Tembellik Hakkı — Alıntılar

Paul Lafargue — Tembellik Hakkı — Alıntılar 92

Samet Onur
6 min readFeb 18, 2023

Tembellik Hakkı’na Dair Birkaç Söz

Paul Lafargue, “Tembellik Hakkı” kitabıyla çalışma putuna ağır darbeler indiriyor. Kitap, kısacık olmasına rağmen argümanları oldukça sağlam ve etkisi uzun süre unutulmayacak cinsten.

Lafargue, asla çalışmanın karşısında değil. Onun karşı olduğu şey, insanların tüm zamanlarını alıp, onları kendilerine vakit bırakmayacak, kendileriyle ilgilenemeyecek bir duruma düşüren, bir cendere içine atıp insanların hayat enerjisini sömüren insanlık dışı çalışma sistemi.

Bu değerli kitabı okumanızı tavsiye ediyorum.

Kitap Tanıtımı

Paul Lafargue (1842–1911): Fransız Marksist, iktisatçı, gazeteci, yazar. Tıp öğrenimi gördü, Londra’da Marx ve Engels ile tanıştı, Birinci Enternasyonal’e katıldı. 1868’de Karl Marx’ın kızı Laura ile evlendi. Paris Komünü’nde faal bir rol aldı. Jules Guesde ile birlikte temellerini attığı Fransız İşçi Partisi’nin en etkili liderlerinden biri oldu.

Keskin, yer yer ironik bir dille kaleme aldığı Tembellik Hakkı, ilk kez 1880 yılında haftalık Égalité dergisinde tefrika edildi, 1883 yılındaysa cezaevindeyken eklediği birkaç notla birlikte tekrar yayımlandı. Lafargue Tembellik Hakkı’nda sadece kapitalizmi değil çalışma dogmasıyla baştan çıkarıldığını söylediği proleteryayı da sertçe eleştirir. Zorunlu çalışmayı kapitalist toplumda her tür entelektüel soysuzlaşmanın, organik bozulmanın sebebi sayar.

Lenin’in Marksizm’in en yetenekli ideologlarından biri olarak andığı Lafargue, yaşlılığın zihin ve bedende yol açacağı yıkıma katlanmamak için 1911 yılında eşi Laura Marx ile birlikte intihar ederek yaşamına son verdi.

Alıntılar

Modern Sanayi İnsanları Nereye Hapsetti?

Modern atölyeler işçi kitlelerinin hapsedildiği, sadece erkeklerin değil kadın ve çocukların da günde on iki ila on dört saat zorunlu çalışmaya mahkûm edildiği ideal ıslahevlerine dönüştürüldü!

Sayfa 8

Çağımız Çalışma Çağı mı?

Çağımız çalışma asrıymış, öyle diyorlar; aslında acı, sefalet ve çürüme asrı…

Sayfa 9

Hangi Köleler Daha Fazla Çalışıyor?

Villermé iş süresi konusunda ise, kürek mahkûmlarının ortalama on, Antiller’deki kölelerin ise dokuz saat çalıştıklarına dikkat çekip, görkemli İnsan Hakları’nı ilan eden 89 Devrimi’ni yapmış Fransa’da ise “iş gününün on sekiz saat olduğu ve işçilere yemek araları için sadece bir buçuk saat verilen manüfaktürler” bulunduğunu söylüyordu.

Sayfa 12

Hani Makineler İnsana Kolaylık Sağlayacaktı?

İyi bir kadın işçi iğiyle dakikada en fazla beş ilmik atabilir, halbuki bazı yuvarlak dokuma tezgâhları aynı sürede tam otuz bin ilmik atıyor. Demek ki makinenin her dakikası, kadın işçinin çalıştığı yüz saate eşdeğer veya makinenin çalıştığı her dakika kadın işçiye on gün dinlenme hakkı veriyor. Dokuma sanayii için doğru olan, modern mekanik sayesinde yenilenmiş tüm sanayiler için de az çok geçerlidir.

Ama ne görüyoruz?

Makineler mükemmelleşip durmadan artan bir hız ve doğrulukla insanın çalışmasını aşağı çekerken, işçi dinlenme süresini bu oranda artıracağına sanki makineyle yarışmak ister gibi gayretini iki katına çıkarıyor. Ne saçma ve öldürücü bir rekabet!

Sayfa 19–20

Devamlı Üretim İçin Ürünün Kalitesini Bozmak

Çılgına dönen sanayiciler ne tarafa yöneleceklerini şaşırırlar; işçilerinin kabına sığmayan, sapıkça çalışma tutkusunu tatmin edebilecek hammaddeleri bulamaz olurlar.

Yün üreticisi bölgelerimizde yarı yarıya çürümüş kirli paçavralar tiftiklenip rönesans (yeniden doğuş) adı verilen bezler dokunur, bunların ömrü de seçim vaatlerininkinden uzun olmaz; Lyon’da ipek lifleri sadelikleri ve doğal esneklikleri içinde bırakılacağına, üstlerine ağırlıklarını artırıp gevşeten ve ömürlerini kısaltan aşırı miktarda mineral tuz yüklenir.

Tüm ürünlerimiz, piyasaya sürülmelerini kolaylaştırıp ömürlerini kısaltmak amacıyla tağşiş edilir.

Nasıl ki insanlığın ilk dönemlerine üretimlerinin niteliğinden ötürü taş devri, tunç devri gibi isimler verilmişse, bizim dönemimize de tağşiş, tahrif, sahtecilik devri adı verilecektir.

Birtakım cahiller dindar sanayicilerimizi sahtekârlıkla suçlasalar da, aslında onları harekete geçiren düşünce, kollarını kavuşturarak yaşamayı kabullenemeyen işçilere çalışma olanağı sağlamaktır.

Arkalarındaki tek dürtü insani duygular olsa da, bu arada uygulayan sanayicilere de muhteşem kârlar getiriveren bu tağşişler, bir yandan malların kalitesini mahvetmekle, sonu gelmez bir insan emeği savurganlığı kaynağı olmakla birlikte, diğer yandan da çalışma saplantılarını gidermek için sanayicileri vicdanlarının sesini bastırıp ticari dürüstlük yasalarını bile ihlal etmeye zorlayan işçilerin korkunç sapıklığını ve burjuvaların hayırseverlik bahsindeki yaratıcılığını da kanıtlamaktadır.

Sayfa 26

Daha İnsani ve Adil Bir Çalışma Takvimi Mümkün mü?

Bununla birlikte, aşırı mal üretimine, sanayideki sahteciliklere rağmen işçiler yine de piyasayı “İş! İş!” diye yakaran sayısız kalabalıklar halinde doldurmaktadırlar. Aslında bu aşırı sayılarına bakıp, tutkularını frenlemeleri gerekirdi; ama bu vaziyet tam tersine söz konusu tutkuyu doruklara çıkarıyor.

Bir iş olanağı çıkar çıkmaz herkes hücum ediyor; çalışma açlıklarını tatmin edebilmek için on iki saat, on dört saat çalışmak istiyorlar ve ertesi gün, kendilerini yine sokakta buluyorlar, ellerinde de saplantılarını besleyebilecek hiçbir şey kalmıyor. Her yıl, her sanayi dalında işsizlik dönemleri mevsimler gibi düzenli bir şekilde yineleniyor. Organizma için ölümcül etkileri olan aşırı çalışmanın yerini, üç ila altı ay boyunca mutlak tatil alıyor; iş yok, rızık da yok!

Mademki çalışma saplantısı işçilerin gönüllerine şeytani bir şekilde çakılmış durumda, mademki bunun gerekleri diğer tüm doğal içgüdüleri bastırıyor, mademki toplum tarafından ihtiyaç duyulan çalışma miktarı zorunlu olarak tüketimle ve hammadde bolluğuyla sınırlı, bütün bir yılın emeği niye altı ayda yenip yutuluyor? Niye eşit bir şekilde on iki aya dağıtılmıyor? Niye altı ay boyunca günde on iki saat çalışmanın yarattığı hazımsızlıklara katlanılacağına, her işçiyi yıl boyunca günde beş ila altı saat çalışmakla yetinmeye zorlama yolu seçilmiyor? O zaman, gündelik çalışma paylarını güvencede bilen işçiler artık birbirlerini kıskanmaz, işi başkalarının elinden, lokmayı da başkalarının ağzından kapabilmek için dövüşmezlerdi; bedenleri ve zihinleri tükenmemiş bir halde, Tembellik erdemlerini hayata geçirmeye koyulurlardı.

Sayfa 26–27

Daha Az Çalışarak Daha Çok Verim Almak Mümkün mü?

İşte büyük İngiliz deneyi, işte birkaç zeki kapitalistin deneyi:

İnsan verimini artırmak için çalışma saatlerini azaltmak ve izinli günleri ya da tatil günlerini çoğaltmak gerektiğini inkâr edilemeyecek bir şekilde kanıtlıyorlar, ama Fransız halkı ikna olmuyor.

İşgününü iki saatçik kısaltmak on yıl içinde İngiltere’de üretimi üçte bir oranında artırmışsa, işgününün yasal olarak üç saate indirilmesi Fransız üretimine kim bilir nasıl baş döndürücü bir ivme kazandırırdı?

İşçiler aşırı çalışarak kendilerinin ve evlatlarının güçlerini tükettiklerini; yıprandıkları için vaktinden önce çalışamayacak hale geldiklerini; kafalarında sadece bir takıntıya yer bırakıp bu nedenle vahşileştikçe insan olmaktan çıkıp insan müsveddelerine dönüştüklerini; içlerindeki en güzel yetenekleri öldürüp sadece gözü dönmüş çalışma çılgınlığını sağ bıraktıklarını anlayamıyorlar mı?

Sayfa 28–29

Çalışma Tüm Zamanı Alır Götürür

Hristiyan riyakârlığı ve kapitalist faydacılığı antik cumhuriyetlerin filozoflarını bozamamıştı; özgür insanlara sesleniyor, düşüncelerini açıkyüreklilikle dile getiriyorlardı. Bizim Cousin’lerimizin, Caro’larımızın, Simon’larımızın ancak ayaklarının ucunda dikildiklerinde paçalarına erişebilecekleri Platon, Aristoteles, o dev düşünürler ideal devletlerinin yurttaşlarının mümkün olan en fazla boş vakte sahip olarak yaşamalarını istiyorlardı;

“Çünkü,”

diye ekliyordu Ksenophon,

“çalışma tüm zamanı alır götürür ve ne Devlet’e ne de dostlara boş vakit kalır.”

Plutarkhos’a göre,

“insanların en bilgesi” olan Lykurgos’un sonraki kuşakları kendisine hayran bırakan büyük vasfı, Cumhuriyet [Sparta] yurttaşlarına herhangi bir mesleği icra etmeyi yasaklayarak, boş vakit sağlamasıydı.

Sayfa 41

Antik Yunan’da Kölelik ve Makinelerin İnsanlığa Katkısı Ne Olmalıydı?

Ama Hristiyan ve kapitalist ahlakın Bastiat’ları, Dupanloup’ları ve Beaulieu’leri itiraz edip, ama bu düşünürler köleliği savunuyorlardı, diyeceklerdir!

- Çok güzel, ama onların çağının ekonomik ve politik koşulları içinde başka türlüsü mümkün müydü? Savaş, antik toplumların doğal haliydi; özgür insan zamanını devletin yasalarını tartışmaya ve savunmasını kollamaya ayırmak zorundaydı; o sırada meslekler o kadar ilkel ve kabaydı ki hem onları icra edip hem de askerlik ve yurttaşlık yapmaya imkân yoktu; kahramanlık çağının devletlerinde, filozofların ve yasa koyucuların savaşçılara ve yurttaşlara sahip olabilmek için, kölelere göz yummaları gerekiyordu. -

Ama Kapitalizm’in ahlakçıları ve iktisatçıları da modern köleliği, ücretli işçiliği savunmuyorlar mı? Peki, kapitalist kölelik kimlere boş vakit bırakıyor? — Günahlarının ve hizmetçilerinin yararsız ve zararlı köleleri olan Rothschild’lere, Schneider’lere, Madam Boucicaut’lara…

Küçümseyerek, “Aristoteles ve Pythagoras’ın düşüncesine kölelik önyargısı egemendi,” diye yazdılar; halbuki Aristoteles şunu düşlüyordu:

“Eğer her alet kendine özgü işlevini uyarılmadan veya kendiliğinden, Daidalos’un başyapıtlarının kendi kendilerine hareket ettikleri veya Vulcanus’un sacayaklarının kutsal işlerine kendiliklerinden koyuldukları gibi yerine getirebilseydi; örneğin dokumacıların mekikleri kendiliklerinden kumaş dokusaydı, ne atölye şefinin yardımcıya ne de efendinin köleye ihtiyacı kalırdı.”

Aristoteles’in düşü bizim gerçeğimiz oldu. Makinelerimiz ateşin soluğuyla, yorulmaz çelikten uzuvlarıyla, inanılmaz, tükenmez bir verimlilikle kutsal işlerini uysalca ve kendiliklerinden yerine getiriyorlar, ama Kapitalizm’in büyük filozoflarının düşüncesine ücretli işçilik, köleliklerin en beteri egemen olmaya devam ediyor.

Makinenin insanlığın kurtarıcısı olduğunu, insanı sordidae artes’ten ve ücretli işten kurtaracak, ona boş vakit ve özgürlük verecek Tanrı olduğunu hâlâ anlamıyorlar.

Sayfa 41–42

Çocuk İşçilere İthafen

On iki saatlik çalışma, ama daha on iki yaşına gelmemiş çocuklara dayatılan nasıl bir çalışma! — Materyalistler, bu Hristiyanları, bu yardımseverleri, bu çocuk cellatlarını çivileyecek bir cehennem olmamasına hep hayıflanacaklardır!

Sayfa 45

Hizmetçi Nüfusun Oranı ve Ülkenin İlerleme Düzeyi

“Bir ülke nüfusunun içinde, hali vakti yerinde sınıfların emrinde hizmetçi olarak istihdam edilenlerin oranı, o ülkenin ulusal servet ve uygarlık bakımından ilerleme düzeyini gösterir” (R. M. Martin, Ireland before and after the Union,1848).

Sayfa 47

--

--