda dinsel olan her şeye karşı duran kişilerin deizmi değil, daha ziyade ateizmi tercih ettiğini düşünürsek, deistik eğilimin kökeninde dinsel olana karşı içten içe bir tepkiselliğin olduğu genç kuşaklar olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu gruptaki kişiler, dinin ibadi mecburiyet, emir-yasak ve yaptırım boyutundan hoşlanmamaktadırlar. İkinci grup ise, dini kaynağından öğrenip sahte din sunumlarına karşı duran okumuş-yazmış ve sorgulayan elit kitledir. Bunlar arasında da belli belirsiz bir tepkisellik ortaya çıkmaktadır.

İmdi, bu iki sosyal katmanın beslendiği deistik eğilimlerin ortaya çıkış nedenleri olarak şöyle bir gruplandırma yapabiliriz:

a-Din ile bilim ilişkisindeki sakatlıktan doğan nedenler:

Öteden beri bilimden uzak bir hayatı tercih etmiş olan Müslümanları yaşanan hayatın oldukça dışına itmiş olan dinsel sunumun bilimin kesin tespitlerine aykırı olması. Din anlatımının daha ziyade hikâye, masal, efsane, öykü, aldatma üzerinden yapılması. Diğer bir ifadeyle, akıl dışı bir din sunumunun gerçekleşmesi, bu kitlenin dine karşı soğumasına neden olmaktadır. Bu sunumda sıklıkla görülen her şeyi mucize bağlamında ele alıp, Yüce Allah’ın insan ve tabiata yerleştirmiş olduğu yasalar anlamına gelen sünnetullah’ın iptali hususu’, kişileri din ve bilim noktasında belli bir tercihe zorlamaktadır.

b-Mevcut din dilinin arkaik değerler taşıması unsuru:

Uzun süredir modern çağın insanına din sunumunu yapan kişilerin âdeta bu çağda değil, geçmiş çağlarda yaşıyor olduğunu müşahade etmekteyiz. İletişim araçlarını kullanan bu kişilerin değindikleri konular, verdikleri örnekler ve anlatım biçimleri, bu çağın insanına değil, yüzyıllar öncesinin itaatkâr insanına hitap eder gibidir. Oysaki bizler, aklın ve hesap sorabilmenin baskın kişilik karakteri olduğu bu neslin, kendisini tatmin etmeyecek olan yanlış sunumlar yüzünden dine karşı kayıtsız ve ilgisiz kalması tehlikesiyle karşı karşıya bulunmaktayız. Sıradan halk, dini programları hikâye üslûbunda dinlemektedir. Bu sunumlar, Kur’an’ın temel vurgularından olan Allah’ın yardımı, duanın işlevi, insan ve tabiata müdahalenin mantığı ve mucize gibi konuları, belli bir seviyeye gelmiş olan akıl sahibi kişilerin anlayabilmesi üzerinden değil, hikâyemsi üslûp üzerinden halka aktarmaktadır. Bu da süreç içerisinde din denilen olgunun gerçeklikten kopmasına neden olmaktadır. Son zamanlarda televizyonlarda kütüğü ağlatan söylemlerin revaç bulması, esasında din denilen şeyin akıl dışına çıkarılmasının bir adımı olarak görülmelidir.

c-Dine karşı her daim reaksiyoner tavır ve reaksiyonist karakterlerin bulunması:

Bu kişiliklerin genel yapısı, din olgusuna karşı durmalarıdır. Karşı duruşların farklı sebepleri bulunsa bile, temelinde üst otoriteden emir almak, bu kişilikler için kabul edilebilir görülmemektedir. Kendi yaşamları için başkalarının kural koymasını hazzetmeyen bu kişilik yapısı, süreç içerisinde ateizm, agnostisizm ve deizme kanat çırpmaktadır. Ancak bu kişiler, inkârlarını açıkça ortaya koymaktansa ‘ben, dine karşıyım!’ şeklinde daha reaksiyonist bir davranışı benimsemektedirler. Sunulan hangi din olursa olsun, dine karşı duran bu eğilim sahipleri, din olgusunu hayatlarından çıkaran tepkisel bir eda içerisinde hayat sürmektedirler. Onlar ‘dine değil, ama sunulan bu dine karşıyım’ demiş olsalardı, kendilerine daha aydınlık bir yol bulabilirlerdi herhâlde.

Sayfa 219–221

Hâlâ Muhatap Varken Yapılması Gerekenler Yapılmalı

Bu aşamada meselenin iç açıcı bir tarafının olduğundan da bahsedebiliriz. Bereket, hâlâ bize soru soruluyor. Halkımız, hâlâ dindarları ciddiye alıp soru soruyor. Okullarda eğitimin üstlenmiş olduğumuz çocuklarımız, henüz ağzımıza bakıyorlar. Yarın bizleri muhatap bile almayacakları bir ortam mutlaka gelecektir. O gün, her yanımızda dinin kendisini ve din adamlarını ciddiye almayan, umursamaz bir nesil bulacağız.

Mamafih din adamlarının anlatımları böyle giderse, bir süre sonra din olgusu, akıl ve mantığın dışında kendisine yer edinecektir. Üstelik bu sadece dine karşıt olan muhataplar nezdinde değil, dinin içerisindeki müntesipler nezdinde de böyle olacaktır.

Zira bu denli hurafenin din diye sunulduğu her ortam, doğal olarak; ‘din, esasında akıl dışı ve akıl üstüdür’ algısının güçlenmesine neden olacaktır. Oysaki din, hem akıl içi, hem yaşam içi bir konudur ve toplumsal gerçekliklerin düzenlenmesi ve hayatın daha kolaylıkla yaşanması için va’z edilmiştir. Müşahâde edildiği gibi, iletişim araçlarının bu denli artması ve dindarların bunu son derece etkin bir şekilde kullanmalarına rağmen, ufukta dine karşı kayıtsız kalan bir nesil geliyor. Bunun üzerinde çokça düşünmeliyiz.

Yoksa düşünmenin fayda vermeyeceği, din ve dindarlığın para etmeyeceği bir zamanı görmek yakındır. Avrupa tecrübesi bize ders aldırmıyor mu?

Sayfa 226–227

--

--