Siyer Soruları — İnceleme ve Alıntılar

Şaban Öz - Siyer Soruları — İnceleme ve Alıntılar 64

Samet Onur
29 min readFeb 4, 2022

İçindekiler

İnceleme

Siyere Dair Bazı Sorulara Kısa Cevaplar

Şaban Öz’ün eşinin tavsiyesi üzerine yazdığı kısa; ama içeriği dolu dolu olan “Siyer Soruları” kitabı, farklı başlıklar altında siyer alanında geleneksel ve çağdaş soruları/sorunları cevaplamayı amaç ediniyor.

Söz konusu kitap, 5 bölümden oluşuyor. Birinci bölüm “Kaynak ve Usûl” başlığını taşıyor. Bu bölümün alt başlıkları şunlar: Siyer İlmi, Siyer Kaynakları, Siyer Usûlü.

Bu bölümde siyer ilmi ile hadis ilminin karşılaştırılması, siyer yazarlarının tenkitçi yönleri, onların hadis ilmi açısından güvenilir sayılmamasının arkasındaki sebepler, siyerin kaynakları, siyer usûlü gibi konularda sorulan sorulara cevaplar veriliyor.

İkinci bölüm “Hz. Peygamber Öncesi Araplar” adını taşıyor. Bu bölümün alt başlıkları şunlar: Mekke, İslam Öncesi Araplarında Din, İslâm Öncesi Araplarında Sosyal Hayat, Çevre Devlet ve Önemli Olaylar.

İkinci bölümde şu tarz konulara cevaplar var: Zemzem kuyusunun kaybolması, İslâm öncesinde Arapların dini, şirkin ne anlama geldiği, Mekke’de putperestliğin başlamasının sebepleri, Hanifler, cahiliye döneminin özellikleri, kız çocuklarının toprağa gömülmesi, İslâm öncesi Araplarında okuma yazma oranı, Fil Olayı.

Üçüncü bölüm “Hz. Peygamber’in Hayatı”nı konu ediniyor. Bu bölümün alt başlıkları şunlar: Nübüvvet, Soyu, Doğumu, Çocukluğu, Vahiy, Tebliği-Mücadelesi, Hicret, Savaşları, Vefatı, Ailesi, Mucize, Muhtelif Konular.

Bu bölümde nübüvvet öncesi Hz. Peygamber’in dini, puta kurban kesip kesmediği, putlar adına kesilen kurban etinden yiyip yemediği, Rahip Bahira, Rahip Nestur ile görüşüp görüşmediği, Varaka ile görüşüp görüşmediği, babasının kurban edilme olayı, Hz. Peygamber’in anne babasının ahiretteki durumu, Ebû Talib’in imanı, Hz. Peygamber’in doğumundaki mucizelerin aslı, göğsünün yarılması meselesi, vahyin kesilmesi, Hz. Peygamber’in intihar düşüncesi, ilk müslümanların kimler olduğu, gizli davet, müşriklerin İslâm’a karşı çıkma sebepleri, Habeşistan’a yapılan hicret, Garanik Olayı, Medine’ye hicret, savaşları, Kırtâs Hâdisesi, çok eşliliği, Hz. Âişe’nin evlendiğindeki yaşı, Hz. Peygamber ve mucize, İsrâ, Mirâc’ın ne olduğu, Hz. Peygamber’e büyü yapılması, Hz. Peygamber’in cinlerle görüşmesi gibi konulardaki birçok soruya cevaplar verilmeye çalışılıyor.

“Hz. Peygamber’in Etrafındaki İnsanlar” başlığını taşıyan dördüncü bölüm, sahabe, münafıklar ve yahudi ve hıristiyanları alt başlıklar halinde konu ediniyor.

Bu bölümde sahabînin kim olduğu, aşerei mübeşşere, tuleka, Hz. Ömer üzerine bazı sorular, Hz. Ali ile alakalı bazı sorular, Gadiri Hum olayı, Muâviye’nin vahiy katipliği meselesi, Hz. Peygamber’in Irklar münafıkları bilip bilmediği, Hz. Peygamber sonrası münafıkların durumu, yahudi ve hıristiyanların peygamber beklentisi gibi konularda sorulan sorulara cevaplar veriliyor.

Kitabın beşinci bölümü “Meseleler” başlığına sahip. Bu bölümün alt başlıkları şunlar: Sünnet, Hükümler, Klasik Meseleler, Çağdaş Meseleler.

Kitabın en beğendiğim yeri üçüncü bölümden sonra burası oldu. Şaban Hocanın ufkunun genişliğinin tezahürünü buradaki cevaplarda görebilirsiniz. Bu bölümde resul-nebi ayrımı, sünnetin ne olduğu, sünnetin güncellenmesi, recm cezası, Hicaz bölgesinde domuzun varlığı, teravih namazı, mürtede ne yapıldığı, Hz. Peygamber’in sırlarının varlığı, tevessül, Hz. Peygamber’i aşırı kutsama, kölelik, mezhep, çocukların dövülmesi emri, imsak ve iftar vakitleri, kandiller gibi konular üzerinde sorulan sorular cevaplanıyor.

“Siyer Soruları”, sorulan sorular ve verilen cevapların kalitesiyle okunmayı hak ediyor. Ancak kitabın hiçbir yerinde bu soruların nasıl oluşturulduğuna dair bir açıklama yok. Açıkçası bu soruların kaynağını veya oluşum sürecini öğrenmek isterdim.

Sorulara verilen cevaplar ise genelde kısa ve anlaşılır bir üslup kullanılarak cevaplanmaya çalışılmış. Bazı soruların cevaplarında cevaba kaynak teşkil eden kaynağa işarette bulunulsa da, birçok soruya verilen cevabında böyle bir şey söz konusu olmamış. Şaban Hoca, ön sözde yönteminin böyle olacağını belirtse de, kaynak göstermesi veya kaynaklara işaret etmesi daha iyi olabilirdi. Ayrıca kitabın kısalığı ve birçok konuya cevap vermeye çalışmasıyla genel okuyucuya hitap etmesi avantajının kitapta kullanılmadığını düşünüyorum. Şöyle ki kitapta verilmeye çalışılan bilincin kalıcı hâle gelebilmesi ve devam etmesi için okuyucuya her bölümün veya alt başlığın sonunda o konudaki kaynaklara işaret eden ileri okumalar listesi verilebilirdi. Kitap bu yönüyle büyük bir avantajı kaçırmış gibi görünüyor.

Sonuç olarak 122 sayfada bu kadar çok bilgiyi bize vermeye çalışan Şaban Öz’e teşekkürlerimi sunuyorum ve siyer alanında akla gelen birçok soruya kısa cevaplar almak isteyenlerin kitabı okumasını tavsiye ediyorum.

Alıntılar

Zemzem Kuyusu Nasıl Kayboldu?

1. Zemzem Kuyusu nasıl kayboldu?

Soruyu şu şekilde de sormamız mümkündür: Cürhüm kabilesi Mekke’den çıkartılırken Zemzem Kuyusunu gizlemiş ise nasıl oldu da hiç kimse yerini hatırlamadı? Cürhüm döneminde Mekke’deki Zemzem kuyusu dışarıdan gelenlere gizleniyor muydu?

Siyerin ciddi anlamda cevabını bilemediğimiz sorularından biri budur. Malum olduğu üzere rivâyetlerde Cürhümlülerin Mekke’den çıkartılırken Zemzem’i gömdüğü, Huzâa, Mekke’nin idaresini ele geçirdiği zaman Zemzem kuyusunun kaybolduğu, Huzâa’dan sonra Mekke idaresine geçen Kureyş döneminde Hz. Peygamber’in dedesi Abdulmuttalib’in onu çıkarttığı konu edilmektedir. Ancak şehrin tek su kaynağının Cürhüm kabilesi tarafından gömülüp sonradan şehri ele geçirenlerden kimsenin bilmemesi oldukça ilginç bir iddiadır. En azından Cürhümlüler döneminde şehre gelen bedevilerin veya Huzâa’dan birilerinin su kaynağının yerini hatırlamaları, bilmeleri ve göstermeleri gerekirken birden unuttukları iddiası açıkçası pek kabul edilebilir de görünmemektedir .

Abdulmuttalib’in zemzemi bulup tekrar çıkartması haberindeki sorunlu unsurları da ekleyecek olursak, mevcut anlatıların tarihçilerin kurgularından ibaret olduğunu söylememiz mümkündür.

Muhtemelen en başından itibaren zemzemin idaresi Haşimoğullarındaydı ve Abdulmuttalib’in bundaki rolü daha aktif kullanımından ibaretti. Burada önemle kaydetmemiz gereken husus ise, bunun tarihî delillerden yoksun şahsî yorumumuz olduğudur.

Sayfa 23–24

İslam Öncesi Arapların Dini Neydi?

1. İslâm Öncesi Arapların dini neydi?

Kureyş dini denilince akıllara hemen Şirk gelmekte fakat bu tanımlama üzerinde hiç durulmadan geçilmektedir. Oysa Müşriklerin tabi oldukları dinin saf bir Helen putperestliği olmadığı açıktır. Bilakis ilahî bir din olan İbrahim (as)’ın dininden de öğeler taşıdığı ve sürekli olarak güncelledikleri için Araplara has karma bir şirk dini olduğunu söyleyebiliriz. İbrahimî dinî gelenek, pratik hayatta ciddi bir şekilde ağırlığını korumakla birlikte inançta paganist etki net bir şekilde görülmekteydi. Aktif inanç üreten bir sistem olmasına binaen Müşriklerin dinî pratik ve inançlarında belli bir sistematiğin olduğunu söylemek pek mümkün değildir. Nitekim Helenistik dinlerde rastlanmayan haram kılmalar, Arab (Kureyş) Şirkinde söz konusu edilmiştir.

Kureyş dininin en dikkat çekici yönü mensupları tarafından sürekli yenilenmesidir. O yüzden de duruma, şartlara ve ihtiyaçlara göre değişen, esasen hiçbir kaynağa dayanmayan inançlar üretilmiş veya mevcut inançlar tadil edilmiş, geliştirilmiştir. Mutlak anlamda haram kılınanlarla birlikte, şartlara bağlı olarak örneğin belirli sayıda yavrulayan deve, tavafta dışarıdan gelenin elbisesi vs. gibi haramlıklar da üretilmiştir. Yeri gelmişken Kureyş’in bu haram-helal kılma inisiyatifini yoğun bir şekilde kullandığını, tamamen keyfi yaklaşımlar sergilediklerini de belirtmeliyiz.

Sayfa 24–25

Haniflik

6. Hz. Peygamber’den önce Mekke’de Hanifler diye dinî bir grup var mıydı?

Hz. Peygamber dönemi toplumunda Hanifler isimli dinî bir grubun bulunduğu tartışmalı bir iddiadır. İslâm’dan önce Mekke’de ve diğer Araplar arasında İbrahim’in dini diye ayrı bir din bilinmiş olsaydı, Hz. Peygamber’in tevhid çağrısı Kureyş’e bu kadar yabancı gelmezdi. O toplumda muvahhid olan veya putlara tapınmayı reddeden veya yeni bir din arayışında olan birilerinin olması mümkündür. Ancak üç beş kişinin bunları yapması, Mekke’de Haniflik diye bir din olduğu anlamına gelmez. Ayrıca Hanif olarak ismi zikredilen kişilerin İslâm’ı kabulde isimlerinin geçmemesi kayda değer bir husustur.

Hanif kelimesinin belirli bir dinî inanç anlamında Kur’ân’ı Kerîm’de ortaya konulduğunu söylemek mümkündür. Fakat Kur’ân’da geçtiği yerlerin hiçbirinde Cahiliye dönemine ait dinî bir akım kastedilmemiştir. Kendilerine Hanif denilen insanların menkıbelerine dair anlatılanların içeriğinde de ciddi problemler vardır.

Binaenaleyh Hz. Peygamber’in ailesini koruma adına ayrı bir önem atfedilen “Hanif” dini ve “Hanifler” tezinin Hz. Peygamber dönemi itibariyle tarihî bir karşılığı yoktur. (2)

Hakeza Hz. Peygamber’in Hanifler arasında zikredilmesinin, bugünün savunma algısının yansımasından öte bir anlamı olmadığını da söylemeliyiz.

(2) Günaltay, Şemseddin, İslam Öncesi Araplar ve Dinleri, Ankara Okulu Yay., Ankara, 1997, 79–83.

Sayfa 27–28

Cahiliye Dönemi Nasıldı?

1. Cahiliye Dönemi anlatıldığı gibi çok kötü bir dönem miydi?

Cahiliye dönemi ne bazılarının güya İslâm’ı yüceltmek için anlattıkları gibi hiçbir güzelliğin olmadığı, hiçbir erdemin bulunmadığı bir dönem ne de yine birilerinin Arab milliyetçiliğinden veya İslâm’ı hafife almak için ortaya attıkları gibi hiçbir kötülüğün olmadığı, herkesin çok iyi, erdemli olduğu bir dönemdir.

İslâmiyet, kendisinden önceki dönemin kötülüklerini bırakmış, iyiliklerini almıştır. Ayrıca İslâm’ın kendi güzelliklerini, yüceliğini ortaya koymak için başka bir dönemin yalanlarla kötülenmesine veya yüceltilmesine ihtiyacı yoktur.

Son olarak şunu da hatırlatmamız gerekir ki, sahabe dediğimiz insanlar Cahiliye döneminin insanlarıydılar. Dolayısıyla sabah Müşrik uyanıp, gece Müslüman yatan insanların yaşadığı dönemi anlatırken biraz daha ölçülü olmalıyız.

Sayfa 28–29

Hz. Peygamber’in Putlar Adına Kesilen Kurbanı Yememesi

3. Hz. Peygamber, putlar adına kesilen hayvanların etini yememeyi Zeyd b. Amr’dan mı öğrendi?

Daha önce temas ettiğimiz üzere dönem itibariyle tarihî gerçekliğe sahip olmayan Hanifler arasında sayılan Zeyd b. Amr b. Nüfeyl’in Resulullah’ın sunduğu eti, putlar adına kesilen hayvanların etlerini yemediği gerekçesiyle geri çevirmesi Buhârî’de yer almaktadır.

Müsteşrikler ve bazı yerli araştırmacılar da bu rivayete dayanarak Hz. Peygamber’de put karşıtlığının böyle başladığını aktarmaktadırlar. Ancak putlar adına kesilen kurban etlerinin Hz. Peygamber’in azık torbasında ne aradığı veya Zeyd’in kendisine sunulan etin putlara kesilen kurbanlardan olduğunu nereden anladığı gibi meseleler üzerinde hiç durmaksızın ifade edelim ki, bu rivâyet, İslâm ve onun Peygamber’i hakkında şüpheler oluşturmak, onun mevkiini düşürmek amacında olan Zındıklar tarafından üretilmiş uydurmalardan biridir.

Sonuç olarak, hem putları terk edip gerçek dini arayan bir isim olarak sunulan Zeyd b. Amr hikâyesinin sorunlu olması, hem Hz. Peygamber’in misyonu, hem de rivâyetin içeriğine baktığımızda haberin doğru olmadığını, Zındık uydurması olduğunu söyleyebiliriz.

Sayfa 38–39

Hz. Peygamber’in Peygamberlik Öncesi Dini Neydi?

5. Hz. Peygamber’in nübüvvet öncesi dini nedir?

Hz. Peygamber’in Yahudilik, Hıristiyanlık gibi bir dine mensup olmadığı malumdur. Hz. Peygamber’in müşrik olduğu iddiası ise daha çok Zındık kökenli metinlerde işlenmektedir. Ancak Hz. Peygamber’in putlara taptığına, onlara inandığına dair elimizde hiçbir sahih metin yoktur.

Hz. Peygamber’in vahiy öncesi dinî algısının, dinlere ve her türlü inanca karşı bir kayıtsızlık içerisinde olduğu kanaatindeyiz. Hz. Peygamber, aynı toplumda bir arada bulunmaları hasebiyle putları, ticari seferleri sayesinde de Hıristiyanlığı ve Yahudiliği en azından duyum düzeyinde de olsa biliyordu. Fakat onun, bunların doğrulukları, yanlışlıkları, içerikleri vs. gibi hiçbir gündemi olmadığı anlaşılmaktadır. Başka bir ifadeyle Hz. Peygamber’in nübüvvet öncesi gündeminde din olgusu yoktu. Ta ki, Hirâ Mağarası’na çekilme sürecine kadar.

Binaenaleyh, Hz. Peygamber’in nübüvvet öncesi dini hakkında tercihimiz hiçbir dine bağlı olmadığı, inanç dünyasının boş olduğu, gündeminde ve yaşamında dinlerin hiçbirisinin olmadığı yolundadır.

Sayfa 39–40

Varaka b. Nevfel Hakkında

3. Vahiy geldikten sonra Hz. Peygamber’e nübüvvetini Varaka mı öğretti?

Neredeyse bütün siyer anlatılarında Cebrail’in ilk vahyi getirmesinden sonra Hz. Hatice’nin Varaka’ya başvurduğu konu edilmektedir. Rivâyetlere göre Varaka, Hz. Peygamber’in gördüğünün vahiy meleği olduğunu bildirerek Hz. Muhammed’in beklenen peygamber olduğunu, kabilesi onu çıkartacağı zaman yardımcı olmak istediğini anlatır. Kısacası Hz. Peygamber’e nübüvvetini, görevini ve yaşayacaklarını haber verir.

Ancak işin ilginç yanı; Varaka’nın adının Müslüman olanlar arasında geçmemesidir. Oysa bu habere göre Hz. Peygamber’e bunları söyleyen birinin hemen o an iman etmesi gerekirdi. Fakat rivâyetlerde Varaka, Bilal’e işkence edilirken “Vallahi doğru söylüyorsun” diyen kişi olarak karşımıza çıkar. Bir de onunla alakalı “Tek kişilik ümmet olarak diriltileceğini” konu alan bir hadis nakledilmiştir. Sahih kabul edecek olursak, hadis onun Müslüman olmadığının teyidi gibidir.

Sonuç itibariyle, iman ettiğine dair bir kayıt bulunmamaktadır. Bu içerikteki bütün rivâyetlerin problemli olduğunu, en azından şayet Varaka isimli biri yaşamış ise de kendisine atfedilen bu rolden oldukça uzak olduğunu söyleyebiliriz.

Sayfa 41

Hz. Peygamber’in Babasının Kurban Edilmesi Olayı

2. Hz. Peygamber’in babası Abdullah kurban edilmemesi için on defa üst üste kura mı çekildi?

Rivâyetlere göre Abdulmuttalib’in yeminini yerine getirmek için kurban edilmesi maksadıyla on kardeşi arasından seçilen Abdullah ile develer arasında kura çekilmiştir. Her seferinde on artırılmak suretiyle deve sayısı yüze ulaşıncaya kadar on defa üst üste kura Abdullah’a çıktıktan sonra, üç defa üst üste develere çıkar ve böylece kura tamamlanır.

Hubel’in önünde çekilen bu kura rivâyetinin fantastik olduğu açıktır ve Hubel’in gücüne/otoritesine ayrı bir katkı sağladığı görülmektedir. Oysa bir rivâyette de konu edildiği üzere kura bir seferde olmuş ve yüz deve ile Abdullah arasında gerçekleşmiştir. Başka bir ifadeyle rivâyetlerde işlendiği üzere toplamda on üç defa kura çekimi ve böylece diyetin belirlenmesi şeklindeki anlatılar sorunlu rivâyetlerdir .

Sayfa 42

Hz. Peygamber’in Anne Babası Cehennemlik mi?

3. Hz. Peygamber’in anne ve babasının âhiretteki durumu nedir?

Hz. Peygamber’in anne ve babasının cehennemlik olduğunu konu alan rivâyetler vardır. Nitekim onlardan biri, “Bir adam dedi ki, “Ey Allah’ın Elçisi, babam nerede?” O, “Cehennemde” dedi. Adam dönünce, Resulullah onu çağırdı ve “Babam ve baban cehennemde” dedi.” (Müslim, Sahîh, I, 191) şeklindedir ve Hz. Peygamber tarafından bizzat kendi babasının cehennemlik olduğu dile getirilmiş gibi anlatılmıştır.

Bu rivâyetin üretimine Zındıkların ciddi anlamda katkı sağladıkları inancındayız. Ayrıca Hz. Peygamber’in anne ve babasını cehenneme sokmanın bir Müslüman’a ne kazandıracağını anlamakta da açıkçası sıkıntı çektiğimizi ifade etmeliyiz.

Uzun uzun kelâmî tartışmalara, tefsirlere vs. hiç girmeden bu konuda ayetin açık olduğunu (Biz, bir peygamber göndermedikçe (kimseye) azap edecek değiliz-17/İsra, 15), bu bağlamda uydurulan hadislere, Müslümanların Hz. Peygamber’in anne veya babasını cehenneme sokma konusundaki bütün gayretlerine rağmen onların Allah’ın rahmeti ve mağfiretiyle affedileceğine inanıyoruz. Bu mağfiretin temelinde de onların Hz. Peygamber’in anne veya babası olması değil, Allah’ın “uyarıcı göndermeden sorumlu tutmayacağı” konusundaki ahdi yatmaktadır. (3)

(3) Öz, Farklı Siyer’i Okumak, 74–76.

Sayfa 43

Hz. Peygamber’in Göğsünün Yarılması

2. Sütannesinin yanındayken Hz. Peygamber’in göğsü melekler tarafından yarılmış mıdır?

Hz. Peygamber’in göğsünün yarılıp ondan, “şeytanın nasibi” olarak tanımlanan bir parçanın çıkartılıp atılmasını konu alan “şakku’s-sadr” (göğsün yarılması) haberi uydurmadır.

“Biz senin göğsünü açmadık mı?” (94/İnşirah, 1) şeklindeki ayetin yer aldığı İnşirah Sûresi’nin de bu vakayla hiçbir alakası yoktur. Orada kast edilen cerrahî bir müdahale değil, “gönlün ferahlığı”dır. Ayrıca insanın kötü olması, ya da şeytanın insan üzerindeki etkisi kalp, te yer alan bir et parçasından kaynaklanmadığı gibi, tam tersine ruhsal bir durumdur. Maddi olmayan bir şeyin de fizikî manada bir ameliyatla giderilmesi mümkün değildir. Bunun için kalpten atılan bir parça ile insanın günahlardan, kötülüklerden arındırılmış olduğunu kabul etmek güçtür. (6)

(6) Öz, Mevzu Haberler, 58–65.

Sayfa 46

Vahiy 3 Yıl Kesildi mi?

1. Vahyin Kesilmesi üç yıl mı sürdü?

Bazı rivayetlerde vahyin ilk gelmesinden sonra üç yıl kesildiği aktarılmıştır. Bu rivâyet, sonraki dönem kitaplarında âdeta genel kabul gibi tekrarlanmıştır. İşin ilginç yanı ise vahyin kesilmesini (fetretu’l-vahy) üç yıl olarak kaydedenlerin vahyin inme süresini yirmi üç yıl olarak tekrarlamalarıdır.

Vahyin kesilme sebebi kanaatimizce Hz. Peygamber’in vahye/nübüvvete alışması içindir. Şayet vahiy üç yıl kesilmişse Hz. Peygamber’in, bu üç yıllık sürede yaşadığı şoku unutacağı açıktır.

Netice itibariyle, vahyin kesilmesinin bu kadar uzun sürmesi pek kabul edilebilir değildir.

Sayfa 47–48

Hz. Peygamber ve İntihar

2. Hz. Peygamber vahye muhatap olduktan sonra intihar etmeyi düşündü mü?

Bazı rivâyetlerde Hz. Peygamber’in vahyin kesilmesinden sonra intihara teşebbüs ettiği ancak her seferinde Cebrail tarafından engellendiği konu edilmiştir. Fakat şunun altını çizmeliyiz ki, nübüvvet makamına hazır olmak, güçlü bir psikolojik kişiliğe sahip olmayı gerektirir. Oysa intihar eylemi ve teşebbüsü akıl, irade ve ruhsal açıdan zayıf insanların başvurduğu patolojik bir durumdur. Nübüvvete layık görülmüş vahye hazırlanmış ve dahası muhatap olmuş güçlü bir kişiliğin böyle bir zayıflık göstermesi, değil intihara teşebbüsü, intiharı düşünmesi dahi mümkün değildir.

Şunu da eklemeliyiz ki, Hz. Peygamber’in vahiy anında korkması, sonrasında bunun şaşkınlığını yaşaması veya anlamaya çalışması normaldir ama korkan veya şaşkınlığa uğrayan her insanın intihara kalkışması da bir o kadar anormaldir.

Sayfa 48

İlk Müslümanlar Kimlerdi?

1. İlk Müslümanlar Hz. Hatice, Hz. Ali, Hz. Zeyd ve Hz. Ebû Bekr’den mi oluşmaktadır?

İlk Müslümanların bu dört isimden oluştuğu kabulü, siyasî hâdiselerin geriye dönük olarak Siyer’i yeniden inşaya tabi tutmasının bir sonucudur.

İlk Müslüman olanlar listesinin en büyük zaafı Hz. Peygamber’in kızlarının isimlerinin olmamasıdır.

Şayet mesele sadece ve sadece ilk Müslümanlar ise listenin şu şekilde yeniden tespiti gerekmektedir:

- Hz. Hatice,

- Zeyneb,

- Rukiyye,

- Ümmü Gülsüm,

- Zeyd,

- Ali,

- Ebû Bekr.

Sayfa 51

Gizli Davet Üzerine

3. Gizli davet dönemi, Hz. Peygamber’in daveti insanlardan gizlemesi midir? Gizli davet döneminde Müşriklerin tebliğden haberi olmadı mı?

Gizli davet denilince anlaşılan, sanki Hz. Peygamber’in insanları bir köşeye çekip tebliğde bulunduktan sonra bunu insanlardan gizlemesi konusunda ondan yemin alması veya o insanın bunu gizlemesi şeklindedir. Oysa böyle bir durumda kendisine inanmayan ilk insan, durumu etrafıyla paylaşacak, “Muhammed’in” kendisine söylediklerini insanlara anlatacaktır.

Dolayısıyla gizli davet demek, insanlarla gizli gizli buluşmak veya çağırıyı bir sır haline getirmek değil, bilakis tüm topluma açıktan çağrıda bulunmamaktır. Başlangıçta yakın akraba ve dost çevresi için böyle bir durum söz konusu ise de çok kısa bir süre sonra insanlar bundan haberdar olmuşlar ancak topluca bir çağrıya muhatap olmamışlardır.

4. Gizli davet üç yıl mı sürdü?

Bu da tıpkı vahyin kesilmesinde olduğu gibi abartılı bir süredir. Şayet ileri sürülen mevcut süreleri kabul edecek olursak; üç yıl vahyin kesilmesi; üç yıl gizli davet, üç yıl ambargo neticesinde Mekke dönemi üç-dört yıla inmiş olacaktır.

Binaenaleyh gizli davet döneminin de o kadar uzun sürmediğini kabulle bu sürecin, Hz. Peygamber’in tebliğe alışma dönemi şeklinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim üç yıl içerisinde çoktan Mekke halkının tamamı bunu duymuştu.

Sayfa 52–53

Taif Dönüşü Himaye Arayışının Nedeni

1. Hz. Peygamber, Taif dönüşünde Mekke’ye girmek için neden himâye aradı?

Hz. Peygamber, Kureyş’in Haşimoğulları kabilesinin bir ferdi ve Mekkeli biriydi. Doğal olarak haram aylar dışında Mekke’ye girişlerde dışarıdan gelenlerin ihtiyaç duydukları bir kefalet sözü olan “emân” almasına ihtiyacı yoktu. Ancak rivâyetlerde Taif dönüşünde Hz. Peygamber’in tekrar Mekke’ye girmek için emân arayışına girdiği konu edilmektedir. Yine rivâyetlere göre kendilerine başvurulanlardan sadece Mutim b. Adiyy emân vermiş, Hz. Peygamber de bu emânla Mekke’ye girebilmiştir.

Hz. Peygamber’in haram aylar dışında dahi olsa Mekke’de bir can güvenliği sorunu yaşadığını kabul etmemiz mümkün olmadığı gibi, daha başkaları için de böyle bir emânın söz konusu edilmediğini belirtmeliyiz. Her ne kadar Hz. Ebû Bekr’in Habeş hicretine çıkma teşebbüsünde İbnu’d-Duğunne’nin emân vermesinden bahsedilse de bunun şehre girmeyle bir alakası olmadığı açıktır.

Bu rivâyetin sıhhat açısından sorunlu kabul edebileceğimiz herhangi bir gerekçeye de sahip değiliz. Binaenaleyh bu emânın, şehre girişle değil tıpkı İbnu’d-Duğunne’nin Ebû Bekr’e emâninda olduğu gibi, şehir içinde himâye/koruma emânı olduğunu söylemek mümkündür.

Sayfa 56–57

Talaal Bedru Aleyna Şarkısı Üzerine

4. Hz. Peygamber Medine’ye ulaşınca “Talaa’l-bedru” şarkısıyla mı karşılandı?

Şarkının sözlerine bakacak olursak “Vedâ Tepelerinden” bahsetmektedir. Oysa Mekke-Kuba-Yesrib yolu güneyde, Vedâ Tepeleri ise tam ters istikamette yani kuzeydedir. Dahası söz konusu tepelerin Vedâ Tepeleri olarak isimlendirilmesi de Hz. Peygamber’in Medine’ye hicretinden sonra Hayber veya Tebük seferi esnasında olmuştur.

Bir diğer husus ise şiirin ilk dönem Arab şiirine benzemiyor olmasıdır. İçerik itibariyle de ilk kez gelen birinin karşılanmasına benzemediği gibi, bazı varyantlarında Medine lafzının geçiyor olması dahi bu şiirin hicretle bir alakası olmadığını göstermektedir.

Sonuç itibariyle, bu şarkının Hz. Peygamber’in hayatıyla hiçbir alakası bulunmamakta olup muhtemelen ikinci veya üçüncü asırda kıssacılar tarafından uydurulmuştur. (12)

(12) Şurrâb, M. Muhammedi Hasan, Fî Usûli Târîbi’l-Arabi’l-İslâmî, Dımeşk/Beyrut 1993, 115–119.

Sayfa 58

Mute Savaşı’nda Yüz Bin Kişilik Ordu mu Vardı?

8. Mute Savaşında Müslümanlar yüz bin kişilik Bizans ordusunu mu durdurdu?

Bu savaşta Müslümanlar muhtemelen Bizans öncü birliğiyle çatışmaya girmiştir. Özellikle çağdaş metinlerde yer alan Doğu Roma’nın Arab Yarımadası üzerine sefere çıktığı ve üç bin kişilik Müslüman ordu tarafından yüz bin kişilik ordunun durdurulduğu yolundaki anlatıların oldukça abartılı olduğu kanısındayız. Doğu Roma en güçlü olduğu dönemde dahi Arab Yarımadası’na sefer düzenlememişken ve üstelik Sasanilerle ciddi sorunlar yaşadıkları bir dönemde buraya saldırı düzenlemeyi planladıklarını söylemek pek de gerçekçi değildir. Hele üç bin kişilik ordunun yüz bin kişiyle bir günden fazla savaştığını, onlara direndiğini ve çok az kayıp vererek geri dönmesi de yine pek mümkün görünmemektedir. Bizans kaynaklarının bu savaşa yer vermediklerini de ayrıca kaydedelim.

Sayfa 62

Kırtas Olayı Üzerine

1. Hz. Peygamber vasiyetini yazdırmak istedi mi? İsteyince Hz. Ömer ve bazı sahabîler itiraz ettiler mi?

Tarihe Kırtâs Hâdisesi olarak geçen Hz. Peygamber’in vefatından önceki Perşembe günü vasiyet yazdırmak istemesi ve içlerinde Hz. Ömer’in de olduğu bazı sahabîlerin buna karşı çıktığını konu alan rivâyet tamamen uydurmadır.

Kur’ân’ın varlığı böyle bir hâdisenin önündeki en büyük engeldir. Kur’ân, ümmetin dalâlete düşmemesini sağlayacak niteliktedir . Resulullah (sav)’in aynı gayeyle bir vasiyetname yazdırmak istediğinin kabul edilmesi, bu konuda Kur’ân’ın yetersiz kaldığı gibi bir sonuca götürür ki, sanırız bunu hiçbir Müslüman vicdanı kabul edemez.

Ümmetin dalâlete düşmesini engelleyecek böyle önemli bir vesikayı Resulullah (sav)’in 23 yıllık uzun nübüvvet hayatında değil de vefatından dört gün önce yazdırmak istemesi de anlaşılması güç bir noktadır. Aynı şekilde Resulullah’ın ümmetine olan düşkünlüğü malumdur. Böyle bir Peygamber’in sırf yanında tartışıldı diye, yazdırmaktan vazgeçtiğini, böylece ümmetinin dalâlete düşmesine göz yumduğunu kabul etmek de mümkün görünmemektedir.

Sonuç itibariyle diyebiliriz ki, Kırtâs Hâdisesi rivâyetinin gerek râvileri açısından, gerekse de içerisinde barındırdığı ifadelerin başta Kur’ân ve Hz. Peygamber’in şahsiyeti, sonra da tarihin bize tanıttığı sahabe kavramıyla tenakuz halinde olmasından ötürü tarihî gerçekliği olmadığı düşüncesindeyiz.” (13)

(13) Öz, Mevzu Haberler, 122–131.

Sayfa 62–63

Hz. Hatice, Hz. Peygamber İle Evlendiğinde Kaç Yaşındaydı?

5. Hz. Peygamber ile evlendiğinde Hz. Hatice kaç yaşındaydi?

Yine ülkemizde en çok bilinen ve kullanılan rivayet, Hz. Hatice’nin Peygamberimizle evlendiğinde kırk yaşında olduğu şeklindeki rivâyettir. Bu durum, Hz. Peygamber’in yaptığı evlilikleri savunma derdinde olanlar tarafından vurgulanmış “yirmi beş yaşındayken kırk yaşında biriyle evlenmiştir” cümlesi sıklıkla kullanılmıştır .

Ancak bu rivâyetin sıhhat açısından sorgulanması gerektiği kanısındayız. Sorgulama gerekçelerimiz arasında Hz. Hatice’nin kırk yaşından sonra o kadar çocuk doğurması, Hz. Peygamber’in o yaşta biriyle evlenme sebebi gibi hususları belirtebiliriz. Ne var ki, bütün bunlar sadece bir yorumdur ve bir siyercinin elinde rivayet yoksa yapabileceği tek şey “bireysel rivâyet eleştirisi/tenkidi”dir.

Oysa Hatice’nin yaşı ile ilgili başka bir rivayet daha vardır ve tercih ettiğimiz esas görüş de odur. Bu rivâyete göre, Hz. Hatice, Peygamberimizle evlendiğinde yirmi sekiz yaşındaydı (İbn Sa’d, et-Tabakâtu’l-Kübrâ, VIII, 17).

Sonuç itibariyle, Hz. Hatice’nin evlendiğinde yaşının kırk olduğu sadece meşhur olmuş bir rivayet olup tek bilgi değildir.

Sayfa 66–67

Hz. Aişe, Hz. Peygamberle Evlendiğinde Kaç Yaşındaydı?

6. Hz. Peygamber, Hz. Âişe ile evlendiğinde Hz. Âişe 18 yaşında mıydı?

Bu soruya geçmeden önce yukarıda kaydettiğimiz kuralı bir daha hatırlatmakta fayda vardır. Zaman olarak XXI. yüzyılın ilk çeyreğinde, coğrafya olarak Anadolu’da, irk olarak Arab olmayan birilerinin, on dört asir önceki Arab Yarımadasındaki birinin sosyal hayatına dair yapacağı her türlü okuma; ancak o donemin, o coğrafyanın, o ırkın, o kültürün, o örfün, o geleneklerin özellikleri çerçevesinde mümkün olabilir.

Şimdi takip ettiğimiz usûle uygun olarak hâdiseyi somutlaştırabiliriz: Hz. Peygamber ile evlendiğinde Hz. Âişe’nin yaşı meselesinde yapılması gereken; “Bir peygamber bu yaşta biriyle evlenir mi?” sorusunu sormak değil, o toplumda bu evliliğe herhangi bir tepkinin gelip gelmediğini sormaktır.

Hz. Âişe’nin yaşını bugünün medeni kanununa uydurma çabalarına iltifat etmeksizin konumuza dönecek olursak, o toplumda Hz. Peygamber’e bu evliliğinden dolayı bir eleştirinin gelmemiş olması, aslında bütün tartışmayı da bitirmektedir. (15) Binaenaleyh Hz. Peygamber ile evlendiğinde Hz. Âişe, on sekiz yaşında değildi.

(15) Öz, Siyer Tasarımı, 99–100.

Sayfa 67

Hz. Peygamber’in Mucizesi Var mıdır?

1. Hz. Peygamber’in mucizesi var mıdır?

Kur’ân’a göre yoktur. Herhangi bir problemde konuyla ilgili tek bir ayetin varlığı karar vermeye fazlasıyla kâfidir. Başka bir ifadeyle x konusuyla ilgili tek bir ayet, aynı konuyla ilgili binlerce aksini iddia eden rivâyetin hükmünü kaldırır. Bu meselede de durum bundan ibarettir. Fakat sorun şu ki, konuyla ilgili bir değil, birçok ayet olmasına rağmen rivâyetlerin ağırlığı bu meseleye hâkim olmuştur. Kur’ân, Hz. Peygamber’in mucizesi konusunda şunları söyler:

1. “Bu mucizeleri göndermekten Bizi alıkoyan, öncekilerin yalanlamış olmasıdır…” (17/İsrâ, 59).”

2. “Onlar, “Bize yerden bir kaynak fışkırtmadığın veya aralarından ırmaklar fışkıran hurmalıkların ve üzüm bağların olmadığı yahut da iddia ettiğin gibi (Allah) göğü tepemize parça parça düşürmediği, ya da Allah’ı ve melekleri karşımıza getirmediğin veyahut altından bir evin olmadığı yahut göğe çıkmadığın sürece sana inanmayacağız. Bize okuyacağımız bir kitap indirmedikçe göğe çıkmana da inanmayacağız” dediler. De ki, “Rabbimi tenzih ederim! Ben elçi olan bir insandan başka bir şey miyim?” (17/ İsrâ, 90–93).

3. “Ona (Muhammed’e) Rabbinden bir mucize indirilmeli değil mi? diyorlar. De ki, “Gayb ancak Allah’a aittir…” (10/Yûnus, 20).

4. “Onlara bir âyet geldiği zaman, “Bize de, Allah’ın (diğer) elçilerine verildiği gibi (mucizeler) verilmedikçe inanmayacağız” derler. Allah, elçiliğini nereye koyacağını daha iyi bilir.” (6/En’âm, 124)

5. “Onlar yalnızca, kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabbinin gelmesini yahut Rabbin’den birtakım mucizelerin gelmesini bekliyorlar. Daha önce inanmamış kimseye, Rabbinin birtakım mucizeleri geldiği gün inanması fayda vermez. Onlara de ki, “Bekleyin, biz de bekliyoruz.” (6/En’âm, 158).

6. “İnkârcılar, “Ona Rabbinden mucizeler indirilmesi gerekmez miydi?” derler. De ki, “Mucizeler ancak Rabbimin katındadır. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım”. Sana kendilerine okunan bu Kitâb’ı indirmiş olmamız, onlara yetmiyor mu? Bunda inanan topluluğa rahmet ve hatırlatma vardır.” (29/Ankebut, 50–51).

7. “Bilmeyenler, “Allah bizimle konuşmalı veya bize de bir mucize gelmeli değil mi?” derler. Bunlardan öncekiler de bunların dediği gibi demişlerdi; çünkü gönülleri birbirine benzemektedir.” (2/ Bakara, 118).

8. “(Putperestler) “Bu ne biçim elçi? Yemek yiyor, sokaklarda yürüyor. Ona onunla beraber uyarıcı olarak bir melek indirilseydi ya! Yahut, kendisine bir hazine verilseydi veya besleneceği bir bahçesi olsaydı ya!” dediler. Bu zâlimler, inananlara, “Sizin uyduğunuz, sadece büyülenmiş bir adamdır” dediler.” (25/Furkân, 7–8).

9. “Eğer onlara bir mucize gelirse, buna kesinlikle inanacaklarına dair bütün güçleriyle Allah’a yemin ederler. De ki, “Mucizeler Allah’ın katındadır.” Mucize geldiğinde de inanmayacaklarını siz nereden bilesiniz?” (6/En’âm, 109).

10. “(İnananlar) “Keşke kendisiyle dağların yürütüldüğü, yeryüzünün parçalandığı veya ölülerin konuşturulduğu bir Kuran olsaydı” (diye düşünüyorlar). Hayır, bu iş Allah’a aittir. İnananlar, Allah’ın — dilediği takdirde- bütün insanları yola getireceğinden artık umutlarını kesmediler mi?” (13/Ra’d, 31).

11. “Onlara gökten bir kapı açsaydık da oraya çıkmaya koyulsalardı (bu sefer de) “Bizim gözlerimiz boyandı; hayır , biz büyülendik” derlerdi.” (15/Hicr, 14–15. Ayrıca bkz., 2/Bakara, 209–210; 3/ Âl-i İmrân, 183; 4/Nisâ, 153; 6/En’âm, 7–8, 109–111; 11/Hûd, 12; 13/Ra’d, 7, 27; 15/Hicr, 7; 20/Tâhâ, 133–135; 21/Enbiyâ, 5; 25/Furkân, 21–22).

Bu kadar ayetten sonra bir daha tekrar edelim ki, Hz. Peygamber’in mucizesi yoktur.

Sayfa 70–72

Önceki Alimler Mucize Var Diyor, Bu Nasıl Olur?

2. Mucize konusundaki bu ayetleri şimdiye kadar kimsenin bu şekilde anlamlandırmaması nasıl izah edilir?

Klasik dönemde birçok âlim bu ayetleri görmüş ve dile getirmiştir. Ancak onlar, din dışı/mezhep dışı ilân edilince gelenek, kendisini kutsallaştırmayı başarmış; ayetler, rivâyetler tarafından sınırları çizilen bir anlam çerçevesi dâhilinde değerlendirilmiştir.

Rivâyetlerin içeriğinde zikredilen ayetler, geleneğin oluşturduğu peygamber motifi çerçevesinde yorumlanmış; referans olarak Kurân’ın kendisi değil, tarihî süreçle beraber Hz. Peygamber’in hayatına ve imajına yapılan eklemeler alınmıştır.

Buna birçok örnek vermemiz mümkündür. Nitekim siyer anlatılarında Hz. Peygamber’in göğsünün yarılması anlatıldıktan sonra, “Biz senin göğsünü açmadık mı” (94/İnşirah, 1) ayeti; Hz. Ömer Müslüman olurken gusül abdesti alması anlatıldıktan sonra, “Ona temiz olanlardan başkası dokunamaz” (56/Vâkıa, 79) ayeti; Ay’ın yarılması anlatıldıktan sonra, “Kıyamet yaklaştı ve Ay yarıldı” (54/Kamer, 1) ayeti; Huneyn’de Hz. Peygamber’in bir avuç çakıl taşı atması ile orduyu dağıttığı anlatıldıktan sonra, “Attığın zaman sen atmadın Allah attı” (8/Enfâl, 17) ayeti delil olarak getirilmiş, ilgili ayetler Kur’ânî bütünlük içerisinde değil, geleneğin oluşturduğu anlam çerçevesinde zikredilmiştir. Başka bir ifadeyle Kur’ân’ın kendi bütünlüğü içerisindeki ayetler değil, bağlamından (siyak-sibakından) kopartılmış rivayet literatüründeki ayetler kullanılmıştır. (18)

(18) Öz, Şaban, Siyer’e Giriş, Ankara 2012, 79.

Sayfa 72–73

Allah’ın Mucizeye Gücü Yetmez mi?

3. Allah’ın mucize göstermeye/vermeye kudreti (gücü) yetmez mi?

Hz. Peygamber’e atfedilen mucize rivâyetlerinde tartışma konusu edilen Allah’ın kudreti veya yapabilirliği/gücü değil, iradesinin böyle tecelli edip etmediğidir. Dolayısıyla şakku’l-kamer’de soruşturulan Ay’ın tekrar nasıl birleştiği, yarılırken Ay’ın neden patlamadığı değil, bu olayın olduğuna dair anlatılan hikâyenin ve ilgili ayetin anlam karşılığıdır. Tabi ki, Ay’ı yaratan Allah’ın onu ikiye, dörde veya daha fazla parçaya ayırıp yeniden bir araya getirmeye kudreti yeter. Ancak söz konusu edilen “gelecek” değil “geçmiş” yani tarihtir. Dolayısıyla biri, “Ay yarılmadı” derken “Allah’ın -hâşâ- güç yetmez” demiyor, “Allah’ın kudreti böyle tecelli etmedi” diyordur. Binaenaleyh “Allah isterse” argümanının bu tartışmada hiçbir karşılığı yoktur.

Sonuç itibariyle, Allah’ın gücünü, kudretini değil, Allah’ın gücünün kudretinin tecelli edip etmediğini (gerçekleşip gerçekleşmediğini) konuşuyoruz ki, tecelli etmediğini de zaten Kur’ân bize söylemektedir.” (19)

(19) Öz, Siyer Tasarımı, 47.

Sayfa 73

Hz. Peygamber’e Sihir Yapıldı mı?

3. Hz. Peygamber’e büyü/sihir yapıldı mı?

Hz. Peygamber’e sihir yapıldığı, kendisinin cinlerin tesiri altına girdiği şeklindeki söylem daha Mekke döneminde Müşrikler -ki Kur’ân bu iddia sahiplerini zalimler olarak tanımlamaktadır- tarafından dile getirilmiş bir iddiadır (17/İsrâ, 47). Ancak Kur’ân bunu farklı yerlerde şiddetle reddederek Hz. Peygamber’in cinli veya büyülü olmadığını onların etkisine girmediğini ifade etmektedir (7/A’râf, 184; 68/Kalem, 2;81/Tekvîr, 22).

Sonraki dönemlerde Zındıklar, bu ithamı rivayet formatına dökerek güya bir Yahudi’nin Resulullah’a sihir yaptığını ve bu yüzden Hz. Peygamber’in ailevi konularda ne yaptığını bilmez hale geldiğini konu etmişlerdir. İşin ilginç ve acı olan yanı ise Müslümanlar tarafından bu çirkin rivâyetin olabildiğince yayılmış, sahiplenilmiş olmasıdır. Hz. Peygamber’i neyle ilgili olursa olsun hayatının herhangi bir anında “şuursuz” olarak göstermek, cinlerin oyuncağı haline geldiğini söylemek, onların tahakkümü altına girip ne yaptığını bilmez hale geldiğini savunmak, yakışıksız ve asla kabul edilemez bir yaklaşımdır.

Kurân’ın açık beyanlarına rağmen sihir ve büyünün etkisine giren bir insanın nasıl nübüvvet görevini sürdüreceği apaçık bir problem olarak ortada dururken bugün birilerinin “bu beşeri bir durumdur hastalık gibidir ve peygambere büyü yapılmıştır” diyerek Zındık uydurmalarını din gibi savunmalarını anlamak ise gerçekten mümkün değildir.

Sayfa 82

Hz. Peygamber Cinlerle Görüştü mü?

4. Hz. Peygamber, cinlerle görüştü mü?

Rivâyetlerde Hz. Peygamber’in cinlerle görüşmesine ek olarak onların sayıları, memleketleri gibi birçok ayrıntı geçmektedir. Kurân’da ise sadece cinlerin Hz. Peygamber’i dinlemesinden bahsedilmektedir: “De ki, bana cinlerden bir grubun Kurân’ı dinlediği ve onların “Şüphesiz biz, hayrete düşüren, doğru yola götüren bir Kur’ân dinledik. Biz ona iman ettik. Rabbimize kimseyi ortak koşmayacağız” dedikleri vahyedildi” (72/Cinn, 1–2).

Görüldüğü üzere burada ne görüşmeden ne de görmekten bahsedilmektedir . Hatta Hz. Peygamber’in bizatihi bilgisinin dışında gerçekleşen bir dinleme olduğu anlaşılmaktadır. Şahsî görüşümüz de Kurân’ın söylediklerinden ibarettir.

Sayfa 82–83

Hz. Peygamber ve Rüya

9. Hz. Peygamber rüya ile amel etmiş midir?

Peygamberlerin rüyaları, rüyâ-yı sâdıka denilen rüyalar kapsamındadır. Bu çerçevedeki rüyalar Allah’ın, Elçileri ile iletişiminde önemli unsurlardır. Dolayısıyla mutlak anlamda Hz. Peygamber rüya ile amel etmiş midir sorusuna cevabımız evet etmiştir olacaktır.

Bununla beraber, ümmete modellik açısından rüyası ile amel etmediği durumlar da olmuştur ki, Uhud Savaşı öncesinde gördüğü rüya bu açıdan dikkat çekicidir. Hz. Peygamber, gördüğü rüyayla amel etmemiş ve istişare neticesinde Kureyş ordusunu dışarıda karşılamak için çıkmıştır. Bu durum onun ümmetine olan modelliğinin tezahürü bakımından oldukça önemli bir örnektir.

Yeri gelmişken şunu da ifade etmeliyiz ki, Hz. Peygamber’in kendi gördüğü rüya ile amel etmediği bir noktada, bugün insanların şeyhlerinin, hocalarının gördüğü sipariş rüyalarla amel etmelerini ve hatta buna zorlamalarını izah etmek bir hayli güçtür.

Sayfa 85

Aşerei Mübeşşere Üzerine

2. Aşere-i mübeşşere diye bir sınıf var mıdır?

Hz. Peygamber’in kendi arkadaşlarından cennetle müjdeledikleri veya genel anlamda kimlerin cennetlik olduğuna dair sözler söylediği malumdur. Ancak bu cennetle müjdelenenlerin sadece on kişiyle sınırlandırılması ve dahası böyle bir sınıfın varlığı sorunludur.

Hz. Peygamber’in cennetle müjdelediği daha başka sahabîlere dair de nakiller vardır. Neden onların buna dâhil edilmediği, neden Ensâr’dan kimsenin bu listede yer almadığı, neden hiçbir eşinin (mesela Hz. Hatice) olmadığı ilk başta dikkat çeken hususlardır. Açıkçası böyle bir isim listesinin oluşturulmasında Hz. Peygamber ve hatta sahabe sonrası siyasî hâdise ve tartışmaların etkili olduğu kanaatindeyiz.

Sayfa 90

Hz. Ömer Kırkıncı Müslüman mı?

8. Hz. Ömer Kırkıncı Müslüman mıdır?

Bu da genel kabul görmüş ancak doğru olmayan anlatılardandır. Hz. Ömer, nübüvvetin beşinci yılında Müslüman olmuştur. O zamana kadar 80'den fazla insan Habeşistan’a hicret etmişti. Bazıları buna dayanarak Mekke’de kalan Müslümanlar arasında kırkıncı olduğunu, bazıları da Müslüman olduğu sırada evde bulunanların sayısı olarak yorumlamaktadırlar ki, her ne olursa olsun sonuç itibariyle Hz. Ömer, kırkıncı Müslüman değildir.

Sayfa 93

Gadiri Hum Olayı

11. Ğadîr-i Hum olayı nedir? Sahih midir?

Rivayete göre; Resulullah, veda haccı dönüşü Ğadîr-i Hum denilen bir yerde mola verir ve hacdan dönmekte olan büyük kalabalığı toplayarak, bir konuşma yapar. Konuşmasında, “Ben müminlerin mevlâsı değil miyim?” diye sorar. Topluluk, “Öylesin ey Allah’ın Elçisi” diye cevap verince, Hz. Peygamber, “Ben kimin mevlâsı isem, Ali de onun mevlâsıdır” der. Tarihte buna Ğadîr-i Hum olayı denilmektedir.

Rivâyetin sahih olmadığı yolunda görüşler ileri sürülmesine rağmen şahsî görüşümüz hâdisenin sahih olduğu yolundadır.

Haberin öncesine bakacak olursak olayın sebebi ve dolayısıyla sıhhat gerekçemiz de ortaya çıkacaktır. Resulullah, Veda Haccındayken Hz. Ali de görevli olarak Yemen’de bulunuyordu. Dönüşte kendisi Resulullah’a hac esnasında yetişebilmek için ordunun başına askerlerinden birini bırakarak, Mekke’ye gelir . Komutan, Yemen’den getirilen elbiseleri, iyi görünmeleri için ordudaki askerlere giydirir. Hz. Ali, ordusunun Mekke’ye yaklaştığı sırada onları karşılamaya çıkar. Askerleri o halde görünce komutanı azarlar ve askerlere elbiselerini çıkarttırıp, kumaşların arasına geri konulmasını emreder. Askerler, Hz. Ali’nin kendilerine bu şekilde muamele etmesini yadırgayarak, onun hakkında şikâyet etmeye başlarlar. Sonuçta bu şikâyetler kalabalık arasında yayılarak herkesin diline düşer. Nihayet bütün bu konuşmalar Resulullah’a ulaşır. O da çocukluğundan beri bu dine yardımcı olmuş olan bir sahabîye yapılan haksız muamele karşısında sessiz kalmayarak, “Ey insanlar, Ali’yi şikâyet etmeyin, Allah’a yemin ederim ki, o, Allah’ın yolunda kendisinden şikâyet edilecek husustan çok daha sağlamdır. Ben kimin dostuysam, yardımcısıysam, Ali de onun dostu ve yardımcısıdır” şeklindeki hutbesini verir (İbn Hişâm, IV, 203; Taberî, Târîbu’l-Ümem ve’l-Mülük (Târîhu’t-Taberi), II, 406).

Rivâyetin sıhhatini etkileyecek olumsuz bir husus olmamasına ek olarak, birilerinin bu rivâyeti bağlamından kopartarak amacı dışında, kendi ideolojilerine delil getirmeleri de haberi uydurma yapmaz.

Sayfa 94–95

Ebu Hureyre ve Sahabeyi Tahkir Üzerine

13. Ebû Hureyre’nin çok hadis rivayet etmesinin sebebi diğer sahabîlerin bağ bahçe işleriyle uğraşması mıdır?

Bu iddia Ebû Hureyre’ye atfedilmektedir. Kendisi çok hadis rivâyet etmesinin sebebini izah bağlamında, diğer sahabîlerin bağ bahçeleri olduğunu ve onlarla uğraştıklarını ancak kendisinin bu tür meşgaleleri olmadığı için daima Resulullah’ın peşinde dolaştığını ve haliyle bu kadar çok hadis öğrendiğini iddia etmiştir. Ancak sahabîlerin hep bağ bahçeleri olmadığı, ondan daha önce İslâmiyet’i kabul edip yine ondan kat be kat Hz. Peygamber ile vakit geçiren sahabîler olmasına rağmen yine de onun kadar hadis aktarmadıklarını unutmuş gibidir.

Ebû Hureyre’nin çok hadis rivâyet etmesini savunmak ayri bir şeydir, onu savunurken diğer sahabîleri haksız yere mala tamah gösteren insanlar olarak sunmak tamamen ayrı bir şeydir. En başından beri Resulullah’ın yanında bulunan, davetin gerek Mekke’deki, gerekse Medine’deki her safhasına şahit olan sahabenin gördüklerini duyduklarını bir tarafa bırakarak, sadece Resulullah’ın son dönemine şahit olmuş birisinin, ilmî mahiyette ön plana çıkarılmasına da kimsenin duyarsız kalması beklenilmemelidir. Ebû Hureyre’nin kibar-ı sahabeden daha çok hadisi Resulullah’tan duyduğunu iddia etmek ve bunu basit nedenlerle savunmaya kalkmak, 23 yıllık bir serüvenin 20 yılını yok saymak demektir. Ebû Hureyre’nin çok hadis rivayeti ille de savunulacaksa kuşkusuz bu, büyük sahabîler rencide edilmeden de pekâlâ yapılabilir.

Sayfa 96–97

Muâviye Vahiy Kâtibi miydi?

14. Muâviye vahiy kâtibi miydi?

Vahiy kâtibi, “Hz. Peygamber tarafından vahiyleri yazmak için görevlendirilen kişi” demektir. Yoksa herhangi bir vahyi herhangi bir zamanda yazan demek değildir.

Muâviye’nin yazdığı iddia edilen ayete’l-kürsi Medine döneminin başında nazil olmuştur. Muâviye ise Mekke’nin fethinden sonra Müslüman olmuştur. Söz konusu ayetin o zamana kadar yazılmadığını söylemek tutarsızlık olduğu gibi, aynı şekilde önceden yazılmış bir vahyi tekrar yazmak da bir insanı vahiy kâtibi yapmaz. Üstelik daha öncesinde Abdullah İbn Ebî Serh gibi dinden dönüp Mekke’ye kaçarak orada Müşriklere yaranmak için güya Kur’an’ı yanlış yazdığı yalanını söyleyen olumsuz bir vahiy kâtibliği tecrübesi yaşamış olan Hz. Peygamber’in bu konuda tülekâdan olan Muâviye’ye güvenmesi ve onu görevlendirmesi pek olası değildir. (5)

(5) Aycan, İrfan, Saltanata Giden Yolda Muaviye Bin Ebî Süfyân, Fecr Yay, Ankara 1990, 62–65.

Sayfa 97

Münafıklar ve Darbe

1. Hz. Peygamber döneminde münafıklar darbe girişiminde bulunmuşlar mıdır?

Münafıkların, Hz. Peygamber’in Tebük Seferine çıktığı esnada Medine’de bulunmayacağından ince bir plan hazırladıkları kanaatini taşıdığımızı belirtmeliyiz. Buna delil olarak ise;

- Kendi adamlarının Tebük Seferine katılmaması için yoğun çaba harcamaları,

- Sefere kattıkları bir grup adamlarının Resulullah’a suikast düzenlemesi,

- Mescid-i Dırar’ı yapmaları ve aktif olarak kullanmaya başlamaları,

- Hz. Ali’nin geride bırakılmasına yoğun tepki göstermeleri,

Sefer dönüşünde Hz. Peygamber’in münafıklara karşı müsamahalı tutumunu değiştirip sertlik göstermesi gibi hususları sayabiliriz.

Medine’ye halife atamış olduğu halde, kendi ailesi üzerine birini bırakması bu konuda Hz. Peygamber’in de bazı ciddi şüphelerinin olduğunu göstermektedir. Kanaatimizce Hz. Peygamber’in bu şüphesi; İslâm’ı yıkmak için fırsat kollayan ve artık dışardan gelebilecek herhangi bir yardım merkezinin kalmaması hasebiyle işi kendi başlarına bitirmek zorunda olduklarını anlayan münafıkların, Medine’deki otorite boşluğunu fırsat bilerek istenilmeyen bir harekete kalkışma ihtimalidir.

Sayfa 98

Münafıkların İsimleri

2. Hz. Peygamber, münafıkların isimlerini bazı sahabîlerine öğretti mi?

Bu tür rivâyetler vardır. Ancak münafıkların bazıları zaten toplum tarafından bir şekilde (münafıklarla beraber hareket etmeleri, bir anlığına da olsa nifaklarını dile getirmeleri vs.) biliniyordu.

Kur’ân bu konuda Müslümanların bilmediği münafıklığa soyunanların varlığından da bahsetmektedir: “Çevrenizdeki bedevilerden münafıklar vardır. Medine halkından da nifakta direnenler vardır. Onları siz bilmiyorsunuz, biz biliyoruz” (9/Tevbe, 101). Ayetin de işaret ettiği üzere bilinmeyenleri zaten sadece Allah bilmektedir ki, Hz. Peygamber’in bunların isimlerini birilerine öğretmesi bu ayete göre mümkün değildir.

Sonuç itibariyle, Hz. Peygamber’in münafıkların isimlerini bir sahabîye öğrettiği şeklindeki rivâyet ve bu rivâyetin etrafından şekillenen olay örgüsü sıhhati tartışmalı metinlerdir.

Sayfa 98–99

Recm Cezası Üzerine

2. Hz. Peygamber, recm cezası uygulamış mıdır?

Hz. Peygamber’in kendi döneminde bu cezayı uyguladığına/uygulattığına dair rivâyetler gelmiştir. Bununla beraber bu cezanın uygulanmadığını, rivâyetlerin uydurma olduğunu ve Kurân’da böyle bir cezanın olmadığını söyleyenler de vardır. Kur’ân’da olmaması konusunda, “hükmü baki metni nesh edilmiş” şeklinde formüle edilen bazı ayetlerden bahsedilerek, Kurân’da olduğu ancak sonradan lafzının kaldırıldığı da iddia edilmiştir.

Kurân’da recm cezasının olmadığını ve hatta tam tersine recm cezasının dönem itibariyle uygulanmadığını görmekteyiz. Nitekim zina yapan cariyeler hakkında “hür kadınların cezasının yarısı” (4/Nisâ, 25) denilmiştir ki, herhalde “taşlanarak öldürmenin” yarı cezası olmayacağı açıktır. Başka bir ayette ise, “Zina eden kadın ve erkeğin her birine yüzer değnek vurun” (24/Nûr, 2) denilmiştir. Her ne kadar recm cezasını savunanlar tarafından burada bahsedilenin bekar kadın ve erkek olduğu ileri sürülmüşse de bu konuda net bir delile sahip olmadıkları, Kur’ân’ın bu konuda bir istisna getirmediğini söyleyebiliriz.

Şahsen Kurân’da bu suçun cezası olarak yüzer değnek sopa olduğu ve Resulullah’ın recm cezasını uygulamadığı kanaatindeyiz.

Sayfa 109

Dinden Çıkanlar Öldürüldü mü?

2. Hz. Peygamber, dinden çıkanı öldürtmüş müdür?

Hz. Peygamber döneminde dinden çıkma hâdiseleri yaşanmıştır. Hem Mekke döneminde hem Medine döneminde İslâmiyet’i kabul ettikten sonra dinden çıkanlar olduğu gibi, Yahudiler arasında Müslümanları şüpheye düşürmek için günübirlik dine girip çıkmayı tavsiye edenler de olmuştur (3) Al-i İmrân, 72). Hatta vahiy kâtipliği yapıp sonra mürted olarak din den çıkan bile vardı. Ancak Kur’ân hiçbir şekilde onların öldürüleceğine dair bir emir vermediği gibi, bilakis yaşamalarından bahsetmektedir: “İman edip sonra inkâr edenler, sonra iman edip tekrar inkâr edenler ve sonra bu inkârlarında aşırı gidenleri Allah affetmeyecektir. Allah onları doğru yola ulaştırmaz.” (4/Nisâ, 137).

Hz. Peygamber’in hayatında da dinden dönenlerin öldürülmesine dair verdiği emirler dikkatlice incelendiği zaman bu emrin sebebinin dinden çıkmak değil , bozgunculuk, haddi aşmak olduğu görülecektir. Hz. Ebû Bekr’in dinden çıkanlarla savaşması da nebevî bir modellik veya emirden değil , siyasî iktidarın, ülkenin bir yerinde isyan başlatanlarla giriştiği mücadeledir.

Sayfa 113

Hz. Peygamber’in Sırları Var mıydı?

3. Hz. Peygamber’in sırları var mıydı? Herhangi bir şeyi ümmetinden gizledi mi?

Allah, Elçilerini insanlardan bir şeyler saklamaları veya sadece birilerine gizli bilgiler vermeleri ya da bildiklerini saklamaları için değil, kendilerine bildirilenleri insanlara bildirsinler, izah etsinler, uyarsınlar, müjdelesinler diye görevlendirmiştir.

Hz. Peygamber gibi içinde gizlediği duyguları dahi Kur’ân tarafından ortaya konulan bir Peygamber için sir sahibi demek, ona karşı ciddi bir haksızlık olacaktır. Hz. Peygamber, mübelliğ vasfıyla bildirmesi gerekenleri bildirmiş, görevini hakkıyla yapmıştır.

Bunun haricinde sırları, gizledikleri olduğunu söyleyen birinin “Peygamber’in sırları olduğunu nereden bildiğini” sormak haricinde bir cevabı hak etmediğini söylemeliyiz. Özellikle de “Resulullah bana sır verdi” deyip de onu insanlara aktaran birinin sözüne güvenilmeyeceğine, kendi sözü en büyük delildir. Zira emanete sahip çıkmamış, Peygamber’in sırrını ifşa etmiştir. Böyle birine nasıl güvenilebilir veya sözüne değer verilebilir?

Bununla beraber Hz. Peygamber’in hayatı boyunca insanlarla paylaşmadığı düşünceleri olduğunu da kabul etmek durumundayız. Örneğin İsrâ hâdisesinde geçen ve kendisine gösterilen “bazı âyetler’in (17/İsrâ, 1) neler olduğunu veya “eşlerinden birine gizlice söylediği söz”ün (66/Tahrîm, 3) ne olduğunu bilmiyoruz. Ancak bunların onun tebliğ göreviyle veya insanlara bildirmekle yükümlü olduklarıyla alakalı olmadığı, bireysel olduğu da açıktır.

Sayfa 113–114

Tevessül veya Aracı Kılma Üzerine

3. Hz. Peygamber veya sahabîleri dualarında birini/birilerini aracı kılmışlar mıdır?

Allah’a ibadette, kullukta, duada aracı koşmak, vesile kılmak şirktir. Hz. Peygamber veya sahabenin değil bunları yaptıklarını, bunları yaptıklarını düşünmek dahi onlara karşı ciddi haksızlıktır.

Bazı rivâyetlerde konu edilen güya Hz. Ömer’in Resulullah’ın amcası Abbâs ile beraber çıkıp yağmur duasında onu aracı kıldığına dair anlatılar ise, tamamen Zındık uydurmasıdır.

Sayfa 116

Sahabe Hz. Peygamber’in Kanını mı İçti?

6. Sahabe, Hz. Peygamber’in kanını içti mi? Hz. Peygamber, kanının içilmesine sessiz kaldı mı?

Rivâyetlere göre Abdullah b. ez-Zübeyr ve bir kadın farklı zamanlarda Hz. Peygamber’in hacamat kanını içmiş, Hz. Peygamber de İbnu’z-Zübeyr’e, “Vay ümmetin senden çekeceğine vay senin ümmetten çekeceğine” derken yaşlı kadına da “cehennem ateşi sana değmeyecek” demiştir. Öncelikle İslâmiyet’te kan haram kılınmıştır (2/Bakara, 173). Burada insan kanı, hayvan kanı, Peygamber kanı gibi bir ayrım yapılmamış, genel bir ifadeyle kan denilmiştir.

Bu rivâyetlere göre haram bir fiilin yapılmasına Hz. Peygamber bırakın tepki vermeyi, âdeta kanının içilmesini tavsiye etmiş gibidir. Dolayısıyla bu rivâyetleri, İslâmî değerlere açık saldırı olduğu için kabul etmemiz mümkün değildir.

İbnu’z-Zübeyr’in Hz. Peygamber’in kanını içmesini konu alan rivâyetin ise içeriğinde barındırdığı gelecekten ihbara dayanarak, söz konusu anlatının sonradan geriye dönük olarak üretildiğini söylemek mümkündür.

Sayfa 117

Sahabe Hz. Peygamber’in Sakalına Kutsiyet Atfetti mi?

8. Sahabe, Hz. Peygamber’in sakal ve saçına bir kutsiyet atfetmiş midir?

İnsanların, hayatları pahasına sevdikleri bir insandan hatıralar saklamaları ayrı bir şey, bu eşyalara kutsiyet atfedip üzerlerinde taşımaları, onlardan hayır beklemeleri, onları vesile kılmaları çok ayrı bir şeydir.

Sahabe, hayatlarını şirkle mücadeleyle geçirmişlerdir ki, bu tür davranışların velev ki Allah’ın Elçisinin eşyaları dahi olsa Allah ile kendileri arasına aracı koymak olacağını çok iyi biliyorlardı. Nitekim Hz. Ömer, Hudeybiye’de altında biat edilen ağacı sırf bu endişelerden dolayı kestirmekten çekinmemiştir.

Sonuç itibariyle, sahabîlerin Hz. Peygamber’in eşyalarını korumuş, saklamış olmaları mümkün; onlara bir kutsiyet atfetmeleri mümkün değildir. Konuyla ilgili aksi rivâyetleri de bu çerçevede değerlendirmek gerekmektedir.

Sayfa 118

Hz. Peygamber ve Kölelik

11. Hz. Peygamber köleliği kaldırdı mı?

Öncelikle ifade etmemiz gereken husus, köleliği İslâmiyet’in getirmediğidir. Bir diğer husus ise uluslararası hukuk tarafından yasaklanmasına rağmen bugün dahi sayıları milyonlara ulaşan kölelerin varlığıdır.

Hiçbir surette savunmacı veya ideolojik yaklaşımla hareket etmeksizin açıkça ifade edelim ki, İslâmiyet köleliği kaldırmamıştır. Buradaki soru; dünyanın tamamen el emeğiyle döndüğü bir dönemde, savaşlarda veya baskınlarda ele geçirilen esirler köle yapılmayıp da ne yapılacaklardı sorusudur. Köleler olmayacaksa bütün bu işleri kim yapacaktı? Daha açık yazacak olursak; bugün bile dünya üzerinde köle sayısı milyonlarla ifade ediliyorsa, insanlığın dönem itibariyle muhtaç olduğu; köleliğin kaldırılması değil , sisteme ahlak kazandırılmasıydı. İşte Hz. Peygamber’in yaptığı da buydu ve o, köleliğe ahlak getirerek, köleyi köle olarak özgürleştirmişti.

Her türlü yanlış anlamanın önüne geçme adına, getirilen ahlakî içeriğin boyutlarının daha net anlaşılması için köle kavramının Hicaz ve Hz. Peygamber zamanındaki karşılığına da bakılması gerektiğini belirtmeliyiz. Zira köle dediğimizde zihnimizde canlanan görüntü; siyahî, çıplak ayakları prangalı, kamıştan kulübelerde tıkış tıkış yaşayan, pirinç lapası yiyen, çalışırken birinin devamlı onları kırbaçladığı klasik Amerikan film sahnelerinden ibarettir.

Sayfa 119–120

Hz. Peygamber Çocukları Dövün mü Dedi?

14. Hz. Peygamber, belli bir yaştan sonra namaz kılmamaları halinde çocukların dövülmesini tavsiye etti mi?

Zorla, baskıyla ibadet yaptırmanın insanları sadece münafıklığa götüreceği, hele bu çocuksa gelecekte kendisine zorla yaptırılan bu ibadetlerden nefret edeceği muhakkaktır.

Bütün bu gerçekleri Hz. Peygamber’in bilmemesi mümkün değildir . Bırakın dövmeyi, onlara kızmaktan dahi geri duran bir Peygamber’in çocukları dövmeyi tavsiye ettiğini söylemek pek de akıl kârı değildir.

Kuşkusuz “çocuklara beddua eden bir peygamber profili” uyduran zihniyetin, ona çocukları dövdürme emri verdirmekten de kaçınmayacağı açıktır. Ancak tarihî gerçek şudur ki; çocuklar, Hz. Peygamber’i gördükleri her yerde ona koşuyorlar, ona olan karşılıksız en saf sevgilerini gösteriyorlardı. Herhalde çocuklar, kendilerine beddualar eden, lanet eden, camiden kovduran, dövülmelerini söyleyen bir insana böyle bir sevgi göstermezlerdi.

Sayfa 120–121

Kandil Üzerine

17. Hz. Peygamber, Mevlid, Regâib, Mirâc kandillerinden herhangi birini kutlamış mıdır?

Hz. Peygamber, bu kandillerden hiçbirini kutlamamıştır. Sadece Hz. Peygamber değil, sahabeden ve tâbiînden de kimse kutlamamıştır. Çünkü onların zamanında böyle geceler yoktu.

Hz. Peygamber ve sahabe döneminde olmayan bu gecelerle ilgili rivâyetler veya Hz. Peygamber’e atfedilen ibadet şekil ve tavsiyelerinin bir sıhhatinden bahsetmemiz de haliyle mümkün değildir.

Olayın dinî boyutu bu olmakla birlikte, kandil gecelerinin günümüzde sosyal hayatın bir parçası olduğu unutulmamalıdır. İnsanların o gün Hz. Peygamber’i hatırlamaları, iyilik yapmaları, günah ve kötülüklerden uzak durmaları hiç şüphe yok ki, güzel hususiyetlerdir. Kutlayanların veya kutlamayanların birbirlerine tacizde bulunmamaları, her iki tarafın da haklı yanları olduğunu bilmek kaydıyla, kandil gecelerinin ümmetin birlik ve beraberliğinde katkısı olduğunu söyleyebiliriz.

Sayfa 122

Hz. Peygamber Hayvan Öldürmeyi Emretti mi?

16. Hz. Peygamber, siyah köpek veya kertenkeleyi öldürmeyi emretti mi?

Kur’ân ve Hz. Peygamber yenilmesi veya herhangi bir ürününden faydalanmasının haram olduğu domuzu bile öldürmeyi emretmemiştir. Hatta Hz. Peygamber, yavrusunu emziren bir köpeğin rahatsız edilmemesi için başına asker dikmiştir. Dahası susayan bir köpeğe su veren günahkâr bir insanın affedilmesi örneğini inananlara model olarak anlatmıştır.

Sonuç itibariyle, Hz. Peygamber’in masum hayvanların öldürülmesini emrettiğini konu alan veya bu hayvanların uğursuzluğundan bahseden haberler tamamen İslâm’ı ve Peygamber’ini hedef olarak seçmiş Zındık uydurmalarından başka bir şey değildir. Şunu da ekleyelim ki, bu durumu rivâyetlerin geçtiği kitapların isimleri değiştirmez. Esas olan Kur’ân ve Hz. Peygamber’in sahih sünnetidir.

Sayfa 122

--

--