Siyer Notları — Şaban ÖZ

Samet Onur
46 min readMay 20, 2021

--

Şaban Öz’ün Facebook’taki Siyer Araştırmaları grubunda haftalardır konu konu paylaştığını notlar. (Tamamlandı.)

SA: Haftanın Konusu İslam Öncesi Arap Dini:

  • Amr b. Luhay’a, putçuluğu getiren değil de put getiren olarak bakmak daha doğru olacaktır.
  • Araplarda şirkin dış kaynaklı olmaktan çok hayatın doğal akışı içerisinde ortaya çıktığı daha makul görünmektedir.
  • Putların yıldızları temsil ettiği pek kabul gören bir görüş değildir.Arap şirki, Helen şirkinden farklıdır.
  • Araplarda büyük yaratıcıya ortak koşmaktan çok aracı koşmak söz konusudur.
  • Araplar arasında dinsiz olanlar, Sabii, Hıristiyan ve Yahudi olanlar da vardı.
  • Araplarda din adamı yoktur. Kahin din adamı değildir.
  • Araplar çoktanrılı bir dine sahip oldukları için bütün dinlere ayrı bir hoşgörü göstermişlerdir. Arapların menfaat için putlara tapındığı tam bir şehir efsanesidir. Adamlar dinleri için savaşa tutuşuyor, daha ne yapsınlar?
  • Araplarda putlara nisbet edilen isimler oldukça yaygındır.
  • Zeyd b. Amr b. Nüfeyl ile özdeşleşmekle birlikte İslam öncesi Hanifler diye bir dinden ve hatta dini gruptan bahsetmek çok zor. Kur’an’daki hanif kelimesinin muvahhid olduğu unutulmamalı.
  • Arapların dini karma bir dindi. Putperestlik ile tevhidi dinin bir karması gibi. Bir tarafta Kabe, hac, Allah var diğer tarafta putlar var. Araplarda ahiret inancı olup olmadığı konusu tartışmalıdır. Sanırım bu konuda adamların kafası karışık gibi. Yeknesak bir yapı yok. O yüzden tek bir uygulamayı alıp bakın Arapların dininde bu var demeyin. Adam bireysel takılıyor olabilir. İslam öncesi Araplarında namaz vardı falan diyenlerin gazına gelmeyin. Kabe’nin kutsiyetini kabul edenler olduğu gibi etmeyenler de vardı. Dış kaynaklı putlar da var. Bir sürü dini gelenek görenekleri var, putlara adamak gibi falan. Ancak insan kurbanı pek (aslında ben hiç görmedim) yok. Hayvanları daha çok adıyorlar, serbest bırakıyorlar, kurban ediyorlar. Put imalatında (yine benim bildiğim) tek isim dikkat çekiyor; İkrime b. Ebi Cehil.
  • Putların içerisinde cin (sahip) olduğu inancı yaygın. Hatta Hz. Peygamber döneminde putlar yıkılınca içinden cinlerin çıktığına dair rivayetler bu inancın bir yansıması gibi.

[Not: Birinci haftanın konusu; İslam Öncesi Arap Dini idi ve bitti. İkinci haftanın konusu genel olarak Cahiliye (âdet, uygulama, kadın, toplum, insan, ticaret). ]

SA: Haftanın Konusu: Cahiliye

  • Cahiliye tanımlaması dinî bir tanımlamadır. Yoksa bu adamlar okuma yazma bilmiyor veya hesap kitap bilmiyor, mağarada yaşıyor demek değildir.
  • Kureyş, din ile ticareti birleştirmiş ve “ilaf” denilen anlaşmalar yapmıştır. Kabileleri de bu anlaşmaya dâhil ederek onların mallarını taşıma karşılığı dokunulmazlık ve komisyon almıştır. Ciranullah olmaları da bu konuda işlerini kolaylaştırmıştır.
  • Kureyş’te okuma yazma yeterli düzeyde vardı. Şiirleri duvara asmaları (herhalde 17 kişi için asmıyorlardı); Bedir’de fidye ödeyemeyenlerin dahi okuma yazma bilmesi ve hepsinden önemlisi Kur’an’ın kağıda, yazıya, mürekkebe çok fazla referansı Mekke’de okuma yazma oranının çok daha fazla olduğunu gösterir. Bu, Hz. Peygamber okuma yazma biliyordu demek değildir, çünkü bilmiyordu.
  • Edebi zevkleri oldukça gelişmişti; özellikle şiir. Araplar şiirle övünür, şiirle intikam alır, o yüzden kabilelerin reisten sonraki en önemli adamı kabile şairidir.
  • Arap köleliği sözleşmeli çalışma sistemi gibidir. Köle sahibine ödeme yapar, ticaretle uğraşır, evlenir, istediğinde özgürlük anlaşması yapar, özgür kalınca da isterse kabilede kalmaya devam eder. Bu Araplarda kölelik güzeldi demek değildir. İslamiyet bu sistemi kaldırmamış ahlakî ve hukukî bir boyuta çekmiştir. [İslamiyet köleliği kaldırmıştır türü söylemler tarihî realite uyuşmuyor; o yüzden bugünün değer yargılarıyla atıp tutmamak lazım]
  • Arap kadını zannedildiğinden daha özgür bir kimliğe sahipti.
  • Kabilecilik bütün bir kabilenin tek bir üye gibi davranması halidir. Bir şahıs nasıl davranırsa (korur, savaşır vs.) bütün kabile de öyle davranır (haklı iken de haksız iken de kardeşine yardım etme durumu). Kureyş, içe kapalı bir kabile değildi.
  • Eyyâmu’l-Arab; Arap savaşları demektir. Kabileler veya Arapların Rum veya Sasanilerle yaptıkları savaşları ifade eder.Ficar Savaşları, Haram aylarda yapılan savaşlar olduğu için böyle tanımlanmışlardır.

[Not: Murat Yavuz’un her hafta bir konu belirleyip onunla ilgili önde gelen bilgileri paylaşma önerisi üzerine başlamıştık. Faydalı olup olmadığını haliyle bilmiyorum ama sevgili arkadaşlar ben kölelikle ilgili bir paylaşım yapınca gelip altına “ne yani farklı olunca güzel mi oluyor” türü zeka sınırlarını zorlayan yorumlar yapmak veya benim dediğimle hiç alakası olmayan çıkarımlarda bulunmak takdir edersiniz ki yoruyor. Bu ülkede laf anlatmak, bu kadar zor olmasa gerekti. Önümüzdeki haftanın konusu “Mevlidu’l-Nebi”!]

SA: Haftanın Konusu-Mevlidu’n-Nebi:

  • Hz. Peygamber’in doğumunda gerçekleştiği iddia edilen; annesinden Şam/Busrâ saraylarını aydınlatan bir nurun çıktığı, putların devrildiği, Ahmed yıldızının doğduğu, Mecusilerin ateşinin söndüğü, Suva gölünün suyunun çekildiği yolundaki rivayetlerle, doğunca konuştuğu, parmağını işaret ettiği vs. şeklindeki rivayetlerin asılsız olduğunu biliyor muydunuz?
  • Hz. Peygamber’in babasında asırlardır aktarılan bir nur olduğu ve annesine geçtiği Resulullah’ın doğumuyla çıktığı vs. şeklindeki rivayetlerin bir gerçekliği yoktur.
  • Hz. Peygamber’in babası ile develer arasında Hübel’in önünde on defa üst üste Abdullah’a sonra üç defa üst üste develere çıkmasının konu edildiği rivayet uydurmadır. Kur’a çekimi varsa bu bir seferde olmuştur (bkz. Belâzurî).
  • Hz. Peygamber’in babası Abdullah’la develer arasında Hubel’in önünde çekilen kurayı anlatan, aslında Hubel’e bir güç atfeden ve içeriğini 10 defa kuranın üst üste Abdullah’a çıktıktan sonra 3 defa da üst üste develere çıkmasını konu alan rivayetin uydurma olduğunu biliyor muydunuz?
  • Hz. Peygamber’in babasının mezarı Medine’dedir.
  • Hz. Peygamber’in doğumu gün, ay, yıl şeklinde mutlak anlamda bilinmemektedir. Bugün dahi insanların doğum tarihleri tam olarak bilinmezken üstelik o toplumda bunu bilmek imkansızdır.
  • Hz. Peygamber’in doğumunda olduğu aktarılan putların yüzüstü kapanması, yıldız doğması, mecusilerin ateşinin sönmesi vs. şeklindeki rivayetler uydurmadır. Dahası Hz. Peygamber’in hayatında bir karşılığı da yoktur.
  • Doğumu esnasında konuştuğu, parmağını yukarı kaldırarak “ümmetim, ümmetim” dediği vs. şeklindeki haberler uydurmadır.
  • Süleyman Çelebi’nin mevlidinde anlattığı unsurlar edebî metinlerdir. Tarihi gerçeklik aranmaz veya tarih metodolojisiyle değerlendirilmezler.
  • “Muhammed” adının nasıl konulduğuyla ilgili farklı rivayetler vardır. Ancak rüya motifi burada dikkat çekicidir. O toplumda “Muhammed” isminin yaygın olmadığını da düşündüğümüzde ilahi bir yönlendirmenin olması o kadar da imkansız veya şaşırtıcı değildir.
  • Yahudilerin onu öldürmek için sağa sola adamlar gönderdiğine dair rivayet ve anlatılar uydurmadır.
  • Hz. Peygamber’in doğum tarihi konusunda 569, 570, 571 şeklinde tarihler vardır. Hz. Peygamber’in vefat yaşının hicri takvime göre 63 olduğu gözden kaçırılmamalıdır.

Not: Bir sonraki haftanın konusu: Hz. Peygamber’in Çocukluğu. Not-2: Soru-cevap yapmıyoruz.

SA: Haftanın Konusu: Hz. Peygamber’in Çocukluğu:

  • Arapların kız çocuklarını süt anneye vermediklerini, kadınların kocalarıyla rahat ilgilensinler diye çocuklarını veriyorlardı şeklindeki bir çıkarımın modern yaşam tarzının tarihe ihale edilmesi demek olduğunu, süt anneye verme geleneğinde; Arapça’yı iyi konuşmanın diğer gerekçelerden (gürbüz olması, sağlıklı olması gibi) daha ağır bastığını biliyor muydunuz?
  • Araplarda süt anneye verme geleneği sadece sağlıkla ilgili değildi. Hele bazılarının dediği gibi, kadınlar kocalarıyla daha çok ilgilensinler diye hiç değildi. Çocuklar Arapça’yı düzgün konuşsunlar faktörü de en az sağlık kadar önemliydi.
  • Hz. Peygamber’in göğsünün yarılıp ondan şeytanın nasibi olan bir et parçasının çıkartılıp alınması rivayeti uydurmadır. İnşirah suresiyle bir alakası yoktur.
  • Hz. Peygamber’in amcası Ebu Tâlib ile beraber Busra’ya yolculuk yaptığı esnada oradaki rahibin kendisinin ileride peygamber olacağını haber veren rivayet uydurmadır. Ümmetin papaz sevdası ve ezikliği hiç bitmediği için bugün dahi aynı uydurma tekrarlanır. Elin gavuru da bu rivayeti alır ve der ki, “Muhammed’e İslam’ı bir papaz öğretti” Bu sefer rahip Bahira kıssasına uydurma diyenleri taşlayan ümmet yine başlar bunlara ne diye cevap vermiyorsunuz diye! Hikaye uzar gider… Kur’an, “bilmezdin, ummazdın” diyor! Tercih sizin papazın haber verdiğini konu alan rivayet mi Kur’an mı?
  • Hz. Peygamber’in Busra’da Rahip Bahira’ya görüşmediğini, böyle bir görüşmenin hiçbir surette gerçekleşmediğini söz konusu rivayetin tamamen bir kurgu olduğunu biliyor muydunuz?
  • Diğer arkadaşlar için; “Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin.” (Şura, 52); “bu kitabın sana vahyolunacağını bilmezdin” (Kasas, 86). Rivayetin ayrıntılarındaki bulut öğesi, ağacın gölgesi, Ebu Talib’in olduğu yerde geri bırakılması yani yemeğe götürülmemesi, sonraki dönemde kullanılmaması, bulutun ortadan kaybolması, Zehebi’deki Ebu Bekr ve Bilal’le beraber geri gönderdi ibaresi, senedin münkatı olması vs. vs. vs. hepsini bir tarafa bıraksak dahi söz konusu rivayette Bahira’nın bunu haber vermesi ile yukarıdaki ayetler arasındaki çelişki net bir şekilde ortadadır. Ha birileri derse ki evet ben papazın dediğine inanıyorum, Kur’an böyle demiş ama… ben de diyorum ki, sizin dininiz size benim dinim banadır! (Not: düşünce ve düşünceyi ifade hürriyeti edepsizlik hürriyeti değildir) Allah’a emanet olun.
  • Hz. Peygamber okuma yazma bilmiyordu. Bilmeme sebebi de yine bazılarının “Mekke’de okul olmadığı için” veya “kimsesiz olduğu için” değildir. Şahsi kanaatim Allah tarafından engellendiği yönündedir. Bugün bazılarının sonradan öğrendiğini iddialarına da katılmıyorum haliyle ama burada uzatmayalım.
  • Hz. Peygamber’i gölgelediği iddia edilen bulut hikayesi de uydurmadır. Tam işe yarayacağı sırada ortadan kaybolması ise ne hikmetse hep görmezden gelinmiştir.
  • Hz. Peygamber’in çocukluğunda kendisini gölgelendirdiği iddia edilen “bulut” anlatılarının aslının olmadığını, bu bulutun tam da lazım olacağı seriyye ve gazvelerde ortada görünmediğini, Kur’ân’da “bulut gölgeleri içerisinde Allah’ın ve melekelerin gelmesinden başka bir şey beklemiyorlar, bu durumda ise iş bitmiş olur” (2/Bakara, 209) ayetinin bunun muhaliyetine işaret ettiğini, Tevrat’ta Rabb’in bulut içerisinde yolculuk yaptığına, İncil’de ise İsa’nın yine bulut içerisinde peygamberlerle görüştüğüne dair anlatılar olduğunu, muhtemelen bu bulut hikayelerinin de oradan adaptasyonla alındığını biliyor muydunuz?
  • Hz. Peygamber çocukken peygamber değildi.
  • Annesiyle beraber Medine’ye gitmiş, dönüşte Ebva’da annesi vefat etmiştir.
  • Hz. Peygamber’in anne ve babası “ilahi çağrıya muhatap olmamış” fetret devri insanlarıdır. Onların cehennemlik olduğunu iddia eden rivayetler zındık uydurması olduğu gibi, sonradan annesinin mezardan kalkıp Müslüman olduğunu anlatan rivayetler de takdir edileceği üzere bu algının bir yansımasıdır, uydurmadır. Allah “uyarıcı göndermemiş” “uyarıcı ile muhatap olmamış” ümmetlere sorumluluk yüklememiştir.
  • Her yaşta olduğu gibi çok çocukken çok güzeldi. Sevdiklerini kaybetmeye çocukluğunda başlamıştı.

[Not: Tekrar belirtiyorum, soru-cevap yapmıyoruz; burada yazdıklarımla ilgili geniş bilgi için Mevzu Haberlerin Tarihi Değeri, Farklı Siyer’i Okumak ve Siyer Soruları isimli kitaplara bakabilirsiniz. Hocam biz bunları duymadık türü itirazlara insaf diyorum, ne yapayım yani sizin duymamanızın sorumluluğu da mı bana ait? Veya siz duymadınız diye yok mu?][Not-2: Önümüzdeki haftanın konusu; Hz. Peygamber’in Gençliği]

SA: Haftanın Konusu: Hz. Peygamber’in Gençliği:

  • Hz. Peygamber, peygamber olacağını bilmiyordu. Ama Allah göndereceği peygamberini o makama hazırlıyor, o makam için onu koruyor, gözetiyordu.
  • Haceru’l-Esved’in yerine konulması konusunda Kureyş’in neredeyse iç çatışmalara düşecek olmasını Hz. Peygamber’in bulduğu çözüm engellemiştir. Bu olay ayrıca Hz. Peygamber’in toplumdaki yerini ifade açısından da önemlidir. Hz. Peygamber, kendi kabilesini tercih etmiş değildir.
  • Bazı yorumcuların yazdığı gibi, Hz. Peygamber 40 yaşına ulaşınca toplumdaki olumsuzlukları düzeltmek için düşüncelere dalıyordu… türü bir yaklaşım esasen kabul edilebilir değildir. Bunun gideceği yer, tövbe haşa “Hz. Peygamber bir şeyler yapmak istiyordu en sonunda peygamberlik yapmaya karar verdi” şeklindedir. Cumhuriyet dönemi tarih kitabında da neredeyse aynı satırlar var. Hz. Peygamber’in toplumdan uzaklaşması ilahî bir yönlendirme iledir. Bir nevi vahye hazırlık süreci…
  • Hz. Peygamber’in nübüvvet öncesi dinine dair gelen güya kendisinin de “Uzza’ya boz bir koç kurban ettiğini” konu alan rivayet İbnu’l-Kelbi’de geçer ve bildiğiniz zındık uydurmasıdır. Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde geçen “Ben Uzza’ya tapmadım, tapmam da” rivayetini bırakıp bunu kabul etmek ise ayrı bir tuhaflıktır.
  • Hz. Peygamber’in hanif olduğu iddiası da geçersizdir. Hanif listelerinde herhangi bir şekilde ismi geçmez. Son dönem modern bazı kayıtlarda vardır ki, niyet de esasen bellidir.
  • Hz. Peygamber nübüvvet öncesinde herhangi bir din arayışına da girmiş değildir. Hıristiyan veya Yahudi de değildir. Kısacası Hz. Peygamber’in nübüvvet öncesi herhangi bir dine bağlılığı veya yakınlığı veya ilgisi yoktu.
  • Onun putlardan nefret ettiğine dair rivayetlere de çekince koyduğumuzu ifade edelim. Kısacası tahannüs dönemi hariç Hz. Peygamber’in gündeminde din ve dini inançlar yoktu.
  • Hz. Peygamber’in Uzza’ya boz bir koç kurban ettiğini konu alan rivâyet Zındık uydurmasıdır. (Not: İbnu’l-Kelbî’de bu rivâyet geçer ve onu esas alanların Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde geçen ve Hz. Peygamber’in Hatice’ye dediği, “Ben Uzza’ya asla tapmadım, tapmam da” rivayetinin gündeme alınmaması dikkat çekicidir.)
  • Hz. Peygamber’in Hz. Hatice ile servetini güya İslam’a hizmet için kullanmak amacıyla evlendiği şeklinde yorum yapmak tam bir gerzeklik ifadesidir. Daha nübüvvet gelmeden 15 yıl önce İslam için Hz. Peygamber para hesabı mı yapmış? Dahası Hz. Peygamber’in servet için yaptığı evlilik iddiası vs. Hepsi ahlak sınırlarını zorlayan ve güya Hz. Peygamber’in illa da bir sebebe bağlı olarak evlilik yaptığı kabulünü izah çabasının ürünleridir. Hz. Peygamber Hz. Hatice annemizi sevmiş hem de çok sevmiştir.
  • Hz. Peygamber, Hz. Hatice ile evlendiğinde kendisi 25 Hz. Hatice de 28 yaşındaydı. 40 yaşında olduğu rivayetinin sahiplenmesinin arkasında ciddi psikolojik etmenler olduğu kanaatindeyim.
  • Hz. Hatice’nin Hz. Peygamber’le evlendiğinde 28 yaşında olduğunda dair bir rivayetin olduğunu (İbn Sa’d, VIII, 17) ve onun 40 yaşında olduğunu söyleyen rivayete göre daha tercih sebebi olduğunu biliyor muydunuz?
  • Allah onu cahiliyyenin her türlü pisliğinden korumuştur. Bu yüzden putlara tapmamıştır, cahiliye eğlencelerine katılmamıştır.
  • Ticaret yolculuklarına çıkmıştır. Ancak bunlar bağımsız ticari kervanlardan çok ya amcalarıyla beraber ya da ücretli kervan yolculuklardır.

Not: Önümüzdeki haftanın konusu Siyer Kaynakları.

SA: Haftanın Konusu: Siyer Kaynakları:

  • Kur’ân’ın Yazı Malzemesi: 1. Parşomen diye bir şey duydunuz mu? 2. Kur’ân’da kaleme, kağıda, mürekkebe yapılan göndermelerin sayısını biliyor musunuz? 3. Ticaretle uğraşan bir kavim senetlerini, borçlarını kemiklere mi yazıyordu? 4. Kırtâs-Karâtîs kelimelerini hiç duydunuz mu? 5. Kur’ân’ın Mekke döneminde inen ayetlerinin kemiklere taşlara yazıldığını bir düşünün ve bunların Medine’ye nasıl taşındığını ekleyin! 6. Taşlara yazı yazmanın nasıl olduğu hakkında bir fikri olan var mı?
  • Bir şahsiyetin/bir milletin tarihini araştırmak için dil/dillerini ve takvim sistemlerini iyi bilmek gerektiğini, dil ve takvim sistemlerini bilmeden tarihçilik yapılamayacağını biliyor muydunuz? Mesela; Arapların leyletü’l-Cum’a ifadesinin Türkçe karşılığının “Cuma gecesi” olduğu ama Araplarda takvim sisteminin ay’a bağlı olduğu için geceden başladığı ve Leyletü’l-Cuma’nın Cuma güneş batımından sonraki zaman dilimini değil, Perşembe günü güneş batımından sonraki zaman dilimini kapsadığını bilmek gibi. (Ülkemizde de Cuma gecesi kavramı Araplardaki gibidir)
  • Hz. Peygamber adına birçok grubun yalan uydurduğunu bunların arasında en zararlılarının Zındıklar olduğunu, kaynaklarda zındık uydurması olarak iki üç rivayetin konu edildiğini oysa, yine aynı kaynaklarda zındıkların uydurdukları hadis sayısı olarak binlerden bahsedildiğini biliyor muydunuz?
  • Siyer kitaplarının hadis kitapları (sahihler) gibi olmadığını ve içerisinde sadece sahih haberlerin olduğu gibi bir iddiayı hiçbir siyer müellifi tarafından dile getirilmediğini, alan dışı araştırmacıların en sık yaptığı hatanın da “İbn İshâk’ta geçiyor” olmasını delil olarak getirmeleri olduğunu biliyor muydunuz?
  • Siyer yıllarca sözlü olarak mı geldi?/: İslâmî literatürün yıllarca (hatta bazıları iki asırdan söz etmektedir) sözlü olarak (yani şifahî) kulaktan kulağa aktarılarak geldiği şeklindeki iddia ilim tarihinin en büyük YALANIDIR! Hz. Peygamber döneminde 80 civarında sahabenin sahifelere (yazılı metinler) sahip olduklarını göz önünde bulundurursak sahabe ve tabiin dönemindeki yazmaya dair nakilleri de hesaba katarsak, bu YALANın boyutları hakkında da bir fikir sahibi oluruz. Sonuç; Tabiîn döneminden itibaren siyer/hadis metinlerinin neredeyse tamamı yazılı olarak gelmiştir. Ancak bunların risalelere dönüşmesi, bir araya toplanması ve en sonunda telif kitaplar haline gelmesi zaman almıştır…
  • Çağdaş olan âlimlerin birbirleri haklarındaki cerhleri kabul edilmemiştir. İmam Malik’in İbn İshak’ı cerhinde olduğu gibi. Tabi âlimlerimizin birbirleri hakkında bazen ağır kaçan ifadelerini değerlendirirken insan faktörünü de unutmamız gerekir.
  • Kadınlar arasında da siyer ravileri olduğu gibi, bunlar bilgilerini, duyduklarını, kendilerine ulaşan haberleri aktarmışlardır.
  • Siyercilerimizin amacı olaya, muhaddislerimizin amacı sözün kaynağına ulaşmaktır. Bu yüzden de usulleri birbirinden farklıdır.Muhaddislerimizin İbn İshak ve Vakıdî gibi isimleri, ehl-i kitaptan haber naklettikleri için cerh etmelerinin bir karşılığı yoktur. Unutmamak gerekir ki, siyer âlimleri Yahudilerden veya Hıristiyanlardan dine taalluk eden bilgiler değil, kendi tarihlerine dair, veya Resulullah ile yaşadıklarına dair bilgiler almışlardır. Bu da İslam tarihçiliğinin övünçleri arasındadır. Takdir edilmesi gerekirken cerh etmek de ayıp olmuştur.
  • Vakıdi, eserlerinde İbn İshak’ı zikretmez. Ama bir iki kalem oyunu ile onun haberlerini aldığı kanaatindeyim. Vakıdi’ye atfedilen eserlerin birçoğu İbn Sa’d’ın Tabakât’ındadır.
  • Hadis, Tefsir gibi kaynaklar da Siyer’in kaynakları arasındadır.
  • Modern çalışmalar kaynak değildir. Bir rivayetin kaynağı olarak Şaban Öz, Siyer’e Giriş’i veremezsiniz.
  • Siyer kaynaklarında ekol değil, dönem vardır.
  • Urve b. ez-Zübeyr, İbn Şihâb ez-Zührî, Musa b. Ukbe’nin risale ve kitapları yeniden inşa edilmiştir.
  • İbn İshak’ın Sire’si, nüshasının bir bölümüdür.
  • İbn Hişam’ın eseri, İbn İshak’ın eserinin muhtasarı nitelindedir. Ebu Ma’şer’in eseri kayıptır. Ma’mer’in eseri Cami’sindedir. Vakıdî’nin eserlerinin tamamına yakını İbn Sa’dın eserindedir. (teknik bir mesele)Kaynak bilgisi olmadan siyerci olunamaz.
  • Bir rivayetin bu kitaplardan herhangi birinde geçmesinin bir anlamı yoktur. O rivayetin işlenilmesi, üzerinde çalışılması, tenkit işlemi yapılması gerekir. Tenkit yapmak, kötü bir şey değildir. Sahih metinlere ulaşmanın tek yoludur. Birilerinin tenkit denilince gözlerinin dönmesi ticari kaygıdan mütevellittir. Siyer müelliflerimizi, tenkit yapmamakla suçlamak az biraz cehalet neticesidir. Hiçbir siyer âlimi eserine sadece sahih olanları aldığı iddiasında bulunmamışlardır. Bilakis onlar ulaştıklarını almışlardır. Derseniz ki, niye yapmamışlar? İnsaf deriz, onlar haberlerin kaybolmasının önüne geçerek tarihî görevlerini yerine getirmişlerdir, e bir zahmet sen de bir işe yara değil mi?
  • Siyer ravi ve âlimlerimizin saraydan caize veya maaş aldıklarını dile getirerek onların haber tahrif ettiklerini söylemek, buz gibi iftiradır. Madem onlar ödül veya maaş aldılar diye satılık oluyorlarsa kendilerinin ne olduklarını da ayrıca sorgulamak gerekir. Bildiğim kadarıyla fotosentezle yaşamını idame ettiren kimse yok. Hele hele maaş almayan akademisyen hiç yok! Ne demiştik, cehalet ötesi ahmaklık!
  • İlk eserler Abbasiler zamanında telif edilmiştir. Ama başlangıç, risaleler ve cem dönemleri Emeviler zamanında olmuştur. Emevileri tamamen telif asrının dışına atmak pek sağlıklı bir yaklaşım olmayacaktır.
  • Bin birinci kez tekrar edeyim; İslamî rivayetlerin asırlarca sözlü geldiği safsatadır. Mitolojidir, şehir efsanesidir, uydurmadır, yalandır, masaldır, saçmalıktır! İslamî rivayetlere hakim olan nakil yöntemi kitabet yani yazıdır! Artık kulaktan kulağa asırlarca gelmiş nasıl sahih kalabilir ki diyen zır cahillerin sözüne itibar etmezsiniz değil mi demek isterdim de… Biz cahil seviyorduk değil mi?
  • Siyer’in ilk kaynağı Kur’an’dır. Kur’an, Siyer haberlerini değerlendirmede ana ölçü konumundadır. Kuran’ın Hz. Peygamber hakkında verdiği bir ihbarın rivayetler tarafından (velev ki milyon tane olsa da) değiştirilme imkanı yoktur.

[Not-1: Katılmadığınız yer, farklı düşündüğünüz yer, anlamadığınız yer, itiraz ettiğiniz yer tabi ki olabilir. İlla da ayrıntı, izah, örnek isterseniz Şaban Öz, İlk Siyer Kaynakları ve Müellifleri, İsar Vakfı Yay., İstanbul 2008. büyük boy-508 s. yalnız birazcık pahalı ve sanırım neredeyse satışı kalmadı] [Not-2: Önümüzdeki haftanın konusu: Nübüvvet (Peygamberlik)]

SA: Haftanın Konusu: Nübüvvet:

  • Nübüvvet makamının sahibi Allah’tır. Dilediğini peygamber olarak görevlendirir.
  • Nübüvvet hak edilmez, verilir. Allah, peygamberini kura ile belirlemez. O makama göre yetiştirir, donatır, hazırlar, korur.
  • Hz. Peygamber’in nübüvvet öncesinde ne hanif ne de müşrik olmadığını, hiçbir dine mensubiyeti bulunmadığını, putlara tapmadığı gibi tevhid inancına da sahip olmadığını, putlara kurban kestiği veya put bayramlarına iştirak ettiği veya çocuklarına put nispetli isimler koyduğunu konu alan rivayetlerin zındık uydurması olduğunu biliyor muydunuz?
  • Mucize, nübüvvetin bir şartı değildir.
  • Bir peygambere mucize verilmesi veya bir peygamberin mucize sahibi olması onun modelliğine mani olmadığını, mucize sahibi İbrahim (as) ve İsa (as)’ın mucizeleri olmakla beraber Kur’an’da “model” olarak zikredildiklerini, beşerüstü kimlik kavramının birilerinin ağzında heder edildiğini biliyor muydunuz?
  • İbrahimî dinler algısı, diğer bölgeleri dışlamayı gerektirmemelidir.
  • Allah, uyarıcı göndermediği toplulukları sorumlu tutmayacağını vaat etmiştir. Allah, vaadini çiğnemez.
  • İnkar, iman, hicret, işkence gibi ortak nebevi gelenek vardır.
  • Hz. Peygamber, nübüvvet zincirinin son halkasıdır.
  • İman edenlerin davranışları gibi inkar edenlerin davranışları da birbirine benzer. Ortak argümanlar geliştirirler.
  • Peygambersiz bir yaratıcıya “belki” ulaşılabilir, ama o yaratıcının Allah olduğu ancak nübüvvetle bilinir.
  • Kur’ân’ı Peygambersiz anlama çabası, Kur’ân’ın Allah’ı olma uğraşısının zavallıca bir tezahürüdür.
  • Peygamberler gelen vahyi gizleyemezler. Peygamberlerin görevi ancak uyarı (tebliğ)dir. Cezalandırma, mükafatlandırma Allah’ın elindedir.
  • Peygamberlerin teşri (hüküm koyma) yetkileri vardır. O yüzden Allah, onlara itaati kendisiyle birlikte zikreder.
  • Hz. Peygamber, Allah’ın gözetimi altındadır. Emir ve yasakları Allah’ın onayı (veya reddi) dâhilindedir. Allah ve Peygamber’i bir şeye hükmettiği zaman inananlar için artık itaat etmekten başka bir seçenek yoktur. Elçi’ye burun kıvırmak müşrik, münafık, ehl-i kitap davranışıdır! Müslüman’ın değil.
  • Her Peygamber kendi döneminin insanıdır. Onları bugüne getirmek prensipler çerçevesinde olur. Şıhlar, veliler, hocalar Peygamberlerden üstün olamazlar. Bunu iddia etmek, buna inanmak küfürdür.

Not-1: Her hafta olduğu gibi yine tekrar edeyim; soru-cevap yapmıyoruz. Not-2: Zaten uzun olduğu için ayrıca izah etmeye gerek olmadığı kanaatindeyim. Not-3: Önümüzdeki haftanın konusu: Vahiy.

SA: Haftanın Konusu: Vahiy:

  • Allah doğrudan veya bir elçi (melek) aracılığıyla veya rüya ile Peygamberleriyle iletişime geçer.
  • Kur’an vahyi, şifahi (sözlü) değil kitabidir. “Sözdü metinleşti” sadece bir iddiadır. Kur’an’ın hem anlamı, hem metni Allah’tandır!
  • Hz. Peygamber, vahye Allah tarafından hazırlanmıştır (tahannüs veya uzlet dönemi).
  • İlk vahyin gelmesiyle ilgili iki farklı rivayet vardır. Birinde şaşırma/korku diğerinde arz-kabul vardır.
  • Kur’an dışı vahiy vardır. Allah, peygamber iletişimi Kur’an ile sınırlı değildir.
  • Hz. Peygamber, toplumsal sorunlara çare aramak için Hira’ya çekilmemiştir. Vahiy onu çağırmıştır.
  • Vahyin kesilmesinin (Fetretu’l-Vahy) üç yıl olduğunu söyleyenler ya vahyin ya yılın ne olduğunu bilmiyordur.
  • İlk vahiyden sonra Hz. Peygamber’in intihar etmeyi düşündüğü, dağ yamaçlarına çıktığı haberi uydurmadır.
  • İlk nazil olan sure konusunda ihtilaf vardır. İlk ayetler konusunda (Alak, 1–5) ihtilaf yoktur.
  • Hz. Peygamber, vahyi beklemiyordu. Papaz onun peygamber olacağını söylememişti.
  • Hz. Hatice’nin Hz. Peygamber’i Varaka’ya götürmesi ve Varaka’nın onun nübüvvetini haber vermesi rivayeti uydurmadır!
  • Varaka’nın kavminin Nebi’yi çıkartacağı şeklindeki ihbarını konu alan rivayet uydurmadır. Aynı şekilde o gün yaşarsam sana yardım ederim dediği anlatılan Varaka’nın iman etmemesi dikkat çekicidir.
  • İlk vahiylerde geçen “İkra” emrinin “bildir” anlamı taşıdığı da “güçlü” bir şekilde belirtilmiştir.
  • Vahyin dış gerçekliğinin olmadığını iddia etmek, vahye gavursu bakmaktır.
  • Kur’an, kıssaları haktır! Tartışılacak bir konu da değildir.
  • Kur’an’da nesih yoktur. Allah’ın Kitabı’nda tövbe haşa boş gereksiz söz de yoktur!
  • Sayılara uymuyor diye vahyi inkar etmek ayrı bir ahmaklıktır!
  • Vahye şeytan, cin veya insan müdahale edemez. Garanik kıssası pis bir zındık uydurmasıdır.
  • Kur’an vahyi eşsizdir! Mucizdir!

Not: Önümüzdeki Haftanın Konusu: Mekke Dönemi.

SA: Haftanın Konusu/Mekke Dönemi:

  • İslâmiyet geldiği zaman Mekke’de sadece 17 kişinin okuma yazma bildiği şeklindeki bilginin tamamen hurafe olduğunu, ticaretle uğraşan, dışarıyla güçlü bağları olan bir toplumda bu kadar az sayıda insanın okuma yazma bilmesinin imkânsız olduğunu, Bedr’de dahi fidye veremeyecek olanların okuma yazma öğretmesi halinde serbest bırakılacağının ilanı dahi okuma yazmanın yaygın olduğunu gösterdiğini biliyor muydunuz? (Not: Bu cümleden kütüphanelerin olduğu, yoğun bir eğitim öğretim faaliyetinin olduğu gibi bir sonucun da çıkartılmaması gerektiğini?)
  • Gizli tebliğ dönemi; “aman kimseye söyleme” dönemi demek değildir: Çıkıp da alenen tebliğ edilmeme dönemidir. Yoksa unutmayın birinci inanmayan duyduklarını insanlara anlatır.
  • Hz. Peygamber, önce akrabalarını, sonra arkadaşlarını davet etmiştir: İnzar hâdisesi. Yemekte ve Ebu Kubeys’te olmak üzere iki inzar hadisesi vardır. Yemekteki inzar hadisesi oldukça problemlidir. Ama sahih bir rivayet üzerine eklemeler yapılan uydurma rivayet kategorisinde değerlendirilebilir.
  • Gizli davet dönemi 3 yıl falan sürmemiştir: Vahyin kesilmesi 3 yıl, gizli tebliğ 3 yıl e 2 yılda boykot var. Oldu mu; 8 yıl. Bunun 2 yılı da kabilelere arz diyelim. 10 Yıl. Mekke dönemi indi 2 yıla. Oldu mu? Olmadı. Ne vahyin kesilmesi üç yıl sürdü ne de gizli tebliğ dönemi.
  • Müşrikler ilk duyduklarında tepki göstermemişlerdir. (Anlama Dönemi).
  • Müşrikler menfaatleri kayboluyor diye İslam’a karşı çıkmış değillerdir: Şunu kabul edelim, müşrikler arasında da dindar, dininde samimi, dini yolunda savaşacak, can verecek müşrikler vardı.
  • Müşrikler dinlerinde samimiydi. Menfaat icabı müşrik değillerdi yani…
  • Mücadele Dönemi kavli (sözlü) ve fiili (fiziki) mücadele dönemi olarak ikiye ayrılabilir.
  • Müşriklerin talepleri mucize ve helak da yoğunlaşmıştır: İki de bir hadi mucize göster hadi bizi helak edip durmuşlardır. Kur’an’ın cevapları için Kur’an’a bakınız.
  • Müşriklerin İslam’a karşı çıkışta dile getirdikleri temel argümanları “birliğin kaybolması”dır.
  • Müşrikler uzlaşı girişimlerinde de bulunmuşlardır. Krallık teklifi, nöbetleşe din değişimi gibi: Tabi ilk teklifleri iyileştirmek sonra en zenginimiz yapalım en sonunda da dönüşümlü din. Aslında müşrikler (bireysel olarak) çok zeki insanlardı. Bir araya gelince dangalak dangalak işler yapıyorlardı. Hatırlayın Ebu Talib’e yeğenini değiştirmeyi teklif ettiler. Hani bu kadar da dangalaklık olur mu demeden duramıyor insan.
  • Tartışma, talep ve uzlaşı dönemlerinden sonra fiili mücadele (işkence) dönemi başlamıştır.
  • İslam’da ilk şehit kadındır: Aslında bunun üzerinde epeyce durmak lazım, ilk kabul eden, ilk şehit olan kadın. Ama gel gör ki, İslam’ın ve Aziz Peygamber’inin kadın düşmanı veya kadın dövme tarifleri yaptığının anlatılması…
  • Fiilî mücadele döneminde her aile kendi içlerinde Müslüman olanlara saldırmışlardır: Hani çağdaş bazı siyer kitaplarında atıp tutuyorlar ya, müşrikler Müslümanlara saldırmaya başladılar diye. Yok, bu işler o kadar kolay olmuyor. Herkes kendi kabilesinde Müslüman olanlara veya herhangi bir kabilesi olmayan insanlara saldırmışlardır. Sen gideceksin başka bir kabilenin Müslüman olmuş kölesine saldıracaksın, Ebu Leheb’in ölümünü düşünün…
  • Hz. Peygamber, kabilesinin koruması altına olmasına rağmen bir iki defa fiili saldırıya maruz kalmıştır: Üzerinde işkembe boşaltmak ve bir defada boğazını sıkmak şeklinde olmuş. Daha çok sözlü hakaret ve tacizler şeklinde saldırı olmaktaydı.
  • Toplumun her kesiminden İslamiyet’i kabul edenler çıkmıştır. Sadece zayıflar ve köleler değil…
  • İşkence ve zulümden dolayı dinlerinden dönenler olmuştur!
  • Habeş hicreti Medine hicretine kadar sürmüştür. 1., 2. Habeş hicreti tanımlaması yanlıştır: Şöyle de diyebiliriz 615–622 yılları arasında Habeş hicreti olmuş, karşılıklı geliş-gidişler gerçekleşmiştir.
  • Habeş hicretinden geri dönüşlerin sebebi uyum problemi ve özlemdir: Bir zındık başyapıtı olan Ğarânîk kıssası değil yani!
  • Hz. Hamza’nın Müslüman olması özellikle kabilesiz Müslümanlar açısından olumlu netice vermiştir.
  • İşkence gören Müslümanların kafasında Kur’an kimin kelamı diye bir soru hiç mi hiç olmadı: Azıcık düşünsenize, birinin yazdığı veya sinirlendiği için sövdüğü (tövbe haşa) bir kitap için insanlar ne diye işkencelere katlansınlar ki? Hadi inkar edenleri anlıyoruz da… Azıcık minnacık düşününce…
  • Müşriklerin temel argümanı da Kur’an’ın asla Allah sözü olmayacağıydı: Ne tuhaf birileri işi gücü bıraktı Kur’an’ın Allah kelamı olmayabileceği ve bunun da normal karşılanması gerektiğini anlatmaya başladı. Edep ya Hu! Bir de ilahiyatlar baskı altında sosunu ekleyince… Ayıptır ayıp!
  • Ebu Tâlib ve Hz. Hatice’nin vefat ettiği yıla “hüzün yılı” denilmektedir.
  • Kabileler bu meseleye Kureyş’in iç meselesi olarak bakmışlardır.
  • Kureyş, tanıma, tartışma ve mücadele döneminden sonra “yok sayma” dönemine geçmiştir.
  • Hz. Peygamber, Kureyş’ten ümidini kesince dışarıya yönelmiş, ilk olarak Sakif’e başvurmuştur.
  • Sakif de diğer kabileler de Kureyş’ten tırsmıştır! Hicaz’daki en zayıf şehir hariç: Yani Yesrib!
  • Yesrib’in, Hz. Peygamber’i kabulü izahında tarihçiler “Allah’ın onlara lütfu” derler. Adamlar haklı: Bunu cebri tarih yorumu olarak acizane isimlendirmiştim. Sadece bu değil, daha bunun gibi izah edilemeyen birçok konuda bu algının devreye girdiğini görürüz. Siyer-Tarih bilmeyen yeni dönem okeye dördüncü arar gibi “sallayanlar” da, bu “söylemin” (Kader-Allah’ın iradesine atıf) Emevi uydurması olduğunu söyler. Yok, artık komik değiller. Cehaletin de bir komedisi vardı. Maşallah her bir kötülüğü Emeviler, her bir güzelliği mutezile getirmiş. Bütün her bir şeyi de sünniler organize etmiş. Azıcık ceviz mi yeseler diyecem de, olay cevizi de anne sütünü de aşmış durumda!
  • Evs ve Hazrec’in Müslüman olmasında Yahudi tesiri yoktur!: Hani şu meşhur, Yahudilerin “son peygamberin çıkışı yaklaştı o gelince sizi keseceğiz” muhabbeti. Yok, Yesrib İslam’ın zuhurundan 10 yıl sonra duymuş değildir. Çok daha erken haberdar olmuşlardı. Neden madem Yahudilerin böyle bir beklentisi varsa on yıl beklediler? Değil mi ama?
  • Akabe Biatleri: Birincisinde savaş zikredilmemiştir! “Kadınlar Biati” denilir.
  • Akabe biati=İkincisinde koruma (savaş) sözü verilmiştir. Bedr’de bu maddenin coğrafi sınırı kaldırılmıştır.
  • Akabe Biatları: Yeni bir dönemin/devletin yasal zeminidir.

[Not-1: Ayrıntılar izahlar yorumlar tartışmalar ve tabi ki kaynaklar içini bkz. Şaban Öz, İslam Tarihi, Siyer Soruları, Elçi, Mevzu Haberlerin Tarihi Değeri, Farklı Siyer’i Okumak, Siyer’e Giriş, farklı makale ve tebliğlerimiz…] [Not-2: Bir sonraki konumuz inşallah Hicret]

SA: Haftanın Konusu: Hicret

  • İlk hicret edenler Musab b. Umeyr ve İbn Ümmi Mektum idi.
  • Abdullah b. ez-Zübeyr, annesinin karnında hicret etmiştir. (Medine’de muhacirlerden ilk doğan).
  • Bedeviler hicret ile sorumlu tutulmamışlar, onlar kabilelerinde bırakılmışlardır.
  • Mekke’de hapsedilenler haricinde herkes hicretle yükümlü tutulmuşlardır.
  • Fetihten sonra hicret yoktur.
  • Hz. Peygamber ilahi izinle hicrete çıkmıştır.
  • Son muhacir Mekke fetih ordusuna yolda katılan Abbas b. Abdilmuttalib’tir.
  • Sevr mağarasının ağzının örümcek ve güvercinle kapatıldığını anlatan rivayet uydurmadır.
  • Hicret, iltica değil, bir kuruluş beyannamesidir.
  • Yesriblilerin, Müslümanları kabul etmesi, Allah’ın onlara bir lütfudur.
  • Hz. Peygamber’e suikast için toplanılanlara toprak saçarak aralarından geçip gittiğini anlatan rivayet uydurmadır.
  • Hicrette talea’l-bedru şarkısının söylendiğini konu alan rivayetler uydurmadır.
  • Hicret, İslam’ın teoriden pratiğe geçtiği dönüm noktasıdır.
  • Hicret, Müslümanların toplumdan ümmet; azınlıktan devlet oldukları dönüm noktasıdır.
  • Hicret edenlere Muhacir denilir. Muhacirler farklı ailelerden Müslüman olan Kureyşlilerin ortak adıdır.
  • Muhacirleri kabul eden Medineli Müslümanlara Ensar (yardımcı) denilir. Medine’de müşrik Araplar da vardı.
  • Bedr’e kadar Ensar-Muhacir birbirine mirasçı olabilmekteydi.
  • Mekke’de zorla tutulanlar arasında dininden dönenler olmuştur.
  • Hz. Peygamber, “Peygamber olmasaydım, Ensardan biri olmak isterdim” demiştir.
  • Ensar, Muhacir kardeşliği tarihin gördüğü en büyük dayanışma hareketidir.
  • Ensar ve Ensar’ın çocukları Emeviler tarafından haksızlığa/zulme uğratılmışlardır. Yevmu’l-Harre…

Not: Önümüzdeki haftanın konusu Yesrib/Medine inş.

SA: Hz. Peygamber’in Hicretinde şunlar olmadı:

  • Hz. Peygamber’in hicreti esnasında mağarada güvercinin yuva yaptığı, örümceğin ağ ördüğü, yılanın Hz. Peygamber’i görmek için gizlendiği şeklindeki anlatıların asılsız olduğu gibi, hicretin en temel fonksiyonlarını unutturduğunu; Kuba’da karşılanırken söylendiği iddia edilen talâa’l-bedru şarkısının aslında Tebük dönüşü söylendiğini, Hz. Peygamber’in hicretinin bir sığınma değil, eş paydaşlarla birlikte yeni bir devletin “temel atma töreni” olduğunu biliyor muydunuz?
  1. Müşrikler, Hz. Peygamber’i evin penceresinden gözleyip yatağında biri yatıyor diye içeri girmemezlik etmediler.
  2. Hz. Peygamber, bir avuç toprak saçarak ve Yasîn suresini okuyarak müşriklerin arasından görünmez olup geçmedi.
  3. Hz. Peygamber ve Ebu Bekr, müşriklerin önünden koşarak kaçmadılar.
  4. Mağaranın önüne kadar müşrikler gelmedi.
  5. Örümcek mağaranın önüne ağ örmedi.
  6. Güvercin mağaranın önüne yuva yapmadı. Ağaç falan da büyümedi.
  7. Müşrikler gelmediği için bunlar yüzünden vazgeçmiş de olmadılar.
  8. Yılan, Hz. Peygamber’i görmek için delik açmadı. Hatta bir yılan bile yoktu. Hz. Ebû Bekr’in ayağını ısırmadı, ayağını ısırmadığı için Hz. Peygamber tükürüğüyle iyileştirmedi.
  9. Mağaranın arkasında gemi beklemiyordu.
  10. Hz. Peygamber sütü olmayan keçiden süt sağmadı.
  11. Hz. Peygamber karşılanırken “Ay doğdu üzerimize” (tala’l-bedr) şarkısı söylenmedi.
  12. Hz. Peygamber’i Ebu Bekr ile karıştırmadılar.
  13. Hz. Peygamber, Yesrib’e değil Kuba’ya girdi.

SA: Haftanın Konusu: Medine:

  • İslam öncesinde adı Yesrib idi. Sonra Medinetü’n-Nebi (Nebi’nin şehri) olmuştur.
  • Geçim tarım ve hayvancılıktır. Ticaret ve zenaat Yahudilerin elindeydi.
  • İbrani Yahudi, Arap Yahudi ve Arap müşrikler var: Müslümanların gelmesiyle birlikte, Müslüman Muhacirler, Müslüman Evs, Müslüman Hazrec, Münafıklar… Toplumda dinî sınıfların çeşitliliğine dikkat edin lütfen. Böyle bir toplumu yönetmek…
  • Yesrib, tek bir yerleşim merkezi değil, içerisinde köylerin/kalelerin olduğu bir alandır.
  • Tarım toplumu olduğu için kadın egemen bir toplum. Ancak bunu bugünle kıyaslamak yerine Mekke toplumu ile kıyaslamak daha doğru olacaktır.
  • Şehirdeki Kaynuka, Nadîr ve Kureyza ise Yahudilerdir. Kudüs’ten, Babil baskınından kaçıp gelmişlerdir: Bazı Yahudi tarihçiler ise bunların Babil baskınından kaçanlar değil Mısır göçü sırasında buraya gelenler olduğunu savunurlar ki, (kadim yerleşimci olmak için) pek kabul edilmiş değildir.
  • Arap Evs ve Hazrec (amcaoğulları) sonradan Yemen’den göç etmişlerdir. Yahudiler onlardan öncedir: Me’rib seddinin yıkılmasından (veya düzenin bozulmasından) sonra. Tabi Yahudiler, “o maşallah ne güzel ettiniz bizim de burada canımız sıkılıyordu” diye karşılamamışlardır.
  • Utum denilen kale evler vardır. Bu binalar ortaçağ avrupasında da görülmektedir.
  • Evs ve Hazrec birbirlerine düşman iki akraba kabiledir. Yahudi kabileler ile ittifak yapıyorlardı. Ancak harici bir saldırıda bu sefer Evs ve Hazrec bir araya geliyordu. Asabiyet meselesi.
  • Bazı Araplar çocuklarını yahudilerin yanına veriyorlardı. Sürgüne gönderildiklerinde bunlar da onlarla beraber gitmişlerdir.
  • Tarım toplumu olduğu için Hicaz’ın en horlanan topluluğu konumundaydılar: Düşünün bir tarafta Doğu Roma valileriyle, Sasani idarecileriyle, Mısır, Habeş saraylarına giren Kureyş; diğer tarafta onların yancısı gibi Sakif, diğer tarafta Evs ve Hazrec! O yüzden ilk siyercilerimiz, “Allah onlara lutfetmek istediğinden” ibaresini koymuşlardır.
  • Taharetlenmeyi bile yahudi komşularından öğrendiklerini konu alan rivayet zındık uydurmasıdır.
  • Önceledikleri putları menat idi. (bereket/bolluk putu): Tarım toplumu olmalarını bu çerçevede tekrar hatırlatmak isterim.
  • Hicretten hemen önce İbn Selül’ü başlarına kral yapmaya hazırlanıyorlardı. Münafıkların reisi: Aralarındaki kavgayı, çekişmeyi, savaşı bitirmek için. İbn Selül’ün neden İslam’a ve Peygamber’ine düşman olduğu noktasında burası kayda değer bir husustur.
  • Müslüman olmalarında yahudilerin son peygamber anlatılarının etkili olduğu tezi doğru değildir: Hatırlatmamız gerekir ki, tanışma ve görüşmeler başladığı zaman Resulullah’ın nübüvvetinin 10. yılıydı. Yesriblilerin o zamana kadar haberdar olmamaları mümkün değil.

[Not: Önümüzdeki haftanın konusu Medine’de İlk Faaliyetler-inş.]

SA: Haftanın Konusu: Hicret Sonrası İlk Faaliyetler:

  • 1. Mescidin İnşası: Müslümanların bir araya geleceği ve yönetimin yürütüleceği bir merkez. Burada altını çizerek bir noktaya temas etmemiz gerekir ki, Hz. Peygamber’in bir cübbesinde namaz kıldırdığı diğerinde devleti yönettiği iki cübbesi yoktu. Ayrıca birilerinin tv ekranlarında milletin gözünün içine baka baka yalan söylediği gibi, toplumun temel merkezi başka yapılar değil, camidir! Yıllardır söylediğim tek güvenilir cemaat; cami cemaatidir. En azından biliyoruz ki, devleti ele geçirme, kendi adamlarını bir yerlere yerleştirme, birilerini tekfir etme diye bir gayeleri amaçları yok.
  • 2. Medine Sözleşmesi: Bu sözleşmenin arkasında yatan temel saik; farklı dini grupların bir arada yaşama modelidir. Medine Vesikası, Medine sözleşmesi gibi farklı isimlerle anılan bu anlaşma zamanla bazı maddeleri tadil edilse de Yahudilerin esasen ümmetin bir parçası olduğunun teyididir de aynı zamanda (zamanla bu kimlikten ayrılmaları kendi sorunlarıdır). Medine’de, Müslümanlar (Medineli ve Mekkeli), Müşrikler (Medineli), Yahudiler (Arap ve ibrani) bir arada yaşamışlardır. Bu vesikada farklı bağlayıcı hukuki metinler de kabul edildiği anlaşılmaktadır. Kısacası bugün birilerinin hafife aldığı gibi önemsiz bir metin değildir.
  • 3. Ensâr-Muhacir kardeşleştirilmesi: Bu kardeşleştirmenin Mekke’de de muhacirler arasında da yapıldığına dair bir görüş var ancak şahsen sıhhati konusunda endişelerim olduğunu söylemeliyim. Medine’deki kardeşleştirmede de Hz. Peygamber’in Hz. Ali ile kardeşleştiği yolundaki rivayete de çekincelerim olduğunu söylemem gerekiyor. Zaten akrabalar ve bu kardeşleştirmenin gayesi muhacirlerin, topluma entegrasyonunun sağlanması.
  • 4. Nüfus Sayımı: Sadece Müslüman erkekler sayılmıştır. Bunun sebebi kadınların yok sayılması değil, askerî gücün tespitidir. Buna bağlı olarak ilk ordu divanının bu sayım olduğunu söyleyenler de vardır. Ancak bunun defterler şeklinde tutulduğunu söylemek biraz zor gibi.
  • 5. Medine’nin tahrimi: Sınırlarının belirlenmesi. Her ne kadar Mekke’nin tahrimi gibi bir neticeye ulaşılamadı ise de, Hz. Peygamber Mekke’nin karşsına Medine’yi çıkartıyor, orayı da tıpkı Mekke gibi kutsal ilan ediyordu.
  • 6. Pazarın belirlenmesi: Anakronizme düşmeyi göze alarak “ekonomik bağımsızlık” da diyebiliriz. Ancak birilerinin bugün “Medine modeli” falan türü söylemlerle buradan bir ekonomik modelin çıkartılabileceği kanaatinde olmadığımızı da belirtelim.
  1. Hz. Peygamber o günün şartlarında bir devlet kurmuştur.
  2. Bu devlettin yapılanmasında da Bizans veya Sasani değil Kureyş’in Mekke yönetimi modellenmiştir.

Not: Önümüzdeki Haftanın Konusu: Savaş (kavramlar, prensipler, amaçlar vs.)

SA: Haftanın Konusu: Savaş (Kavramlar ve Tarihî Zemin)

  • Seriyye; Hz. Peygamber’in katılmadığı askerî birlik ve seferlerdir. Katılımcılar arasında herhangi bir sayı sınırı yoktur. Suikast için gönderilen 7 kişi de seriyyedir bir bölgeye baskın için gönderilen 300 kişi de seriyyedir. İstisnası Mute Gazvesidir. Resulullah katılmamasına rağmen Mute, gazve olarak isimlendirilmektedir.
  • Meğâzî; savaş yerleri anlamına gelir. Ğazve; Hz. Peygamber’in katıldığı sefer ve savaşlara denilir.
  • İlk seriyyelerin amacı etrafı tanımak ve “sınırları” belirlemektir. Başka bir ifadeyle etraftaki kabilelere artık Kureyş ile bağlantılarınızı kesmeye hazırlanın mesajıdır.
  • Bedr’e kadar ilk seriyyelere sadece Muhâcirler gönderilmiştir. Bunun sebebi de Akabe Biati’dir. Ensar Medine’de koruma sözü vermişti çünkü.
  • Savaşarak elde edilen mal ve araziye ganimet; savaşmadan ele geçirilen mal ve araziye fey denilir. Mesela Fedek arazisi Fey statüsünde bir arazidir. Hz. Fatıma’nın Hz. Ebu Bekr’den miras olarak istediği arazi de burasıdır.
  • Selb; savaşta öldürdüğü düşmanın mal varlığıdır. Öldürene aittir. Öldürülenin elbiseleri, savaş aletleri öldürenindir.
  • Humus; savaşta elde edilen ganimetlerin 5'te 1'i demektir. Devlet başkanının harcama yetkisine aittir. Cahiliyede bu oran dörtte bir idi.
  • İslam’da sadece savunu savaşı yapılır demek büyük bir hatadır. Hz. Peygamber sadece savunmak için savaşmamıştır. Bu algının sebebi çağdaş kabullere karşı “güya” savunmaktadır. İslam’ı barış dini yapma çabası da diyebiliriz.
  • İslam’da savaşın, zulmü engellemek, tebliğ, strateji, savunma, fetih, ganimet… gibi birçok amacı vardır.
  • Hz. Peygamber’in savaşlarına bugünün gözüyle değil dönemin gereklerine göre bakmak gerekir.
  • Hz. Peygamber savaşa ahlak ve hukuk kazandırmıştır. Kölelik konusunda da aynı şeyi söylemiştik. Köleliği kaldırmıştır değil hukuk getirmiştir, ahlak getirmiştir.
  • Cahiliyede savaş sonunda cesede zarar vermeye (gözü oyma, kulak, burun kesme) “müsle” denilir. İslam yasaklamıştır. Hz. Hamza’nın cesedine müsle yapılması neticesinde Hz. Peygamber’in yemini ve gelen ikaz…
  • Savaş aletleri; klasik kılıç, ok ve mızraktan oluşmaktadır. Taş daha çok savunularda (kale) kullanılmıştır.
  • Arap savaşlarının yıllarca sürme nedeni sadece sözleşilen gün ve zamanlarda savaşmalarıdır: X ve Y’nin kabile savaşları 20 yıl sürdü demek bu adamlar yirmi yıl boyunca her gün savaştılar demek değildir. Daha çok yapılan bir çatışmadan sonra bir tarafın meydan okumasıyla o tarihte buluşma şeklinde olmaktadır. Örnek; Müslümanlarla Kureyş’in savaşı. 8 yıl sürmüştür. Ama toplam kaç savaş olmuştur gibi. Ebu Süfyan’ın Uhud sonrası bir sonraki savaşın yer ve tarihini ilan etmesi gibi.
  • Kadınlar da katılıyorlardı. Daha çok teşvik veya su taşımak, yaralılara yardım etmek için.
  • Savaş meydanına bütün mal varlığını taşımak genel bir uygulama değildir. Hevazin’in yaptığı açık bir hataydı.
  • Araplarda savaşların sebepleriyle asabiyet doğrudan ilişkilidir. Kabile onuru.
  • Esir almak pek matah bir şey değildi. Nasıl olsa köleleştiremiyorsan ne yapacaksın esiri? Öldürmek ve fidye hariç.
  • Cesetleri de satıyorlardı… Hz. Peygamber bu uygulamayı da kaldırmıştır.
  • Savaşlar karşılıklı mübareze ile başlardı ama böyle bir zorunluluk yoktu.
  • Öldürdüğünle övünüldüğü kadar öldürenle de övünülürdü.
  • Savaşa katıl(a)mayanlar parasını verip yerine adam gönderiyorlardı.

[Not: Önümüzdeki haftanın konusu Bedir Gazvesi inşallah]

SA: Haftanın Konusu: Bedir Savaşı:

  • Kureyş’in büyük ticaret kervanlarına bütün şehir halkı ortak oluyordu.
  • Hz. Peygamber aslında Kureyş’in bu büyük kervanını giderken vurmayı planlamıştı. Ama kaçırdı.
  • Kervanın dönüş yolunda ise bölgedeki casusların bilgilendirmesi Medine’yi harekete geçirmiştir.
  • Kervanın idarecisi Ebu Süfyan da bu hareketten haberdar olup Mekke’yi bilgilendirdi.
  • Bütün Kureyş, kervan için harekete geçti. Gidemeyenler yerine adam gönderdi.
  • Müslümanlar kervanın durumundan dolayı bir savaş hazırlığından çok bir kervan baskını için çıkmışlardı.
  • Kervan ve Kureyş sürekli haberleşme halindeydi, Ebû Süfyân kervanı kurtarınca, geri dönün diye haber gönderdi.
  • Bu sefere öncekilerden farklı olarak Ensar da katılmıştır. Akabedeki korumada Medine şartı kaldırılmıştır.
  • Kervanın kurtulmasına rağmen Kureyş geri dönmedi! Dert etraftaki kabilelere güç gösterisiydi.
  • Müslümanlar kervanın kurtulduğundan habersizdiler… Kervan yerine karşılarına Kureyş ordusu çıkmıştı.
  • Allah, savaş öncesi yağmur ile düşmanın sayılarını az göstermekle inananlara yardım etmiştir.
  • Savaş, Müslümanların kesin zaferiyle tamamlandı. Müşriklerin lider kadrosu gitti.
  • Allah, savaş esnasında da melekleriyle yardım etmiştir! Yardımın mahiyeti ayrı bir konudur.
  • Esirlere ne yapılacağı tartışılmış; fidye karşılığı iade kabul edilmiştir.
  • Medineli on çocuğa okuma yazanın serbest kalması; Mekke’deki okuma-yazma oranının yüksekliğini göstermektedir.
  • Kervanın kârı intikam için ayırılmıştır.
  • Bu bir savunu savaşı değildir. Hz. Peygamber ancak savunmak için savaşmıştır demek tarihî gerçekliği çarpıtmaktır.
  • Savaş kabileleri kontrol altına almaya çalışan Müslümanların işini kolaylaştırmıştır.

Not: Önümüzdeki haftanın konusu: Uhud Savaşı.

SA: Haftanın Konusu: Uhud

  • Mekkelilerin öncelikli amacı Bedir’in intikamını almaktı.
  • Bedir öncesi kurtarılan kervanın kârı bu seferi organize etmek için kullanılmıştır.
  • Kureyş’in kendi öz sermayesi ile hazırladığı son ordu budur. (Düşen gelirler, artan askeri harcamalar yıkım süreci devam ediyor)
  • Müslümanlar açısından kesinlikle bir savunu savaşıdır.
  • Kureyş intikam kadar, kuzey ticaret yolunun emniyetini de düşünüyor.
  • Üç bin kişilik bir ordu. Ordunun gelişi aslında biraz da sürpriz oluyor. Müslümanlar son anda ne yapılacağını tartışıyorlar.
  • Hz. Peygamber, Bedr’in aksine (ki o hesaplı bir savaş değildi) böyle bir savaşa henüz Müslümanların hazır olmadığını düşünüyordu.
  • Hz. Peygamber’in savunu savaşı yapma önerisi kabul edilmiyor, meydan savaşına karar veriliyor.
  • Bin kişilik bir ordu, Kureyş ordusunun geldiği Uhud’a yola çıkıyor. Ancak yolda Münafıklar ve onlara tabi olanlar ayrılıyor. Burası önemli 300 kişi! Ordunun üçte biri. Müthiş bir güç aslında.
  • Tarihî açıdan ispatlayamadığım ama kurgusal olarak anlattığım husus (Elçi’de) Halid, burada Turan taktiği uyguladığı. Okçular tepesinin boşaltılması için.
  • Savaşın başında abartılı bir kaçış; (üç bin kişilik bir ordunun 650 kişilik bir ordu karşısında bir saat bile dayanamaması kurguyu güçlendiren husus) sonra okçuların alanı terki; süvari birliğinin arkadan kuşatması ve “ne olduysa” kaçan Kureyş’in aniden geri dönmesi. Karargahından uzaklaşmış ve rehavete kapılmış Müslümanların yenilmesi. (emir-komuta zincirindeki kopuklukların bu yenilgiyi hızlandırdığı açık).
  • Hz. Peygamber’in bir gün sonra orduyu tekrar harekete geçirmesi propaganda siyasetinin önemli bir unsuru gibi görünüyor. Hem şehirdeki dedikoduları bastırıyor, hem de ordunun şehre “kabul edilebilir” bir başarı ile dönmesini sağlıyor.
  • Savaş sonrasında kontrol altındaki kabileler yeniden ayrılıyorlar, yenilmelerinden mütevellit Müslümanlara karşı ihanet ilişkilerine giriyorlar.
  • Hz. Peygamber bu savaşta yaralanmış; Hz. Peygamber bu savaşta doğrudan bir düşman askerini öldürmüştür.
  • Hz. Peygamber ömrü boyunca fırsat buldukça Uhud şehitlerini ziyaret etmiştir.
  • Hz. Peygamber’in “Biz Uhud’u severiz, o da bizi sever” şeklindeki hadisin halkın uğur, uğursuzluk, coğrafi mekanlara bakışları gibi hususlarla birlikte değerlendirmek gerekiyor. Hz. Peygamber’in eşya ile insan; coğrafya ile insan; hayvan ile insan vs. kurduğu “pozitifi” ilişkiler çerçevesinde olaya bakarsak sanırım mesele vuzuha kavuşacaktır.
  • Uhud’un neticesinde Müslümanlar ekonomik anlamda herhangi bir kayıp yaşamamışlardır.
  • Hz. Hamza ve Musab haricinde lider kadroya da zarar verememişlerdir.
  • Müslümanların kaybı Bedr öncesi duruma dönülmesi, kazanımların bir süreliğine kaybıdır.
  • Genelde Münafıkların özelde İbn Übeyy’in otoritesi sarsılmıştır. Her Cuma kalkıp “Ey Medineliler aranızda Allah’ın Elçisi vardır, ona uyun” diyerek yaptığı “şova” artık müsaade edilmemiş, bizzat kendi kabilesinden adamlar tarafından mescidden atılmıştır.
  • Uhud bir yenilgidir. Uhud bir sabırdır. Uhud bir modeldir. Uhud bir imtihandır. Uhud bir derstir. Uhud bir ibrettir. Uhud bir nasihattır. Uhud bir mekteptir.
  • Melekler niye gelmedi; Allah niye yardım etmedi vs. şeklindeki yorumlar “cehaletin” getirdiği “cesaretin” tetiklediği “hadsizliktir” ve Yahudilerin “gerçek Peygamber olsaydı yenilmezdi” şeklindeki “dangalakça” çıkarımla ciddi benzerlik taşımaktadır.

Not: Bir sonraki konumuz Hendek Savaşı inşallah.

SA: Haftanın Konusu: Hendek

  • Kureyş’in Medine üzerine son seferidir.
  • Ahzab Sûresi bundan bahseder.
  • Öncesinde Dış Yahudiler (Hayber), Kureyş, müttefikleri (bedeviler) ve diğer Araplarla yapılan görüşmeler, pazarlıklar modern zaman savaşlarına benzemektedir.
  • Uhud Savaşı tecrübesi, Müslümanları savunma savaşı yapmak konusunda âdeta teşvik etmiştir. Uhud’un aksine ise onların Medine içlerine girmeleri değil dışarıda tutulmaları esas kabul edilmiştir.
  • Bazı rivayetlerde işlendiğine göre Selman’ın önerisi ile kazılmıştır. 5.5 Km’lik uzunluğunda ortalama çıkan toprağın siper haline getirilmesiyle 2.5–3 metreye ulaşan derinlikte ve 3 ila 5 metre arasında değişen genişliktedir (tahminidir-ölçmedim). Bütün kabileler bu kazma işine katılmıştır. (Muhacirler ve Ensar kabileleri — Evs-Hazrec) Hendek gruplara bölüştürülmüştür.
  • Yahudiler (Benû Kureyza) kazım işine alet edevatla destek olmuşlar; bizzat gelip çalışmamışlardır.
  • Kuşatma başladığı zaman Hz. Peygamber, ittifakı bozmak için bazı girişimlerde bulunmuştur ama bu girişimler Ensar tarafından kabul edilmemiştir. (Medine yıllık hurma gelirinden pay teklifi Ensar tarafından reddedilmiştir).
  • Hz. Peygamber’in hem hendek kazımı sırasında hem de savaş esnasındaki muştularını teşvik edici, ordusunun inancını artıcı ifadeler olarak değerlendirmek gerekir (somut olarak belirtilen isim verilen bazı abartılı rivayetleri hariç tutacak olursak). Fetihler de bu muştuları doğrulamıştır. Ama bütün bunlara rağmen birilerinin bu muştuları “gayb haberi” kategorisine dâhil edip reddetmesi de mümkündür ve esasen “asl”a taalluk etmeyen bir meseledir.
  • Orduların sayısı 10 bine 3 bin civarındaydı. Müslümanların 300 kadarı sonradan şehir içerisinde nöbet kaldıkları için savunuda 2700 asker kalmıştır.
  • Bazılarının Kureyş hendeği geçmek isteseydi geçerdi; deve ölüsü ile veya hurma ağaçlarından merdivenler yaparlardı şeklindeki görüşleri zorlama üstü yorumlardır ve tarih-mantık-rivayet üçgeninde bir karşılığı yoktur. Emin olunuz geçebilseler bir dakika bile durmazlardı. Unutulmaması gereken husus; Müslümanların ellerinin hurma toplamadığıdır!
  • Bu savaşta ilahi yardım fırtına şeklinde gelmiştir. Fırtına mevsimiydi zaten dolayısıyla rüzgar eser ne var bunda türü yaklaşımları farklı çalışmalarımızda cevaplandırmıştık. Rüzgar tabi ki eser; ama lazım olduğu zaman esmesi yardımdır; ayrıca tekrar edelim ki, yağmurun yağması, rüzgarın esmesi vs. “sünnetullah” değildir. (Ayrıntılı Bilgi için bkz. Şaban Öz, Farklı Siyer’i Okumak)
  • Kureyş bu savaşın neticesinde bütün birikimini ve bütün ümidini kaybetmiştir. Hudeybiye’yi bir nebze de buradan okumak gerekir.
  • Medine’de kalan son yahudi kabilesi de bu savaşta ihanet etmiştir. Ancak harekete geçmemişlerdir. Harekete geçmeme nedenleri olarak farklı rivayetler nakledilir.
  • Hendek’te münafıkların çirkinlikleri ayrı bir parantezi hak edecek ölçüdedir. Dün de bugün de hiç değişmediler. Müslümanlar ne zaman zor duruma düşse bu edepsizler piyasaya çıkıyorlar.
  • Hayalini kurduğum Siyer Saha Deneylerinin başında hendeğin yeniden kazılması gelmekte. O kadar uzun olmasa da o dönemin aletleriyle insanların çalışması ve pratikte karşılığına bakılması… Yeri gelmişken belirteyim; uzun süredir artık bu tür hayaller kurmuyorum.
  • Savaşın galibi; amaç itibariyle Müslümanlardır. Kureyş bitmiş; inisiyatif artık tamamıyla Müslümanlara geçmiştir.

Not: Haftaya konumuz; Hudeybiye inş.

SA: Haftanın Konusu: Hudeybiye

  • Aslında bir barış anlaşmasından ziyade “ateşkes” anlaşmasıydı. Anlaşmada süre olması bunun nihai bir anlaşma olmadığının da göstergesidir.
  • Müslümanlar ile Kureyş arasındaki mücadelede müşrikleri en çok sıkıştıran hadise budur aslında. Mekke’ye izin verseler de oturup anlaşsalar da Mekke’ye sokmasalar da “karizmaları” (ilahi otorite anlamında karizma) çizilecekti. Nitekim çizildi de.
  • Bazılarının Hudeybiye’yi “bakın görün Hz. Peygamber nasıl da barış Peygamber’i” diye değerlendirmesi tek kelime ile absürtlük. Zira Kureyş’in Hudeybiye’de masaya oturması için Bedr, Uhud, Hendek tecrübesini yaşaması gerekti. Yoksa, Hz. Peygamber ve Müslümanlar ilk gelişlerinde hemen buyurun anlaşalım denilmedi.
  • Rıdvan biati; ölüm üzerine alınmış bir biattır. Sonraki dönemlerde bazen gündeme getirilmiş, modelliğinden söz edilmiş ama sadece Resulullah’a ait olduğu genel kabul görmüştür. Resulullah’ın buradaki amacı da; Kureyş’i anlaşmaya zorlamak; Hz. Osman’ı serbest bırakmalarını sağlamaktır.
  • Rıdvan biatinin yapıldığı ağacı sonradan Hz. Ömer kestirmiştir. Müthiş bir uygulama. Bugün çaput bağlanılan ağaçları birileri kesmeye kalksa ne olur acaba? Hz. Ömer’in kestirmesinin sebebi; o ağacın altında namaz kılmaların vs. başlamasıdır.
  • Bu sefere bazı münafıklar da iştirak etmişlerdir. Abdullah b. Übeyy b. Selül’ün hayatında beni şaşırtan en ilginç olay da; kendisine “Ka’be’yi tavaf teklifini” reddetmesidir.
  • Hudeybiye anlaşması, acizane “Resulullah’ın Kur’an dışı vahiy” veya “Kuran dışı Allah ile iletişim”inin en güzel örneklerinden biri olduğu kanaatindeyim. Normalde “ilahî uyarı” veya “ilahi onay” almayan hiçbir insan o anlaşmayı kabul etmezdi. Nitekim o an orada bulunan bin beş yüz kadar insan da buna karşı çıkmışlar, “kendi elimizle zilleti kabul etmek” olarak değerlendirmişlerdir.
  • Kur’an, bu anlaşmayı “zafer” olarak nitelendirmiştir! Müthiş!
  • Hz. Ömer’in bu anlaşmaya tepki vermesi -her ne kadar tepkisini biraz ağır izhar etmiş olsa da- insanî bir durumdur.
  • Hz. Ebu Bekr örneğinde ise mutlak teslimiyeti görmek mümkündür. Hz. Ömer’e ne kadar tepki göstermesi yakışmışsa; Hz. Ebu Bekr’e de o kadar teslimiyet yakışmıştır. Rabbim hepsinden razıdır.
  • Anlaşmanın “Mekke’den Medine’ye giden Müslümanlar iade edilecektir” maddesine Resulullah kadınları dahil etmemiştir.
  • Aynı madde Ebû Basîr’in direnciyle birlikte anlaşmadan kaldırılmıştır. (Elin gavuru hırsızlarını kahraman yaparken bizim hala bir Ebû Basir filmimizin olmaması ne acı).
  • Hudeybiye iki yıl sürmüştür. Bu iki yılda Müslüman olanların sayısı o ana kadar Müslüman olanların sayısını katlamıştır.
  • Anlaşma Kureyş kadar, çevre kabileleri de etkilemiştir. Artık yarımada Müslümanların otoritesine boyun eğmede fazla tereddüt yaşamamıştır.
  • Anlaşmanın hemen akabinde Hayber’in fethi bu “otorite” sürecini hızlandırmıştır.
  • O zamana kadar Mekke’de hala hapislerde tutulan Müslümanların olması kayda değer bir husustur.

Not: Gelecek haftanın konusu: Yesrib ve Çevre Yahudiler.

SA: Haftanın Konusu: Yesrib ve Çevre Yahudilerle İlişkiler

  • Arap Yarımadasında (Hicaz bölgesi) Yahudi yerleşimleri; Yesrib, Hayber, Fedek, Teyma ve Vâdi’l-Kurâ (tek bir merkez değil) idi.
  • Mekke’de Yahudi varlığına dair elimizde kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Bununla beraber Yahudilerin de Kabe’yi ta’zim ettikleri, ziyarete geldiklerine dair rivayetler vardır. Ancak muhtemelen abartılmış rivayetlerdir.
  • Mekke’nin ticarî bir şehir olduğunu düşündüğümüzde Yahudilerin de ticaretle ilişkileri çerçevesinde Mekke’ye gelmiş olabilecekleri söylenebilir. Ama bu iddia dönem itibariyle mümkün görünmemektedir. Çünkü Arap Yarımadasında Yahudi tacirlerin varlığına, Yahudi ticaret kervanlarına dair elimizde herhangi bir veri bulunmamaktadır.
  • Yarımadanın Yahudileri ticaretten ziyade, sarraflık, tarım ve zenaat gibi daha yerleşik işlerle uğraştıklarını söyleyebiliriz.
  • Yahudilerin Peygamber beklentisi rivayetlerde oldukça sık işlenmiştir. Bu tür rivayetlere de (özellikle abartı kısmına) biraz daha soğukkanlı yaklaşmakta fayda vardır.
  • Yahudilerin Hicaz’a ne zaman geldikleri konusunda ise iki ana görüş vardır. Kabul edilen ve aslında olan Milattan önce Kudüs’ün Buhtunnasr tarafından işgali ve akabinde Babil Sürgününden kaçanların buraya geldiği ve diğer görüş ise Musa’nın Mısır’dan çıkışında bir grubun buraya geldiği yolunda. Arap ve Yahudi tarihçiler bu tezi pek ciddiye almamışlardır ki, acizane aynı kanaatteyim.
  • Yesrib’te İbranî kökenli Yahudilere ek olarak Arap Yahudiler de vardır. Hatta Araplar çocuklarını İbranî Yahudilere eğitim için vermekteydiler (Mekkelilerin süt anneye göndermeleri gibi düşünün). Sürgünleri esnasında bu çocuklar sorun olmuş; Hz. Peygamber onlarla gitmelerine izin vermiştir.
  • Hz. Peygamber, Medine’ye hicretiyle beraber Yahudileri de aslında kurduğu devlete (ümmet) dâhil etmiştir. Ancak Yahudiler âdeta genlerindeki ihanet huylarından vazgeçmemişlerdir.
  • Yahudiler arasında da münafıklar çıkmışlardır. Nitekim Kur’an’da onların bu tavrı işlenmiştir.
  • Yahudilerin en büyük tepkileri “kıblenin tahvili”dir. Aslında kıblenin tahvili bir ibadetten öte bir bağımsızlık hamlesidir de. O yüzden müthiş bir yaygara koparmışlardır.
  • Hz. Peygamber ve bazı Müslümanların Yahudi eğitim kurumu “Beytu’l-Midras”a gittikleri ve onlarla tartıştıklarına dair rivayetler vardır.
  • Yahudiler arasında Müslüman olanlar da olmuştur. Abdullah b. Selam gibi büyük bir âlimlerinin Müslüman oluşunu burada kaydedebiliriz.
  • Medinelilerin temizliği (taharetlenmeyi) Yahudi komşularından öğrendiklerine dair rivayet; en hafifi ile şuubiye veya bir üst kategori olarak zındıkların imaline benzemektedir. Arapların tuvalet temizliğini dahi Yahudilerden öğrendiği işlenmektedir.
  • Yesriblilerin Müslüman olmasında Yahudi söylencelerinin (son Peygamber’in geleceği ve Arapları keseceğine dair) etkili olduğuna dair rivayetler de hakeza sorunlu görünmektedir. Unutmamak gerekir ki, Yesriblilerin Müslüman olması Hz. Peygamber’in nübüvvetinin onuncu yılında başlamıştır.
  • Yesrib’teki üç Yahudi kabilesi; Benû Kaynuka, Benû Nadîr ve Benû Kureyza’dır.
  • Benû Kaynuka, Bedr’den sonra sürülmüşlerdir. Şam taraflarına ve diğer Yahudi yerleşkelerine gittikleri dile getirilir. Ancak bazı modern oryantalistler böyle bir kabilenin Medine’de olmadığını da ileri sürmüşlerdir.
  • Benû Nadîr; Uhud’dan sonra sürülmüşlerdir. Onların da ikiye ayrıldığı bir kısmının Şam taraflarına diğer kısmının da Hayber’e gittikleri nakledilir. Burada bir parantez açacak olursak; oryantalistlerin iddialarının aksine bu sürgünlerde Hz. Peygamber’in Medine’de otorite inşası veya Yahudi zenginliğine sahip olma isteği değil Yahudilerin şımarıklıkları, azgınlıkları, hadsizlikleri ve tabi ki ihanet duygularının etkin olduğu görülmektedir.
  • İlk iki kabile sürülürken, üçüncü kabile Benû Kureyza ise savaşçıları “ihanet”lerinden dolayı infaz edilmişlerdir. Bunların öldürülmedikleri diğerleri gibi sürüldükleri, öldürüldüğüne dair iddiaların daha önceki benzeri bir iki olaydan mülhem olarak Müslüman Arap tarihçiler tarafından uydurulduğuna dair görüşlerin ise herhangi bir tarihî temelinden söz etmek pek mümkün değildir. Konuyla ilgili abd-i acizin çevirdiği (W. N. Arafat’ın) makalesi (ki bazıları bizim ilahiyatçılar yatıyorlar niye çevirmiyorlar diye ayar çekmelerinden on yıl kadar önce tarafımızca çevrilmişti) pek öyle zannedildiği gibi güçlü bir zemine sahip makale değildir. Kısacası erkekler öldürülmüş, kadın ve çocuklar ise Yemen köle pazarında satılmışlardır.
  • Kureyzaoğullarının öldürülmesini anlamak için yapılması gereken aslında sadece dönemden azıcık geriye gitmektedir. Dünya tarihinin her anında (belki bir son elli yılı hariç tutarsak) vatana ihanetin cezası ölümdür. Örneğin; kurtuluş savaşında Yunanistanla esir mübadelesine Osmanlı vatandaşı Yunanlılar dâhil edilmemişlerdir. Yunanistan doğumlu askerler iade edilirken, Osmanlı vatandaşı olup Yunan askerine destek olanlar iade edilmeyip asılmışlardır. Olayın ciddiyetini anlamak için Hendek savaşında Kureyza ihanetinin başarısı halinde ne olurdu sorusunu düşünmek yeterlidir.
  • Hudeybiye’den sonra Hayber fethedilmiştir. Hayber tek bir kaleden değil kalelerden müteşekkil bir yerleşkedir. Tek tek kaleler fethedilmiştir.
  • Hayber’in fethi sırasında Hz. Ali’nin kale kapısını kaldırıp kalkan olarak kullandığı, savaştan sonra atınca 40 kişinin yerden kaldıramadığı şeklindeki rivayet takdir edeceğiniz üzere uydurmadır. Konuyla ilgili bulduğum en makul rivayet; Hz. Ali’nin kalkanı kırılınca bir ağıl kapısının kalkan olarak kullandığı şeklindedir.
  • Hayber’in düşmesi sonucunda Yahudiler yarıcılık teklif etmişler çıkan ürünü bölüşme üzerine ve “istediğimiz zamana” kadar kaydıyla anlaşma yapılmıştır. Teyma ve Vadi’l-Kurâ’daki Yahudiler de bu anlaşmaya dâhil olmuşlardır.
  • Bunlar içerisinde en tartışmalı arazi Fedek arazisi olmuştur. Müslümanlar buraya ordu sevketmemişler, bilakis kendileri gelerek teslim olmuşlardır. Tartışma meselesi Hz. Ebu Bekr döneminde ortaya çıkacak, Hz. Fatıma, burayı Hz. Peygamber’den kendilerine kalan bir miras olarak değerlendirecektir. (Hz. Ebu Bekr dönemini işlersek nasip olursa anlatırız)
  • Hayber’de hisse sahibi olanlar Hudeybiye’ye katılanlardır. Her ne kadar bazı rivayetler Hayber’de Abbas ve Ebu Hüreyre’nin hisseleri olduğunu işleseler de esası yoktur. Fetihten hemen sonra gelen Eşariler, Devsliler ve hatta Habeş muhacirlerine Hz. Peygamber hisse değil hediyeler vermiştir.
  • Hayber Yahudileri ise Hz. Ömer zamanında çıkartılmışlardır. (Sebeplerine dair görüşleri Hz. Ömer dönemini işlersek nasip olursa anlatırız).

[Not: Haftaya konumuz çevre kabilelerle ilişkiler inş.]

SA: Haftanın Konusu: Çevre Kabilelerle İlişkiler

  • Hz. Peygamber’in hicret sonrası stratejisi Kureyş’i Mekke’ye hapsetmekti. Bu yüzden de en yakın kabileden başlayarak daireler şeklinde Mekke kuşatmasını sürdürdü.
  • Bu strateji Kureyş tarafından uzun süre fark edilmedi. Bedr’de dile getirilse dahi klasik Kureyş kibri olayın sonucunu göremedi. Kureyş otoritesinin kabileleri itaat altında tutmaya yeteceği düşünüldü.
  • Uhud Savaşı, Hz. Peygamber’in bu stratejisini ciddi anlamda sarsmıştır. Çevre kabileler “beklenildiği üzere” kaygan bir zeminde itaat ediyorlardı ve güç merkezi değiştikçe onların duruşları da değişiyordu.
  • Çevre kabilelerin iki temel kabulü vardı; yakındaki düşman uzaktaki dosttan hayırlıdır ve bu iş Kureyş’in iç işidir bizi ilgilendirmez.
  • Hz. Peygamber, etrafa seriyeler göndermesi ve sık sık kabile baskınlarında bulunması kabilelerin karar vermesini hızlandırmıştır.
  • Hz. Peygamber sadece Mekke’nin kuzeyindeki kabilelere değil güneyindeki (Mekke-Yemen ticaret güzergahı) kabileler üzerine de seriyye göndermiştir.
  • Mekke fetih ordusu, Ebu Süfyan’ın önünden geçerken Abbas, tek tek kabileleri söyleyince Ebu Süfyân’ın “Onlardan bana ne?” (Ben onlara ne yaptım da diyebiliriz) şeklindeki tepkisi Kureyş’in geleneksel kibrinin neticesi olarak değerlendirebiliriz.
  • Mekke’nin fethinden sonra Hevazin kabilelerin direnme teşebbüsü aslında çevre kabilelerinin (ki en güçlülerinden biri) tek başlarına bir güç oluşturmayacaklarının da göstergesidir.
  • Bedevî zihin dünyası tanınmadığı sürece çevre kabilelerin Hz. Peygamber’in tebliğine bakışlarını da tam manasıyla çözmek pek mümkün değildir.
  • Bedevi zihin dünyasında iki temel öğe vardır; deve ve otlak! Sınır, inanç, ideal, birlik vs. gibi manevî bağ ve düşüncelere sahip oldukları pek nadirdir.
  • Hz. Peygamber çevre kabileleri bazen zecrî tedbirlerle bazen anlaşmalarla bazen de maddi bir takım ayrıcalıklarla itaat altına almıştır. Bununla beraber Kuran’ın da uyardığı gibi tam bir güven kazanabilmiş değillerdir. Bi’ru Maune, Recî’ vakası gibi hâdiseler de esasen güvenilmezliklerinin somut delilleridir.
  • Bölgede Kureyş’in güçlü olmadığı yolundaki bir tezi dönem itibariyle kabul etmek zordur. Uluslararası bir kabile görünümüne kavuşmuş, dinî düşünce ve pratiği elinde tutan ve dahası kafası diğerlerinden çok daha fazla çalışan Kureyş, bölgenin tek otoritesiydi.

Not: Bir sonraki Haftanın Konusu: Mekke’nin Fethi!

SA: Haftanın Konusu/Mekke’nin Fethi:

  • Hatırlanacağı üzere Hudeybiye’de bir madde vardı; kabileler isteyen tarafla anlaşma yapabilir ve her kabile müttefiği ile bu ateşkese dâhildir diye. Aralarında düşmanlık olan Huzâa ile Benû Bekr kabileleri de kendi taraflarına geçmişler; Huzâa Hz. Peygamber ile Benû Bekr Kureyş ile bu anlaşmaya taraf olmuştu.
  • Hudeybiye’nin nihai bir barış değil sadece ateşkes olduğunu çünkü bir süre tahdid edildiğinden söz etmiştik.
  • Kureyş iki yılın sonunda “geleneksel kibirlerinden” olacak anlaşmayı bozdular. Benû Bekr’i Huzâa üzerine kışkırttıkları gibi, kendileri de Harem’e sığınan Huzâalılara karşı doğrudan silah kullandılar.
  • Huzâa lideri, Hz. Peygamber’e giderek dedesi Abdulmuttalib’ten beri Haşimoğullarıyla yaptıkları anlaşmayı hatırlatarak durumu anlattı. Hz. Peygamber kesin bir cevap yerine sadece “yardım göreceksin” demekle yetindi.
  • Ebû Süfyan o sırada Mekke’de değildi. Gelip de durumu fark ettiği zaman hemen Medine’ye hareket etti. Belki de durumun geldiği noktayı en iyi gören Ebu Süfyan idi.
  • Ebû Süfyân, Medine’de muhatap bulamadı. Hz. Peygamber görüşmeyi kabul etmediği gibi Hz. Ali de âdeta dalga geçer gibi, “Git herkese eman ver” dedi. Ebu Süfyân, işe yaramayacağını bilmesine rağmen mescidde bütün şehre eman verdiğini, dilediklerinde Mekke’ye gelebileceklerini söyledi. Ancak Arap geleneğinde böyle bir eman verme veya uygulama yok. Nitekim daha sonra Kureyş, Ebu Süfyân’ı bundan dolayı ayıplamış, Ali’nin kendisiyle alay ettiğini söylemişlerdir. Yalnız Ebû Süfyan’ı da ayıplamamak lazım çünkü “kabilesine düşkün” bir liderdir.
  • Ebû Süfyan’ın şehri terk etmesiyle birlikte Hz. Peygamber şehre bütün giriş ve çıkışları kapatmıştır. Etraftaki kabilelere emirnameler göndererek yakınlarının Medine’de; diğerlerinin de güzergah üzerinde orduya katılmalarını emretmiştir.
  • Hatıb b. Ebî Beltae olayı: Hatıb’ın ailesini düşünerek Mekkelilere durumu haber veren böyle bir mektubun yazılması ve yakalanması olayının “gayb” ile bir ilgisi yoktur. İlahi yardım sınıfındadır ve Hz. Peygamber’e bildirilmiş olabilir.
  • Medine’den 1 Ocak’ta hareket eden ordu; yolda katılanlarla beraber sayı 10.000'e ulaşmıştır. Bu sayı rastgele verilmemiştir, Vâkıdî katılan kabileleri ve birlik sayılarını vermiştir. Topladığımızda tam sayı 9960 (bir grup denileni kattığımızda bu sayı biraz daha yukarı çıkacak) oluyor ki, dönem itibariyle böyle bir sayının tespiti çok ama çok önemlidir.
  • Ebu Süfyan, ordu Mekke’nin etrafında görülünce gece gelip Hz. Peygamber’in çadırında Müslüman olmuştur. Daha doğrusu olmak zorunda kalmıştır.
  • Hz. Peygamber; Kabe’nin avlusuna sığınanların, kendi evinden çıkmayanların ve Ebu Süfyan’ın evine sığınanlara dokunulmayacağını bildirmiştir.
  • Hz. Peygamber’in niyeti Mekke’yi en başından beri takip ettiği strateji gereği kansız, savaşsız almaktı. Buna göre de ordu birliklerine ayrı ayrı emirler vermiştir.
  • Abbâs, Ebu Süfyan’ı bir geçitte bekleterek orduyu görmesi ve bir çılgınlık yapmamasını Resulullah’ın emriyle gerçekleştirmiştir. Burada her kabile geçerken Ebu Süfyân, “Kim bunlar” diye sormuş, Abbas cevaplayınca da “Ben onlara ne yaptım?” anlamında “bana ne falan oğullarından” diye karşılık vermiştir ki, esasen bu bile Ebu Süfyân’ın dahi gerçek anlamda durumu tam olarak anlamadığını gösterir. Bütün orduyu görünce “Ey Abbas, yeğenin büyük bir saltanata erişmiş” deyince Abbas, “Saltanat değil nübüvvet” demiştir ki, bunu da fazla yadırgamamak lazımdır. Daha bir gece önce zoraki Müslüman olan biri…
  • Bu geçit töreninde beni en çok etkileyen sahne ise Muhacir ve Ensar gençlerinden oluşan Hz. Peygamber’in kendi birliğinin geçididir. Düşünün lütfen tamamen zırhlarla kaplı Ensar ve Muhacir gençleri. Ortalarında Hz. Peygamber ve Hz. Ebu Bekr… Şimdi biran için geriye gidin ve Hicret gecesini düşünün. Müthiş!
  • Mekke’ye farklı kollardan İslam ordusu girince bir grup müşrik direnmeye çalışmış ancak Halid’in birliği kısa bir sürede dağıtmıştır.
  • Mekke fethedildi: 11 Ocak 630!
  • Şehir kontrol altına alınınca Hz. Peygamber şehre giriyor! Yalnız devesi üzerinde başını kaldırmıyor. Başı tamamen eğilmiş durumda. Allah’ın nimetine karşı tevazudan, şükürden kafayı kaldırmıyor! Sağlı sollu koridor yapılmış, aradan Hz. Peygamber şehre giriyor ama başı yerde, gözleri yerde…
  • Kabe’nin örtüsüne sarılı dahi olsa öldürülmeleri emredilen on civarında kişi vardı. Yalnız bunlardan sadece üç tanesi öldürülüyor. Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh, Hind, Vahşi, İkrime vs. affediliyor! O öldürülenler de öldürülmeden Hz. Peygamber’e ulaşabilselerde muhtemelen onlar da affedilirlerdi.
  • Bütün putlar kırılıyor, yok ediliyor. Hz. Peygamber’in Hz. İsa’nın temsili resmine elini koyarak “bu hariç” dediği şeklindeki rivayet tamamen zındık uydurmasıdır. Tevhid’in mabedinde şirk unsurlarına yer verilemezdi.
  • Kabe’den çıkınca Kureyş toplanıyor. Hepsi karşısında bekliyor. Hz. Peygamber hepsinin yüzüne bakıyor. Şu küfretmişti, şu dalga geçmişti, şu hakaret etmişti, şu arkadaşını öldürmüştü, şu savaş meydanında… Ve soruyor; “Size ne yapmamı bekliyorsunuz?” Cevap müthiş; “Asil babanın asil evladı! Affetmeni” “Hepiniz serbestsiniz, gidin”! Güçlüyken affetmek! Güçlü iken affedebilmek! Hz. Peygamber onları cezalandırabilirldi kim ne diyebilir ki? Ama onlar bile bekliyorlar, Hz. Peygamber’in büyüklüğünü biliyorlar. 11 Ocak Dünya Affetme Günü hamd olsun bu bakımdan Hz. Peygamber’in bu büyük sünnetini yeniden hatırlama açısından ayrı bir vesile oluyor.
  • Hz. Peygamber’in izin vermesiyle Bilal Kabe’nin üzerinde fetih ezanı okuyor! Taşın altındaki Bilal, Kabe’nin üzerinde! Tek kelime ile müthiş bir sahne! Bilal neler hissetmiştir acaba?
  • Huzâa’nın aşırıya gitmemek şartıyla intikam almalarına izin veriliyor.
  • Müşrikler açısından Mekke düştü! O zamana kadar İslam çağrısına Kureyş’in iç işi diyenler artık iç işi olmadığını anlıyorlar.
  • Müslümanlar açısından Mekke’nin fethi, hicretle başlayan süreci de bir bakıma tamamlıyor. Artık Arab Yarımadası bu çağrıya daha fazla direnemeyecektir.

Not: Gelecek haftanın konusu nasip olursa Huneyn Savaşı ve Taif kuşatması.

SA: Haftanın Konusu: Huneyn ve Taif Kuşatması:

  • Hz. Peygamber’in Mekke’yi fethinden sonra en yakın bölgedeki Hevazin kabileleri devreye girdi. Artık mesele Kureyş’in iç işi olmaktan çıkmıştı.
  • Hevazin kabilelerinin genç ve bir o kadar da tecrübesiz reisi Malik b. Avf, (biri hariç) bütün Hevazin kabilelerini topladı. Bütün uyarılara rağmen güya savaşma isteklerini artırmak için kabilelerin kadınlarını, çocuklarını, bütün mallarını da savaşı planladığı yere getirtti.
  • Hz. Peygamber, Hevazinlilerin toplandığını haber alınca 10 bini fetih ordusu, 2 bini Mekke’den (daha çok ganimet hevesiyle) 12 bin kişilik orduya üzerlerine hareket etti.
  • Müslümanlar Huneyn vadisine girince Hevazinliler birden baskın düzenledi. Ciddi bir ok saldırısı Müslüman ordusunun öncü birliğini dağıttı.
  • Bu aşamada açıkçası beni Siyer metinleri içerisinde derinden etkileyen sahnelerden biri yaşandı. Birilerinin anlattığı gibi Hz. Peygamber “yerden bir avuç çakıl taşı atıp” düşman askerlerinin gözüne girmesiyle düşman bozguna uğramadı. Tam tersine yanında kalan az sayıda Müslüman ile beraber Hz. Peygamber Ensar’ı, Muhacir’i çağırdı! Bu çağrıyı o hengamede duyan sahabiler çoğu develerini, atlarını geri çeviremedikleri için kendilerini kalabalığın içerisine atarak geri dönüp direniş hattını oluşturdular. Hz. Peygamber’in çağrısına koşmak! Müthiş bir sahne…
  • Savaşı kesin bir şekilde Müslümanlar kazandılar. Kadınlar, çocuklar, koyun, deve sürüleri ele geçirildi. Yalnız bazılarının abarttığı gibi 5 bin kilo altın falan biraz ipin ucunu kaçırmak gibi.
  • Ganimetler Ci’rane’de toplandı. Hevazin kabilesine destek veren Taif üzerine yüründü. Taif kuşatıldı ancak fetih gerçekleşmedi. Hz. Peygamber, Ci’rane’ye geri döndü.
  • Ganimetler dağıtıldı. Müellefe-i kulûba (kalbi İslam’a ısındırılacaklar) çok pay verildi. Bu durum Ensar arasında rahatsızlığa razı olmasına rağmen Hz. Peygamber’in onlarla görüşmesi meseleyi tatlıya bağladı. Aslında bu görüşmeyi de bir yerde bulup okumanızı şiddetle tavsiye ederim. Ensar’ı daha bir yakından tanımak için.
  • Müellefe-i Kulûb zekattan (devlet gelirlerinden) pay almaya Hz. Ömer devrine kadar devam edeceklerdir.
  • Ci’ran’e de olduğu iddia edilen Zu’l-Huveysira hâdisesi (Hz. Peygamber’e, “adil ol Ey Muhammed” dediği iddia edilen ve Haricilerin fikir babası iddia edilen şahıs-Nehrevan Savaşı’ında öldürüldüğü iddia edilen) uydurma bir rivayettir. Maksat, Haricilerin Hz. Peygamber’in diliyle bir bakıma lanetlenmesidir.
  • Yenilen ve kaçan Hevazinlilerin heyet gönderip İslamiyet’i kabul ettiklerini beyan üzerine kadınları ve çocukları iade edildi.
  • Huneyn Savaşı gün sonunda buna tevessül edebilecek dış kabilelerin de gözünü korkutmuş, onların itaatini hızlandırmıştır. Yalnız bu denemeyi Hz. Peygamber’den sonra Ridde savaşlarında yapacaklardır.
  • Çok geçmeden Sakif kabilesi de (Taif) kendi arzularıyla gelip Müslüman olacaklardır. Tabi onların gelip Müslüman olmalarında Müslümanlar tarafından kuşatılmalarının da ciddi bir rolü vardır. (Müslüman olan Mâlik b. Avf’ın sıkıştırması)
  • Burada ilginç bir durum var; Sakifliler pazarlıkla Müslüman olmalarına rağmen; Ridde döneminde Kureyş ile beraber dinden dönmeyen merkezi kabileler arasında yer almışlardır.

Not: Haftaya konumuz: Tebûk Seferi inşallah.

SA: Haftanın Konusu: Tebûk Seferi

  • Hz. Peygamber’in dönemin ve coğrafyanın iki büyük devletinden biri üzerine (yön olarak) yaptığı seferdir.
  • Ordunun hazırlanmasından dolayı yaşanılan sıkıntılardan dolayı bu orduya “Ceyşu’l-Usre” (zorluk ordusu) da denilmiştir.
  • Seferin içeriye dönük yönü münafıkların son dirençleri olmuştur. Hz. Peygamber’in orduya katılım ve destek konusunda çabasına karşı âdeta açıktan propaganda yapmışlar, çalışmışlar engellemek için uğraşmışlardır.
  • Mescid-i Dırar’ı bu dönemde inşa etmişlerdir.
  • Hz. Osman bu ordunun masraflarının üçte birini tek başına karşılamıştır. Hani olur da birileri Hz. Osman hakkında ileri geri konuşacak olan olursa diye…
  • Hz. Peygamber, genel uygulamasının dışına çıkarak ailesi üzerine Hz. Ali’yi vekili olarak bırakmıştır. Münafıklar bu atamaya ciddi tepki göstermişlerdir.
  • İlginç bir şekilde sefere katılmış olan bazı münafıklar da sefer esnasında Hz. Peygamber’e suikast düzenlemişlerdir. Bütün bunları toplayınca acizane şahsi kanaatim olarak Münafıkların darbe girişimi olarak değerlendiriyorum.
  • Darbe planının özeti; Hz. Peygamber ve Müslümanlar hazır Medine’yi boşaltmışken sayıları ciddi bir yekun tutan münafıklar şehri ele geçirecekler; Hz. Peygamber’in ailesine tasallut edecekler ve bu sırada sefere katılmış olan münafıklar da Hz. Peygamber’e suikast düzenleyerek ortadan kaldıracaklar. Kuşkusuz Hz. Ali bunu tek başına engelleyemezdi ama onların işlerini bozacağı da belliydi. Hz. Ali’nin kalması; suikastın başarısızlığı ve tabi ki münafıkların korkaklığı darbe teşebbüsünü engellemiştir. Hz. Peygamber’in dönünce Mescid-i Dırar’ı yıktırıp münafıklara karşı süregelen davranışından vazgeçerek sert bir tutum takınması da ilahi ihbar neticesinde (veya lidere ait ilerigörüşlülük) Hz. Peygamber’in de bu teşebbüsten haberi olduğunu söyleyebiliriz. (ayrıntılar için bkz. Öz, İslâm Tarihinde İlk Darbe Girişimi: Münafıkların Tebük Operasyonu, Siyer Yıllığı-I).
  • Tebük seferinde benim en çok ilgimi çeken ve açıkçası etkileyen sahne Ebu Zer’in sefere gecikmesi ve mola yerinde ulaşmasıdır. İnanan insanın durdurulamayacağı…
  • Bizans ordusu ile burada çatışma olmamıştır. Acizane kanaatim Hz. Peygamber’in de zaten bu haberler üzerine sefere çıkmadığı yolunda. Ayrıntıları geçiyorum.
  • Dönüşte meşhur Ka’b b. Mâlik olayı gerçekleşiyor. Olayı uzun uzun anlatmayacağım ama iki şey hep dikkatimi çekmiştir; Hz. Peygamber boykot uygulanan üç kişiye konuşma yasağı getirince bütün şehrin bir anda susması. Ka’b’ın amcaoğlu bile onunla konuşmuyor! Bugün olsaydı… Allah ve Elçisinin hükmü karşısında müminlerin davranışı… Bir anda sorgusuz sualsiz itaat. Bugün olsaydı; yazık değil mi, dürüst oldu, doğru söyledi, doğru söylemeyeceksin arkadaş, psikolojik baskı… Sahabi olmak… İkincisi ise Ka’b’ın affedilince elbisesini müjdelik olarak vermesi karşılığında ikinci bir elbisesi olmaması giyip de mescide gideceği! Hani diyorum ki, sahabilere karşı biraz dilimizi tutabilsek veya edepsizliğe müsaade etmesek mi acaba…

Not: Kalan konularımız: 1. Hz. Ebu Bekr’in Hac Emirliği, Heyetler Yılı.

2. Veda Haccı.

3. Hz. Peygamber’in Vefatı.

[Not-2: Sonra Final ve yaz tatiline gireceğiz inşallah… :) ]

SA: Haftanın Konusu: Hz. Ebu Bekr’in Hac Emirliği, Heyetler Yılı

  • Mekke’nin fethinden sonraki ilk hacdır. Hz. Peygamber, haccın idare ve yönetimi için (hac emiri olarak) Hz. Ebu Bekr’i atamıştır.
  • Sonraki yıllarda da her siyasi iktidar bir hac emiri atamıştır. Hatta bazı durumlarda (iç savaş dönemlerinde) yetki tartışması yaşanmıştır.
  • Resulullah bu hacda Müşriklerle bir arada bulunmak istemediği için katılmamıştır.
  • Hz. Ebu Bekr yolda iken bugünkü tabirle bir “ültimatom” niteliği taşıyan Tevbe suresi nazil olmuştur. (Besmele ile başlamayan sure).
  • Hz. Peygamber, Hz. Ali ile bu sureyi göndermiş, hac boyunca müşriklere anlaşma süresi, kendileriyle yeni bir anlaşma yapılmayacağı, bu şekilde bir daha haccedemeyecekleri ve bu coğrafyada yaşamak istiyorlarsa İslam’a boyun eğmeleri gerektiği bildirilmiştir.
  • Fakih ve müfessirlerimiz Tevbe suresinin sadece o dönem muhataplarını kapsadığı, sadece Arapları kapsadığı ve bütün insanları kapsadığı yolunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Ancak eğilim ve genel kabul Araplardan şirkin kabul edilemeyeceği yolundadır. Bunun da beraberinde “neden Araplar” sorusunu getirdiği muhakkak. Şahsi görüşüm; mürtedlikte olduğu gibi bunun da siyasi çerçevede ele alınması gerektiği yolunda. Başka bir ifadeyle tarihselcilerin bundan nemalanmak için “niye müşrikleri öldürmüyoruz hadi öldürelim” türü efelenmelerinin bir karşılığı -hem kendi tezleri hem nüzul ortamı hem selefin uygulamaları çerçevesinde bir karşılığı yoktur. Zira ne Hz. Peygamber, ne Raşid Halifeler etrafa birlikler gönderip “gözetin yakaladığınız müşrikleri öldürün” dememişlerdir. Demek ki, burada kast öyle yakaladığın müşriği öldür veya öldürmek için gözetle demek değildir.
  • Hicretin 9. yılına Heyetler Yılı denilmektedir. Bütün Arap Yarımadasındaki kabileler bağlılıklarını sunmak üzere Hz. Peygamber’e gelmişlerdir.
  • Hz. Peygamber gelen heyetlere daima iyi davranmış, hediyeler, atiyyeler vermiş, onlara iyi davranılmasını vasiyet etmiştir.
  • Gelenlerin hepsi iman etmek üzere değil, Hz. Peygamber’in siyasi otoritesine boyun eğerek gelmişlerdir. Hz. Peygamber’in vefatından sonra Ridde Savaşlarını bu çerçevede değerlendirmek gerekir.
  • Gelen heyetler bir müddet Medine’de ağırlanmış Kur’an ve din eğitimi almaları sağlanmıştır.

Not: Haftaya Konumuz: Veda Haccı.

Sonraki hafta Hz. Peygamber’in vefatı.

SA: Haftanın Konusu: Veda Haccı

  • Hz. Peygamber’in vefatından önce bütün inananlarla katıldığı hacdır. Bazıları (yanlış hatırlamıyorsam İbn Abbâs idi) Veda Haccı denilmesine karşı çıkmaktadır. Ancak bunu bireysel/duygusal bir tepki olarak değerlendirmek daha doğru olur.
  • Rivayetler farklı olmakla birlikte 100 bin ile 120 bin insanın katıldığı nakledilir. Bu sayılar abartılı mı? Aslında değil. Ancak dönem itibariyle o kadar insanın o dönemin Mekke’sinde…
  • Vakıdî, ayrıntılı bir şekilde Hz. Peygamber’in haccını kaydetmiştir. Bu bağlamda Vakıdî’nin hac anlatımının hadis literatüründekiyle kıyasladığımızda daha derli toplu olduğunu söylememiz mümkündür (aslında Siyer ile Hadis arasındaki farktan kaynaklı/Telfik yöntemi)
  • Hz. Peygamber’in buradaki hutbesi Veda Hutbesi olarak meşhur olmuştur. Hutbede; faizin haramlığının teyidi; kan davalarının kaldırıldığı; kadın hakları, inanç konuları gibi farklı konular ele alınmıştır. Ne acıdır ki, biz bugün bu hutbeyi dahi dünya insanlarına anlatamadık.
  • Veda Hutbesinde insanın tüylerini diken diken eden husus ise “tebliğ ettim mi?” sorusuna onbinlerin “evet tebliğ ettin” cevabı ve Resulullah’ın “Şahit ol Yâ Rab” demesi! Tek kelime ile müthiş.
  • Açıkçası böyle bir final son Peygamber’e yakışırdı! Tevhid’in zaferi! Ve o tevhidin mübelliğinin gözü önünde! Hatırlayın lütfen ilk vahiy anını…
  • Bu hacca, Hz. Peygamber’in bütün eşleri katılmıştır.
  • Dönüş yolunda meşhur “Gadir-i Hum” olayı gerçekleşmiştir. Sıhhat açısından sahih olduğu kanaatindeyim. Yalnız bu olaydan bir hilafet ataması da bir o kadar zor. Hz. Peygamber’in burada yaptığı çıkartılan dedikodular karşısında (Yemen’den getirilen Zekat malları arasında yer alan elbiselerin askerlerin kendi aralarında bölüşmeleri meselesi) güzide bir arkadaşını savunması, ileri geri konuşanları susturmasıdır.

Farklı rivayetlerden Veda Hutbesi metni Diyanet İslam Ansiklopedisi (42/592)nde ana hatlarıyla şu şekilde verilmiştir:

Ey insanlar! Bilmiyorum, belki de bugünden sonra burada sizinle bir daha buluşamayacağım. Allah’ın rahmeti bugün sözümü işitip onu iyice kavrayanların üzerine olsun! Benim bu sözlerimi burada bulunanlar bulunmayanlara bildirsin. Olabilir ki bildirilen kimse burada bulunandan daha iyi anlar ve itaat eder. Ey insanlar! Biliniz ki rabbiniz birdir, atanız da birdir. Bütün insanlar Âdem’den gelmiş, Âdem de topraktan yaratılmıştır. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a, beyazın siyaha, siyahın da beyaza hiçbir üstünlüğü yoktur. Allah katında üstünlük ancak takvâ iledir. Biliniz ki bu şehriniz Mekke, bugününüz arefe ve bu ayınız zilhicce nasıl mukaddes ve dokunulmaz ise mallarınız ve canlarınız da aynı şekilde dokunulmazdır. Câhiliye devrindeki her türlü ribâ kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Fakat ana paranız sizindir. Ne haksızlık edin ne de haksızlığa uğrayın. Kaldırdığım ilk faiz amcam Abbas b. Abdülmuttalib’in faizidir. Câhiliye devrinin kan davaları da kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası akrabalarımdan Rebîa b. Hâris b. Abdülmuttalib’in oğlu Âmir’in kan davasıdır.

Ey insanlar! Kadınların haklarına riayet etmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah’ın emaneti olarak aldınız. Onların namus ve iffetini Allah adına söz vererek helâl edindiniz. Dikkat edin! Sizin kadınlar üzerinde hakkınız olduğu gibi onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin onlar üzerindeki hakkınız iffet ve namuslarını korumalarıdır. Kadınların sizin üzerinizdeki hakları geleneklere uygun biçimde yiyecek ve giyeceklerini sağlamanızdır. Kadınlar hususunda Allah’tan korkun ve onlara en iyi şekilde davranın. Ashabım! Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden saltanat ve nüfuz kurma ümidini ebediyen kaybetmiştir. Fakat size yasakladığım şeyler dışında küçük gördüğünüz şeylerde şeytana uyarsanız bu da onu sevindirir ve cesaret verir. Sözümü iyi dinleyin ve belleyin. Müslüman müslümanın kardeşidir. Bir müslümanın malı rızası olmadan diğer bir müslümana helâl olmaz. Sakın zulmetmeyin. Herkes ancak kendi işlediği suçtan sorumludur. Baba oğlunun, oğul da babasının suçundan sorumlu tutulamaz. Allah her vârisin mirastan payını tayin etmiştir. Artık bir vârisin diğer mirasçıları mahrum edecek şekilde vasiyette bulunulması helâl değildir. Çocuklar babalarından başkasına nisbet edilemez. Ödünç alınan şeyler sahibine geri verilmelidir. Yararlanılmak üzere alınan şeyler de sahiplerine iade edilmelidir. Borçlar ödenmelidir. Birinin borcunu üstlenen kefil de o borcu ödemelidir. Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine iade etsin. Rabbiniz olan Allah’tan sakının, O’na kulluk edin. Beş vakit namazınızı kılın. Ramazan ayında oruç tutun, hac ibadetini yerine getirin, mallarınızın zekâtını gönül hoşluğuyla verin. Yöneticilerinize Allah’ın kitabına uydukları sürece itaat edin ve böylece rabbinizin cennetine girin. Benden sonra küfre ve sapkınlığa düşüp birbirinizin boynunu vurmayın. Benden sonra hiçbir peygamber gelmeyecektir. Ey müminler! Size iki emanet bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldığınız takdirde bir daha asla yolunuzu şaşırmazsınız. Bunlar Allah’ın kitabı Kur’an’la peygamberinin sünnetidir (veya Ehl-i beyti). Daha sonra Resûlullah, “Ey insanlar! Yarın beni sizden soracaklar. O zaman ne diyeceksiniz?” deyince ashap, “Allah’ın risâletini tebliğ ettin, görevini yaptın, bize nasihatte bulundun diye şahitlik ederiz” dediler. Bunun üzerine Resûlullah şehâdet parmağını semaya doğru kaldırdı, sonra da insanlara doğru çevirip indirerek, “Şahit ol yâ rab, şahit ol yâ rab, şahit ol yâ rab!” dedi

Not: Haftaya inşallah son konumuz Hz. Peygamber’in Vefatı.

SA: Haftanın Konusu (Son): Hz. Peygamber’in Vefatı

  • Rivayetlere göre Veda Haccından 80 gün kadar sonra rahatsızlanmıştır. Rahatsızlığının ilk başlangıcı olarak Baki mezarlığına yaptığı ziyaret gösterilir.
  • Rivayetlere göre; Hz. Peygamber’in hastalığı baş ağrısıyla başlamış, halsizlik ve yüksek ateş ile devam etmiştir.
  • Hz. Peygamber’in hastalığının adını Konrapa, “humma” “fiyevr” olarak isimlendiriyor. Ancak bu hastalığın seyri veya etkisini şahsen bilmiyorum.
  • Bugünkü tıp koşullarında şayet ismini bulabilecek tıpçı hocalarımız varsa genel anlamda hastalığın belirtileri; baş ağrısı; yüksek ateş; halsizlik; (iştahsızlık konusunda bir rivayet gelmiş değil); ara ara kendini geçici olarak iyi hissetme; ilaç içirilme vakasında da görüldüğü üzere kısa süreli geçici bayılma ve bilinç kayıpları; şiddetli ağrılar (muhtemelen yüksek ateşten kemik ağrısı olabilir) hastalığın son aşamasında konuşamama (Misvağı göstermesi/bakması) ve on gün kadar bir süre, gibi belirtiler. Hangi hastalık ise tıbbî anlamda -görüşü olan- hocalarımız yardımcı olabilirler gibime geliyor.
  • Hz. Peygamber, hastalığı süresinin ilk başlarında diğer eşlerinin yanında kalıyor, ama kendisinin ima etmesi üzerine geri kalan günlerde Hz. Aişe’nin odasında kalıyor.
  • Tedavi olarak yapılan anlaşıldığı kadarıyla duş almak (ateşi düşürmek için) şeklinde. Bir defasında hap türü bir ilaç içiriliyor (dönemi ve şartları düşündüğümüzde muhtemelen macun şeklinde) Resulullah onun kokusundan anlıyor ve o odadaki herkese içmesini emrediyor. Modern yazarlardan biri, Hz. Peygamber’in bu tavrını ileride hakkında suikast iddiası gündeme gelmesin diye yaptığını söylüyor. Ancak şahsi kanaatim Hz. Peygamber’in insanî bir tepki gösterdiği, kendisine danışılmadan bunun yapıldığıdır.
  • Hz. Peygamber’in hastalığı sırasında bir vasiyet yazdırmak istediğine dair gelen rivayetler (kırtas hâdisesi) tamamen uydurmadır. Kaynak itibariyle Şia veya Sünnî hiç fark etmez; uydumadır.
  • Hz. Peygamber’in bu hastalığı sırasında namazları Hz. Ebû Bekr kıldırmıştır. Bu da ileride hilafet tartışmalarında referans olarak kullanılmıştır. Şia, namaz imamlığının (imametü’s-suğra) devlet yönetimi/hilafet (imametü’l-kübra) ile bir alakası olmadığını söyler ve delillendirir ki kuşkusuz haklıdır. Yalnız; aynı atama Hz. Ali için olsaydı Şia bunu nasıl kullanırdı sanırım hepimiz biliyoruz.
  • İmam atanmasında Hz. Ebû Bekr’in değil de, Hz. Ömer’in bir yanlış anlama neticesinde namaz kıldırdığı; Hz. Peygamber’in buna “Allah da müminler de razı olmaz” şeklinde tepki gösterdiğine dair rivayetler de olayın “süslenmesi”nden ibarettir.
  • Hz. Peygamber o süreçte de Üsâme ordusunun hareket etmesini emretmiştir. Ancak durumun kritikliğinden dolayı hareket gecikmiştir.
  • Hz. Peygamber bu süreçte iki defa camiye çıkıp insanlara hitap etmiştir. Hz. Peygamber’e atfedilen; “iki seçenek sunulduğu; yaşam ve ölüm” şeklindeki rivayet uydurmadır. Allah, Hz. Peygamber’in öleceğini çok önceden zaten bildirmiştir; sonrada ölümsüzlük teklifi mümkün değildir.
  • Hz. Peygamber vefat ettiği gün, kapısının perdesini kaldırarak o an mescidde sabah namazını kılan ümmetine son bir kez bakmış sonra içeri geçmiştir. İnananlar Hz. Peygamber’i görünce sevinmişler, Hz. Peygamber’in gülümsemesiyle onun iyileştiğini düşünmüşlerdir. O anı azıcık tahayyül eder misiniz lütfen… Kapıda son Elçi… Endişe ile korku ile bekleyen arkadaşları… Ve gülümseyen Peygamber… Son kez… Müthiş!
  • Hz. Peygamber, başı Hz. Aişe validemizin dizinde iken işaret parmağını yukarı kaldırarak “Yüce dost” demiş ve vefat etmiştir.
  • Hz. Peygamber ölmüştür! Bugün birilerinin “ölmediği” türü yorum ve söylemleri Kur’an’a, Sünnet’e, akla, mantığa ters olduğu gibi temelde İslam inancıyla alay etmektir. Ancak tövbe haşa “Hz. Peygamber’in vefat etmediği” tarzında söylem sahiplerinin nihai gayesi insanları kullanmaktır. Ölmedi rüyalarda gelip talimatlar veriyor; ölmedi yakaza aleminde benimle görüştü; ölmedi bizimle ilgileniyor tarzı birçok metin ortalığa sürülmüştür. Tekrar edelim ki; Allah’ın kutlu Elçisi Hz. Muhammed (selam ona olsun) görevini hakkıyla yerine getirmiş; son dini insanlara tebliğ etmiş; vazifesini tamamlamış ve vefat etmiştir!
  • Rivayetlerden Hz. Peygamber’in Pazartesi günü, en erken öğlene doğru en geç ikindi sonrası güneş batmaya meylettiği zaman vefat ettiği anlaşılmaktadır.
  • Yine rivayetlerden Hz. Peygamber’in defin zamanının en erken vefat ettiği günün gecesi, en geç Salı günü gece yarısıdır. Hz. Peygamber’in en erken vefat zamanı ile (Pazartesi öğlene doğru) en geç defin zamanı (Salı gece yarısı) arasında yaklaşık en fazla 36–40 saatlik veya en geç vefat zamanı ile (Pazartesi güneş batmaya meylettiğinde) en erken defin (aynı gecenin sonunda) arasında yaklaşık en fazla 12–15 saatlik bir zaman dilimi vardır. Sonuçta Hz. Peygamber’in cesedinin bozulduğu yolunda, ortada bırakıldığı yolundaki görüşlerin hiçbir karşılığı yoktur.
  • Hz. Peygamber’in nereye defnedileceği de tartışılmış ve en sonunda “Peygamberlerin vefat ettikleri yere defnedileceğine” karar verilmiştir. Buna dair Hz. Peygamber’den nakil de aktarılmıştır.
  • Hz. Peygamber’in cenaze namazını sadece 17 kişinin kıldığını söyleyenler de ayrı bir komedi. Hilafet seçiminden sonra kimin namazı kıldıracağı gündeme gelmiş ve sonuçta Hz. Peygamber’in hem yaşarken hem de vefatında imam olduğu, kendisine kimsenin imamlık yapamayacağı kanaatine varılmıştır. Bu yüzden de imamsız olarak bireysel cenaze namazı kılınmasına karar verilmiş ve bireysel olarak Hz. Aişe validemizin odasına gelip erkekler, kadınlar ve çocuklar oda aldığı kadar namaz kılmışlardır. Yani Hz. Peygamber’in cenaze namazını 17 kişi değil Medine’deki bütün Müslümanlar kılmıştır. Lütfen her duyduğumuza iltifat etmesek mi acaba?

Rabbim, kevserinde onunla buluşmayı; sancağı altında gölgelenmeyi ve hepsinden öte “yüzüne bakacak” onur ve haysiyeti bizlere nasip etsin (amin, amin, amin).

Not-1: Sevgili dostum Murat Yavuz’un talebi/önerisi ile başlayan, Hz. Peygamber’in hayatına dair konuları temel noktalarıyla, muhtasar olarak paylaşmalarımız böylece tamamlandı. Öncelikle kendisine sonra da teveccüh gösteren sizlere teşekkür ediyorum; Rabbim ve Elçisi hepimizden razı olsun (amin, amin, amin). Umarım ve dilerim Hz. Peygamber’i doğru anlama konusunda bir faydası olur.

Not-2: Bu ve önceki konuyla ilgili bütün paylaşımları Samet Onur kardeşim bir araya toplamış. Oradan da arşivinize indirebilirsiniz. Kendisine de ayrıca teşekkür ediyorum. İndirme linki: https://www.notion.so/aban-z-Siyerle-lgili-4823c01466834a6c9a1dc2071bb80df0

Not-3: Devam edip en azından Raşid Halifeler’i ve hatta Emevilerin ilk dönemini ele alalım mı bilmiyorum; ileride bakarız, konuşuruz inşallah.

Allah’a emanet olun…

--

--