Sosyal Değişme, Kadın ve Din — İnceleme ve Alıntılar

Ali Coşkun - Sosyal Değişme, Kadın ve Din — İnceleme ve Alıntılar 49

Samet Onur
8 min readNov 2, 2021

İnceleme

Konu Geniş İçerik Dar

Ali Coşkun’un okuduğum ilk kitabı olan “Sosyal Değişme, Kadın ve Din”, kapsam olarak çok geniş; ancak içerik olarak son derece dar bir kitap bence.

Söz konusu kitap, 15 bölümden oluşmaktadır. Ortalama 190 sayfalık bir kitaba bu kadar çok konu ve bölüm sığdırmak zorunda olmaktan dolayı kitapta bölümler çok ciddi bir şekilde derinlikten uzak kalmışlar.

Ali Coşkun, kitabına verdiği başlıkla beni kitabı okumaya sevk etti, fakat umduğumu hiçbir şekilde bulamadım. Her şeyi bırakın bu kitabı yazmak yerine yazar, üç beş kitabı ve birkaç makalenin ismini verip bunları okuyun deseydi konu için yeterli olurdu. Her konu başlığı altında sayfalar dolusu alıntılar ve kendisinin küçük yorumları bu kitaba vücut vermiş. Ayrıca yazım yanlışları ve noktalama yanlışlıkları ve eksiklikleri kitabın hiçbir şekilde editöryel bir işlemden geçmediğinin bariz bir kanıtı olarak duruyor.

Bu kitapta kadının tarihi süreç içinde toplumdaki yerine dair bazı küçük ve faydalı alıntılara ulaşabilirsiniz; ancak bir makaleden elde edilecek bir bilgi için 190 sayfa okumayı göze alıyorsanız, kitap sizindir.

Alıntılar

Tarihte Sadece Neden Erkekler Anlatılır?

“Geride bıraktığımız zaman dilimi içerisinde milyonlarca kadın yaşamış olmasına karşın, bunların çok azı tarihte yer alabilmiştir.

Tarih yazıcıları, geçmişin büyük bir parçasını oluşturan kadınlarla birlikte birçok grubu, sınıfı, halkı sistematik olarak tarihten dışlamışlar, saklamışlardır.

Tarih kitaplarında hep savaşlardan, ateşkeslerden, anlaşmalardan ve yine savaşlardan bahsedilir. Ve tüm bu savaş, ateşkes, anlaşma ve tekrar savaş döngüsü içinde hep büyük “adamlardan” birileri anılır.

Tarihte kadınlar dövüşmez, ancak yardımcı kuvvet olarak erkeğin yanında bulunur, mermi taşıyan kadınlar, hemşireler vs… Kaleleri fetheden hep erkeklerdir, fethedilendeki ganimet hep kadınlardır. Kahramanlar hep erkektir… Parlamentolarda konuşan hep erkeklerdir.

Kısaca senaryo yazarı tarih yazıcıları yeniden inşa ettikleri geçmişin başrolünü hep erkeklere vermişlerdir. Çünkü geleneksel tarihin öznesi erkektir. Geçmişin tüm dönemlerinde erkek nüfusun yanında bir o kadar da kadın nüfus; yaşamasına karşın geleneksel tarih anlayışı bu yarıyı görünmez kılmıştır. Peki, kadınlar tarihte nasıl görünmez kılınmışlardır?

Geleneksel tarih anlayışında olayların geliştiği zemin, bunların ortaya çıkmasını hazırlayan gerçek nedenler ve kişilerle ilgilenilmez. Sadece sonuç ile ilgilenilir. Sonuç ise, genelde kadının yaşamını sürdürdüğü ve öznesi olduğu evin dışında somutlaşır ve burada da özne erkektir”.

Sayfa 41

Kadınlar Tarihi Oluşturan Olaylarda Varlardı

Feminist tarih ile ilgili araştırmalar çoğaldıkça, kadınların tarihi oluşturan olaylarda yer almamalarının ya da aktif konumlarda bulunmamalarının nedeninin aslında onların aktif olmamaları ya da olayların içinde yer almamaları değil, resmi kayıtlarda bulunmamaları olduğu ortaya çıkmıştır. Geleneksel tarih anlayışının belge fetişizmi; kadını indirmiştir.

Sayfa 42

İlkçağda Kadının Toplum İçindeki Yerinin Değişimi

Site devletlerde kadınlar paleolitik ve neolitik dönemlerde elde ettikleri hakları çoklukla yitirmeye başlamışlardı.

Zaten paleolitik ve neolitik dönemlerde kadın ve erkeğin sosyal hayata katılımının dengelenmiş olmasının sebebi kadınların haklarına saygı duyulması ve kadın haklarının korunmak istenmesi değildi; bu dengenin sebebi çoklukla kadınların toplumsal üretim biçimlerine bu üretim biçimlerinin tabiatı gereği katılımda bulunuyor olmalarıydı. Paleolitik çağda erkekler avcılık yaparken kadınlar toplayıcılıkla erkeklerin bu üretim faaliyetine katkıda bulunuyorlardı. Neolitik çağda da kadın bitki ve hayvan yetiştiriciliği ile üretim biçimine katkıda bulunduğu ve yaşamın idamesinde temel bir rol oynadığı için toplumsal hayatta söz hakkı olabiliyordu.

Site devletlerinde kadın toplumsal üretim biçimine katkıda bulunmadığı ve zamanla ortaya çıkan kimi hastalıklı dini düşünüşler neticesi cinsel bir simge ve meta haline geldiği için, durum tamamen tersi yönde cereyan edecek ve kadın sahip olduğu kazanımların hemen hepsini yitirecekti.

Sayfa 66

Şehir Devletlerinde Kadının Durumu

Şehir devletlerinin anayurdu olan eski Yunan’da da yahut İyonya’da da durum çoklukla eski cinsler arası dengenin kaybolması şeklinde cereyan edecekti. Yani kadın toplumsal hayatın pek çok sahasında toplumdışı bırakılıyor toplumsal hayatın içine direkt olarak girmesi önleniyordu Böylece paleolitik ve neolitik dönemdeki kazanımlarını kaybediyordu. “Eski Yunan ve Roma’da kadın, erkekten aşağı, bazen eşya ve hayvanlarla bir tutulan pazarlarda alınip satılan bir varlıktı. Onun hukuki bir şahsiyeti yoktu. Erkeğin kadın üzerinde öldürmeye kadar yetkileri vardı”.

Tarihçi Thukidies’in “En iyi kadın kendisinden söz edilmeyendir.” şeklindeki Eski Yunan’da kadının durumunu anlatan bu söze ve o dönemde kadını erkeğin sahip olduğu eğitim gibi en temel hak ve hürriyetlerden yoksun bırakan zihniyetin tek istisnası belki de Klasik Yunan Felsefesi Tarihi’nde yer alan adlarından çok ta fazla söz edilmeyen filozof kadınlardı.

Bunlardan bir kısmı Pitagorasçı düşünceye mensup olan ve Pitagoras ‘ın karısı Theano ve onların kızları Damo ve diğer Pitagorasçı kadınlar Mya, Timycha, Phintys, Periktyone ve Platoncu kadınlar Axiothea, Lasthenia, Miletli Aspasia, Ditima, Kynik okulundan Hipparchia, Kyrene okulundan Arete ve Lias, Epikürcü kadınlar Themista ve Leontion gibi kadınlar o dönem de cari olduğu anlamda bilimle uğraşmış ve kendilerini dönemin en büyük felsefi ekollerine kabul ettirmişlerdir ve bu felsefi ekollerin gerek kuruluşu gerek yayılmasında çok çabalar sarf etmiş; bu yolda pek çok acılar çekmişlerdir. Bu bilgeleri saygıyla anıyoruz.

Bu kadınların sosyal statüleri incelendiğinde görülecektir ki bu kadınlar kendi dönemlerinin iyi yetişmiş zengin hanımlarıdır. Yani onlar birer istisnadırlar. Dolayısıyla kadınların böylesine haklarını bilip, onları kullanmaları yalnız bu bilgelere aittir. Genellenecek bir durum değildir.

Daha sonra iyice incelendiğinde görülecektir ki dünya tarihinde de adları geçen kadınlar çoğunlukla zengin ve iyi eğitimli üst tabaka kadınlarıdır. Yani ezilen ve tarihte adları dahi geçmeyen kadınlar çoğunlukla alt ve orta tabakaya mensup kadınlardır. Bu tarih içerisinde pek çok toplumda böyle cereyan ede gelmiştir. Kadınlarda köleler gibi çağlar boyu temel hakları çok kısıtlanmış insan gruplarına dâhil edilmişlerdir. Kadınların eş seçme, çalışma, velayet, boşanma ve miras hakları ellerinden alınmıştır.

Sayfa 72–74

Kadının Zaman İçinde Toplumdaki Yerinin Değişim Serüveni

Aslında kadınların kadınlık ve daha çok insanlık rollerini ve toplumsal işbirliğine katılımlarını daha çok ev içinde ve ev hayatında gerçekleştiriyor olmalarının sebebi insanlık tarihinin başlangıcına kadar geri götürülebilecek olan bir sosyolojik vakıadır.

Bunu Alâeddin Şenel İlkel Topluluktan Uygar Topluma adlı eserinde şöyle dile getiriyor. İlk insanların toplayıcı olduklarından bahseden Şenel zamanla avcılığa doğru bir geçiş süreci yaşandığını buna bağlı olarak toplayıcı toplumlarda hiçbir toplumsal kural bulunmadığından sürü içi ilişkilerde daha çok güç ve bu güce sahip üyelerin ağır basmış olması gerekirken ve toplayıcı toplumlarda anarşist ilişkilerin yaşanmış olduğu söylenebilecekken; avcı toplumlarda eşitlikçi ilişkilerin ve buna bağlı olarak ta ortak çalışma ve ortak paylaşmaya dayanan bir münasebet bütünlüğünün bulunabileceğinden söz etmektedir.

Bu eşitlikçiliği onun satırlarından okuyalım. “Erkeklerin değerli avını kadınların düzenli toplayıcılıkları, erkeklerin sürüyü korumadaki savaşçılıklarının getireceği saygınlığı, kadınların takımı kalabalıklaştırıp güçlendiren doğurganlıkları, yaşlıların bilgelerinin sağladığı saygınlıklarını gençlerin güçlülüğü dengelemiştir”

Ancak genelde şu dikkati çekiyor ki kadınlar lehine olan başlangıçtaki bu durum zamanla farklılıklar arz edecek kimi toplumda kadın etkinliğini sürdürmekle beraber kimi toplumda da bu etkinlik gitgide azalacaktır.

Örneğin Neolitik dönemde, “Neolitik köyde erkeklerin hayvan, kadınların bitki yetiştirmekle uğraşmaları biçiminde bir işbölümü görülür. Kadınların tahıl üretiminin ve hayvan yetiştiriciliğinin ev ekonomisi içindeki uzantıları olan öğütme pişirme ve yoğun tarım mevsimleri dışında çömlek kaplar yapma, örme, dokuma gibi işlerde de neolitik ekonominin daha çok kadınların çalışmalarına dayandığı söylenebilir. Neolitik ekonomide kadın ekonomik alanda başrolü oynadığına ev ekonomisi işlerinin hemen tümünü yaptığına göre evi de yönetmiş olmalı ”.

Zamanla insanlar şehirlere yerleştikçe Site Devletler kuruldukça anlaşılan o ki kadının toplumdaki etkinliği de gitgide azalmıştır. Şehir hayatı elit kesime mensup olanlar hariç ve dokuma ya da örme gibi kadın eliyle yapılan işler hariç kadınların ev hayatına mahkûm olmalarına yol açmıştır.

Ayrıca insanlık tarihi boyunca yapılan savaşlar en çok kadınlara zarar vermiş kadınların ev dışında ve etkin bir yaşamları olmasını önlemiştir. Bu öylesine bir engeldir ki kadınlar bu savaşların yapıldığı yüzyıllar boyunca yalnız evlerinin kadını kocalarının eşi olabilmişlerdir. Fiziksel açıdan güçsüz olan kadın artık savaşlarda esir alınan yahut satılan bir mal olmuş bu yolla da erkeklerin yalnızca bir cinsel araç olarak kullandıkları bir varlık olmamak için evden dışarı gerekmedikçe çıkmamışlardır.

Bunun en tipik örneği Müslüman kadınların Hz.Osman’ın şahadetinden sonra İslam toplumunda başlayan ve fitne dönemi denen İslam toplumunu birkaç parçaya ayıran süreçteki kavgalarda Peygamber Dönemi’nde sosyal açıdan konumlarına rağmen can ve namus güvenliklerinin olmayışından ötürü yakın zamanlara kadar evlerine kapanmış olmalarıdır.

Aynı kanaat çok evlilik hususu için de büyük oranda geçerlidir. Başlangıçta iki kişi olan insan neslinin çoğalması ve devamı için ve bir de çoğunlukla savaşta cariye olarak satılmamak, cariye bile olsa bir ailenin annesi olarak resmi bir statüye ve toplumsal saygınlığa kavuşabilmek için çalışma hayatından ve kendilerini geçindirme becerisinden yoksun olan kadınlar bir erkeğin dördüncü değil kimi zaman onuncu eşi olmaya bile razı olmuşlardır. Ancak kendilerini ortaya koyma kendi yağlarıyla kavrulabilme imkânı bulduklarında bu gidişat değişmiştir.

Sayfa 90–92

İslam'ın Başlangıcında Kadının Sosyal Hayattan Uzaklaşmasının Sebebi

Cahiliye döneminde kadının, İslam döneminde olduğu gibi el ve yüzü hariç vücudunun geri kalan kısmını örtmesi âdeti bulunmaz; kadınlar kendi bölgesel ve geleneksel anlayışlarına göre ve kocalarının velilerinin isteği doğrultusunda örtünmekteydiler. Erkelerden kaçınmaz onlarla görüşür, konuşur ve münakaşa ederlerdi. Belirli sınırlar aşılmadığı sürece veliler ve kocalar da kadınların bu serbestîsine fazla karışmazdı. Şehir hayatında kadınlar çarşı pazarda dolaşır, alış-veriş edebilirlerdi.

İslam döneminde bilhassa şehirlerde kadınların evlerine kapanıp sosyal hayattan uzaklaşma temayülü giderek arttı. Ancak burada asıl amil, örtünme ve kaçınma ile ilgili emrin gelmiş olmasından çok, şehir nüfusunun giderek artması ve Arapların arasına bir hayli yabancının karışmış olması gösterilebilir.

Nitekim kadınların sosyal hayata iştiraklerinin Hz. Peygamber döneminden sonra, giderek azalan bir seyir izlemesiyle fetihler ve nüfus hareketinin artması arasında belli bir paralellik kurulabilmektedir.

Araplar öteden beri kıskançlıklarıyla, kadın konusunda hassasiyet ve temayül fazlalığıyla bilinirler. İnsanların birbirine fazla aşina olmadığı ve güvenmediği, evlerin de yan yana hatta neredeyse iç içe olmadan yapıldığı şehir hayatında erkekler, kızlarını ve kadınlarını daha sıkı bir korumaya alma ihtiyacı hissetmiş olabilirler.

Sayfa 111–112. (Ali Bardakoğlu, “Cahiliye Döneminde Kadın”, s. 14–15.)

Tarih Boyunca Kadınların Sığınağı Olan Kurum: Din

Kültürel feminizmi anlatırken kültürel feminizmin ve Elizabeth Cady Stanton’ın kadının sezgisine yaptığı vurguyu hatırlarsak karşımıza şu olgu çıkacaktır.

Hıristiyan toplumlarda da Müslüman toplumlarda da kadınların bilhassa erkeklerin bazı maddi manevi zarar verici tavırlarından korunabildikleri tek yer dindir. Dinin koruyucu zırhına sığınarak ve geçmişin monarşik yahut teokratik toplumlarında engellenmeden sosyal ve psikolojik açıdan yükselebildikleri, kendilerini geliştirebildikleri tek yer Hıristiyan toplumlarda manastırlar; İslam toplumlarında da tekkeler ve zaviyeler olmuştur.

Bu nedenle İslam’da bilge kadınlar başlığıyla sunduğumuz isimler arasında kaynaklarda en fazla yeri tasavvufta yer alan kadınlar oluşturmaktadır.

Aynı şekilde Osmanlı İmparatorluğu döneminde de kadınların hem eğitim alabildikleri hem kendilerine zarar veren kimselerden korunabildikleri hem de kendilerini geliştirebildikleri yegâne yer tekkeler ve düşünsel anlamda da tasavvuf öğretisi olmuştur.

Sayfa 161

Osmanlı Toplumunda Kadınların Eğitim Durumu

Osmanlı toplumunda kadının dışında kaldığı yegâne kurum olarak eğitim kurumunu zikredebiliriz.

Osmanlı kadınları yalnız Sıbyan Mektepleri’nde okuma yazma ve Kur’ân-ı Kerim öğrenme şansına sahiptiler. Bunun dışında ileri derecede tahsil yapamamaktaydılar.

Ancak bilhassa elit tabakaya mensup hanımlar babalarının tuttuğu özel hocalar vasıtasıyla dersler alıyorlar, ancak bu özel hocalardan bir şeyler öğrenebiliyorlardı. Bir de sarayda yaşayan ve sultana yahut şehzadelere ve dönemin vezir, sadrazam gibi elit kitlesine mensup erkeklere eş olmak üzere eğitilen cariye olan yahut olmayan ama gene bu yönde eğitim alan kadınlar genel hanım kitlesinin dışında eğitim görebiliyorlardı.

Ayrıca bir de az önce değimiz gibi tasavvuf bünyesinde tekke ve zaviyelerde mürşide hanımlardan eğitim alma imkânına erişmiş şanslı kadınlar vardı. Ancak zamanla bu da değişecek ve kadınlar da örgün öğretim kurumlarında eğitim ve öğretim görmeye başlayacaklardı.

Sayfa 164

--

--