Siyasi İdeolojiler — İnceleme ve Alıntılar

Andrew Heywood — Siyasi İdeolojiler — İnceleme ve Alıntılar 123

Samet Onur
12 min readFeb 1, 2024

İnceleme

Siyasi İdeolojilere Muhteşem Bir Giriş

Andrew Heywood’un “Siyasî İdeolojiler” kitabı Levent Köker’in oldukça anlaşılır çevirisi ile yayımlanmıştır. Çeviriye kitabın genişletilmiş 5. edisyonu esas alınmış.

Liberal, muhafazakar, sosyalist, marksist, anarşist, milliyetçi, faşist, feminist gibi hayatımızın birçok alanında karşımıza çıkan ve her biri kendi içinde derinliği olan bu ve bunun gibi birçok siyasi ideolojiyi öğrenmeye başlamak için “Siyasî İdeolojiler” kitabı doğru adres olacaktır.

Söz konusu kitabın yapısı gerçekten harika. Yazar, konuyu kolay anlatabilmek adına oldukça sistemli bir yol izlemiş. Ele aldığı her bir ideolojinin köken ve gelişimiyle başlamış, ana temalarını, farklı kollarını, bu farklılıkların birbiriyle karşılaştırmasını, ele alınan ideolojinin başlıca isimlerinin kısaca hayatlarını ele almış ve her konunun sonunda “Küresel Çağda” başlığıyla ele alınan ideolojinin günümüzdeki durumuna dair tespitler yapmıştır.

Bunlara ilaveten ideolojinin önemli kavramları gereken sayfalarda çerçeve içinde gösterilmiş, yeri geldikçe ideolojiler birbirleriyle farklı açılardan tablo verilerek kıyaslanmış, her konunun sonunda okuma önerileri ve tartışma soruları verilmiştir. Tek eleştirim verilen kitap önerilerinin Türkiye yayın dünyası dikkate alınarak yapılmadığı olabilir. Bu açığı da çevirmen kapatabilirdi, ama yapmamış. Yani okuma önerisi olarak verilen bazı kitaplar Türkçe’de maalesef yok.

— — — — — — — — — — — — — — — —

Kitabın tanıtımındaki şu cümleler, kitap hakkında demek istediklerimi daha güzel anlatıyor gibi:

Bu yeni edisyon çok-kültürlülük ve yeni muhafazakarlık gibi günümüzdeki anahtar meselelerin kapsamlı bir incelemesiyle tamamıyla gözden geçirilmiş ve güncellenmiştir. Andrew Heywood’un eşsiz öğrenci-dostu yazım stilinin yanına her bölümde öğrenim özellikleri de eklenmiştir.

  • İdeoloji İncelemeleri ideolojilerin doğasını ve onların başlıca konularını ana hatlarıyla incelemektedir.
  • Sayfa kenarlarındaki sözlük tanımları, anahtar kavramlar hakkında kısa bir referans açıklaması yapmaktadır.
  • Her ideolojinin “Başlıca İsimleri” kutuları önemli düşünürler ve onların önemli fikirleriyle ilgili detaylı bilgi vermektedir.
  • “Anahtar Kavram” kutuları önemli fikirleri keşfedip ayrıntılarıyla incelemektedir.
  • Her ideoloji “Üzerine Bakış Açıları” ve “İçindeki Gerilimler” kutuları ideolojik geleneklerin kendi içindeki ve birbirleri arasındaki farklılıkları ele almaktadır.
  • Her bölüm sonunda yer alan “Tartışma Soruları” bölümün pekiştirilmesini sağlamaktadır.
  • Bölüm sonunda yer alan “Okuma Önerileri” ise konu hakkında daha derinlemesine araştırma yapmak isteyenlere rehberlik sunmaktadır.

— — — — — — — — — — — — — — — —

Kitabı okumaya başlamadan önce ekonomiye dair az da altyapı oluşturmanızı tavsiye ederim. Yoksa benim gibi bazı konuları anlamazsınız.

Kitapta ele alınan ideolojiler şu şekilde:

- Liberalizm
- Muhafazakarlık
- Sosyalizm
- Anarşizm
- Milliyetçilik
- Faşizm
- Feminizm
- Ekolojizm
- Dinî Köktencilik
- Çok-Kültürcülük
- İdeoloji-Sonrası Bir Çağ mı?

Bu kitap, ideolojileri genel olarak tanımaya yardımcı oluyor. Ama derinliğine inmeyi kesinlikle sağlamıyor. Böyle bir amacı da yok zaten. Bunu okumayı bitirdikten sonra siyasi ideolojilere dair başka kitaplar var mı diye araştırma yaparken karşıma Türkiye’den alanının uzmanlarının yazdığı İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları’ndan ödüllü bir kitap çıktı: “Modern Siyasal İdeolojiler”.

Bu kitabı da edindim ve okuyacağım. “Modern Siyasal İdeolojiler” kitabına şöyle bir göz gezdirdiğimde “Siyasî İdeolojiler” kitabının Türkiye’deki okuru dikkate almıyor diye eleştirdiğim noktasında oldukça telafi edici bir okuma önerileri yaptığını gördüm.

Sonuç olarak hayatımızı kuşatmış ideolojiler hakkında oldukça sağlam giriş yapmak isteyenlerin “Siyasî İdeolojiler” kitabını okumasını tavsiye ederim.

Alıntılar

İdeoloji: Zihinsel Harita ve Kuvvetli Duygusal Bağ

İdeolojiler, aslında, bireylere ve gruplara kendi toplumlarında ve daha genel olarak da dünyada işlerin nasıl yürüdüğünü gösteren bir zihinsel harita sunmaları anlamında betimleyicidirler.

Örneğin bu, ideolojinin önemli bütünleştirici kapasitesini, insanları belirli bir toplumsal çevrede ‘konumlandırma’ becerisini açıklamayı kolaylaştırmaktadır. Ancak, bu gibi bir betimleyici anlama, hem mevcut toplumsal düzenlemelerin yerindeliği ve hem de alternatif veya müstakbel bir toplumun doğası ile ilgili normatif ve kural koyucu inançlar kümesinin içine derinlemesine yerleştirilmiş durumdadır.

Bu nedenle de ideoloji, kuvvetli bir duygusal veya heyecan uyandırıcı niteliğe sahiptir: o, inançların ve anlayışların dile getirilmesini sağladığı kadar ümitlerin ve korkuların, sempati ve nefret duygularının ifadesinin de bir aracıdır.

Sayfa 32

İdeolojisiz Olmak Mümkün mü?

Bir kimsenin kendi inançlarının ideolojik olduğunu inkar etme (ve bunu yaparken çoğu kez diğer insanlara tam da bu ideoloji günahını işledikleri suçlamasını yöneltme) eğilimi şöyle açıklanabilir ki, bizim ideolojimiz, tam da dünyayı bilinebilir hale getiren o kavramları bize sağladığı için aslında ideoloji olarak görünmez hale gelmektedir.

Dünyaya ne gördüğümüzü ve dolayısıyla da dünyaya nasıl bir anlam yüklediğimizi biçimlendiren teorilerin, varsayımların ve ön kabullerin perdesinden baktığımızı göremiyor veya bunu reddediyoruz. Gramsci’nin işaret ettiği gibi ideoloji, sağduyu’ statüsüne sahip olma noktasına gelmektedir.

Sayfa 33

Siyasi Söylem ve İdeoloji

Bize bir siyasi söylem dili, toplumda işlerin nasıl yürüdüğü ve nasıl yürümesi gerektiği hakkında bir ön kabuller ve varsayımlar kümesi sunmakla ideoloji, ne düşündüğümüzü ve nasıl davrandığımızı belirlemektedir.

Sayfa 36

Liberalizm ve Akın Önemi

Kısacası aklın gücü, insanlara hayatlarının kontrolünü kendi ellerine alma ve geleceklerini belirleme imkanı vermektedir.

Akıl, beşeriyeti geçmişin kıskacından, örf, âdet ve geleneğin ağırlığından kurtarmaktadır. Böylece her kuşak, insan bilgisinin ve idrakinin tedrici bir biçimde büyümesiyle birlikte, kendisinden önceki son kuşağın ötesine geçerek ilerleyebilmektedir.

Bu, aynı zamanda, eğitim üzerindeki liberal vurguyu da açıklamaktadır. İnsanlar, bilgi edinmek ve önyargıyı ve hurafeleri terk etmek suretiyle, kendilerini daha iyiye yöneltebilmekte veya geliştirebilmektedirler.

Dolayısıyla eğitim, özellikle de modern liberal görüşte, kendi içinde iyi olan bir şeydir. Kişinin kendini geliştirmesinin ve yaygınlaştırıldığı takdirde de, toplumsal ilerlemeyi sağlamanın hayati önemdeki araçlarından biridir.

Sayfa 54–55

Muhafazakarlık ve Geleneğin Önemi

Gelenek, bu anlamda, geçmişin biriktirilmiş bilgeliğini yansıtmaktadır.

Geçmişin kurumları ve pratikleri ‘zamanın sınavından geçmiş’tir ve dolayısıyla yaşayanların ve gelecek kuşakların yararı için muhafaza edilmelidir. İşte bu anlamdadır ki bizler, her zaman sayıca yaşayanlardan fazla olacak olan ölmüşlerin eylemlerine veya ‘oylarına’ saygı göstermeliyiz.

Böylesi bir gelenek kavramı, hayatta kalabilmeyi başarmış kurumlar ile âdetlerin, ancak işe yaramış ve bir değer üzerine kurulmuş olmaları nedeniyle varlıklarını koruyabildikleri yönünde neredeyse Darwinci bir inancı yansıtmaktadır. Bir ‘doğal seçilim’ süreci ile desteklenmiş ve hayatta kalabilmek için uygun olduklarını kanıtlamışlardır.

Sayfa 95

Muhafazakarlar ve İnsanın Kusurluluğuna Vurgu

Suç, böylelikle, sosyalistlerin ve modern liberallerin inanma eğiliminde oldukları gibi eşitsizliğin veya toplumsal dezavantajın bir ürünü değil, aşağılık insan içgüdülerinin ve zevklerinin bir sonucu olmaktadır.

İnsanlar ancak kendi vahşi ve toplum karşıtı güdülerini ortaya koymaktan caydırılabildikleri zaman medenileşmiş bir biçimde davranmaya ikna edilebilirler. Ve etkili tek caydırıcı da, tavizsiz uygulanacağı bilgisiyle desteklenmiş olan hukuktur.

Bu, muhafazakarların, güçlü yönetim ve çoğu kez uzun hapis cezaları ve bedensel cezalar ve hatta idam cezası uygulamaları üzerine kurulu olan ‘sert’ ceza adaleti sistemlerini neden tercih ettiklerini de açıklamaktadır.

Muhafazakarlar için hukukun rolü özgürlüğe destek olmak değil, düzeni korumaktır. Muhafazakar zihniyette ‘hukuk’ ve ‘düzen’ kavramları öylesine yakından ilişkilidir ki, adeta tek, birleşmiş bir kavram haline gelmişlerdir.

Sayfa 98

Sosyalizm ve Eşitsizliğin Kaynağı

Ancak sosyalistler, beşeri eşitsizliğin en önemli biçiminin, doğa tarafından eşitsiz bir biçimde donatılmış olmaktan çok toplum tarafından eşit olmayan muameleye tâbi tutulmanın bir sonucu olduğuna inanırlar.

Dolayısıyla, sosyalist açıdan adalet, insanların toplum tarafından, ödüllendirme ve maddi koşullar bakımından eşit (veya en azından daha eşit) bir biçimde muamele görmesini gerektirir.

Sayfa 131

Sosyalizm ve Devrim

Ancak devrim, sosyalistler için sadece taktiksel bir ilgi konusu olmamıştır; devrim, aynı zamanda, sosyalistlerin devlet ve devlet iktidarının doğasının analizini de yansıtmaktadır.

Liberaller devleti, tüm yurttaşların çıkarlarını karşılayan ve ortak iyilik için çalışan tarafsız bir kurum olarak görürken, devrimci sosyalistler devleti, ‘sermaye’nin çıkarlarından yana ve ‘emek’in çıkarlarına karşı çalışan sınıf baskısının bir ajanı olarak görmekteydiler.

Örneğin, Marksistler, siyasi iktidarın sınıf çıkarlarını yansıttığına ve devletin bir’ burjuva devleti’ olduğuna, zorunlu olarak da sermaye lehine bir önyargı içinde olduğuna inanmaktadırlar.

Siyasi reform ve tedrici değişimin hiçbir anlam taşımadığı açıktır. Evrensel oy hakkı ve düzenli ve rekabetçi seçimler, en iyisinden, bir maskedir; amaç sınıf eşitsizliğini örtmek ve işçi sınıfının siyasi enerjisini yanlış yönlere aktarmaktır. Dolayısıyla, sınıf bilincine sahip bir proletaryanın başka bir alternatifi yoktur: sosyalizmi inşa etmek için önce siyasi devrimle burjuva devletini yıkmak zorundadır.

Sayfa 138

Marx ve Kapitalizme Yabancılaşma Eleştirisi

Marx’ın ilk yazılarında, kapitalizm eleştirisinin büyük bölümü dört anlamda kullanılan yabancılaşma kavramına dayanmaktadır.

Kapitalizm bir mübadele için üretim sistemi olduğuna göre, insanları kendi emeklerinin ürününe yabancılaştırmaktadır: insanlar, ihtiyaç duydukları veya kullanacakları şeyleri değil de kar etmek için satılacak olan ‘meta’yı üretmek için çalışmaktadırlar.

Ayrıca çalışma sürecine de yabancılaşmaktadırlar çünkü çoğu, ustabaşılarının veya işyeri yöneticilerinin gözetimi altında çalışmaktadırlar.

Bunlara ek olarak, çalışma toplumsal değildir: bireyler kendi çıkarlarını gözetmeye özendirilmekte ve böylece çalışma arkadaşlarına yabancılaştırılmaktadırlar.

Nihayet, işçiler kendilerine de yabancılaşmış olmaktadırlar, Emeğin kendisi basit bir metaya indirgenmekte ve çalışma yaratıcı olmak ve insanın potansiyelini tam olarak açığa çıkarmak yerine kişiselliği yok edilmiş bir faaliyet haline gelmektedir.

Sayfa 147–148

Anarşistler ve Kitaplar

Anarşistler ideallerini, kitaplarda ve broşürlerde anlatmak konusunda, bunları uygulamaya koymaktan daha başarılı olmuşlardır.

Sayfa 192

Millet Bir Siyasi İcat mıdır?

Muhafazakar politikacılar ve partiler, milliyetçiliğe müracaat etmekten önemli ölçüde siyasi fayda sağlamışlarsa da, muhalifler bazen bu fikirlerin yanlış yönlendirilmiş varsayımlar üzerine kurulu olduğunu işaret etmişlerdir.

Bir kere, muhafazakar milliyetçilik seçkin manipülasyonunun bir biçimi olarak görülebilir. ‘Millet’ icat edilmiş ve hiç kuşkusuz onu kendi amaçları için kullanabilecek olan politikacılar tarafından tanımlanmıştır. Bu husus, en açık bir biçimde, savaş veya milletlerarası kriz zamanlarında millet, yurtseverlik ödevine yönelik duygusal çağrılarla ‘vatan’ için savaşma yönünde seferber edildiğinde görülmektedir.

Dahası, muhafazakar milliyetçilik cehalete ve bağnazlığa da hizmet edebilmektedir. Kültürel saflığın ve yerleşik geleneklerin sürdürülmesinde ısrar etmek suretiyle muhafazakarlar, göçmenleri veya genel olarak yabancıları bir tehdit olarak gösterebilmekte ve süreç içinde, ırkçı ve zenofobik korkuları güçlendirmekte veya en azından meşrulaştırabilmektedir.

Sayfa 221

Faşizm Nedir?

Faşizmi tanımlayan tema, ‘birlikten doğan güç’ inancının bağrında yatan organik olarak birleşmiş milli topluluk fikridir.

Birey, gerçek anlamda, hiçbir şeydir; bireysel kimlik bütünüyle topluluk veya toplumsal grup tarafından mas edilmelidir. Faşist ideal bir ‘yeni insan’ idealidir; ödev, şeref ve kendini feda etme güdüsüyle hareket eden, hayatını milletinin veya ırkının görkemine adamaya hazır ve üstün lidere sorgusuz sualsiz itaat eden bir kahramandır.

Birçok bakımdan faşizm, Batılı siyasi düşünceye Fransız Devrimi’nden itibaren hakim olan fikir ve değerlere karşı bir başkaldırıdır; İtalyan faşistlerinin sloganıyla söylenirse, ‘1789 Ölüdür”.

Böylece akılcılık, ilerleme, özgürlük ve eşitlik gibi değerler mücadele, liderlik, iktidar, kahramanlık ve savaş adına terkedilmiştir.

Dolayısıyla faşizmin güçlü bir ‘karşı olma [anti] niteliği’ bulunmaktadır: akılcılık karşıtı, liberal karşıtı, muhafazakar karşıtı, kapitalist karşıtı, burjuva karşıtı, komünist karşıtı ve sairedir.

Yine de faşizm, birçoklarının iddia ettiği üzere, iki farklı geleneği ihtiva eden karmaşık bir tarihi olgudur. İtalyan faşizmi, özünde ‘totaliter’ devlete mutlak sadakat üzerine kurulu uç bir devletçilik biçimiydi. Bunun aksine, Alman faşizmi veya Nazizm, Aryan halkları ‘üstün ırk’ olarak gören ve güçlü bir anti-Semitizm biçimi geliştirmiş olan ırk teorileri üzerine inşa edilmişti.

Sayfa 233

Farklılık Feministleri ve Erkekle Eşit Olma Anlayışına Eleştiri

Farklılık feministleri bizatihi eşitlik anlayışını ya yanlış yönlendirilmiş veya düpedüz arzu edilmeyen bir şey olarak görmektedirler.

Bir erkekle eşit olmayı istemek, kadınların, kendi amaçlarını erkeklerin ne olduklarına veya neye sahip olduklarına göre tanımlamaları anlamında ‘erkekle tanımlanması’nı ima etmektedir Bundan ötürü de, eşitlik talebi ‘erkek gibi’ olma arzusunu içinde barındırmaktadır.

Feministler her ne kadar ataerkilliği yıkmak istemekteyseler de birçoğu, kendilerini, örneğin erkek toplumunu niteleyen rekabetçi ve saldırgan davranışı benimsemelerini gerektirecek olan erkek örneğine göre biçimlendirmenin tehlikesine karşı da uyarıda bulunmaktadır. Birçok feminist için kurtuluş, kadın olmanın gereğini tam olarak yerine getirmeyi başarabilmektir; bir diğer deyişle ‘kadınla tanımlanmak’tır.

Sayfa 272

Kadın İşçiler Çifte Yük Altında Ezilmektedir

Küreselleşmenin kadınların rolü ve statüsü üzerindeki etkisi konusundaki ikinci sorunla ilgili olarak zıt duruşlar benimsenmiştir. Küreselleşme yanlısı teorisyenler, küreselleşmenin kadınlara, en azından ‘iş hayatının kadınlaşması’ aracılığıyla fırsat kapıları açtığını iddia etmektedirler. Bunun örnekleri arasında, Asya elektronik sanayiinin ve Meksika’daki fason giyim fabrikalarının büyümesi yer almaktadır. Gelişmiş dünya da, ayrıca, perakendecilik, temizlik ve bilgi işlem gibi hizmet sektörlerinin yaygınlaşmasıyla ortaya çıkan yeni, ‘kadınlaşmış’ veya pembe yakalı’ işlerdeki artışa tanıklık etmiştir.

Bu tür eğilimlerin bir bakıma kadınlara daha yüksek bir statü veya daha geniş maddi bağımsızlık kazandırmak suretiyle, bir cinsel devrimin gelişmesine yardımcı olduğu ileri sürülebilir. Ancak, ücretli işlerde çalışan kadınların sayısında bir artış olsa da, bu gibi eğilimler aynı zamanda savunmasızlığın ve sömürünün artışıyla da birlikte gerçekleşmektedir.

Kadın işçiler sadece (kısmen de olsa arzın belirgin bir biçimde bol olması nedeniyle) ucuz olmayıp aynı zamanda, bir eğilim olarak, işçi haklarının daha az ve işçi örgütlerinin zayıf olduğu ekonomik sektörlerde istihdam edilmektedirler.

Bundan ötürü de kadın işçiler, ev içi sorumlulukların yükünü omuzlama beklentisi devam ederken düşük ücretle çalışma yükünün de altına girmek suretiyle çifte yükün altında ezilmektedirler.

Sayfa 286–287

Ekolojizm: İnsan Merkezli İdeolojiden Çıkış

Ekolojik siyaset, tüm biçimleriyle, ahlaki düşünceyi yepyeni doğrultularda genişletmeyle ilgilenmektedir. Bunun nedeni, genelgeçer etik sistemlerin açık bir biçimde insanların hazları, ihtiyaçları ve çıkarları çevresinde yoğunlaşmış ve insan-merkezli olmalarıdır. Bu tür felsefelerde, insani olmayan dünyanın ancak insan ihtiyaçlarını tatmin ettiği ölçüde bir değeri vardır.

Hümanist veya ‘sığ’ ekolojistlerin bile yaygın bir biçimde cebelleştikleri bir etik sorun, gelecek kuşaklara karşı olan ahlaki yükümlülüklerimiz sorusudur. Çevresel meselelerin doğasında, bizim eylemlerimizin birçok neticesinin gelecek onyıllardan veya hatta yüzyıllardan önce hissedilemeyecek olması yatmaktadır.

Örneğin, nükleer atık birikiminden, bununla uğraşmak zorunda kalacak kuşaklar daha doğmamışlarsa, neden endişe duyulsun? Açıktır ki, kendimize ve belki de yakın akrabalarımıza ve arkadaşlarımıza ait çıkarlara yönelik bir kaygı geleceğe ancak sınırlı bir oranda uzanmaktadır. Dolayısıyla ekolojistler insan çıkarları kavramını, bugünkü kuşakla gelecek kuşaklar, yaşayanlar ve doğacak olanlar arasında hiçbir ayrım yapmadan, bir bütün olarak insan türünü de kapsayacak ölçüde genişletmek zorunda kalmışlardır.

Böylesi bir ‘gelecek kaygısı’ (futurity) birkaç açıdan haklılaştırılabilir. Gelecek kuşakları düşünmek ve onlara karşı olan yükümlülükler, bazen çocuklarımıza ve daha da ileri götürerek söylersek onların da çocuklarına ve sonrasına karşı duyduğumuz ahlaki ilginin kapsamının genişletilmesi niteliğinde bir ‘doğal ödev’ olarak görülmektedir. Gelecek kuşaklara olan ilgi, ayrıca, ‘ekolojik hizmetkarlık’ fikriyle de ilişkilendirilmiştir.

Sayfa 301–302

Maddi Emeller ve Bilgelik

İnsan türü maddî emellerini gerçekleştirecek yeteneği kazanmış ama bu emellerin anlamlı ya da hatta sağlıklı olup olmadığı sorusuyla ilgili bilgeliği edinememiştir.

Sayfa 304

Köktenci Düşüncelerin Artışının Nedenleri

20. Yüzyıl’ın sonlarından itibaren gelişen köktenci kabarışın nedenleri hakkında bir genelleme yapmak zordur çünkü, dünyanın farklı yerlerinde farklı öğreti biçimlerine bürünmüş ve zıt ideolojik özellikler göstermiştir.

Bununla birlikte, net olan husus şudur ki köktencilik derin sorunlar yaşayan toplumlarda, özellikle de gerçek veya öyle algılanan bir kimlik krizinin rahatsız ettiği toplumlarda yükselmektedir.

(…)

İdeolojik bağlanmışlıklar yok olup gittikçe ve ekonomik kimlikler daha az belirgin hale geldikçe insanlar anlamı, kendi farklı kültürlerinde ve bu kültürün içinde gömülü olduğu daha geniş kapsamlı medeniyette aramaktadırlar.

Sayfa 322–323

Köktenciliğin Psikolojik Cazibesi

Psikolojik olarak köktenciliğin cazibesi, belirsiz bir dünyada belirlilik sağlama kapasitesine dayanmaktadır.

Sayfa 329

Dini Köktenciler Dini Modernist Şekilde Yorumlamaktadır

Son olarak, köktencilerin din ile ilgili olarak, tevarüs edilmiş yapılara ve geleneklere iman etmek yerine ‘dinamik’ yorumlamaya daha ağırlık veren bir zeminde, esasen modernist bir görüş geliştirmeleri önemlidir. Parekh’in (1994) dediği gibi, köktencilik ‘dinin sınırları içinde modernlikle mücadele ederken, dini modernliğin sınırları içinde yeniden inşa etmektedir’.

Sayfa 331

İslam ve Protestan Hıristiyanlık Köktenci Hareketlere Daha Az Engel Olur

Her ne kadar bütün dinler köktenci veya köktenci tipte hareketlere kaynaklık etmiş olsa da, belirli dinler köktenci gelişmelere diğerlerine göre daha yatkın olabilirler veya ortaya çıkmakta olan köktenciliğin önüne daha az engel çıkarırlar.

Bu bakımdan, İslamiyet ve Protestan Hıristiyanlık köktenci hareketler doğurmaya en elverişli inançlar olarak görülmüşlerdir çünkü ikisi de tek bir kutsal metne dayanmakta ve inananların ruhani bilgeliğe doğrudan erişebileceklerini, yani bu bilgeliğin kabul gören temsilcilerin elinde olmadığını savunmaktadır (Parekh, 1994).

Sayfa 333

Küreselleşme ve Köktencilik

Dinler her ne kadar tutarlı bir biçimde küresel emellere sahip olsalar da, artan küresel karşılıklı bağlanmışlık dünyanın pek çok bölgesinde dinin doğasını ve rolünü değiştirmiştir. Özellikle, dinin birçok ülkede köktenci hareketlerin doğuşu aracılığıyla yeniden canlanışı, 1970'lerde ve 1980'lerde gerçekleşen ‘hızlanmış’ küreselleşme dönemine denk gelmiştir. Küreselleşme ile köktencilik arasındaki bağlantı, yalnızca (dünya ölçeğinde kültürel, toplumsal, ekonomik ve siyasi çeşitliliğin zayıflamasıyla beliren) türdeşleşmeyle değil ama aynı zamanda yerelleşme, bölgeselleşme ve özgül olanı vurgulayan siyasi ve milli hareketlerin yükselişiyle de birlikte oluşan küreselleşme sürecinin ne denli karmaşık ve çok-boyutlu olduğuna ışık tutmaktadır.

Sayfa 349

Azınlık ve Devlet

Azınlık grupları her zaman tehdit altındadır veya korumasızdır çünkü devlet, tarafsızlık görüntüsüne rağmen, kaçınılmaz olarak dilini kullandığı, tarihini öğrettiği ve kültürel ve dini pratiklerinin kamusal hayatta gözetildiği bir hakim kültür ile ittifak halindedir.

Sayfa 364

İdeolojilerin Sonu mu?

Aslında, ideoloji insanlara kendilerinden daha kapsamlı olan bir şeye inanmaları için bir sebep sunmaktadır çünkü insanların kişisel öyküleri ancak daha geniş bir tarihi anlatı içine yerleştirildikleri takdirde bir anlam ifade etmektedirler.

Bundan ötürü, ideoloji-sonrası bir çağ, umudu ve vizyonu olmayan bir çağ olacaktır.

Bu, hem soldaki hem de sağdaki partilerin kendi ideolojik köklerinden koptukça kendi amaçlarını ve yönlerini kaybettikleri, üyelerine ve destekçilerine bir duygusal bağlılık zemini sunmayı beceremedikleri modern ‘ideolojiden arındırılmış’ parti siyasetinde açıktır. Partiler, umutlardan veya hayallerden çok ‘ürünleri’ (liderleri veya politikaları) satma noktasına geldikçe, parti üyeliği ile seçmen oyunun ikisi de azalmakta ve siyasetçilerin ‘vizyon konusu’na yeniden angaje olmak bakımından artan bir çaresizlik içine düşmektedirler.

Başka bir sebeple olmasa da, bundan ötürü siyasi ideoloji, devam eden ve sonu gelmeyen bir sürece yazgılıdır.

Sayfa 388

--

--