Seni Feda Etmeyeceğim — İnceleme ve Alıntılar

Nihan Kaya — Seni Feda Etmeyeceğim — İnceleme ve Alıntılar 111

Samet Onur
10 min readJan 26, 2024

İnceleme

İnsanlığı Feda Etmemek İçin Bir Demet Ayıltıcı

Kurban hikayesinin etrafında şekillendirilmiş romanvari bir kitap. Bu olay hep İbrahim Peygamberin gözünden anlatılageldi. Peki Hacer’in gözünden anlatılsa ne olurdu?

Nihan Kaya, kurban hikayesini merkeze alarak tarihte ve toplumda kadına, çocuğa ve insana yapılanları oldukça eleştirel bir şekilde sorguluyor. Sadece tarihte kalmış olaylar yer almıyor. Günümüzden ve yazarın kendi hayat hikayesinden de birçok parçayı da içeriyor.

Kurban hikayesi üzerinden din, cinsiyet, cinsellik, toplum, törenler, masallar gibi birçok konuya dair esaslı söylemler, eleştiriler barındırıyor kitap.

Oldukça çarpıcı. Oldukça mantıklı. Oldukça duygusal. İnsanlar, töreler, kurallar insan yerine katı kurallar tarafında “oldukça”, insanlığı savunanlar da olacak. Çok olsunlar, hep olsunlar.

İnsanlığı hatırlatan, insanlığı sorgulatan, dine ve dini konulara farklı açıdan baktıran ve toplumsal kabullere, yerleşmiş inançlara insanlık penceresinden bakmaya çalışmanın yazıya yansımış hali: “Seni Feda Etmeyeceğim”.

Sayfalar boyu feryatlar, hüzünler sizi bekliyor.

Korunmayı bekleyenleri korumayanların bol olduğu bir yerde, sayıları az da olsa, bir de olsa, hiç olmasa da, hiçbir şey yapamıyorsa bunları haykırmayı tercih etmeli. Güçlünün yanında sayısal çokluk da olsa, güçsüzü de gündeme getirmeli.

İşte bu kitap, bu değerli kitap, içindeki siyah mürekkepleriyle birer oka dönüşüp kalbe değen, kalbi delen bu kitap, belki de, içimizdeki çocuğun parçalanmaya çalışıldığı yerde, tek kişi de olsa şunu demek istiyordur: “Seni Feda Etmeyeceğim”, çünkü…

Alıntılar

Kaskatı Ezber

Anlayamıyorlar. Takıldıkları ezber o kadar kaskatı ki. Sürekli anlatıyorlar, sürekli anlatıyorlar. Ben onların istediği gibi davranmayı kabul edene kadar da sürdürecekler anlatmayı. Aynı şeyi binlerce kez dinledim. Anlayamıyorsam eksiklik kesin bende onlara göre. İkna olmama hakkımı bana tanımıyorlar. Kendi doğrumu yaşama ve anlatma hakkımı küfür sayıyorlar. Onları gece gündüz dinlemek zorundayım onlara göre.

Bana doğruyu anlatarak Tanrı’nın görevini yerine getirdikleri inancındalar. Bana işkence ederek sevap kazandıklarına hiç kuşkuları yok! Tanrı koltuğuna oturup kendi akıllarıyla bana ceza kesmişler bile. “Kaynaklarımız emin yerden,” diyorlar ağız birliği etmişçesine. Zihinlerindeki Tanrı’yı Tanrı’nın kendisi sanıyorlar. Zihinlerindeki Tanrı’yı bana Tanrı olarak atıyorlar! Zihinlerindeki Tanrı benim Tanrı’mmış gibi, o Tanrı’nın kendisi olup cezamı infaz etmeye girişiyorlar dört yandan. Kendilerini benim Tanrı’m olarak atamışlar.

Sayfa 18–19

Çocuğu Korumak

“Çocuğa dokunmayacağım diyorsun ama geçmeme izin vermiyorsun! Hepiniz aynı şeyi yapıyorsunuz. ‘Çocuğa dokunmayacağım.’ derken bu, çocuğa dokunmanın kendisi değil de nedir? Oğlumu İbrahim’in eline teslim edip boynuna bir bıçak dayamak üzere götürmesine izin vermedikçe rahat bırakmayacaksınız beni, ki bırakmıyorsunuz da. Ben çocuğu korumaya çalışıyorum sadece; ama mesele de bu zaten aslında sizin için, çocuğun korunmasına tahammül edemiyorsunuz hiçbiriniz. Çocuğa iyi davranılmasına tahammül edemiyorsunuz ve çocuğa iyi davranılmasını engellemeyi ‘Çocuğa zaten bir şey olmayacak ki,’ diyerek aklamayı normal sanıyorsunuz. Çocuğu rahat bırakmak, çocuğu korumaya çalışanları da rahat bırakarak mümkün ancak. Tek yaptığım çocuğu korumaya çalışmakken neden bu kadar öfkelisiniz? Neden hepiniz durdurmaya çalışıyorsunuz beni?”

Sayfa 20

Dindarlık Testi

Bir insanın dindarlığı ve teslimiyeti nasıl bir başkası üzerinden test edilebilir? Hiç kimse benim dindarlığımın, benim teslimiyetimin nesnesi olamaz. Hiç kimse.

Sayfa 23–24

Yaş ve Saygı

“Yaşımızdan dolayı senden daha iyi biliyoruz,” demenin istismar olduğunu o zaman da biliyordum. Birine asla kurmadığım ve kurmayacağım bir cümleydi bu.

Kişiler istismarı meşrulaştırmak istediklerinde, istismarı meşrulaştırmak için ortaya atarlar bu yaş konusunu. İstismar etmek istedikleri kimseden daha büyüklerse tabii… Daha büyük değillerse, başka bir bahane bulur ve onu ortaya atarlar. Yeter ki kişi, istismarına gerekçe bulmak istesin…

Kişilere yaşları oranında saygı duyulması gerektiği, tamamen yanlış. Her yaştaki her insan hak eder saygıyı. Saygı göstermek istemediğimizde saygısızlığımız için uydurduğumuz bir kılıf bu. Herkesi boyun eğmeye zorladığımız ve boyun eğmedikleri zaman “Saygısız!” diye suçlamakla korkuttuğumuz bir kılıf. Halbuki kişinin kendi hayatını ve kendi hayatının sınırlarını savunması kimseye saygısızlık değildir.

Sayfa 64–65

Uzman Fetişizmi

Benim ailemdeki gibi insanlar, “psikolog” gibi kimi titrlere, uzmanlıklara, bu gibi uzmanlıklara sahip kişilerin söylediklerine çok önem verirler. Ailemin fikrini değiştirebilecek biri varsa o da Serap Hanım’dı belki. “Ama psikoloğun işi yönlendirmek değildir ki?” gibi genel ifadeler geçersiz kalıyor ailemdekine benzer insanlar için. (Ki bu, Türkiye’nin çoğunluğu oluyor maalesef.) Önemli olan, “uzman” birinin bunu söylemiş olmasıdır, gerisi pek mühim değildir çoğu kişi için. “Uzman” denince düşüncemizi ve irademizi teslim ederiz biz.

Gizli Özne’de Bihter’in ruhsal sağlık çalışanlarıyla ve okulda yaşadıklarının tamamen gerçek olduğunu söylemiştim romanın başında. Bihter’in ailesi tarafından götürüldüğü ruhsal sağlık çalışanlarının sayısı kaç biliyor musunuz: 42. Rakamla 42, yazıyla kırk iki; kırk iki. Bu 42 uzmanın çoğu profesör, bu 42 uzmanın çoğu psikiyatrist, bu 42 uzmanın her biri alanlarında saygın.

İşinde iyi ruhsal sağlık çalışanları muhakkak vardır; ama Gizli Özne’de bahsettiğim 42 uzmanın 42'sinin de diplomalı şarlatan olduğunu, ailesinin Bihter’e istismarını artırmaktan ve meşrulaştırmaktan başka hiçbir katkıları bulunmadığını vurgulamak isterim. Bihter bu uzmanlara hiç götürülmese her şey çok daha iyi olacaktı onun için. Serap Hanım benden para alan biri değildi, aile dostluğumuz nedeniyle benimle konuşmuştu, o yüzden onu bu grupta sayamam; ama bu 42 uzmanın 42'si de uzmanlıklarının arkasına saklanarak Bihter’i yakan cehenneme odun atmayı işlerini yapmak saymış, uzman ve uzmanlıklarından dolayı da sorgulanamaz oldukları için her birinin verdiği zarar ve bu zararı vermek karşılığında aldıkları azımsanamayacak ücret de yanlarına kâr kalmıştı. Bu dünyaya kötülük, sorgulayamamaktan başlayarak yayılıyor. Bu dünyada sorgulanamayacak hiç kimse yoktur. Hiç kimse.

Sayfa 69–70

Prensesler Uyanmak İçin Prensi Beklemeyecek Artık

“İllere, sancaklara ve gezegenlere haber salsınlar, Sara uyandı desinler! Sara uyandı! Annelerin oğullarını ve kızlarını feda etmesi eskidendi; prensesler uyanmak için prensi beklemeyecek artık, kendileri uyanacaklar gerçeğe, kendi gerçeklerini kendileri yaratacaklar 21. yüzyılda prensesler. Uykuların en güzeli bile uyanmanın güzelliğiyle boy ölçüşemez çünkü. Kendi yaratmadığımız gerçek gerçek değildir çünkü, bir başkasının malıdır, çocuğun bizim malımız olmadığı gibi, kadının kocasının malı olmadığı gibi.

Bir başkasının gerçeğini alıp giyemem üstüme; önce onu sökmem, biçmem, dikmem, kendim için baştan yaratmam gerekir, onu bir başkası için olduğu şeyden bir başka şey yapmam gerekir.

Dinî figürlerden roman kahramanı yapmak zinhar günahtır demişler; illere, sancaklara ve gezegenlere haber salsınlar, dinî figürlerden roman kahramanı yapmak zinhar günahtır demek zinhar günahtır desinler!

Siz, siz aynı hikayeyi aynı şekilde anlatıyorsunuz yüzyıllardır; ben beni anlattığınız ölü hikayelere sığamadım, ben beni anlattığınız ölü kelimelere sığamadım ve doğmak, uyanmak istedim; beni ölü sözcüklerinizle öldürmenizden bunaldım, beni öldürdüğünüz yerden doğdum. Siz Mesih’i bekliyordunuz Bay Kierkegaard; ama Mesih değil ben, yeniden doğdum.”

Sayfa 98–99

Kurbağa Prens Masalını Bir de Böyle Okuyun

Bir kralın yedi tane kızı varmış ve tabii ki en güzel, en tatlı, en iyi kalpli kızı bu yedi kızdan en küçük olanıymış. Masallarda hep böyle olur, çünkü masallardaki kız çocukları ve kadınlar, her yaştaki kız çocuğunun ve her yaştaki kadının farklı benliklerini temsil eder.

Masalı dinleyen küçük kız, kralın yedi kızının da tamamıdır masalı dinlediği sırada. Kralın yedi kızı arasında en güzel, en tatlı, en iyi kalpli olanın en küçükleri olduğunu duyan küçük kız “Demek ki bir kadın ne kadar gençse o kadar güzel, o kadar tatlı, o kadar iyi kalpli olur.” diye düşünür farkında olmadan.

Kralın yedi kızı arasında en güzel, en tatlı, en iyi kalpli olanın en küçükleri olduğunu duyan küçük erkek çocuk da “Demek ki bir kadın ne kadar gençse o kadar güzel, o kadar tatlı, o kadar iyi kalpli olur.” diye düşünür farkında olmadan.

Masallardaki yaşlı kadınlar çirkindir, kötüdür, cadıdır. Prensler ve krallar ise yakışıklı ve iyi kalplidir her yaşta.

Yedi prensesten en küçük olanının en sevdiği oyuncağı altın topmuş. Prenses hep bu topla oynarmış. Ne var ki bir gün prenses, bu güzel altın topu dereye düşürmüş. Altın top derede prensesin erişemeyeceği kadar uzak bir yere yuvarlanmış. Prenses ağlarken, bir kurbağa ona “Ağlama güzel prenses,” demiş; “Eğer beni öpeceğine söz verirsen topunu sana veririm.”

Bazı masallarda da kurbağanın “Eğer bana yemek yapar ve geceleri de beni yatağına alırsan topunu sana veririm,” dediği söyleniyor. Yani kurbağanın prensesten istediği şey, toplumun kadına evlilikte biçtiği rol. Prensesin en değerli varlığı olan altın top ise… Kimbilir! Altın yüzüğün ne anlama geldiğini de bilmiyorum ben. Parmağımıza altın bir yüzük taktılar diye neden bunca şeye mecbur bırakıldığımızı…

Güzel prensesin böyle bir senaryoda kurbağaya “Zor bir durumda kaldım ve senin yaptığın şey, içine düştüğüm zor durumdan faydalanmak. Zaten bana ait olan topu bana vermek karşılığında ne hakla seni öpmemi talep edebilirsin benden?” gibi bir şey demesi beklenir. Ama prenses böyle yapmıyor. Sorununa başka çıkar yol göremediğinden, hem söz veriyor hem de altın topu aldıktan sonra kurbağayı öpmeden oradan kaçıyor. Prensesin böyle davranması, kendisini çaresiz hissetmesinden. Muhtemelen gerçekten de çaresiz prenses. Altın topu var diye herkes onu el üstünde tutulmuş bir prenses sanıyor ama gerçekte yüzme bile öğretmemişler prensese.

Prenses o beyaz şifon elbisesiyle dereyle girse onu suçlarlar, elbisesiz girse daha da çok suçlanır prenses. Beyaz ve şifon olmayan bir elbise mi? Prensesin böyle bir elbisesi yok. Prensesin böyle olmayan bir şey giymesi, ağaca tırmanması, çamura batması prenseslik müessesesinde yasak. Prensesten beklenen, altın topu dereye düştüğünde çaresizce ağlaması sadece. Bahtına kurbağa da çıkabilir prens de.

Kendisini içinde bulduğu kötü durumlara sessizce katlanır, itaat ederse iyidir prenses, karşı çıkarsa kötü. Karşı çıkma cesareti olmadığı için önce söz verip sonra kaçıyor zaten prenses.

Prenses hayatına bunlar hiç yaşanmamış gibi devam edebileceğini sanıyor ama öyle olmuyor. O akşam yedi prenses ve kral akşam yemeğini yerlerken çıkageliyor kurbağa. Sarayın önünde viraklayıp duruyor.

“Bu ses de ne?” diye soruyor kral. Olanları anlatmak zorunda kalıyor prenses.

Böyle bir senaryoda, “Ne hakla sana altın topunu vermek karşılığında seni öpmeyi, her gün onun aşçısı ve seks kölesi olmanı bekler bu kurbağa?” diye hiddetlenmesini beklersiniz kralın, öyle değil mi? Ama öyle olmuyor. Kurbağa erkek çünkü. Kral kurbağaya değil, çok sevdiği kızına “Söz sözdür kızım,” diyerek kızıyor ve kurbağayı masalarına getirtiyor. Prensese yaptığı hatanın bedeli ödetiliyor böylece. Kurbağanın sofraya alınmasıyla da değil üstelik.

Yemek bittikten sonra “Ben ne olacağım şimdi peki?” diye hesap soruyor arsız kurbağa ve prensesin yatak odasına götürülmeyi talep ediyor. Prenses kurbağayla yatmayı hiç istemediği halde, kral yine “Söz sözdür kızım!” diyerek kurbağayı prensesin odasına götürüyor ve kurbağanın isteğiyle yatağına sokuyor. Prenses, verdiği sözü tutması gerektiğini öğreniyor böylece. Masalları dinleyen çocuklar ve yetişkinler de.

Masallarda, çirkin kurbağanın güzel prenses onu çok tiksinerek öptükten sonra yakışıklı bir prense dönüştüğü anlatılıyor. Neymiş efendim, çok mutlu bir hayat yaşamışlar beraber bundan sonra! Fesime anlatsınlar. Hikayenin böyle geliştiğine hiç şahit olmadım ben. Masal doğru. Ama tersinden. Öptüğümüz yakışıklı prensler, biz onları öper öpmez çirkin kurbağalara dönüştüler. Onları öptüğümüz için de her tür kötü muameleyi sessizce sineye çekmemiz beklendi bizden.

Sayfa 104–106

Çocuk ve Yetiştirmek

“Boynuna bıçağı dayayalım, bıçak zaten kesmeyecek ki” diyorsunuz; kavun mu bu? “Çocuk yetiştirmek için bunlar da gerekli” diyorsunuz; arkadaşlar, “kabak” yetiştirilir, kabak!

Sayfa 143

Çocukların Mutlu Olduğu Bir Yer Dileğiyle

Hayır, ben kavun değilim. Yazdıklarım bu gerçeğe şahittir. Varlığımın kimi niye incittiğini hiçbir zaman anlayamadım. Bu kitapları yazmama hiç gerek olmamasını isterdim. Bu sözleri söylememe hiç gerek olmamasını isterdim. Bütün içtenliğimle diliyorum ki, umarım bir gün bu romanın da diğer kitaplarımın da modası geçer.

Sayfa 143

Fark Edişteki Faydalar

Ben Nihan Kaya. Annemle babam bana nasıl davrandıysa dünya da bana öyle davrandı. Çünkü annemle babam bana nasıl davrandıysa dünyanın da bana öyle davranmasına izin verdim. Ama sonra, sonra fark edince bu gerçeği, işte o zaman değişti her şey. Kendime annemle babamın bana davrandığı gibi davranmamaya karar verince.

*

Bu fark edişte nice faydalar vardır. Bu fark ediște, hepimiz için, nice faydalar vardır.

*

On köyden kovuldum ve on birinci köyü yarattım. Birlikte daha nice köyler yaratacağız.

Yazma ve söyleme hakkımızı kimse elimizden alamaz.

“Yoksa çocuk ölür.”

Çocuk öldü.

Kalan sağlar bizimdir.

Anne-Babalar, siz sözünüzü söylediniz, gününüzü kurtardınız; şimdi susturulmuş çocuklar için konuşma vakti. Öldürülmüş tanrılar uyanmaya başladılar birer birer. Vakit artık, sözü olan herkes için konuşma vakti. Sözümüzü susturulmuşluğumuzdan bulup yarattık. Bizi artık öldüremeyeceksiniz.

Bizi artık öldüremeyeceksiniz.

Bizi artık öldüremeyeceksiniz.

Hikayeyi hep kazananlar anlattı. Onu bir kez de yenilenlerden dinleyin. Yenilenlerin hikaye anlatan sesini öldüremeyeceksiniz.

Yenilenlerin hikaye anlatan sesini öldüremeyeceksiniz.

Yenilenlerin hikaye anlatan sesini öldüremeyeceksiniz.

Sayfa 146–147

Serpil ve Annesi

Sene 1986. İlkokul ikiye giden bir kız çocuğu. Adı Serpil. Öğretmeni çok sert. Serpil, öğretmeninden çok ama çok korkuyor. Akşam okul çantasını annesiyle birlikte hazırlıyorlar. Ertesi sabah okula gidiyor. “Türkçe kitaplarını çıkarın!” diye bağırıyor öğretmen. Serpil çantasına bakarken, öğretmeni başında dikiliyor. “Nerede senin kitabın?” diye soruyor. Sopası ile masaya vuruyor bu sırada. “Hadi, hadi, sallanmayın!” diye bağırıyor bir yandan. Serpil’in eli ayağına karışıyor. “Benim olan akıl da uçtu o sırada,” diyor Serpil, büyüyünce. Kitabı bulamıyor çantasında. Öğretmen Serpil’i omzundan tutuyor. “Eve git, kitabını getir!” diyor.

Koşarak eve gidiyor Serpil. Annesi hamur yoğuruyor evde. Serpil kuş gibi titreyerek “”Anne, Türkçe kitabımı evde unutmuşum!” diyor. “Çantanı beraber hazırladık. Çantanda kitabın,” annesi. Ağlamaklı bir sesle “Yok!” diyor Serpil.

Serpil, yıllar sonra, “Hiç unutmam,” diyor, “Annem önündeki önlüğü bile çıkarmadı, elini şöyle sıyırdı hamurdan, elimi tuttu, doğru okula gittik. Annemin okula o şekilde gitmesinden utandım o sırada ama gözü dönmüştü annemin… Annem direkt, kabaca sınıfa daldı, ‘Siz benim çocuğuma ne yaptınız?’ diye bağırdı. ‘Bu çocuğu neyle korkuttunuz ki çantasındaki kitabı bile bulamıyor?’ ve bunu söylerken bir yandan benim sırama gidip çantamdan kitabımı çıkardı.

Bırakın dedi benim çocuğumu sınıfta ve beni elimden tuttu, eve getirdi. Ben ikinci sınıfı tekrar okudum. Öğretmenim de değişti. O gün o sınıftan o kadar rahatlamış, o kadar cesur çıktım ki… Bugün bile annem iyi ki öyle delirmiş diyorum.”

Serpil evinden çıkıp bize katıldı; iki milyon bir kadın olduk o gece.

Çünkü annesi onu bağrına basmış birini siz asla öldüremezsiniz.

Biz güçlüyüz; siz bizi asla öldüremezsiniz.

Sayfa 149–150

Siz Bizim Çocuklarımıza Ne Yaptınız?

Siz bizim çocuklarımıza ne yaptınız?

Siz bizim çocuklarımıza ne yaptınız böyle de akılları karıştı, sesleri titredi, doğruyla yanlışı ayırt edemez oldular, inandıklarını söyleyemez oldular, hayvanlara ve güçleri kime yetiyorsa ona eziyet eder oldular, kimin zalim kimin mağdur olduğunu artık anlayamadılar, sosyal medyada her gün kendilerine yeni bir günah keçisi arar oldular? Siz bizim çocuklarımıza ne yaptınız böyle de işlemedikleri suçlardan suçluluk duyar oldular; suçları üzerlerine alır, suçları gerçekten de işlemeye başlar, suçları başkalarına yansıtır, suçlarından uzun zincirler yazar oldular? Siz bizim çocuklarımıza ne yaptınız?

Siz bize ne yaptınız? Siz bize ne yaptınız da biz artık göremez, duyamaz, düşünemez olduk?

Sara uyandı. Biz büyüdük. Artık etimiz bizim, kemiğimiz yine bizimdir. Biz, bize aitiz. Çocuklarımız, kendilerine ait. Çocuğun kendisini böyle güçlü hissetmesi yanında, ikinci sınıfı tekrardan okumak nedir ki?

Çocuğun kendisini böyle güçlü hissetmesi yanında, sizin tüm okullarınız ve okul başarısı diye övdüğünüz, övündüğünüz her şey bir araya gelse bu, nedir ki?

Sara uyandı. Biz büyüdük. İnşa ettiğiniz her şey sizin olsun. Dünyadaki bütün diplomalar, dünyadaki bütün güzel perdeler ve dünyadaki bütün güzel mevkiler sizin olsun. Etimizi etinize vermeyeceğiz.

Bu gerçeğe uyanan herkes bizimdir.

Sayfa 150–151

--

--