Örnek Bir Lider Hz. Peygamber — İnceleme ve Alıntılar

Bünyamin Erul - Örnek Bir Lider Hz. Peygamber — İnceleme ve Alıntılar 76

Samet Onur
10 min readJun 24, 2022

İnceleme

Hz. Muhammed Sorgulanamaz Bir Lider miydi?

Bünyamin Erul’un “Örnek Bir Lider: Hz. Peygamber” ismini taşıyan bu küçük kitabı Hz. Muhammed ile sahabe arasındaki itaat ve itiraz konusuna odaklanıyor. “Rasul-Sahabe İlişkisine Farklı Bir Bakış” alt başlığını taşıyan kitapta birçok örnekle sahabe devrindeki peygamber anlayışı, sahabenin peygambere itaatinin sınırları ve itiraz, eleştiri ve itaatsizliklerinin sebepleri üzerinde duruluyor.

Kitap, ön söz, iki bölüm ve sonuçtan oluşmaktadır. Ön sözde Erul, sahabenin Hz. Peygamber karşısında özgür bir şekilde davranabildiğini, zamanla peygamber algısı ile lidere itaat şeklinin de değiştiğini vurgulamakta ve söz konusu kitabı yazma sebebinin günümüzde var olan yanlış lider anlayışına karşı nebevi bir örneği ortaya koymak olduğunu ifade etmektedir. Hz. Peygamber ve sahabe konusu gündeme geldiğinde neredeyse her zaman sahabenin itaatinin öne çıkarıldığını belirten yazar, madalyonun diğer yüzü olan sahabenin itiraz, itaatsizliklerinin es geçildiğinden yakınmaktadır. Kendi kitabının ise “madalyonun iki yüzünü” de göstermeyi amaçladığını söylemektedir.

Birinci bölüm “Sahabenin Peygamber Anlayışı” başlığını taşımaktadır. Bu bölümün başlangıcında özellikle Kur’an’daki sahabe tanımı ile hadisçilerin sahabe tanımının farklı olduğu ifade edilmektedir. Kur’an’da sahabe peygambere iman, itaat eden ve destek olan kişiler olarak gösterilirken, hadisçiler ise sahabeyi Hz. Peygamber’i görmek ve ona iman etmenin yeterli olduğunu söylemektedirler. Daha sonra sahabenin değerinin peygamber ile yaşamış olmak, onu görmekle ilgisi olmadığını, Hz. Peygamber’e destek olmaları, çabaları, gayretleri sebebiyle olduğu belirtilmektedir.

Birinci bölümün birinci alt başlığı “Beşer Olarak Hz. Muhammed”dir. Yazar burada çarpıcı bir ifade olarak şunları söylemektedir (s. 19):

“Kur’an-ı Kerim, Hz. Musa, Hz. Yahya ve Hz. İsa’nın doğum ve çocukluk dönemlerinden söz ettiği halde (28/735;19/5–33); yetim oluşu dışında (93/6), Hz. Peygamber’in çocukluğundan hiç bahsetmemiştir. Yaygın olarak bilinen birçok rivayetin aksine bu, onun bu dönemde olağanüstü, mucizevi herhangi bir durum yaşamamış olmasına bağlanabilir. Muhtemelen aynı sebepten dolayıdır ki, Kur’an’da onun risalet öncesi hayatından da fazla söz edilmemiştir.”

Bu sözlerden sonra Hz. Peygamber’in beşer oluşuyla alakalı olarak savaşta ve barışta Hz. Muhammed’in korunduğu ifade edilmekte ve bu konudaki bazı rivayetler eleştirilmektedir. Daha sonra Hz. Peygamber’in aile hayatı, üzülmesi, kızması, unutması, telaşı, sevinci gibi farklı yönlerden onun insani yönlerine vurgu yapılmaktadır.

Birinci bölümün diğer alt başlıklarında ise peygamber olarak Hz. Peygamber’in görevleri olan tebliğ, beyan, tezkiye gibi görevler açıklanmakta, hakim ve lider olarak Hz. Peygamber’in diğer görevleri üzerinde durulmaktadır.

İkinci bölüme gelindiğinde ise — ki kitabın ana konusu burasıdır — “Hz. Peygamber’in Sahabe Nezdindeki Otoritesi” bahis konusu edilmektedir. Bu bölümde örnekler ve açıklamalarla birlikte sahabenin Hz. Peygamber’e itaatleri, teklifleri, soruları, eleştirileri, itirazları, itaatte gecikmeleri ve sözünü dinlememeleri konuları ele alınmaktadır.

Bu bölümde son üç başlık dikkat çekmektedir. Sahabenin peygambere itirazları konusunda yedi örnek verilmektedir. Bu arada kitap boyunca verilen örneklerden sonra itirazlar, açıklamalar yapılmaktadır. Yazarının hadisçi olması ve eleştirel bakması sebebiyle bazı yorumların oldukça bilgilendirici ve aydınlatıcı olduğunu söylemem gerek. İtiraz konusunda örneklere gelecek olursam, bunlardan ilki Hudeybiye Anlaşması sonrası Hz. Ömer’in Hz. Peygamber’e sert çıkışıdır. Bir başka örnek olarak şu verilebilir: Hz. Muhammed’in vefatına yakın Hz. Ebû Bekir’in namaz kıldırması isteğine Hz. Aişe’nin itirazı. Bu başlık altında verilen itirazlar genel olarak toplumun iyiliğini düşünmek, olayın gerisini bilmemek kaynaklı durumlar olduğu söylenebilir.

Sahabenin itaatte gecikmeleri konusunda dört örneğe yer verilmektedir. Bunlardan bazıları şunlardır: Bedir Savaşı’nda ashabın savaş konusunda tereddüdü, Hudeybiye’de kurbanları kesme ve tıraş emrine sahabenin uymaması. Sahabenin itaati geciktirmesinde de yukarıda verilen sebepler açıklayıcı olmaktadır.

Sahabenin Hz. Peygamber’in sözünü dinlememeleri ile ilgili sekiz örnek verilmektedir. Bunlardan bazıları şöyledir: Ebû Zerr’in imanını gizlemesi emrine rağmen Kabe’de imanını haykırması, Uhud Savaşı’nda susma emrine rağmen Hz. Ömer’in Ebû Sufyan’a cevap vermesi, Hudeybiye Anlaşması’nda Hz. Ali’nin Hz. Peygamber emretmesine rağmen “Rasulullah” ibaresini silmemesi. Görüldüğü üzere bu örneklerde sahabe itaatsizlik yapmaktan ziyade bu konularda Hz. Peygamber’in sözlerini bağlayıcı olarak düşünmedikleri için veya bu konular din dışı olduğu için rahat hareket etmişlerdir. Hz. Muhammed, burada yapılan itaatsizlik görünümlü davranışların çoğunu hoş görmüş, tepki göstermemiştir.

Sahabenin Hz. Peygamber’in sözünü dinlememeleri ile ilgili konunun devamında “nebevi emri ihlal” anlamında iki örneğe yer verilmektedir. Bunlardan biri Uhud Savaşı’nda okçuların çoğunun yerlerini terk etmesi, diğeri de Mekke’nin Fethi öncesi Hatıb b. Ebi Beltaa’nın Mekkelilere savaşı haber veren bir mektup yazmasıdır. Bu iki örneği tikel örnekler olarak kabul etmemiz gerekiyor; çünkü Hz. Muhammed’in peygamberlik hayatı boyunca itaatsizliğin bu kadar had safhaya çıktığı durum yok denecek kadar azdır.

Sahabenin peygambere itaatinde her ne kadar sevgi ön planda olsa da, toplumun menfaati uğruna gereken yerde itiraz etmekten çekinmemişlerdir. Hz. Peygamber onların makul ve seviyeli itirazlarını ciddiye almış, kendisinin sorgusuz sualsiz itaat mercii olduğunu iddiasını gündeme dahi getirmemiştir.

Sahabiler, liderleri karşısında “gassalın elindeki meyyit” olmak yerine, “peygamber karşısındaki hür müslüman” olmayı tercih etmişlerdir. Onlara bu imkânı sunan, kendisine itiraz edilmesini abes görmeyen ve teşvik eden elbette Hz. Peygamber’in örnek lider anlayışıdır.

Peygamberle uzun süre vakit geçiren sahabiler onun söyledikleri ve yaptıklarının sebebine, özüne dair tecrübe sahibi oldukları için çoğu zaman itirazdan ziyade itaati tercih etmişlerdir. Hz. Muhammed’in hem insan hem de peygamber olması sebebiyle onun sadece peygamberlik görevine uygun yaptığı iş ve verdiği emirlerde itaatin olması gerektiğini iyi bilen tecrübeli sahabe, konu insani veya peygamberlik görevi dışı emirlere, durumlara geldiğinde çekinmeden itiraz etmekte veya düşüncelerini söylemekten geri kalmamaktadır. Bazen ne kadar tecrübeli ve peygamberle uzun süre vakit geçirmiş olsa dahi bazı sahabiler peygamberlik göreviyle ilgili durumlarda da itiraz edebilmişlerdir. Ancak bunlar kısa sürede yaptıklarının hata olduğunu anlayıp bundan vazgeçmişlerdir.

Hz. Muhammed ile fazla vakit geçirmeyip, onun yaptıklarının perde arkasına dair ciddi bilgi sahibi olmayan “peygamber tanıdıkları” ise ona bazen saygısızlık, hadsizlik yapmışlar hatta sert sözler dahi söyleyebilmişlerdir. Ancak Hz. Peygamber bu kişilere çoğu zaman söylediklerinin yanlış anlama sebebiyle olduğunu söylemiş, onları hemen cezalandırma yoluna gitmemiştir.

Hz. Muhammed’in daveti büyüdükçe buna bağlı olarak peygamberlik görevine ilaveten siyasi ve askeri liderlik, hakimlik görevleri de eklenmiştir. Hem görev yükünün artması hem de kişi sayısının artması elbette kontrol ve eğitimi daha zor büyük bir topluluk ortaya çıkarmıştır. Hz. Peygamber’e yapılan itirazların bir çoğu onun siyasi ve askeri liderliği ile ilgili durumlara olmuştur. Zaten müslüman diyebileceğimiz bir kişinin bile isteye Hz. Peygamber’in dinle alakalı açık bir emrine itaat etmeyeceğini düşünmek doğru olmayacaktır.

Kısacası Hz. Peygamber’in rahle-i tedrisinden geçen sahabenin ona karşı sonsuz itaat, koşulsuz itaat içinde olmadığı, kendilerinin gerekli gördüğü durumlarda itiraz, eleştiri gibi durumlardan çekinmediğini açıkça ifade edebilirim. Onların böyle olmalarını sağlayan şey ise şüphesiz Hz. Muhammed’in liderlik anlayışıdır.

Sonuç olarak Hz. Peygamber’in doğru anlaşılması yolunda ona itaatin ne düzeyde olduğunu, onun liderlik anlayışının nasıl olduğunu öğrenmek isteyenlerin bu kitabı okumalarını tavsiye ediyorum. Bu kitabın günümüz müslüman algısında lidere itaate dair bazı şeyleri değiştirme yolunda bir adım olmasını temenni ediyorum.

Alıntılar

Peygamber Karşısında Sahabenin Hür İradesi

Pekçok örnekle göstermeye çalıştığımız üzere o, inananlar üzerindeki karizmasını, otoritesini asla suistimal etmemiş, onu bir baskı aracı olarak kullanmamış, zorlama yoluyla hiç kimseden mutlak itaat beklememiştir.

Rasul-Ashab ilişkilerinde Hz. Peygamber’in saygın bir otoritesi, bunun karşısında ise Ashab-ı Kiram’ın makul ölçülerde kendini gösteren hür iradesi ve insiyatifi söz konusudur. Bir tarafta Kur’an ve Sünnet terbiyesinde yetişmiş Sahabe’nin medeni cesareti, bireysel görüşlerini ifade etme özgürlüğü, çeşitli ortamlarda rahatlıkla serdettikleri Sahabe öngörüsü; diğer tarafta ise, onların samimiyetine inanan, onlara güvenip taleplerini ciddiye alan, görüşlerinden yararlanan Rasul-i Ekrem’in engin hoşgörüsü vardır.

İlk bakışta hem siyasi ve askeri bir lider, hem de son peygamber olan Rasul-i Ekrem’in otoritesi ile bunun karşısında Ashab-ı Kiram’ın insiyatifinden veya onların özgürlüklerinden söz etmek biraz garip gelebilirse de durum gerçekten böyledir. Hz. Peygamber’in otoritesi ile, Sahabe’nin kendi görüş ve düşüncelerini ifade edebilme özgürlüğü bu ilişkinin temelini oluşturmaktadır.

Bir tarafta hoşgörülü bir otorite, müsamahakar bir idare; diğer tarafta ise ihtiyaç halinde onun yoluna canını ve malını ortaya koyan, ama gerektiğinde de, İslam toplumunun menfaat ve maslahatı adına ona itiraz etmekten, onu eleştirmekten geri kalmayan gayet medeni bir irade.

Sayfa 8–9

Yöneticiye Sonsuz İtaat Ashabın Davranışı Değil

Şu kesinlikle iyi bilinmelidir ki, hiçbir cemiyet reisinin, hiçbir tarikat şeyhinin, hiçbir siyasi liderin otoritesi, Hz. Peygamber’in otoritesinden daha güçlü değildir.

Dolayısıyla, bu liderler, tebaasından, Hz. Peygamber’in bile Ashab’ından beklemediği mutlak itaati, onlardan “gassalin önündeki meyyit olmalarını” beklememelidir.

Öbür taraftan, hiç kimse, liderden sadır olan haksızlık karşısında sükut etmeyi, onun hayatında gördüğü hataları örtbas etmeyi dini bir vecibe zannetmemelidir.

Sahabenin Hz. Peygamber karşısında ortaya koydukları insiyatif ve irade, nasıl onların inanç, ittiba, ittat ve samimiyetlerinden hiçbir şeyi eksiltmemişse, aynı çizgiden yürümek de günümüz müminlerinin ihlasından bir şey kaybettirmeyecektir.

Dolayısıyla hiç bir lider, sahip olduğu bu liderlik vasfını, onların hür iradeleri üzerine konulmuş bir ipotek gibi görmemelidir. Aynı şekilde hiçkimse de, reisini, şeyhini veya liderini asla “lâ yüs’el” yani “sorgulanmaz” addetmemelidir.

Onlardan her birinin yaptıkları veya söyledikleri karşısında, “vardır bir hikmeti” anlayışı derhal terkedilmeli, bunların hikmetinden de mutlaka sual olunmalıdır. Zira asırlardır, müslümanların hayatına hep bu anlayış hakim olmuş ve maalesef neticede bu günlere gelinmiştir.

Sayfa 9

Kur’an’daki Sahabe Tanımı

Sahabeden söz eden ayetlerde, hadisçilerin benimsedikleri “Sahabe” tanımında olduğu üzere, onların Hz. Peygamber’e yetişmiş olmaları ve onu görmüş olmaları değil; ona iman, itaat ve ittiba etmeleri, onunla beraber olmaları, ona yardımcı ve destek olmaları önplana çıkartılmıştır:

Sayfa 15

Sahabe Değerini Nereden Alır?

Buraya kadar zikrettiğimiz bu ayetlerde açıkça görüldüğü gibi Yüce Allah, Sahabe’nin ne şahıslarından, ne Hz. Peygamber’i görmüş olmalarından ve ne de aynı zaman ve mekanda yaşamış olmalarından söz etmektedir. Bilakis onları başkalarından üstün ve faziletli kılan vasıflarından, yüksek erdemlerinden bahsetmektedir.

Gayet açıktır ki, onlara vadedilen güzellikler, verilen müjdeler, Allah’ın hoşnudluğuna erişmiş olmaları, sırf Hz. Peygamber’i görmelerinden, onun çağdaşları olmalarından değil; ilahi övgüye mazhar oldukları iman, ittiba, itaat, bey’at, hicret, cihad, infak, kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma, mallarını ve canlarını Allah yolunda seve seve feda edebilme gibi tarihte eşine pek rastlanmayan yüce meziyetlerden kaynaklanmaktadır.

Sayfa 17–18

Hz. Muhammed, Korunmaya Muhtaç Değil miydi?

Bir beşer olarak Hz. Peygamber’in de korunmaya ihtiyaç duyduğunu, sahabe tarafından korunduğunu bilmekteyiz. Medine’ye geldiğinde bir gece uyuyamamış ve “Keşke ashabımdan uygun birisi bu gece beni korusa?” demiş, az sonra silahıyla gelen Sa’d b. Ebî Vakkas onu beklemiş, ve böylece Hz. Peygamber uyuyabilmiştir. Bedir’de Sa’d b. Muaz, Uhud’da Muhammed b. Mesleme ve Hendek’te Zubeyr b. Avvam onu korumuşlardır.

Bazı rivayetlere göre Hz. Peygamber’i Mekke’de iken Amcası Abbas, ya da Ebû Talib’in gönderdiği kimseler korumaktayken, “Allah seni insanlardan koruyacaktır” (5/67) ayeti inince Hz. Peygamber amcasına artık korunmaya ihtiyacının kalmadığını bildirmiştir. Hz. Peygamber’in Mekke’de amcaları tarafından korunmuş olmaları mümkün ise de, bu ayetin o dönemde inmesi, ve bundan dolayı onun korunmayı terketmiş olması tarihî gerçeklere aykırıdır. Zira Kurtubî’nin de dediği gibi, Maide Suresi, icma ile Medine’de, Hudeybiye’den dönüşte H. 6. yılda inmiştir.

Hz. Aişe’den gelen başka bir rivayette ise, Hz. Peygamber’in bu ayet ininceye kadar korunmakta olduğu, ayet inince çadırdan başını çıkartıp, Allah’ın kendisini koruyacağını haber vererek korumalarını gönderdiği anlatılmaktadır.

Şüphesiz, birçok ayette Allah’ın ona yardımı, desteği, onu himayesi, gözetip koruması açıkça ifade edilmiştir (3/123; 8/26,62; 9/14,25,40; 47/7; 48/3; 52/48; 59/11). Ancak bu ayetlere dayanarak Hz. Peygamber’in savaşta-barışta, hiçbir zaman ve mekanda gerekli girişim, tedbir, hazırlık ve stratejiyi terketmediğini görmekteyiz.

Nitekim Hz. Peygamber’in Hicret yolculuğunda, Hz. Ali’yi yerine yatırması, Ebû Bekir’i yol arkadaşı olarak seçmesi, onların kılavuz, istihbarat ve iz kapatıcı kullanmaları, şaşırtmak için ters istikamete gitmeleri, Sevr Dağı’nda bir mağarada üç gün gizlenmeleri bunun en tipik misallerinden sadece birkaçıdır.

Sayfa 24–25

Peygamber Anlayışında Kim Örnek Alınmalı?

Hz. Peygamber’in vefatından itibaren başlayan ve her asırda birçok inanç, kültür ve medeniyetlerle karşılaşan müslümanların sahabe asrından uzaklaştıkça, Kur’ânî bir Peygamber anlayışından da uzaklaştıkları anlaşılmaktadır.

İster rahmet elçisine olan aşk, muhabbet ve hasret sebebiyle olsun, isterse farklı din ve kültürlerden etkilenerek olsun, ilerleyen asırlarda ümmet, maalesef daha çok duygusal, muhayyile gücüne dayalı efsanevî, esrarengiz, neredeyse beşerî hüviyetinden tecrit edilmiş, âdeta melekleştirilmiş bir Peygamber anlayışı sergilemeye başlamışlardır. Zaman içerisinde bu anlayışların rivayetlere dönüşmesi de fazla gecikmemiştir. Neredeyse her asırda, her bölgede Hz. Peygamber hakkında farklı bir sîret, farklı bir edebiyat, farklı bir kültür oluşmuştur.

O kadar ki, Kur’an ve sünnete dayalı sahabedeki saf Peygamber anlayışı ile tabiûn dönemi Peygamber anlayışı birbirinden farklılık arzetmektedir. Aynı şekilde ikinci asrın Peygamber anlayışı başka, üçüncü asrınki daha başkadır. Daha sonraki asırlardan günümüze kadar anlayışlardaki değişim ve gelişimin, tepeden yuvarlanan bir kartopu gibi gittikçe büyüdüğü söylenecek olursa işin vehameti daha kolay anlaşılacaktır.

Günümüzde yazılı veya görsel yayınların birçoğunda, fevkalade zengin olan kültür, edebiyat ve tasavvuf tarihimizdeki büyük-küçük pekçok şahsiyetin dahi menkıbelerini, kerametlerini ve faziletlerini anlatma adına, onların beşerî özelliklerinin gözardı edilip, adeta beşerüstü kutsal birer varlık gibi takdim edildiklerini esefle müşahede etmekteyiz.

Dolayısıyla bugün temel eğitimden itibaren yetişen nesillerimiz, Kur’an-ı Kerim’in, bizzat Hz. Peygamber’in ve Sahabenin anlattığı Peygamber’i değil; kültür ve edebiyatımızın takdim ettiği, neredeyse herşeyi bilen, herşeyi gören, herşeyi işiten, her an mucizeler göstererek her derde deva olan, her müşkilatı çözen bir Peygamber’i öğrenmektedirler.

Asıl üzücü olan taraf ise bu anlayışların temel kaynaklarımıza bile girebilmiş olmasıdır. Bu sebepledir ki, bu kanaatlerin bir kısmı öteden beri nasıl Hz. Peygamber’e izafe edilerek rivayet şeklinde nesilden nesile aktarılmışsa, aynı şey fazlasıyla Sahabe’ye izafe edilerek de yapılmıştır.

Dolayısıyla temel kaynaklarımızdan yararlanırken dahi, rivayetlerin sıhhatini tesbit etmede, sağlamasını yapmada Kur’an’ın ortaya koyduğu Peygamber tipolojisi, bizim için en vazgeçilmez bir mihenktaşıdır. Bunun arkasından Hz. Peygamber’in sahih hadislerle gelen kendi tavsif ve takdimleri, üçüncü olarak da, yine sahih olmaları şartıyla Sahabe’nin gözlem ve anlatımları gelecektir.

Bu münasebetle Hz. Peygamber’in herhangi bir yönünü araştırırken, mutlak surette Kur’an’dan hareket etme ve mümkün mertebe en erken kaynaklara başvurma ve iyi bir tenkit süzgecinden geçirme zarureti vardır. Erken ve geç dönem kaynaklardaki aynı konular ve hatta aynı hususu işleyen aynı ravilerden gelen rivayetlerin ne kadar farklılık arzettiği görülecektir.

Sayfa 140–141

--

--